• seven'dan beter karanlık sahneleri mevcut olan film. hatta film içindeki repliklerden birinde "ışık istiyorum, allah belanızı versin!" şeklinde duygulara derman olunmakta. severek izledik gene de, tebrik ederim emeği geçen herkesi.

    --- spoiler ---
    son ana kadar tetikte beklemenize gerek yok, güven kıraç oynamıyor, gönül rahatlığıyla seyredebilirsiniz
    --- spoiler ---
  • filmde geçen tablo velazquez'in en ünlü, en tartışılan, foucault'nun bile üzerinde bol bol kafa patlattığı* nedimeler* adlı tablosuna göndermedir. bakarken aslında bakılan olduğunuzu hissettiğiniz, çok katmanlı tablo ve tablonun temelinde yatan ayna figürü filmin ana dayanaklarından birini oluşturur.
    tablo http://www.mystudios.com/…velazquez-las-meninas.jpg adresinden görülebilir.
    ayrıca eflatun ismini duyunca da insan platon'un mağara alegorisini aklına getirmeden edemiyor. gerçeğin çok katmanlı olarak açığa çıkması, görüntülerin çok katmanlılığı ile "yansıyanla yetinmeme" fikri platon'u anımsatıyor.
    yapmak istedikleriyle, içindeki fikirlerle mükemmel bir film olabilecekken gerek oyunculuklar gerek prodüksiyon sorunları; kimi aksaklıkların gölgesinde kalıyor film... bunlara rağmen zevkle izlenen ve türk sinema tarihi içinde kalıcı olacağını düşündüğüm bir film olmuş.
  • --- spoiler ---

    minyatürler şayet gerçeğin temsili ise, gerçekten minyatüre geçiş mümükünken aksi durumu yani miyatürden gerçeğe geçiş mümkün değilidir. lakin bu ilk bakış yanıltıcıdır. minyatür bir kanaat üretiyorsa ve minyatürün bir inadırıcılığı varsa, minyatürün gerçek üstüne tahakküm kurması mümkündür. isyancının kesilmiş başının resmi, gerçek kafası yerine kolayca idame edilebilir ve bu resim istanbuldaki ahaliyi bu isyancının öldürüldüğüne ikna edebilir. kesilmiş kafa ile kesilmiş kafanın resmi aslında aynı şeydir. o halde ortada temsil denen bir şey yoktur. şayet temsil yoksa önceki algılamada kurulan “temsil edilenle” “temsil eden” arasında bir öncelik ilişkisi yoktur. birincisinden ikincisine geçiş mümkünken ikincisinden birincisine de geçiş olabilir. bu yüzden film boyunca minyatürler bir anda gerçek haline gelebilirken gerçek de bir anda minyatürleşebilir.

    tıpkısı filme ilham kaynağı olan las meninasda olduğu gibi. tablo ilk bakışta ispanya kralı iv philip’in kızı margarita ve nedimelerinin tuvale aktarılmış hali gibi durur. ilk bakışta oluşan kanaatin yanılgısalından mıdır nedir, tabloyu çizen velazquez’in de tabloda olduğunun fark edilmesi resmin neyi anlattığına ilişkin oluşan bu kanaati alt üst eder. artık temsil edenle temsil edilen aynı karededir ve buna bir de aynada yansımaları gözüken kral ve kraliçenin yani iktidarın resmin içine dâhil olması eklenince tüm ayrıştırmalar ortadan kalkar. temsil ölmüştür.

    --- spoiler ---

    ayrıca ısrarla (bkz: cihana hem adalet hem guzellik lazimdir)
  • bir masal "izlediğimiz" filmdir.

    17. yüzyıl'ın istanbul'unu bir enfiye misali içimize çekeriz. enfiye misalidir; zira burun kemiklerimizi sızlatacak derecede hüzün, kendini yer yer buğulu anların kollarına teslim eder. bir de evlat acısının ne menem bir şey olduğunu anlar gibi oluruz.. tabi bir de şu var:

    --- spoiler ---

    cihana hem adalet, hem güzellik lazımdır.

    --- spoiler ---
  • minyatür sanatında perspektifin olmamasına uygun olarak, film boyunca minyatürsüz sahnelerde bile, arka planlar ve ön planlarda birbirine benzeyen renkler kullanılmış, böylece derinlik azaltılmıştır. yine minyatürdeki perspektifsizliğin sonucu olarak farklı zaman ve mekanlarda geçen olayların yan yana sıralanabilmesi gibi, filmde de farklı mekanlara (ya da rüyalara), mevcut mekandaki aynalar aracılığıyla ulaşılmıştır.

    atıf yılmaz'ın sinemayla minyatürün yolunu kesiştirme çabalarının üzerine dev bir adım olmuştur. ayrıca derviş zaim'in üçlemesinin ilk filmidir.

    ikincisi: nokta
  • tamam, sahneler arası geçişlerin minyatürlerle olması şık olmuş, sinema dili sürükleyiciymiş, şuymuş buymuş...

    bu filmde beni esas kalbimden vuran eflatun'un hüznü oldu. güzelliğinden, akıcılığından ziyade, eflatun'a "cenneti bekletenler"in düşüncelere saldığı bir film oldu bu.

    bir yerde, cennetinin devşirme olarak çocuk yaşta getirildiği hırvatistan'ın bir köyündeki, o gün bugündür görmediği anacığının yanı olduğunu söylüyor. düşünsenize, artık o, o kadının oğlu bile değil; yetiştiği yer, doğuştan gelen terbiyesi, geleneği, göreneği, dili, dini gibi insani özellikleri herşeyi elinden alınmış ve bambaşka biri, sanki anasız babasız gibi. hayata hep yetim ve öksüz.

    tıbbın bir arpa boyu yol katedemeği zamanlarda genç karısını ve oğlunu kaybetmiş üstüne. oğlunu resmederkenki hali kahrediyor.

    dünyada eşten dosttan daha pahalı, daha kıymetli şey yok ki...

    artık eflatun yaşayan, soluk alıp veren ama "cenneti beklediğinden", artık bir ölü olmuş.

    sonrası, filmde anlatılan malum serüven.

    bir yerde ondan sahte resim istiyorlar da "yapamam, ahirette sorarlar" diyor ya, o zaman anlıyor insan ölüme ne yakın hissettiğini, ne yakın durduğunu...
  • kıymeti bilinmeyen filmlerimizden.

    dünyanın çoğu yerinde dönem filmleri hamasi damarı beslemiyorsa pek rağbet görmüyor maalesef. anlatım, konu, kurgu sadece belli bir kitlenin umurunda. başta bizim millet olmak üzere çoğunluk fetih 1453, 300 spartalı gibi derinliği olmayan özel efekt sosuna bulanmış "alemin kralı biziz" tarzı yapımları seviyor.

    filmden çok başka şeyleri yazdım çünkü övmeye gerek bile bırakmayan bir film. bu toprağın insanı iseniz oturun izleyin kardeşim bu kadar basit. yalnız ufak bir not, o tüfekler olmamış, 19yy tüfekleri konulmuş, halbuki 17yy fitilli osmanlı tüfekleri şöyle olur. dikkatli bakılınca anlaşılıyor, canınız sağolsun, sorun değil.
  • --- spoiler ---

    filmdeki konuşmalardan danyal'ın iii. murat'ın oğlu, iii. mehmed'in kardeşi olduğunu öğreniyoruz.

    iii. murat'ın saltanatı 1574-1595 (981-1003). ama filmde iii. mehmet'in de vefat ettiğini söylüyorlar ki burası biraz problemli. şöyle ki şehzade danyal'ı öldürtmek isteyen i. ahmet oluyor yani yeğeni.

    filmin geçtiği dönem miladi 1600 lerin başı değil hicri 1000, yani hicri millennium, bu da isyancılarının başındaki şehzade danyal'ın durumunu açıklamakadır. çünkü nedimeler resmini gösterip babasının (iii. murat) yerine mehdinin resmini çizmesini istiyor eflatundan.

    filmin danışmanı cemal kafadar imiş sonunda yazıyor.

    --- spoiler ---
  • birtakım sıkıntıları var bu filmin. adını koyamıyorum bu sıkıntıların; ama en kaba biçimiyle izleyiciyi içine çekemediğini söyleyeceğim. bu, sanırım, derviş zaim'in isteyeceği son şey olurdu. burada zaim'in bu filme şu noktadan hareket ederek giriştiğini varsayıyorum: bir alem-ül hayal olan minyatür ile bir başka alem-ül hayal olan sinemayı birbiri içinde eriterek, birbirinin zenginlikleri ve benzerliklerinden güçlü bir görselliğe ulaşmak. bu kısımda bir sorun yok; ama bu görselliği akıtacak güçlü bir hikaye ve sağlam bir oyunculuk noksanlığı; filmin yaratmaya çalıştığı dünyaya izleyici kabulünü maalesef sınırlıyor. filmi izlerken; hikayenin, sırf bu minyatür-sinema sentezini ortaya koyabilmek için yaratılmış ve üzerinde de çok düşünülmemiş güdük bir kurmaca olduğu hissediliyor. yalnızca bu hissedilmekle kalmıyor, hikaye kendi kendini sürdürebilme gücünden yoksun olduğu için, geçen her dakika yönetmenin hikayeye çok da kafa yormadığını aynalıyor ekranda. sonuçta "bitse de gitsek" tepkisi doğuruyor kaçınılmaz olarak.
    oyunculuk kısmına gelmek gerekirse: serhat tutumluer iyi oynamış gibi görünüyor ama kendisi gündelik hayatında nasıl konuşuyorsa, 17. yüzyıl osmanlı imparatorluğunu tarihsel arkaplan olarak alan bu filmde de aynen öyle konuşuyor. bunu derviş zaim'in mi yoksa kendisinin mi bir hatası olarak algılamalıyım, çok emin değilim; ama çok temiz, çok anlaşılır, çok günümüz istanbullusu bir konuşması var..belki "hacivat karagöz neden öldürüldü"ye dili sebebiyle getirilen eleştirilerden etkilenilmiştir; lakin bu mesele, başta dediğim, filmin izleyiciyi içine çekememesi sıkıntısını artırıyor. son bir şey de mehmet ali nuroğlu ile ilgili. gerçi filmde oynadığı role uygundu; ama bu adamı ne vakit ekranda görsem, kendini çok önemseyen, başkalarına tepeden bakan, mağrur bir ifade var yüzünde. bu mağrurluk, an geliyor artistik bağırışa da dönüşüyor. gelsin, vazgeçsin bu sevdasından. yoksa genç yaşında ve daha kariyeri de adamakıllı başlamadan oyun sahasını daraltıp silinip gidecek piyasadan.
  • derviş zaim'in senaryosunu yazıp yönettiği film. serhat tutumluer, ahmet mümtaz taylan, nihat ileri, mesut akusta, mehmet ali nuroğlu ve melisa sözen rol alıyor. 17'nci yüzyılda osmanlı döneminde geçen filmin yıl içinde vizyona girmesi bekleniyor. serhat tutumluer'i tiyatro sahnesinden sonra, beyaz perdede izlemek epey ilginç olacak, kadroyu sevdim, merakla beklediğim filmlerden.

    gösterim tarihi, 15 aralık 2006 olarak belirtilmektedir.

    izledikten sonra;

    --- spoiler ---

    - sanki şey gibi...
    - rüya...
    - evet rüya..
    - rüya ile tasvir aynı şeydir...

    bu filmi rüyamda görmüş olabilirim veya evvelden rüya gibi yaşamış. resmedilen bir an, canlanarak masalsı akıp gider, cenneti beklerken öyle bir filmmiş.

    zihni zorlamayan senaryo, görsel bir şölenle birleşiyor ve yeni bir yolculuğa çıkarıyor, eskiye dönmek için.

    - beni dinledin, içim ferahladı. başkasına demem bunları.

    - insan kaybedeceği şeye fazla bağlanmamalı.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap