4 entry daha
  • roma tarihi üzerine konuşurken elbette ki; çiğdem dürüşken 'in (http://www.istanbul.edu.tr/…/kisisel_cdurusken.html) o çok tansık ifadesiyle 1 lamba isinin kokusunun sinmiş olduğu taş yapılardan, balmumundan tabletlere kazınan yazılardan günümüze değin hiçbir zaman belki de tümüyle karşıdakine aktaramayacağımız o günleri, kişileri, vakaları insanlığın gelişimindeki o apayrı heyecanları, belki de bugünü p. syrus ‘un yazgıyı kabullenişinde “amici, diem perdidi” yani “dostlar bugünü de harcadım!” dediği gibi tüketip, “güneş her gün yenidir” kabilinden, yepyeni bir dünyaya bilgece umut demiri atmanın bir koşulu sayacağımdır kimbilir. bu ve devamındaki entirilerimde roma tarihi üzerine belki çok genel, belki yer yer ayrıntı dolu bilgiler aktarmaya çalışacağım. tabi muhakkak ki atlamış olduğum, gözden kaçırmış olduğum bölümler olacaktır. her ne kadar ekşi sözlük canımız ciğerimiz ise de, bu konudaki yani roma üzerine söylediklerimin hiçbirinin tümüyle anlaşılabileceğini sanmıyorum. canımız ciğerimiz olmasıdır belki de bunun böyle olmasına sebep olan bilmiyorum. belki de romalılık ile aramda olduğunu sandığım çok yoğun bir duygu bütünlüğünün mevcudiyetinde bir aksaklık vardır. belki de cato ‘nun “rem tene, verba sequentur” dediği gibi, belki de uygun ifadeleri, uygun zamanda dile getiremediğimden dolayı, konuya tümüyle hakim olamadığımdan ötürü, hiçbir zaman tümüyle hislerimi sizlere, veya çok çok uzak bir tarihte bu satırlara bir şekilde ulaşacak olan herhangi bir okuyucuya aktaramamış olmanın verdiği bir sefillik durumuyla göçüp gideceğim. neyse sonuç itibariyle, sevdiğimi sandığım, sandıkça da sevdiğim roma üzerine konuşacağım. sanılarım ve kanılarımla bir şekilde birilerine bir şeyler aktarabildiysem,aktarabileceksem, her ne kadar gücünden tam anlamıyla haberdar değilsem de, bilginin kendisi karşısındaki o sefil çaresizliğimi kabullenmişliğimin verdiği gönül rahatlığıyla – en azından bu konuda bir fikirle, bir şeyle ya da biriyle çarpışmadan – roma tarihi üzerine konuşmaya başlayabilirim.

    1- roma’nın kuruluş efsaneleri, romulus ve remus

    roma, italya'nın merkezinde, etruria, apenin'ler, campania ve deniz arasında yer alan latium bölgesinde ve tiber nehri üzerindedir. uzunluğu 135, genişliği 45 km. olan latium'da yaşayan halk, m. ö. 12. yüzyılda kuzey alplerinden po vadisine giren ve 10. yüzyılda latium'a kadar ulaşan ölülerini yakan italik'ler grubudur ve isimleri buraya yerleştikten sonra düz memleket adamı manasına latinus olmuştur. bu devrede henüz daha kabile hayatı yaşayan ve başlarında bir kabile kralı bulunan latin'ler hayvan yetiştirmek ve harp etmekle vakit geçirirlerdi. emin tepelerin yamaçlarında köy grupları halinde (pagi) yaşadıkları yerler kendilerine kabile kralı tarafından verilmişti. sayısı 30 olan bu çoban gruplarının oturdukları tepelerin üzerinde müstahkem bir yerleri (oppidum) vardı. köylüler harp zamanlarında buraya sığınır, sulh zamanında ise topluluğun pazan burada kurulurdu. bu 30 köy topluluğunun arasında dinî bir birlik vardı ve senede bir defa yapılan dini kurban ve bayramlar, alba dağı üzerinde kutsal bir yeri olan tanrı iuppiter latiaris için yapılırdı. ye-dinci yüzyılın birinci yarısında latium etrüsk'ler tarafından işgal edilince, bunların etkisiyle eski köyler birer şehir haline gelmiştir ki bunlardan birisi de roma ‘ydı.

    geleneksel bilgiye göre roma, troia'lı bir prens olan aeneas' ın ahfadı tarafından kurulmuştur. efsanenin en eski şeklinde şehri bizzat aeneas kurmuş ve troya'lı bir kadın olan rhome' ye göre isimlendirmiştir. efsanenin daha sonraki bir şeklinde ise şehir, aeneas'ın tyrsenia isimli kadından doğan oğlu romylos'un torunu rhomos tarafından kurulmuştur. fakat resmî roma efsanesine nazaran şehir şu şekilde meydana gelmiştir: troia'dan kaçıp kurtulan aeneas, çeşitli maceralardan sonra gelip latium'a yerleşmiş, oğlu ascanius ise albalonga şehrini kurarak orada yaşamıştır. ascanius'un ahfadı uzun seneler burada hüküm sürmüşlerdir. nihayet amulius , büyük kardeşi numitor'u tahttan indirerek kendisi kral olmuş, kardeşinin kızı rhea silvia 'yı da vesta mabedine rahibe yapmıştır. rhea silvia'nın savaş tanrısı mars'tan romulus ve remus isimli ikiz iki oğlu olunca amulius bunları bir sepet içi-ne koyarak tiber nehrine bırakmıştır. fakat kıyıya sürüklenen çocuklar evvela dişi bir kurt (lev. iv 13) tarafından emzirilmiş, sonra da bir çoban tarafından büyütülmüşlerdir. delikanlı olunca, albalonga şehrine giderek kiralı öldürmüşler, daha sonra tiber nehrinde kıyıya sürüklendikleri yerde yeni bir şehir kurmaya karar vermişlerdir. fakat daha başlangıçta, kurulacak şehrin hangisinin adını alacağı ve hangisinin saltanat süreceği yüzünden aralarında kavga çıkmış ve sonunda romulus remus'u öldü-rerek şehri tek başına palatinus tepesi üzerinde kurmuştur. m. ö. 753 senesi 21 nisanı, romalılarca şehrin kuruluş günü olarak kabul edilmiştir. 2 roma’nın kuruluş efsaneleri üzerine daha ayrıntılı girersek şunları görürüz: vergilius ‘a göre; “primus ab aetherio venit saturnus olympo,
    arma iovis fugiens,” yani “evvela saturnus geldi, o yüksek olympos’tan,
    hani iuppiter ‘in silahlarından kaçan..” daha sonra ise , domitius ilk kitabında; aeneas ‘a delphoi’lu bir kahin tarafından, apollon ‘u italya’ya getirmesi, iki deniz sonra ayak bastığı yerde şehri kurması ve masaları da dahil olmak üzere bir öğle yemeği yemesinin tavsiye edildiğini söylüyor. ve bu yüzden aeneas, laurentine bölgesine gitti, kıyıdan çok fazla uzaklaşmamıştı ki; birbirine yakın iki tuzlu gölcüğe vardı. orada yıkandı ve yemeğini yiyerek görevini yerine getirdi. masa yerine altta duran kerevizi de bitirdikten sonra, hiç şüphe duymadan, bu iki suyun deniz suyuna benzemesinden ötürü, deniz olduklarını düşündü, ve kerevizlerden oluşan masayı yiyip bitirdikten sonra, burada şehri kurdu adına da lavinium dedi. zira bu suda yıkanmıştı. (laverit) ve ardından yaşayabilmesi için kendisine aborigines kavminin kralı latinus tarafından 500 iugura verildi. fakat cato, romalıların kökenleri hakkında adlı eserinde şöyle diyor: dişi domuz, şimdi bizim lavinium dediğimiz yerde 30 tane yavru domuz doğurdu, ve aeneas kenti burada kurmaya karar verdi. toprağın verimsizliği cesaretini kırmıştı ve uykusunda, kenti burada kurmaya başlaması konusunda cesaret veren kutsal penates ‘in imajlarını görmüştü; yıllar boyunca domuzun yavruları yaşayıp gitmişti, ve troyalılar bu bereketli topraklara ve yere göç etmişti, kenti de italya’da en meşhur isimle kurmuşlardı. aborigines kavminin kralı latinus yabancıların büyük bir orduyla geldiğini ve laurentine bölgesine saldırdığını öğrenince, gecikmeksizin güçlerini düşmanlara karşı gönderdi ve onları kendilerinden uzak tuttu. askerlerine saldırmaları için işaret vermeden önce, troyalıların askeri bir gelenekten geldiklerini hatırlattı, onların sadece taş ve sopalarla değil aynı zamanda giysilerinde ve sol elleriyle kavramış oldukları postlarında zırhlarla donanmış olduklarından bahsetti.fakat daha sonra kral latinus, düşmanlarının kim olduğunu ve ne istediklerini öğrenmek için bir görüşme talep edince, savaş ertelendi. aslında bu görüşmeye onu zorlayan kutsal otoriteydi, bağırsak kehanetleri ve eğer ordusunu bu yabancılarla birleştirirse daha güvende olacağını söyleyen rüyaları ona bunu önermişti. ve aeneas ile anchises ‘in yurtlarından buraya savaş yüzünden sürüldüğünü öğrenince, kafasında kendilerine yurt arayan tanrıların imajı canlandı, onlarla aynı düşmanlara ve aynı dostlara sahip olacakları bir anlaşma yaparak müttefik olmayı denedi. ve böylelikle troyalılar, aeneas’ın karısını yani evvelden turnus herdonius ile nişanlı olan kral latinus ‘un kızından dolayı lavinium adını verdiği yeri canlandırmaya başladılar.fakat, kuzeni turnus reddedilip, lavinia troyalı bir yabancıya verilince kral latinus ‘un karısı amata küstürüldü. bundan dolayı amata, turnus ‘u silahlanması için kışkırttı ve çok geçmeden turnus, rutulus kavminin ordusunu topladı ve laurentine bölgesine saldırdı. ona karşı kral latinus, aeneas’la birlikte yürüdü ve savaşın ortasında kuşatılıp öldürüldü. fakat aeneas, kayınpederini yitirmesine rağmen rutulus’lara karşı durmaktan vazgeçmedi ve turnus’u öldürdü. düşmanlar perişan edilerek kaçmaya zorlandı. zafer kazanmış olarak aeneas, adamlarını lavinium ‘a geri çekti ve lutatius ‘un iii. kitabında yazdığında göre; latin müttefikleri tarafından kral ilan edildi. piso ‘nun da kaydettiği gibi; turnus anne tarafından amata ‘nın kuzeniydi. turnus, latinus ‘u öldürerek aslında intihar etmişti. turnus öldürülünce, aeneas devlet katında güçlendi. fakat öfkesini bir türlü yatıştıramayarak, savaşta rutulus’ların canına okumayı sürdürmeye karar verdi. rutulus’lar yalvardılar ve eğer galip gelirlerse, latinlerin mallarını ona bırakma sözünü vererek etruria’dan agilla ‘nın kralı mezentius ‘un yardımını elde ettiler. bunun üzerine aeneas, daha zayıf bir orduya sahip olduğundan, korunmaya ihtiyacı olan bir çok şeyi şehre topladı ve lavinium yakınında bir ordugah kurdu. oğlu euryleo ‘yu bu ordunun başına yerleştirdi. aeneas, kendisini, askerlerinin numicus nehri’nin etrafındaki savaş alanında dizilmesini emretti. sert çarpışma hemen orada başladı. fakat gökyüzü ani bir fırtınayla karardı ve yağmur sel oldu yağdı, bunu gökgürültüsü ve haşin şimşekler izledi, bütün bunlar sadece askerlerin gözlerini kamaştırmadı aynı zamanda akıllarını da başlarından aldı. her iki tarafta da savaşı durdurmak için benzer bir istek var idiyse de; herşeye rağmen aeneas, bu fırtına ortamında yok edildi, bir daha da onu hiçbir yerde gören olmadı. aeneas’ın nehre yaklaştığı ve hiç beklenmedik bir şekilde suya daldığına dair bir hikaye de vardır. ayrıca savaşın bu şekilde durduğunu ve bulutların açılıp, yayıldıktan sonra, aeneas ‘ın yüzünün parladığını, ve hala yaşarken, cennete çıkarıldığını da anlatır. ve aeneas’ın daha sonradan ascanius ve başkaları tarafından, numicius sahilinde, elbiseleri ve savaş için donandığı teçhizatlarıyla görüldüğü de söylenir. bu olay onun ölümsüz olduğuna dair hikayeyi de kanıtlamış oldu. bu yüzden ona orada bir tapınak adandı ve adının da “patrem indigetem” olmasına karar verildi. daha sonra oğlu ascanius ‘un (euryleo ‘nun diğer adı) tüm latinlerin kararıyla kral olduğu açıklandı. ve böylelikle ascanius latinler arasında en yüksek pozisyona gelmiş oldu. ascanius savaş ortamını sürdürerek, mezentius ‘u kovalamaya karar verince, onun oğlu lavsus, lavinia kalesinin tepe kısmına saldırdı.kralın askerleri çevreye dağılmış olduğundan, lavsus şehri ele geçirebilmek için çevirdi. ve bu yüzden latinler, koşullarını öğrenebilmek veonlara teslim olmak için mezentius ‘a elçiler yolladılar. diğer ağır koşulları arasına, mezentius, latin bölgesindeki tüm şarapların belirlenmiş yıllar boyunca haraç olarak verilmesini de eklemişti. bunun üzerine, ascanius ‘un öğütleri ve otoritesi; böyle bir esaret altında yaşamaktansa, ölmeyi tercih etmişti. bundan dolayı, latinler alenen tüm bağbozumlarından şarapları iupiter ‘e sunarak, şehri kutsadılar; daha sonra harekete geçip, askeri birliği sardılar, lavsus’u öldürüp, mezentius ‘u kaçmaya zorladılar. lucius caesar’ın, birinci kitabında ve aulus postumius ‘ın aeneas ‘ın dönüşü üzerine yazıp, yayınladığı kitabında söylediği gibi; daha sonra mezentius, elçiler göndererek latinlerin dostluğunun ve onlarla müttefikliğinin teminatını verdi. ve böylelikle latinler, ascanius ‘un sadece cesaretinden ve erdeminden dolayı iuppiter ‘den geldiğine inanmadılar, aynı zamanda julius caesar ‘ın ikinci kitabında, cato da origines ‘inde yazdığına göre; ascanius ‘un ismini kısaltarak ve geliştirerek önce iolus’a daha sonra da iulus’a çevirdiler, isim bu şekilde iulus ailesine miras kaldı. bu arada lavinia, aeneas tarafından hamile bırakılmıştı. ascanius peşine düşer korkusuyla sakınarak, atalardan yadigar sürünün başındaki tyrrhus ‘a, ormanlara kaçtı ve orada adını yerin coğrafi isminden alan bir çocuk doğurdu: silvius. genelde latinler arasında birçok kişi, lavinia ‘nın ascanius tarafından gizlice öldürüldüğünü düşündü. bu inanıştan dolayı; halk ona karşı büyük bir kin biriktirdi, öyle ki; onu silahların gücüyle tehdit bile ettiler. bunun üzerine ascanius, bir yeminle kendisini aklamaya çalıştı. fakat bunun işe yaramadığını görünce, bir arama için zaman talep etti, ve her kim lavinia ‘yı onun için bulursa, ona büyük bir ödülle mükafatlandıracağının sözünü vererek halkın gönlünü çeldi. çok geçmeden onu bularak, lavinium şehrine geri getirdi, ve onu bir annenin hakettiği gibi onurlandırarak sevdi. gaius caesar ve sextus gellius ‘un romalıların kökenleri hakkında yazdıkları gibi; bu hareketi ascanius ‘a yeniden büyük bir onur kazandırdı. fakat yine de, lavinia’yı yeniden kente kazandırması hususunda tüm halkın, ascanius ‘a baskı uyguladığına ve bu yüzden onu öldürmediğine dair söz verdiği hikayesini anlatanlar da vardı; lavinia’nın nerede olduğunu da zaten bilmiyordu, bu kalabalık toplantıda tyrrhus sessizlik istedi ve bir delil ortaya koydu. verilen söz gereğince, ona, lavinia ‘ya ya da onda doğmuş çocuğa hiç zarar vermeyecekti. bunun sözünü alınca, lavinia ‘yı kente oğluyla birlikte geri getirdi. böylece lavinium’da 30 sene geçtikten sonra; ascanius beyaz domuzun doğurduğu domuz yavrularının sayısından ötürü yeni bir şehir kurmak için varışını anımsadı. komşu bölgeleri iyice araştırdıktan sonra; üzerinde şehri kurmak için bugün albanus diye bilinen, yüce bir dağı inceledi. burada bir şehir kurdu, şeklinden ötürü adını da longa koydu; dağ uzunca yayılıyor ve alba yani beyaz da domuzun renginden geliyordu.

    bir gün, yerel tanrılarının tasvirlerini buraya da getirdi, ertesi gün lavinium’da görülür oldular bu şekilde, fakat tekrar alba’ya taşınmalarına ve başlarına sayılarını bilmediğim kadar bekçiler dikilmesine rağmen, asıl ait oldukalrı yer olan lavinium’a tekrar geri taşındılar. pontifexlerin annales’lerinde 4., cincius ve caesar ‘ın 2., tubero’nun 1. kitabında yazdığına göre; bundan sonra kimse bir daha onların yerini değiştirmeye cesaret edemedi. ascanius yaşamdan ayrıldıktan sonra; oğulları iulus ve lavinia ‘da doğmuş olan silvius postumus arasında o’nun yerine kim geçecek tartışması baş gösterdi. zira aeneas ‘ın oğlunun mu yoksa, erkek yeğeninin mi yönetime daha uygun tartışılıyordu. konu hakem kararına bırakıldı ve silvius ortak bir kararla kral ilan edildi. pontifexler’in annales’lerinin 4. kitabında yazdığına göre; yine silvius ‘un soyundan gelenler, yani onun adını taşıyanlar roma’nın kuruluşuna kadar alba ‘da hüküm sürmüşler. bu şekilde latinus silvius iktidardayken, praeneste, tibur, gabii, tusculum, cora, pometia, labici, crustumium, cameria, bovillae ve civardaki diğer şehirlerde koloniler kurulmuştu.

    silvius’un ardından oğlu tiberius sivius hüküm sürdü. tiberius, aradaki çatışmayı sürdüren komuşularına karşı birliklerini yolladığında, savaşın ortalarında albula nehri’ne doğru sıkıştırıldı ve orada boğularak can verdi. lucius cincius ‘un, ilk, lutatius ‘un, üçüncü kitabında yazdığına göre isminin değişmesinin sebebi bu şekilde anlaşılıyor. onun ardından, sadece insanlara karşı değil, aynı zamanda tanrılara karşı da kendini beğenmiş bir şekilde davranan, hatta kendisinin iuppiter ‘den daha büyük olduğunu söylediği anlatılan aremulus silvius, hüküm sürdü. bir gün gökyüzü şimşeklerle doluyken, askerlerine kalkanları ve mızraklarıyla çarpışmaları emrini verdi fakat konuşurken haşmetli bir gürültüyle sesi kesildi. ayrıca piso ‘nun annales ‘inin 4. kitabında, mektuplarının da 2. sinde yazdığına göre; derhal oraya cezaya çarptırılmış; şimşek çarptı ve bir fırtına tarafından yakalandı, ve hızlı bir şekilde albana gölüne fırlatılmış.

    fakat buna karşılık aufidius, epitome’larında ve domitius ‘da ilk kitabında, aremulus ‘un şimşek yüzünden ölmediğini, bir depremin, sarayını kendisi de içindeyken albana gölü’ne yıktığından söz etmektedir. onun ardından, komşu kentlere saldıran aventinus silvius yönetime geçti, lucius caesar ‘ın, 2. kitabında yazdığına göre düşmanları tarafından kuşatıldıktan sonra, öldürülüp, daha sonradan kendi ismini almış olan dağın eteklerinde yakıldı.

    bundan sonra, alba ‘nın kralı silvius procas, mirasını iki oğlu numitor ve amulis arasında eşit bir şekilde böldü. amulius, payına düşene göre; sadece krallığı alırken, öte yandan numitor ise babasından kalanların yani mal varlığının tümüne sahip oldu. numitor, özel mülkleri ve serveti krallığa yeğlediğinden, amulius krallığın başına geçmişti. bu pozisyonunu daha da güvenli kılabilmek için, tek çareyi kardeşi numitor ‘u av esnasında öldürmekte gördü. bu yüzden, rüyasında tanrıça tarafından bunu yapmasının söylendiğini iddia ederek kızkardeşi rhea silvia ‘ya vesta rahibesi olmasını buyurdu. valerius antias ‘ın, ilk kitabında yazdığına göre; gerçekte amulius kendini düşünüyordu; rhea silvia’dan, dedesine karşı yapılmış bu adaletsizliğin intikamını almaya yeltenecek bir çocuk doğabilirdi. fakat marcus octavius ve licinius macer ‘in bildirdiğine göre; rahibe rhea ‘nın dayısı amulius, ona aşkla bağlıydı. bulutlu bir gökyüzü ve karanlık bir sis altında, şafak yeni sökerken, dini tören için su getirirken, mars ‘ın koruluğunda ona bir tuzak kurdu ve ona tecavüz etti. bunu üzerinden aylar geçtikten sonra, rhea’dan ikizler doğdu. amulius bunu öğrenince, günahını gizleyebilmek için, rhea ‘nın öldürülmesini ve çocukların ona verilmesini emretti.

    bunun üzerine numitor, bu ikizlerin büyüdüklerinde amulius ‘a karşı adaletsizliğinin intikamcıları olabilir ihtimalini düşünerek, onları başka çocuklarla değiştirerek yenilerini amulius’a , asıl yeğenlerini ise büyütmesi için koyunlarının başında duran faustulus’a verdi.

    öte yandan, fabius pictor ilk kitabında ve vennonius ‘un da yazdığına göre; bakire gelenek ve görenekler gereğince tören için kaynaktan mars’ın koruluğuna su taşımak için yola çıktı. fakat birden yağmur ve gökgörültüsüyle sarsıldı ve mars tarafından rahatsız edilerek, onun tecavüzüne uğradı. çok geçmeden kim olduğunu tanıtan ve ondan doğacak çocukların kendisi (mars) değerli olacağını söyleyen tanrının tesellisiyle kendine geldi.

    sonuç olarak, kral amulius , rhe silvia ‘nın ikizler doğurduğunu öğrenince, derhal alınmalarını ve nehire atılmalarını buyurdu. bunu gerçekleştirmek için buyruğu alanlar, ikizleri bir sepete koyup, büyük şiddetli bir yağmur ve fırtına başladığı için palatium tepesi eteklerinde bir yerde bıraktılar. bölgenin domuz çobanı faustulus, kendisine söylenenleri dinledikten sonra, nehirden uzaklaştı, çocukların içinde bulunduğu sepeti bir incir ağacının gövdesinin dibine bıraktı. bir dişi kurt ağlayan bebeklere yaklaşıp, evvela yalayarak onları temizledi, ardından emzirmek için memelerini bebeklere sundu. (memeleri emzirilmeden ötürü aydınlanmıştı.) ennius ‘un, ilk kitabında ve caesar ‘ın, ikinci kitabında yazdığına göre; fakat faustulus gitmekten vazgeçerek döndü, ikizleri aldı ve onları karısı acca larentia ‘ya bakması için verdi. bazı yazarlar ise, faustulus ‘un, bir ağaçkakanın ikizlere zarar verdiğini ve ağzından onlara yemek verdiğini gördüğünü yazıyorlar; bu olay da çok açık bir şekilde gösteriyor ki; dişi kurt ve ağaçkakan aslında mars ‘ın koruması altındadırlar. aynı zamanda, öğlen vakti, kalabalığın dinlendiği ve düşünüp taşınmayı alışkanlık haline getirdiği bebeklerin bırakıldığı ağaca da bu yüzden ruminal deniyormuş.

    fakat gerçekte, valerius, rhea silvia ‘dan doğan çocukları, onları öldürmesi için yardımcısı faustulus ‘a veren kral amulius ‘a teslim etti. fakat çocuklar, numitor’un ricası üzerine faustulus tarafından öldürülmeyip, büyütmesi için kız arkadaşı vücudunu para karşılığında sattığı düşünülen fahişe olarak bilinen acca laurentia ‘ya verildi. vücutlarını satan kadınlar bu yüzden lupa diye adlandırılıyorlar, bu eylemi gerçekleştirdikleri yerlere de lupanaria deniyor.

    yetişkin olduklarında, romulus hocası, aynı zamanda dedesi faustulus ve annesinden olanları öğrenince, çobanlardan oluşan ordusuyla alba’ya giderek, amulius’u öldürdükten sonra dedesi numitor ‘u yönetime geçirdi.

    muazzam gücünden ötürü kendisine romulus adı verilmişti, zira yunan dilinde virtus’a ‘roomein’ in dendiği kesindir. zira; böyle bir karaktere sahip kişilere eskiler tarafından remores denirmiş.

    üzerinde durduğumuz bu olayları ve şimdilerde lupercal denilen o yerde kutsal törenleri gerçekleştirdikten sonra, kendileri ve gelecek kuşaklar için bir kutsal tören olsun diye, kendileri için hazırladıkları kurbanların derilerini üstlerine geçirerek, şen bir şekilde farklı yönlere doğru koşuştular, kutsallaştırdılar ve ayrı ayrı remus, fabius’lara, romulus da quintilius ‘lara bugün bile her birininkinin kutsal törenlerde geçtiği kendi adlarını verdiler.

    fakat pontifex’lerin ikinci kitabında , sürünün çobanı remus ‘u yakalamaları için amulius tarafından birkaç kişinin gönderildiği iddia edilir. bu kişiler remus ‘u zorla yakalamaya cüret edemedikleri için, kendileri için en uygun zamanda yani romulus muhitten ayrılırken, remus’a tuzak kurarlar.

    romulus bunu öğrenince, çobanlardan bir birlik oluşturarak, onları yüz kişilik bir gruba ayırdıktan sonra, saman yığınlarına çeşitli biçimler vererek sonunda da birbirine bağlayarak oluşturduğu sırıkları onlara verdi, bu işaret sayesinde liderlerini daha kolay bir şekilde takip edebileceklerdi. böylelikle daha sonra manipulares denen, aynı işaretlerle dolu ‘askerler’ olacak şekilde biçimlendirilmiş oldular.

    sonunda romulus, amulius ‘u yönetimden indirip, kardeşini hapisten kurtardıktan sonra, dedesini tekrardan krallığa yerleştirdi.

    romulus ve remus, birlikte eşit bir şekilde yönetecekleri kenti kurmak üzere çalışmaya başladıklarında, romulus, palatinus tepesi’nde kendine uygun gelen bir yeri kafasında tasarlayıp, adını da roma koymak istedi, buna karşılık remus da, palatinus ‘tan beş mil uzaklıktaki başka bir tepeyi düşünüp, adına da, kendi adından dolayı remuria demeyi uygun görmüştü. ne var ki aralarındaki anlaşmazlık çözüme kavuşmayınca, bu tartışmayı yaşlı numitor ‘un hakemliğinde ölümsüz tanrılara bırakmaya karar verdiler. buna göre; ikizlerden hangisi olumlu bir tanrısal işaretle karşılaşırsa, o kenti kuracak ve ona kendi adıyla seslenerek,en üstün yetkiyle hüküm sürecekti.

    romulus, palatium ‘da, remus da aventinus ‘da bir kehanet ararken, evvela remus, sol taraftan bir arada uçan 6 akbaba görünce, romulus’a , kenti kurması için bir kehanet almış olduğunu bildiren bir haber yollayarak hemen gelmesini istedi.

    romulus, remus ‘un yanına varıp da, çevreye göz atarken bu kuşsal alametlerin nerede olduğunu , hemen kehanet alameti olarak kendisine bu altı akbabanın görünmesini isteyen romulus şöyle devam etti: “o halde ben sana on iki tane akbaba göstereceğim!” birden oniki tane akbaba gökyüzünde belirdi, onları gökgürültüsü ve şimşekler izledi.

    bunun üzerine romulus şöyle söyledi: “ey remus, bu yukarıda olanları gördükten sonra, hala ilk kanıtının arkasında mısın yoksa?” böylece remus yönetim için yapmış olduğu hatanın farkına vardı; şöyle dedi: “bu kentte birçok beklenti ve sezgi tesadüfen başarılı bir şekilde gerçekleşecek.” licinius macerise, birinci kitabında bu mücadelenin ölümle sonuçlandığını, yani romulus’un, kendisine karşı gelen remus ve faustulus’u öldürdüğünü yazıyor. bu fikre karşılık; egnatius ise birinci kitabında, bu anlaşmazlık sırasında remus ‘un öldürülmediğini hatta romulus’dan daha uzun süre yaşamış olduğunu aktarıyor. 3

    sonuç itibariyle yaygın kabül, romulus’un roma’yı kurup, kente adını verdiğidir.

    notlar:

    1- latince deyişler ya da yaşamın renkleri, sf: 11, homer kitabevi, istanbul, 2004.
    2- roma tarihinin ana hatları, i. kısım, sabahat atlan, istanbul üniv. edeb. fak. basımevi, 1529, istanbul 1970
    3- sextus aurelius victor ‘un de gentis romanae adlı eserinden.
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap