aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • (bkz: sığınak)(bkz: birikim)(bkz: liman)(bkz: yuva)
  • (bkz: yuva)
    eşyalar gibi, duvarların da kapıların da enerjisi vardır elbet. neler işitirler, neler görürler, nelere ortak olurlar da susarlar...
    6 senedir yaşadığım, nice anılar biriktirdiğim, büyüdüğüm,hayatta ayakta kalmayı öğreten nice zorlukları aştığım evimden ayrılmak için gün sayıyorum.
    kolileri dolduruyorum, sattığım esyalarıma veda ediyorum, özleyeceğim yanlarını zihnimin bir köşesine not etmeye çalışıyorum.
  • ben nasıl özlüyorum seni böyle. tüm o duvarlarınla, koridorlarınla, çekip gitmeye meyilli hallerinle ve bir yaz günü, yalnızken biz, bir başımızayken, dönüp dönüp geri geldiğim odalarınla; ki o odaların senin bir başına bırakılmışlıkların, ki o odaların bir zaman hayattan vazgeçmişliklerin, ki o odaların kendimi bulduğum, bizi yeniden bizden doğurduğum, biz olduğum, biz olmanın gururuyla duvarlarında sessiz, utangaç gülüşlerimizin izlerini resmettiğim.

    sana dönüyorum, evime. ve bunca yıldır içinde kaybolduğum sokaklar, içinde yaşadığım yalanlar, insanlar evet bunca yıldır sevdiğimi sandığım, sığındığım, belki biz oluruz diye çocuk gibi umutlar bağladığım insanlar nasıl da bir bir geride kalıp, bir uzak anıya dönüşüyorlar, ben dönerken sana, evime.

    kollarını aç evime dönüyorum. bu denli ıslanmış, usanmış, yorgunken; bu denli iyileşemez içimdeki bu yara derken, bu denli her şeyden, herkesten vazgeçmişken, kapama kapılarını nolur, yuvama dönüyorum.

    bir sarı sıcak öğleden sonrasıdır. öpüşmüşüzdür, ellerin değmiştir ellerime, ellerin yeni bir insan yapmıştır beni, gözlerin değmiştir içimde bir yerlere, gözlerin daha iyi bir adam yapmıştır beni. ve ben o öğleden sonrasında, o eriyen zamanda, o kum tanesinde, o bilinmezlikte, yalnızca sana ait olduğumu gururla tekrarlamışımdır içimden binlerce defa. binlerce defa yanıp sönmüştür ışıklar, binlerce defa çarpıp haykırmıştır kalbim, binlerce defa kaybedip bulmuşumdur o güzel dudaklarının kıvrımını.

    uzak yollardan gelir gibi,
    sıcak bir kalpte dinlenir gibi
    ne olursa olsun
    o güzel kalbine,
    geri döner gibi.

    bir sabah çıkıp gelip, düşüyorum yollarına.
    evim sensin,
    çalıyorum kapılarını
    açsana.

    dönüyorum evime...
  • amfibi evine bağa deniyor sayabiliriz, o da ba alfabe harfinden geliyor ve evi temsil ediyor diye ileri sürebiliriz. ayrıca (bkz: kaplumbağa), tosba/tosbağa, kurbağa. ayrıca (bkz: beth), beta, beyt, alfabe/@ibisile.

    köy evlerinin kenarına yapılan derme çatma, müştemilatın müştemilatı alacık gibi olan barakaya "yer damı" diyorlar. zira o evcik yerden bitme; tipik köy evi ise alt katı ahır/samanlık olmak üzere iki katlı. istanbul'da, küçük metrekareli iki katlı mini villalara "yer evi" diyorlar.

    madem kalktık, erkenden özbakım yapalım. lavabo teknesi (yalağı) büyük olmalı. içinde çocuk yıkanacakmış gibi. şöyle eğilince bütün ön gövdemi alıverecek. ilk evimizdeki öyleydi işte. oransız ev. odaları yanpeş, kullanışsız ev. yalnız çekici ve yuva. lavabosu battal. bize çocuk buldurdu, yıkattı. sonradan yamama balkonu ne nefisti? bahçesi salomanje? diğer evler gösterişli ve geniş. koca evler o tekneciğin eksikliğini sunmuşlar meğer. uçuralım gitsin evleri. (bkz: yuva/@ibisile)

    dam hem eve denir hem cezaevi/hapsaneye.

    türkiye'de evler daha müstakil, daha kopuk. renkçe de konumca da; insanlar ise toplu davranma eğiliminde. batı'da ise evler birbirinin içine içine girmiş, insanları tek tek davranıyorlar. (bkz: batı vs doğu)

    van'dan anımsadığım, çoğu evlerin iç kale yapısında oluşuydu. ev kamusal alan ile özel yaşam ikiliği gibi mahrem içerisi ile sosyal alan olarak gene ikiye ayrılıyor. misafirler evde hemen salona alınıyor, salon evin diğer ailevi bölümlerinden sert şekilde ayrılıyor. bu erekle belki bazı evlerde salon kapıya en yakın konuşlanan bölme idi. bazı evlerde diğer bölümler bir koridor kapısı ile adeta kilitli hale de geliveriyordu. hani ev hayvanı beslenen evlerde hayvanın başını sokamayacağı bölümlere ahşap kapılar (ahşap güvenlik kapısı) monte edilir ya, akla onu getiriyor. bu durumda tuvalete, mutfağa gitmek hem özendirilmiyor, hem de oralara ulaşabilmek özel yakınlık gerektirir görünüyordu. bu iç mimari yapı, islami hassasiyetlere elbette uyuyor, ama aynı veya benzer dini duyarlıklara sahip bölgelerde aynı düzey iç yerleşim görmedim, belirtmeliyim. o zaman geriye açıklayıcı olarak dinsel ile desteklenen yöresel/kültürel yapısal özellikler kalıyor.

    (frost'un dediği gibi, "ev, gittiğinde seni içeriye almak zorunda oldukları yerdir!) sylvia plath - the journals of sylvia plath
    [ev, gittiğin zaman seni içeri almak zorunda oldukları yerdir; ama ne yazık ki ev, içeri girdiğin zaman seni bir daha salıvermeyi istemedikleri bir yerdir aynı zamanda.] robert frost

    "bir acı çığlığı, kendisini doğuran acının belirtisidir. ama acılı bir şarkı hem acının kendisi, hem de acıdan başka bir şeydir. ya da varoluşçu sözlükten yararlamak isterseniz, bu acı yaşamaz (varolmaz) artık, vardır. iyi ama, diyeceksiniz, ya ressam bir ev resmi çizerse? ama yapıyor zaten, yani düşsel bir ev yaratıyor bez üzerinde, yoksa bir ev imi değil. ve bu şekilde ortaya çıkan ev, gerçek evlerin bütün iki-anlamlılığını kendinde taşır." jean-paul sartre - edebiyat nedir

    "ama görüldüğü üzere ev mutluluğumun bir parçası, her şey sessiz: banyo, mutfak, salon, diğer üç oda; toplu yaşanan evlerdeki gibi gürültü, cinsel şehvet, bedenlerin ahlaksız talepleri, daha fazla bastırılamayan arzu ve istekler, her kuytu köşede, her mobilya arkasında uygunsuz, gelişi güzel şeylerin, yasak ilişkilerin yaşandığı, gayrimeşru çocukların dünyaya getirildiği, bütün bunların sürekli, vahşice, sabaha kadar, insanı nefessiz bırakan bir izdihamla her cumartesi yaşandığı gibi bir ev değil, senin mahallendeki sessiz, sakin pazar günlerinin yaşandığı yer gibi bir ev burası." franz kafka - briefe an milena

    "kare ayrıca bir ev ya da tapınak, ya da içerde kalmış duvarlarla çevrili bir boşluk fikrini de ima etmektedir. ritüele göre stupalar daima sağa* yönelen hareketle tavaf edilmelidir, çünkü sola doğru hareket etmek uğursuzluktur. sol, yani "uğursuz" taraf bilinçdışı tarafıdır. yani sola doğru yapılan hareket bilinçdışı yönüne yapılan hareket demektir; sağa doğru yapılan hareket ise "doğrudur" ve bilinci hedefler. (...) pratikte oldukça oturmuş olduğunu bildiğimiz yoga, aynı şekilde işler: bilince sabit formlar yerleştirir. bunun batıdaki en önemli benzeri, ignatius loyola'ya* ait exercitia spiritualia'dır ve bu da aynı şekilde psikeye kurtuluşla ilgili sabit formlar yerleştirir. sembol, bilinçdışı durumu geçerli bir şekilde ifade ettiği sürece bu yöntem "doğru"dur." carl gustav jung - rüyalar

    (ilk giri tarihi: 20.1.2014)

    (bkz: evler/@ibisile)
    (bkz: evim/@ibisile), evi/@ibisile
    (bkz: evcek), evlek
    (bkz: kiev), kyiv
    (bkz: evermek), evlenmek, dünya evine girmek
    (bkz: konukevi)
    (bkz: düğün evi)
    (bkz: ev bark), ev olmak, ev bark olmak
    (bkz: cenaze evi), ölgülük
    (bkz: taziye evi)
    (bkz: bağ evi), küçük ev, yaz evi
    (bkz: ev kurmak)
    (bkz: ev halkı), hane halkı
    (bkz: gecekondu), fakir evi
    (bkz: birleşme evi), genelev, randevuevi
    (bkz: sayrılarevi), hakimevi, öğretmenevi
    (bkz: cezaevi/@ibisile)
    (bkz: berhane)
    (bkz: tuvalet/@ibisile)
    (bkz: dibin)
    (bkz: dayalı döşeli)
    (bkz: iyi bir evlilik yapmak/@ibisile)
    (bkz: evli erkek/@ibisile)
    (bkz: yatacak yeri olmamak/@ibisile)
    (bkz: evden işe işten eve)
    (bkz: evden eve nakliyat)
    (bkz: evim evim güzel evim)
    (bkz: osurduğum sıçtığım kel evim)
    (bkz: en çok kendi evinde mutlu olan adam)
  • (bkz: aile)(bkz: yuva)(bkz: toplum)
  • kendini bir yabancı gibi görmediğin ortama denir.

    kimisi için dört duvar,
    kimisi için bir çadır,
    kimisi için bir sokak,
    kimisi için kalabalığın tam ortası.
  • geçen yıl mayıs'ta bir ev tuttuk. tutarken de ev sahibi dedi ki, biz bu evde çok mutluyduk ama artık çocuklar büyüdü, okudukları okulun semti değişti, zaten biz de sığamaz olduk, yeni bir ev aldık. ama bu evi de kendi evi gibi bakacak birilerine kiralamak istiyoruz, çünkü çocuklar evden ayrılıp biz yaşlanınca bu eve geri döneceğiz.

    biz de emanet evimizi kendi evimizmişçesine seviverdik. önce bir boyattık, şöminesi hariç. onu kendimiz boyamak için ayırdık, tuğlaların arasındaki siyah kontürleri (her ne deniyorsa ona artık) incecik fırçalarla elceğizlerimizle çektik. kafamız boya kokusundan güzel oldu, gülme krizine girdik, pis parkelerde yuvarlana yuvarlana, gözümüzden yaş aka aka güldük. şömine boyasını oraya buraya bulaştırdık diye titiz titiz rötuşlar yaptık.

    ağustos'ta evlenecektik, eşyayı da pek tabii eve göre seçtik. mutfak ankastre diye benim emektar fırına sırt çevirip ankastre fırın aldık. buzdolabının gireceği boşluğun üstünde dolap var diye piyasada binlerce buzdolabı olmasına rağmen aradığımız boyda sadece 3 buzdolabı bulabildik ve en işimize yarayabilecek olanını parasına bakmadan (bu herhalde hayatımda bir ilktir) aldık.

    yerleştik. eve kedi geldi *. ikimizin de işleri yoğunlaştı. köşelerinde iş, ev, kedi olan bir hayata alışmaya çalışırken üç-dört ay sonra bir gün evini çok seven ev sahibimiz bizi aradı: evi satıyorum.
    istediği para bizde olsa zaten faize koyar, getirisiyle villada yaşarız. köpek de alırız. kedi iyi de köpek zor, günde iki defa gezdirmek lazım, bir yere gidecek olsan gidemezsin... kime emanet edeceksin? kedi iyi ya. evet evet, acaba ikinciyi de mi alsak? -oğlum ne kedisi, evi satıyorlar hop!

    sonra aradı dedi ki, biz vazgeçtik satmaktan. -hufffhhh! diyecekken gerisi geldi: bankaya ipotek ettircez.

    o günleri de anlatayım: eşim bireyin doktorasını acil bitirmesi ve tezini vermesi gerektiği ortaya çıkalı birkaç gün olmuş. bu şu demek aynı zamanda: eşim birey kısa süre sonra işsiz kalacak. bir yandan deliler gibi tez yazıyor, bir yandan da sınava çalışıyor. öte yandan da işsiz kalacak olmasının gerginliği üzerine binmiş, bunalımlarda. hocası da çok yoğun çalışan biri olunca tezi okuyacak zaman bulamıyor, atanamayan redaktör, ben, yapabildiğim kadar tez okuyup düzeltiyorum. sabah erken kalkıp koşa koşa işe gidiyoruz, akşam koşa koşa eve dönüyoruz. dünyamız şaşmış. ev sahibi de aradı dedi ki, birkaç güne bankadan eksper gelip eve bakacak. başımıza geleceklerden habersiz, dedik ki hay hay.

    neyse işte, bu hengamenin ortasında da artık 6 aylık olmuş ve bizden ilgi bekleyen bir kedi birey var. aziz valentin'nin osuruğu evladımız 13 şubat'ı 14 şubat'a bağlayan gece bir anda ağlayıp bağırmaya başladı. kafamızı zaten kısa süreli dayıyoruz yastığımıza, ok gibi fırladık noluyo lan diye. meğer şırfıntı tüy torbası ilgiyi bizden değil, bi sikli patiden bekliyormuş. 6 aylık velet kızgınlığa girmiş. z kuşağı ergeni işte. gece dönüşümlü kalkıp sakinleştirmeye çalışıyoruz ama gündüz evde yokuz ve biliyoruz ki evin neresinde ne yapacağı hiç belli olmaz. mesela bi sabah şarr diye yatağımıza işedi.

    kdfhshklfhkl manyak ksdfjkflsdkjlfs

    yeni koltuklarımızın bari ağzına sıçılmasın diye battaniyeler filan örtüp öyle çıkıyoruz evden. eşim bireyin son haftası, yetiştirmeye çalışıyor, sınav telaşı var, kitaplar, yayınlar, kağıt-kürek, her yer her yerde... bir yandan kedi bağrınıyor, sakinleştirmeye çalıştıkça kuduruyor, yatağa işiyor, halıya sıçıyor y.rak meraklısı melek yavrum.

    bir gün haber geldi, akşama eksper gelecek. işten koşa koşa eve gittim, eksper kapıda bekliyor. kış, hava erken kararıyor. apartmana bir girdik, elektrikler kesilmiş. olsun, diyor eksper kız. "fotoğraf çekeceğim, flaşla çekerim".

    kız bütün odaların fotoğrafını çekti. kedinin odasına girmek istedi, ben kediyi alayım o zaman dememle birlikte kız feryadı bastı "aayy beenn keediideen çook koorkaarıım". hızla ayakkabılarını giydi ve gitti.
    peşisıra elektrik geldi.

    fotoğrafta çıkmış muhtemel kareyi anlatıyorum: darmaduman bir salon, ortada bir kanepe, kanepeye serilmiş battaniyeler ve koltuğun bir köşesinde bir öbek bok!
    bizimki sokaklarda pipi aramasına izin vermiyoruz diye sinirinden sıçmış. ben anane olacak yaşta değilim bi kere, arsız bebe!

    tez savunmasıydı, kedi kısırlaştırmasıydı, yeni işe başlamasıydı, "bu ülkede yaşanmaz"ıydı derken üç ay sonra yine bir telefon, yine ev satılıyor, vazgeçilmiş ipotekten. istenen para artmış üstelik. bu sefer demesin mi, evden çıkın ben boş evi daha çok paraya daha da çabuk satarım. çıkmadık tabii ki.
    bir ay sonra mesaj attı, evi sattım diye. evi satan emlakçıya yeni ev sahibimizin numarasını sorduk, kem dedi, küm dedi, söylemedi. bizim hakkımız var, oturacağız daha evde dedik, ay onlar da bir an önce taşınmak istiyorlarmış dedi.

    benim tepemin tası orada attı.
    gerçekten ev satıldıysa, evi satan usulen arar, "ben evi sattım, hadi bye" der. alan da usulen arar der ki ben evin yeni sahibiyim, ben oturucam, lütfen evimden çıkar mısınız?

    birazcık yol, yordam da mı bilmiyorsunuz ya, birazcık da mı etik değerlerden mahrumsunuz? emlakçıya aratmak ne demek arkadaş, puh, kentsel dönüşümlere giresiniz de 60 m2 kümeslere kalasınız.

    bu ülkede yaşanmaz yav!

    beş kuruş fazla paramız ceplerine girmesin diye 3. günde ev buldum, tuttum, tepemin tasını evin tası tarağıyla birlikte koliledik, 7. günde taşıttık, 10. günde yerleştik. bu süreçte hiçbir kedi zarar görmedi ama bizim her tarafımız çizik doldu heheh.

    mıttik mıttik boya rötuşladığımız, duvarının yeşil boyasının tonuna üç saatte zor karar verdiğimiz, rutubetten duvarları, eskilikten tesisatı çürümüş, yer yer küflenmiş, banyosundan su taşan, mutfağını ikide bir karınca basan, beni silikon çekme mütehassısı yapan canım evimizdi o bizim. unutursak kalbimiz kurusun.
  • içinde çocukluğumu geçirdiğim yerdir. bir daha da hiç evim olmadı. daha doğrusu hiçbir yeri evim diye nitelendirecek kadar sahiplenmedim. belki de kök salmaktan vazgeçme çabasındaydım. belki de bir evi ev yapan şeylerin içerisinde yaşayanlar olduğunu düşünecek kadar duygusallaştım. yaşlanmaya başladım sanırım. belki de toplumcu bir edayla "yeryüzü vatanım, insan soyu milletimdir benim" diye mırıldandım ukalaca!
    hatırlıyorum da...
    evin içine garip, esrarlı bir hava çökerdi bazen. bu gariplik annemin ve anneannemin gözlerinden, bakışlarından, seslerindeki sisli tüllerden taşıyordu bir seferinde. çocukta olsa yakınlarda erkek tayfasından biri bulunmamalıydı. mahrem, tehlikeli ve sır dolu bir konuşma yapacaklardı: kadınca bir konuşma...
    bu efsunlu havadan benim payıma 25 kuruş ve leblebiciye doğru yürümek düşmüştü.
  • içinde battaniye, yumuşatıcı kokulu çarşaf/giysi ve mutfak masasının üstünde meyve olan bir yer.*
  • huzur bulma, rahatlama yeri. önemi büyük. kuran'da şöyle geçer:

    allah size, evlerinizden huzur ve sükûn yeri yaptı. hayvan derilerinden size, gerek göç gününüzde gerek konduğunuz sırada rahatça taşıyacağınız evler yaptı. ayrıca, hayvanların; yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından belli bir süreye kadar kullanabileceğiniz eşyalar verdi.

    allah, yarattıklarından sizin için gölgeler oluşturdu. dağlardan sizin için sığınak evler yaptı. sizin için, sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı. işte nimetini üzerinizde böyle tamamlıyor ki, o'na teslim olup esenliğe ulaşabilesiniz. nahl suresi, 80-81

    işte bunlar hep nimet.
hesabın var mı? giriş yap