• bible belt mukimi olanlarin dini olan halk tipi din. parayi yoneten seckin versiyonu icin,

    (bkz: presbiteryen)
  • george w bushun her demecine kodlanmis, sindirilmis olan din.
  • protestanlıkla aynı şeydir. hristiyanlığın kuzey avrupa ve kuzey amerika'da en gelişkin mezhebi olup laik bir din anlayışını destekler. kilise'nin dünyevi güce sahip olması anlayışını kabul etmez. öyle öcü bir şey olmayıp siyonizmle de alakası yoktur, gizli de değildir tarikat da değildir.
  • (bkz: vangelis)
  • incilde yazılı olan herşeyin birebir, metaforsuz, aynıyla gerçekleşeceğine inanırlar.

    metinde örneğin kudüste bir kaos karışıklk sonra savaş olcağından ve sonra yahudilerin yok edilceğinden ve en son da mesihin geleceğinden bahsedilir. burda da evanjelistlerin görevi bu durumu gerçekleştirmek hatta hızlandırmaktır.
    buna inanan bir başkan pek tabi ki savaş yanlısı olur. ama icerden bakınca şöyle bir durum hakimdir; bush mesihin gelmesini hızlandırmak için elinden geleni yapan bir seçilmiş,
    mücahit *,diğergamdır. işin en kötü yanı,
    kendisi de buna şeksiz şüphesiz inanır. o oyların ona gitmesinin sebebini azcık evanjelist kiliselerde ve öğretilerinde aramalı.
  • (bkz: #6801348)
  • martin luther'in zamanında açıkladığı tüm görüşleri savunan; kilisenin kurtarıcı sıfatını, papa gibi dini otoriteyi ve dini kurulları yadsıyan, tanrı ile insanın istediği anda bağlantıya geçebileceğini, bunun için her hangi bir aracının* * * gereği olmadığını, protestan kiliselerinde çalışan dini kimlikleri kişilerin (kadın ya da erkek fark etmez) laikler gibi evlenip, boşanma ve cocuk aldırma halkları olduğunu sonuna kadar savunan hrıstıyan mezhebi. bunun yanında evangelistler, dini tören olarak vaftiz ayini ile eucaristia adı verilen isa'nın vücudunu, ruhunu ve kanını temsil etmek üzere ekmek ve şarap kullanarak yapılan ayini gerçekleştiriler. evlilik her ne kadar kilise de kutlansa da onlar için dini bir kutlama değildir. meryem ana'ya, azizlere ve melekler cok hürmet ettikleri söylenemez. ikonların ve kutsal emanetlerin kutsallığını reddeder, araf ve limbo'nun varlığını yadsırlar. dünyadan ve maddi herşeyden uzaklaşıp, sadece manevi hayata kendi adamış dervişliği, manastır kültürünü gerçekleştirmezler. kiliselerinde altar, haç, kilise orgu ve mumlar bulunurken, dini temalı resimler oldukça azdır. mayasız ekmek'i dini törenlerinde kullanır, dini törenlerini filioque inancına göre gerçekleştirirler. dini törenlerinde latince kullanmaz daha cok ulusal dillerini kullanılır. bu ulusal kiliseler aralarında bağımsız olsalar da, çoğu dünya luther federasyonu'na bağlıdırlar.
  • thomas road baptist church'ün kurucusu jerry falwell, abd'de muhazakar protestan hareketin önde gelen liderlerindendi. 2007'deki ani ölümünden sonra misyonu oğlu jonathan falwell tarafından sürdürülen falwell, 11 eylül saldirilarindan hemen sonra daha saldırının külleri soğumadan, pat robertson’un 700 club adlı televizyon programında, şöyle haykırmaktaydı:

    “tanri perdeyi kaldırarak düsmanlarımızın bize hakettiğimiz cezayı vermesine izin vermektedir... şunu samimiyetle ifade etmek istiyorum ki, paganlar, kürtajcilar, aclu, people for the american way gibi (ultraliberal) kuruluşlara,amerika’yi sekülerleştirmeye çalışan bütün bu gruplara doğru parmağımı uzatarak 'buna siz sebep oldunuz!' demek istiyorum.”

    radikal islamin yarattigi tehdidi ön plana çikaran abd yönetiminin kendi ülkesi içindeki köktendinciligin ne denli yikici oldugunu görmeyışi ile yükselen evangelizm'in dünya için olusturdugu potansiyel tehlikeyi kendi liderinin bu yorumundan daha iyi anlatmak mümkün olamazdı sanırım. ortaya çikan bu durum daha 1990’larda ifade edilen su tezi dogrulamaktadir: “amerikalilarin nasil oy verdiklerini anlamak ıstiyorsanız, neye inandiklarini sorun. çünkü bugün, ne ekonomik durum, ne bölgesel farklar, ne de irk, amerikan seçmenini dini inanç meselesi kadar bölmemıştir”

    burada sağlıklı bir saptama yapmak açısından iki noktaya öncelikle vurgu yapmak gerekir:
    1) oldukça örgütlü yapilariyla kiliseleri , degışimin ve muhalefetin filizlendigi yerler olarak da saymamak mümkün degildir. mensuplari, yukarida sözünü ettigim köktenci ve televanjelist hareketlerden açikça farkli olan dindar kesimler de vardır. sözgelimi katolik piskoposlar, episkopal kilisesinin sivil çalışanlari ve din adamları yani sira quaker’lar ve presbitaryen ruhani meclisi başta savaş olmak üzere bush dönemi abd politikalarının büyük kısmına karşı sürpriz sekilde liberal bir tavır almışlardır; uluslararasi insan haklari ihlallerine, tavana vuran askeri harcamalara ve 1980’lerin basindan beri kamusal alani tarumar eden neo-liberal ekonomi politikalarina karsi seslerini yükseltmeye kesinlikle gönüllü bir tutum içindedirler.

    öte yanda bugün abd genelinde sosyal reformlar konusunda guneyli baptistler siyah amerikan kiliseeleri boğazlamak isterken, dinsel egitim standartları vs konusunda pentecostallar geri kalan evangelist grup altindaki kilıseleri boğazlamak ısterler. bu amerikan politik arenasında yıllardır boyle olmustur , böyle de devam edecektir. hatta bu iş o kadar çatallıdır ki bunlarin feminist katolikler, feminist liberal protestantlar gibi en detay konularda bile oy olarak taraf degıştiren alt kollari mevcuttur.

    2) gerçi irak savaşı, abd ve onun dış politika hareketleri uzerine makalelerde "evangelical" kelimesinin tek anlami vardır:
    "bu, amerikan toplumundaki bir cok tarikat ve bağımsız kilisenin belli durumlarda beraber hareket etmelerinden dogan, elinde hatiri sayilir bir oy gücü barındıran politik sivil hareketin genel adıdır". ancak bu kadar karışık ve çetin bir politik arena olan bir ülkede, evangelist diye tek bir kilise oldugunu ve halkin %80'inin o kilise mensubu oldugunu düşünmek de çok determinist bir yaklaşım olarak kalabilir. belki eksik bilgilenmeden belki de bir takım emelleri nedeniyle komplo teorileri üretenlerin oyununa düşüp anti-propoganda malzemesi olmaktan kaçınmak adına incil'i kendi başına yorumlayan bir tek evangelical akim varmış ve evangelizm bir tarikat ya da kilise imiş gibi düşünmek hatasından kaçınmalıyız. amerikan politikalari hassas bir terazi oldugundan komplo teorisi ureterek geçim sağlayanların iddialarinin aksine hemen her toplumsal olgu gibi evangelizm'de degişik ittifaklar nedeni ile degışir, şekillenir, bazen kendi içinde bölünür, bazen katolik ya da musevi hareketlerle birlik olur, bazen karşılarında olur. tum bu gruplarin, üstelik arada sirada birbirlerine karsi oy kullanmalarına ragmen, abd politik arenasindaki genel adi ise evangelistlerdir.

    bu noktaların altını çizdikten sonra abd hristiyan saağının tabanını büyük ölçüde olusturan bu köktendinci grubun bağlı olduğu inanç sistemini kısaca açıklamaya çalışalım: evangelizm inançlarını diger hristiyanlardan ayiran önemli noktalara değinelim:

    - öncelikle evangelistler dogru ile yanlışın kesin olarak ayrıldığını ve bu konuda incil’in mutlak otoritesini savunurlar. isa mesih’e koşulsuz imanın gerekliliğini ve en önemlisi doğruluğu isteyen kişinin ancak bu yolla bulabilecegini benimserler. bu sebeple ancak bu ilkeleri benimseyenlerin hristiyan olabilecegini iddia ederler. bu bağlamda,katoliklerin bile kilise hiyerarşisine daha çok bağli olmalarindan dolayi gerçek hristiyan sayılmadigini belirtmek gerekir. evangelistler, tüm yaşam pratiklerinin isa mesih'e adanmışlıkla düzenlenmesi gerektiğini savunur ve bu şekilde yaşamaya çaba göstermekle kalmayıp, toplumun diğer kesimlerinin de buna uymasının herkesin selametine olduğunu düşünerek bu yolda sivil baskı yaratmaya çalışırlar.

    - buna bağlı olarak, özel ve kamusal hayatin birbirinden ayri düsünülebilecegini kabul etmezler. bu konuyla ilgili olarak abd’de, neredeyse hergün, kamusal ve özel iş hayatinda ortaya çikan sorunlar gündeme gelmektedir.

    - ancak asil mücadeleleri doğal olarak eğitim konusundadır. bununla ilgili olarak, sözkonusu gruplara göre, devletin görevi ahlâki geliştirmektedir, devlet piyasaya müdahale etmemelidir. burada piyasadan kasıt, sadece ekonomik olan degil, ayni zamanda sosyal ve kültürel olandır. yani devlet, ahlâki korumali, ama egitim ve kültür piyasasina müdahale etmemelidir. ancak, bu müdahalenin, sadece bu gruplarin aleyhine oldugu durumlarda olumsuz karsilandigi da bir gerçektir. bu muhafazakar gruplar, liberal seküler kültürün egitim alaninda yasanan ahlâk sorununu görmezden gelip, ekonomiye en ince detayina kaday müdahalesini anlamakta güçlük çekmektedirler.

    - ayrica , abd’nin bugün sahip oldugu güç ve nüfuzun altinda yatan sebebin hristiyanlik olduguna inanirlar. bu baglamda, abd’nin bu hristiyan kimliginin muhafazasinda iç ve dış düsmanlara karsi daima teyakkuz halindedirler. bu durum ayni zamanda, amerikan toplumun tanrı’nin iradesini yeryüzünde saglamak üzere seçilmiş bir toplum oldugu kanısıyla da ilişkilidir. bu kanıyı pekiştiren, bu gruplarin "eskatolojik" inançlaridir. buna göre tanri’nin seçilmiş kullari olan amerikan toplumu, günahlarindan arındırılarak isa mesih’in yeniden gelişine hazırlanmalıdır. bu amaçla, yapılacak yeni kanun ve düzenlemelerle, toplumsal ve kültürel degişikliklerle, bu amaca en kısa zamanda ulaşmak nihai hedeftir. ayrıca, kitab-ı mukaddes’e göre isa mesih’in gelişi esnasında yahudilerin filistin bölgesi'ne toplanmış olmasi geregi ve daha sonra bunlarin hristiyanlığa dönecegi inancı, bu gruplarin israil’e duydugu muazzam sempatiyi ve bu konuda amerikan dış siyasetini etkileme girişimlerini açiklamaktadir.

    - son olarak, ve yukaridaki maddeyle ilişkili olarak, bu gruplar hristiyan gelenegin bugün amerika’da saldırı altinda olduguna inanirlar. din dersinin ve okul duasinin kaldirildigi, yaradılışçılık yerine evrim teorisinin okutulduğu devlet okullarinin, kürtajı, gayrimeşru cinselliği ve eşcinselligi körükleyen medyanın, amerikan halkının gerçek yapısını yansıtmayan apayrı bir kültür empoze etmeye çalıştığını düşünürler. başa gelen belaların sebebi de bu toplumsal ve kültürel yozlasmadır.

    modernist söylemin aksine, abd gibi son derece ileri bir ülkede, kökten dinin bu derece etkili olmasi düşündürücüdür. ancak ülke tarihini bilenler tersine, kuruluşu sırasında son derece dindar bir halka sahip abd’nin bu anlamda, bir tür din ve devlet ayrımını hukukileştiren bir anayasal ilkeye sahip olmasini şaşırtıcı karsılamaktadırlar. yaygın görüşe göre amerika, avrupa’da resmi din ile siyasal otorite arasinda kalan ve radikal protestan inançlara sahip kitleler tarafindan kurulmustur. 1600’li yillarin baslarindan itibaren avrupa’daki dini baskidan kaçan "puriten" topluluklar grup grup amerika kıtasına ayak basarak, isimlerinin çogu kitab-ı mukaddes’ten alınma şehir ve kasabalari kurmuslardir.

    kuzeydoguda ilk kurulan koloniler uzun süre teokratik denecek esaslara dayanmıştır. bununla birlikte, ayni dönemde güneyde olusşmaya baslayan kolonilerde ise, dini duyarlılıktan ziyade özellikle ingiltere’de aradığını bulamayan kitlelerin zenginlik ve refah arayışı egemen olmustur. kolonilerin ingiltere’den bagimsizliklarini kazanarak yeni bir siyasal oluşuma adım attiklari 1780’li yillara gelindiginde, bütün bu tarihsel tecrübe, durmaksızın devam eden göçler, ve hal-i hazırda yeni kıtada doğmus ve büyümüş nesillerin oluşturduğu kurum ve gelenekler sayesinde son derece dinamik bir din ve mezhep çoğulculugu ortaya çıkmıştır.

    bu baglamda, thomas jefferson ve james madison gibi kurucular, bu çogulculugun bir yandan barış içinde devamını sağlamak, bir yandan da istikrarsızlığa yol açmasını engellemek adına, devlete, belli bir dini inanç ya da mezhebi desteklemekten ziyade bunlarin kendi aralarinda barış içerışinde yaşamalarini güvence altına alma rolünü vererek, siyasal istikrarı belli bir dinsel söyleme tercih etmiş oldular. başka deyişle gerek yeni dünyanın kendisine has zorlukları, gerekse ingiltere’nin ekonomik yönden sömürüsüne karşı çıkmak için gerekli sosyal ve politik bütünlüğün olusturulması önceliği, "püriten" inançlarin önüne geçmiş ve ülke anayasasına "liberal seküler" niteliğini kazandırmıştır.

    ancak bu, toplumun yaşam şekline köklü biçimde işlemiş köktendinciligin modernleşme ile tam olarak ortadan kalkmasina sebep olamayacak şekilde düzenlenmiş bir yapıdır. hal böyle olunca tarih boyunca dönem dönem din ve ahlakin modern söylemlerle korazyona ugradığını düşünenlerin tepkilerinin kitleselleşmesi ve politikalara etki edecek kadar yaygınlaşması amerika birleşik devletleri'nin belirleyici bir niteliği haline gelmiştir.

    bu tepkilerin kutuplaşması ise ikinci dünya savaşı'nın sona ermesiyle birlikte başlamıştır. amerikan toplumu uzun bir büyüme ve refah dönemine girmiş, çalışma hayatında, savaşta kaybedilen erkeklerin yerini hızla kadınlar almaya baslamıştır. şehirleşmenin artması, tüketim olanaklarının fazlalaşması ve televizyon kültürü, liberal ve modern değerlerin geniş toplum katmanlarinda hızla yerleşmesini saglamıştır. bütün bu gelişmeler ve yukarıda sözü edilen paradoksal sekülarizm tecrübesi, dine karsi meydan okumaları arttırmış oluyordu. özellikle 1960’lardan başlayarak gelişen özgürlükçü kültürle beraber artik din olgusunun ortadan kalkmakta oldugu savı sosyolojik bir paradigmaya dönüşmeye basladi.

    bütün bu seküler etkiler, dini tepkiler doğurmaya işte tam bu bağlamda başladı. liberal ve modern değerlerin aşındırdığı düşünülen değerleri savunmak üzere bu yıllarda daha çok kültürel alanda olmak üzere ciddi bir mücadele başladı. özellikle “evangelistler” bir dini uyanış ve yeniden bilinçlenme hareketine giriştiler. bu cemaatler, belli bir süre mücadelelerini, siyasal alanin dişinda ve kültür hayatında sürdürdüler, ve daha çok ev, okul, kilise birliğini vurguladılar.

    1960 baskanlik seçimlerine katolik john f. kennedy’nin aday olması, nüfusun çogunluğunu olusturan protestanlar arasında geleneksel anti-katolik duygularin yeniden ortaya çıkmasına yolaçtı. demokratlarin modern ve seküler kimligi, cumhuriyetçilerin ise dindar ve ahlakçı muhafazakarlığı temsil ettikleri fikrini pekiştiren bu durum ayni zamanda muhafazakar protestanların da siyasal alanda mobilize olmasına yardımcı oldu. kennedy’nin demokrat parti’den aday olmasi, muhafazakar protestanları cumhuriyetçi parti saflarına itti ve bundan sonra da cumhuriyetçi partiyi desteklemeye devam ettiler ve etmekteler. öyle ki evangelistler daha sonra demokrat parti’den aday olan ve teolojik olarak evangelist hristiyan sayılan jimmy carter’a dahi destek vermediler.

    dogrudan abd baskonsolosluğu sayfasından bir alıntı yapalım:
    "carter döneminde, son yirmi yıldır sergilenen, pek çok kent merkezinde işlenen suçlardan ve ırksal kutuplasmadan ekonomik gerileme ve enflasyona kadar yayilan ekonomik, toplumsal ve siyasal egilimler, ülkede bir düş kırıklığı havasi yaratmıştı. anılan eğilim, hükümete ve onun ülkedeki kökleşmiş toplumsal ve siyasal sorunlarla etkin bir biçimde başa çıkmaktaki becerisine karsı duyulan kuşkuları da yeniden güçlendirmişti. uzun süredir ulusal düzeyde iktidar olamayan muhafazakarlar bu yeni duygulari istismar etmek için hazır durumdaydılar. şimdi pek çok amerikalı onların, yetkileri sınırlanmış bir hükümete yönelinmesi, güçlü bir ulusal savunma yaratılması ve geleneksel değerlerin, modern toplumun saldırısı olarak algılanan fazla hoşgörülü gelişmelere karşı korunması yolundaki görüşlerini benimsemeye hazırdı."

    1979’da jerry falwell baskanlığında kurulmus olan "moral majority" (ahlâki çogunluk) liberal kültüre karşı ismiyle müsemma ahlâki bir çoğunluğun siyasal alanda alternatif bir güç olarak çıkışını temsil ediyordu. jerry falwell 1980 başkanlık seçimlerinde carter’a karşı cumhuriyetçi reagan’in seçilmesinde önemli rol oynadı. reagan da grubun kurucularindan birini egitim bakanlığına atayarak tesekkür etti.

    1992’ de ise demokrat clinton’un hristiyan sağın adayı olan cumhuriyetçi bush’u büyük farkla altetmesi, bu kez seküler toplumun hristiyan sağa tepkisi olarak yorumlandı. bu yenilgi hristiyan sağın yeniden yapılanmasına yolaçtı. seçim yenilgisinin akabinde çesitli muhazakar hristiyan grupları biraraya getiren "christian coalition" (hristiyan koalisyonu) kuruldu. bu organizasyon, esas mücadelenin, mahallelerde, okul idarelerinde ve eyalet yasama meclislerinde oldugunu öne sürerek, dikkati ulusal siyasetten yerel siyasete çevirdi, ancak bu arada hak ve özgürlükler söylemini kullanarak genel siyaseti de etkilemeye devam etti.

    bütün bu çalışmalar, hristiyan sağın tabanını genişletmesine yardımcı oldu. geleneksel evangelist ve fundamentalist taban, etkili kampanyalarla diger mezheplerin muhazakar kesimlerini içine alacak sekilde genişlemeye başladı. bütün bu çabalar 1994’teki ara seçimlerde cumhuriyetçilerin 1952’den bu yana ilk kez kongrenin her iki kanadinda da çoğunluğa ulasmasını sagladi.

    ocak 1998'de, monica skandalı'nın "amerikan ve dünya kamuoyu"nda bomba gibi patlamasından sonra hillary clinton bir büyük televizyon kanalina verdigi röportajda "bu olay, eşime karşı düzenlenmiş geniş çaplı 'aşırı sağ' bir tezgahtır. jerry falwell de bu komplonun bir parçasıdır." demekteydi.

    2000 baskanlık seçimlerinde hersey demokratların lehine olmasına rağmen, clinton’un seks skandallarını ustalıkla işleyip, demokratlarin ahlâki zayıflıklarını bir gündem maddesi olarak sürekli canli tutan hristiyan sağin, cumhuriyetçi bush’un seçimi kazanmasında büyük rolü olmuştur. bu dönemde hristiyan sağ ve cumhuriyetçi parti arasındakı sembiyoz ilişki o denli bir boyuta ulaşmıştır ki, 2004 seçimlerinden önce jerry falwell, 25 yillik mücadele sonucunda hristiyan sağın cumhuriyetçi parti'yi etkin olarak denetim altına aldığını, ve bu gerçegi görmezden gelecek cumhuriyetçi siyasetçilerin sonunun hüsran olacagini ifade etmekte beis görmemektedir.

    sözkonusu dönem içerisinde evangelist protestanların sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir. buna göre 1987’de protestan nüfusun %41’lik bir dilimini olusturan evangelistler, 2004’te %54’e ulasmışlardir. bu durum, ortayol protestanlar arasında evangelist anlayışa dönüşe işaret etmektedir. benzer artış, cumhuriyetçi olan evangelistler konusunda da geçerlidir. öte yandan, genel nüfusun bir çeyregini olusturan ve geleneksel olarak demokrat parti tabanı içerisinde telakki edilen katolik çevrelerde de ilginç dönüşümler yaşanmaktadir. sözü edilen dönem içerisine, kendini demokrat olarak tanimlayan katoliklerin sayisinda önemli bir azalma görülmektedir. ayni sonuç, kiliseye sürekli giden, yani dini kimligi daha güçlü katoliklerin artan sekilde cumhuriyetçi partiye yönelmesinde de görülmektedir.

    dini politikaya alet etmenin son noktasini ise daha 2000 yılındaki tartişmali başkanlık seçimi öncesinde hayatını etkileyen en önemli kişinin isa mesih oldugunu ifade etmekte olan george w. bush gerçeklestirdi. aslen bir metodist olan bush’un 40 yaşına gelmesiyle ünlü amerikan vaiz billy graham’in etkisiyle dine dönmüş ve alkolden sıyrılıp yeniden doğuşunu (born-again) 2000 seçim kampanyasında önemli malzemelerden birisi yapmıştı.

    11 eylül’den sonra dini kimliğini daha sıklıkla kullanan bush, bu seçim öncesinde, “doğru ve egri, adalet ve zulüm her zaman savaş halindedir ve tanri bu hususta tarafsiz değildir” seklinde beyanatıyla bir anlamda yaptığı icraatler ile tanri’nin iradesini amerika ve dünyaya egemen kılmakta oldugunu ima etmiştir. bush:
    "amerikalilar özgür bir halktır, özgürlügün herkesin hakkı ve tüm uluslarin geleceği oldugunu bilen bir halk. bizim çok deger verdigimiz özgürlük amerika'nin dünyaya armağanı degildir: tanri'nin insanlığa armaganidir. biz amerikalılar kendimize güveniyoruz ama sadece kendimize degil. yaradan'in tüm yöntemlerini bildiğimizi iddia edemeyiz, ama her ne ıseler onlara güvenebiliriz; tüm yasamın ve tüm tarihin arkasında bulunan tanri'ya yöneltebiliriz güvenimizi. 'o', simdi de rehberimiz olsun. tanri, amerika birleşik devletleri'ni kutsamaya devam etsin." diyerek amerika'yi 'tanri'nin insanliga armagani' olan özgürlügün en ayrıcalıklı temsilcısi olarak gören kesimlerin oylarini garantiye almayı amaçlamaktaydı.

    bunun karşısında ise kendisi ve eşi katolik olan kerry, katolik kesimlerin destegini alacağına, kürtaj konusundaki tavrından dolayı, çesitli kilise örgütlerinin karşı kampanyalarına maruz kalmaktaydı. hatta katolikliği tartışma konusu haline gelmiştir. bush cephesi de kerry’nin katolikler için yanlış tercih oldugunu belirtmekte zaman kaybetmemişlerdir. bütün bunlara karşı kerry’nin cevabı “ben dini kimliğimi yakamda taşımıyorum, tanrı bizim yanımızdadır demiyorum; umarim biz tanrının yanındayızdır” olmuştur.

    bush’un, kongre’deki cumhuriyetçi çogunlugu da ardına alarak, dindar kesimin taleplerini karsilayacagi bu durumda sadece olagan bir çikarsama degil ayni zamanda bir gerekliliktir. halizahirda, birtakim dini gruplar bush’tan ahlâki bir devrime öncülük etmesini talep etmekteydiler.

    bush yönetimin dört yil boyunca yaptığı icraat hem bu talepleri karsilamada hem de din ve kamusal hayat ilişkisinin alacagi şekil açısından belirleyici olmuştur. özellikle, muhtemel yüksek mahkeme atamaları bu konuda en önemli noktalardan birisidir. amerikan siyasal sisteminde anayasayı değiştirmek çok zor olduğundan, yüksek mahkeme, özellikle toplumsal ve ahlâki konularda yaşanan tartışmalarda son noktanın konuldugu kurum durumundadır. bu açıdan, yüksek mahkeme’deki muhafazakar-liberal dengesinin muhafazakarlar lehine dönmesi, amerikan kültürünün önümüzdeki bir-iki nesil boyunca alacagi biçime rengini verecektir.

    bush, 2001 yılında başlayan baskanlığında bu konuda bir çok karara imzasını atmıştır. zira, 2000 seçimlerinin tartışmalı ortaminda gözden kaçan, dindar cephenin o zaman dahi son derece güçlü olduğuydu. buna paralel olarak, bush yönetime gelir gelmez, bu yönde icraatlerini uygulamaya koymuştur. her ne kadar, seçim kampanyalarında özellikle vurguladığı ve din kurumlarının sosyal problemlerle ilgili faaliyetlerinde seküler kurumlarla ayni ölçüde yardım almasını öngören inanca dayalı girişimi (faith-based initiative) kongre’de durdurulsa da, bu girişim degişik biçimlerde hayata geçirilerek dini kimlige sahip kişi ve kurumlara mali destek saglanmıştır.

    2004 baskanlık seçimleri'nin ortaya çıkarttığı bu durumu ve bush’un icraatlerinin etkisini daha iyi anlamak için bütün bu örgenin farkinda olmak mecburiyetimiz vardir. george w. bush tipik bir populist politikacıydı,her nabza biraz şerbet verip, bir de amerikan toplumunun en büyük korkularından olan ulusal guvenlik hususlarını hortlatınca politik destek olarak ozellikle sabah aksam "fox tv" propogandası seyreden muhafazakar protestan kesimin genelinde gördüğü oy potansiyeli yüzünden bu denli dindar bir kisveye bürünmüş de olabilir.

    ilk defa 2000 yılında başkanlık yarışına soyunan mccain, ön seçimlerde george bush'a yenildi. şansını bir defa daha denemeye karar veren mccain, evangelistlerin adayı mike huckabee'yi geçmeyi başararak partisinin başkan adaylığını kazandı. bu aşamada aşırı dinci grupları hoşgörüsüz olarak yargılayan bir liberal görünümünde olan mccain, amerikan evangelist kilisesi'nin çok büyük tepkisini çekmesi üzerine seçim çalışmalarında geri adım atmak zorunda kaldı. john mccain sürpriz bir şekilde alaska valisi palin'i yardımcısı olarak ilan edince tüm gözler bu sıradışı kadına çevrildi. down sendromlu çocuğunu dünyaya getirecek kadar kürtaja karşı, katolik bir ailenin kızı olarak doğmuş olan palin'in ilerleyen yıllarda evangelist tarikatına geçmiş biri oluşu onun sayesinde evangelist oyları geriye çekmek adına bu tercihin ana sebebiydi.

    irak'taki amerikan askerleri için: 'kadın ve erkek askerlerimiz için dua edelim; onlar doğruluk için çalışıyor' diyen palin, 'bu ülke için, yöneticilerimiz için, ulusal yöneticilerimiz için dua edelim. onlar tanrı'dan gelen bir görev için asker yolluyor. bu tanrı'nın planı...' ifadesini kullanarak hizmet etmeye hazırlandığı düşüncenin ipuçlarını veriyordu.

    bu planlar köktendincileri ikna etti mi bilinmez ama cumhuriyetçi kanat içindeki pek çok güçlü cumhuriyetçi'nin palin yüzünden saf değiştirmesine de yol açtı. ford, reagan ve baba bush döneminde savunma bakanlığı ve dışişlerinde üst düzey görevler yapan cumhuriyetçi "şahin" ken adelman, obama’yı desteklediğini açıkladı. eski dışişleri bakanı, colin powell da obama’ya oy vereceğini söyledi. eski başkan bush’un konuşmalarını yazan christopher buckley, "mccain’den desteğimi çekmemin bir nedeni de palin" dedi.

    sonuç olarak ne olursa olsun abd'de siyasetin yönü daha seküler bir yaşam felsefesine dönmüş görünüyor. ancak orası amerika ve kökten dinci liderlerin pes etmesi mümkün değil. seçildiği andan itibaren demokrat yöneti'min yaptığı her hatayı başa gelecek her türlü olumsuzluğu tanrının yolundan sapmak yüzünden başlarına geldiğine halkı inandırmak için kullanmaya başlamış olduklarını ve dahası demokrat yönetimin de onları hoşnutsuz edecek her kararı alırken iki defa düşüneceğini akıldan çıkarmamak gerekir. </h2>

    not: bu yazinin hazirlanmasinda sakarya iibf yrd. doç. dr.mehmet fevzi bilgin'in aşağıda linki verilen çalışması büyük ölçüde kaynak alınmıştır:
    http://www.iibf.sakarya.edu.tr/…hmetfevzibilgin.pdf (edit: linke artık ulaşılamıyor ve başka bir adreste bulabilmek adına yaptığım aramalar da sonuçsuz kalıyor)

    diğer kaynaklar:
    http://www.usemb-ankara.org.tr/…utline/outlnt13.htm
    http://www.geocities.com/…ll/7027/patrobertson.html
    http://www.anadolugenclik.com.tr/…01/inceleme/4.htm
    http://www.sabah.com.tr/…04/07/17/yaz06-10-120.html
    http://www.radikal.com.tr/…03/02/01/haber_64836.php
    http://www.ntvmsnbc.com/news/265617.asp#body<photo 12>

    http://www.kozmopolit.com/…san03/diziler/esaid.html
    ayrica (bkz: episkopal) (bkz: pentecostalism)
hesabın var mı? giriş yap