• fahişelere özel ilgi duymaktaymış. bir mektubunda "sizi çağıran o kadınlardan daha güzel bir şey olamaz" diyerek bu özelliğini arkadaşlarına defalarca mektuplarda yansıtmış. flaubert sayısız mektubunda fahişeleri ve onda uyandırdığı şehvetten bahsetmiş. arkadaşlarına kadınlarla zevk dolu anlarını ayrıntıya girerek anlatırmış. flaubert çok iyi bir edebiyatçı olsa da açıkçası mektuplarında bu edebi dilden eser yokmuş belirtmeliyim!
  • "insan şarabı, aşkı, kadınları ya da zaferi ancak sarhoş, aşık, koca ya da asker olmadığı zaman tasvir edebilir. hayatın içine çok fazla karışırsa insan, hayatı çok da açık bir şekilde göremez. ya çok acısını çekeriz hayatın ya da çok fazla keyfini süreriz. (...) "bu çeşit geleneksel hayranlığın ve modernist edebi ahlakın bir yan sonucu, yazarları kitaplarıyla değil, hayatlarıyla değerlendirmektir. hayranlık duyulan yazarın başarısız, mutsuz ve huzursuz bir hayatı olması, aslında bütün dünya okurlarının ortak gizli isteğidir." gustave flaubert

    gustave flaubert'in istanbul mektubundan (aralık 1850):
    "yaşama katılırsan onu açık açık görmüyorsun: ya çok fazla ıstırap çekiyorsun ya da ondan çok fazla haz alıyorsun. benim düşünceme göre sanatçı, bir garabettir, doğadışı bir şeydir. tanrının ona verdiği bütün umutsuzluklar bu özdeyişi yadsımasındaki inatçılıktan gelir... bu yüzden ben (vardığım sonuç bu) şimdiye değin yaşadığım gibi yaşamaya boyun eğiyorum: büyük adamlardan oluşan kendi kafadarlar takımımla tek başıma - bana eşlik eden ayı postu kilimimle birlikte bir ayı olarak."

    "yazık! bana öyle geliyor ki eğer doğacak çocuklarını böylesine ayrıntılı olarak otopsi masasına yatırabiliyorsan, gerçekte onları yaratacak kadar babalık gücün yok demektir." (1850 istanbul mektuplarından)

    "kartaca'yı yeniden canlandırabilmek için ne kadar hüzne katlanmak gerektiğini pek az kimse kestirebilir." aktaran walter benjamin, das passagenwerk'te.

    "buna karşılık education sentimentale yıllar boyunca yanı başımda durmuş bit kitap, tıpkı sayısı ikiyi üçü geçmeyen insanlar gibi; onu ne zaman herhangi bir yerinden açsam, her defasında irkiltip büsbütün içine çekmiştir beni, kendimi bu yazarın zihinsel çocuğu olarak hissettim hep, zavallı ve beceriksiz bir çocuk olsa da*." franz kafka - briefe an felice

    "fakat yine de -bak, aramızda kan bağı bulunan asıl akrabalarım olarak gördüğüm (ne kuvvet ne de kuşatıcılık yönünden denkleri olabilirim) von grillparzer, dostoyevski*, kleist* ve flaubert'den* bir tek dostoyevski evlilik yapmış, bir de belki kleist, dıştan ve içten sıkıntılarının baskısıyla wannsee kıyısında kendini vurmak suretiyle doğru çıkış yolunu bulmuş." franz kafka - briefe an felice

    "şiir yazmakta hiçbir zaman başarılı olamadı faulkner, ama düzyazışiirselleştirmekte pek eşi benzeri yoktur. (...) faulkner liseyi hiç bitirmemişti. bir ara üniversiteye gidecek oldu ama bu da uzun sürmedi. buna rağmen kendi başına çok okudu (bir "oto-didakt" olduğu herhalde söylenebilir). ilgi alanlarından biri güney'di. zaten pek çok özelliğiyle bir güneyli idi. ama dünyadan, hele dünya edebiyatından da kopuk değildi. balzac ve flaubert'i genç yaşta okumuştu. dickens'ı seviyordu. amerikan edebiyatında gözdesi melville'di. bu arada james joyce'u da keşfetmiş, okumuştu. kendi yazışı üzerinde en fazla etki bırakan da joyce olacaktı." murat belge (döşeğimde ölürken için yazdığı önsözde)

    "edebiyat tarihçileri ve eleştirmenler bergotte'un gerisinde model olarak özellikle anatole france'ı görmüşlerdir. ama proust'un bergotte adını paul bourget ile henri bergson adlarının karışımından oluşturduğu da ileri sürülür. (...) kimi araştırmacılar yazar bergotte karakterinin gerisinde model olarak flaubert'i de görürler." mehmet rifat - marcel proust ya da bir roman yaratmak

    [toplumsal yaşamlarında baudelaire'in tuhaf, stendhal'in gösterişsiz, flaubert'in ise iyi, uysal biri olmasının yanı sıra hapıtlarının bir dehanın yapıtları olduğunu görememiştir sainte-beuve, proust'a göre.] mehmet rifat - marcel proust ya da bir roman yaratmak

    "gene sözcüğün flaubertçi anlamıyla (iyi eğleniyoruz doğrusu) söyleyeyim, çiğnene çiğnene eskimiş adların sözde çekiciliğiyle de "tanıştık": bütün o "günbatımı moteller", "gün ışığı villaları", "taçtepe konukevi", "çamlıbel konukevi", "dağdoruk konukevi", "gömgök konukevi", "park otel"ler, "yeşil yuva"lar, arı mac'le başlayan konukevleri!" vladimir nabokov - lolita

    "flaubert, ufak tefek, bez ciltli, kokusuz ve çilli bir yaratıktı. çeşit çeşit victor hugo, aynı anda her rafta yuva tutmuştu." jean-paul sartre - les mots

    "çünkü, roman tarihi açısından bakarsak sterne rabelais'ye tepki göstermiş, diderot sterne'den esinlenmiştir, fielding durmandan cervantes'e gönderme yapar, stendhal kendini fielding'le kıyaslar, joyce'un eserleri flaubert geleneğinin bir uzantısıdır, broch kendi roman poetikasını joyce hakkındaki düşünceleri üzerine geliştirir, garcia marquez'e gelenekten çıkmanın ve "başka türlü yazmanın" mümkün olabileceğini anlatan kafka'dır." milan kundera - le rideau

    [sand, flaubert'e dostça çıkışır: "sanat sadece eleştiri ve yergi demek değildir."] milan kundera - le rideau

    (ilk giri tarihi: 11.5.2016)

    (bkz: maxime du camp)
    (bkz: flaubert's parrot)
    (bkz: l'education sentimentale)
    (bkz: rate/@ibisile)
    (bkz: salambo/@ibisile)
    (bkz: et in arcadia ego)
  • bugün 198 yaşına basan yazar.
  • sözlükte yazar olduğumda lisans tezimi yazıyordum. incelediğim eserlerden birisi de flaubert’in “memoirs of a madman” romanıydı. o kadar sevmiştim ki nickime ilham kaynağı oldu yazar. flaubert sevenler için “memoirs of a madman” i kesinlikle tavsiye ederim.
  • modern romanın kurucusu: gustave flaubert

    dünya klasikleri arasında gösterilen madame bovary’nin yazarı gustave flaubert 12 aralık 1821’de fransa’da doğdu. edebiyat alanında ilk denemelerini 1832-1840 yılları arasında okul gazetesinde ve le colibri (sinek kuşu) adlı küçük bir dergide yapmaya başladı. 1834’te ise arkadaşı ernest chevalier ile birlikte art et progres (sanat ve ilerleme) adında bir dergi çıkarttılar. henüz on beş yaşındayken bir sahilde kendinden on yaş büyük ve evli bir kadın olan elisa schlesinger’a aşık oldu. ona duyduğu büyük aşk sayesinde duygusal eğitim adı ile kaleme alacağı eserde elisa schlesinger, marie arnoux karekterinin de temel kaynağı oldu. sürekli yazmaya devam eden gustave flaubert bir çılgının hatıraları (1838), smarh (1839) ve 1840 yılında yazmaya başladığı kasım lise öğrencisi olduğu dönemin eserleridir.

    1841 yılında paris’e giderek hukuk fakültesi’ne girdi. hukuk okurken aynı zamanda yazmaya da yoğun şekilde devam etti. ancak hukuk eğitimini 1844 yılında sara hastalığı nedeniyle geçirdiği krizden sonra yarıda bırakarak eve döndü.

    1845…
    duygusal eğitim’in ilk taslağını bitirdi ve ardından italya seyahatinde onu çok etkileyen bir brueghel tablosunun verdiği ilhamla aziz anthony’nin baştan çıkışını yazmaya başladı.

    1849…
    aziz antoine adlı eserinin ilk okumasını arkadaşlarına yaptığında büyük hayal kırıklığına uğradı. sebebi ise arkadaşlarının ona sıradan konular seçmesini ve bunu doğal bir üslup ile herkesin anlayabileceği bir dille yazmasını öğütlemesiydi. çok yakın bir arkadaşı ile 18 ay süren bir ortadoğu gezisine çıktı. madame bovary’i de bu seyahat esnasında kurguladığı söylenmektedir. aynı zamanda pek çok kişiyle mektuplaşan gustave flaubert’in mektupları seneler sonra ün kazandı. sevgilisi louise colet’e mektupları ise edebi açıdan eserleri kadar değerli sayılabilecek türden.

    flaubert; eylül 1851’de ise madame bovary’yi yazmaya başladı. bu kitabı 1856 yılında bitirdi. ilk romanı olarak bilinen madame bovary 1857 yılında kitap olarak basıldı. o dönemde eser, ahlaksızlık-sapkınlık suçu ile yasaklandı ve yazara dava açıldı. savcının savunduğu nokta ise romanla ilgili eş aldatma yüceltilmekte, cinsel duygular abartılıp kışkırtılmakta, geleneklere de hakaret edildiği yönündeydi. yargıç ”namus cellâdı kadın’’ın kim olduğu sorulduğunda ünlü yazarın bu soruya verdiği cevap ise oldukça dikkat çekiciydi: ‘’madame bovary, c’est moi!’’ yani madame bovary benim!

    tartışmalara neden olan ”madame bovary” eserinden sonra realist akımı başlatan kişi olarak gösterilmiştir.

    yazar, 1858 yılında kuzey afrika’da bir araştırma gezisi yaptı. salambo adlı kitabını da nisan 1862’de tamamladı. 1864-1869 yılları arasında duygusal eğitim’in son taslağını yazdı. yirmi beş sene süren bu çalışma sonucunda ortaya çıkan bu eserde kendi gençlik yıllarını anlatan ”nesil hikayesi” olmuştur. son olarak yazarın ”madame bovary” eserinden bir alıntı ile entry’me son vermek istiyorum.

    ”insan, hiçbir şeye karşı ilgisi, hiçbir şeyden umudu kalmayınca, hayatın her gün değişmeyen tekrarı altında ezilir’’

    kaynak

    edit: imla
  • erdemin ilk şartı burjuvalardan nefret etmektir
  • bugün 140 . ölüm yıl dönümü olan yazar.
  • louise colet hanımefendiye yazdığı mektupların birinde şöyle tutkulu satırları var:
    “elbisenin katları arasında, saçının perçemleri içinde, düşlerde yaşıyorum. burada biraz var onlardan! ah! ne güzel kokuyorlar! senin güzel sesini, kokularını seve seve içime çektiğim omuzlarını ne çok düşündüğümü bir bilsen. parmaksız eldivenin burada. harika kokuyor, sanki, hâlâ omuzlarını ve çıplak kolunun yumuşak sıcaklığını soluyormuşum gibi geliyor bana. söylesene, mine çiçeği mi kullanıyorsun, onu mendillerinin arasına mı serpiyorsun? biraz da gömleğinin üstüne serp. ama hayır, kendine parfüm sürme, en güzel parfüm sensin, senin doğanın soluk alış verişi.”
  • bana upanişad dizelerindeki, bedenin küçüklüğünü ufak kırılganlığını, ve doğmamışlığı da bir delinin anıları eserinde adeta anti natalistlerin düşündaşı olduğunu hatırlatan dizeleri vardır:

    ---bir delinin anıları ---

    ama evvela, neden doğdun? doğmayı sen mi istedin? bu konuda
    kimseye danıştın mı? demek ki, kaçınılmaz şekilde doğdun.
    çünkü bir gün baban, şaraptan ve açık saçık sohbetlerden kızışmış
    halde içkili bir meclisten döndü ve annen de bunu fırsat bildi, ruhunu
    oluştururken doğanın verdiği tensel ve hayvansal dürtüler
    tarafından yönlendirilerek, bütün kadın kurnazlıklarını ortaya
    koydu ve yeni yetme çağından başlayarak toplu eğlencelerin b tap
    düşürdüğü bu adamı canlandırmayı başardı. ne kadar büyük
    olursan ol, ilk başta salya kadar pis ve idrardan daha pis kokulu
    bir şeydin; sonra bir solucan gibi dönüşümler geçirdin, ve nihayet
    dünyaya geldin, neredeyse cansız olarak, ağlayarak, bağırarak ve
    bunca kez yardıma çağırdığın güneşten nefret ediyormuşsun gibi
    gözlerini yumarak. sana yemek veriyorlar, büyüyorsun, filiz gibi boy atıyorsun; rüzgarın erken çağında seni alıp götürmemesi gerçekten
    tesadüf, zira neye maruz kalmıyorsun ki? havaya, ateşe,
    ışığa, gündüze, geceye, soğuğa, sıcağa, seni çevreleyen her şeye,
    var olan her şeye. bütün bunlar sana hakim oluyor, heyecanlandınyor;
    yeşilliği, çiçekleri seviyorsun ve soldukları zaman üzülüyorsun;
    köpeğini seviyorsun, öldüğü zaman ağlıyorsun; bir örümcek
    üstüne geliyor, korkuyla geriliyorsun; gölgene bakarken bazen ürperiyorsun,
    ve düşüncen, hiçliğin esrarlarının içine daldığı zaman,
    ürküyorsun ve kuşkudan korkuyorsun.
    ---bir delinin anıları ---

    david benatarda iyi alıntılar flaubert'in doğuma yönelik haykırışlarından satırlar.
  • "aptallık, bencillik ve sıhhat, mutluluğun üç ön şartıdır ya, aptallığın yokluğunda diğer ikisi faydasızdır."
hesabın var mı? giriş yap