• "sevme sanatının bir yansımasından başka bir şey olmayan süre yoktur. ama bir algı, bir sıkıntı ya da bir sevinç uzamını bir verme anına dönüştüren büyü. sözcük, hareket, bakış... seni yanıma aldığımı, ikimizin, orada akasya ve çamın altında, başdöndürücü çiçekler, dalgalar, quatuor, migren, sırt ağrısı içinde rahat olduğumuzu haber vermek için küçük bir ses sadece. zaman duyumu böyle doğar. bu duyulur anlar bir kez verildiklerinde küçücük eylemler halinde zincirlenirler. hiçlikten doğarlar, düğümlenirler ve bizi taşırlar. aşksız zamanın olmadığı çok açıktır. zaman küçük şeylerin, düşlerin, arzuların aşkıdır. yeteri kadar aşk olmadığı için zaman yoktur. insan sevmeyince zamanını yitirir. kimseye söyleyecek bir şeyimiz olmadığında geçen zamanı unuturuz. ya da geçmeyen, yalancı bir zamanın esiri oluruz."
    (bkz: samuraylar)

    "bir kadının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur. sadece zincirlerinden hoşlanan kadınlar vardır."
    (bkz: samuraylar)

    "ölüm sevgisi, ölme arzusu, görmeden bakabilmemiz, uyuyabilmemiz ve düş kurabilmemiz için görmek istemediğimiz sırdır. gözlerimizi kapamasaydık, sadece boşluk, siyahlık, beyazlık ve kırık biçimler görebilirdik."
    (bkz: samuraylar)

    "her şey çok hızlı gelişiyordu ve kaçıp giden bu düşüncelerin uyuşmasında bir yapaylık vardı. herkes çalışmalarda kendisinin yepyeni bir yanını ortaya çıkardığını sanıyordu ve de herkes kendini unutuyordu orada. bir aksilik, karışıklık uçurumunun üstünde gerili olan zeka ipi. yalnızlık. yokluyordu onu, çokrenkli yapbozların, yeniden okunan, bozulan düşünülen metinlerin mükemmel güzelliğinin beri ya da öte yanında titrediğini, kasıldığını hissediyordu onun."
    (bkz: samuraylar)

    "aşk zamanı, zevklerimize beş duyu bizi acı ve coşkuya boğuncaya kadar dalar. aşkın, maceracıların yaralarını sarmayı başarmalarına, beden kendini yeniden düzenleyinceye, iki insanın sudaki narcissos gibi yeniden birbirlerine bakmaya başladıkları âna kadar sürdüğü söylenir. çok sabır isteyen bir iştir bu, müthiş zaman alır. aşkta zamana dikkat etmek gerekir."
    (bkz: samuraylar)

    "insan uzaklaştığını sanır ama iyi bir yolculuk her zaman ebedi dönüştür. tabii ki bizi söz konusu yerin yeni bir yer olmadığına inandıran, başka bir yaşamda -mümkün olmayan, hoş, çalkantılı ve unutulmuş yaşam- uzun süre gördüğümüz bir manzaranın yeniden ortaya çıkışı olan bazı gelip geçici sanrılar dışında, bu türden istisnalar dışında ebedi dönüş mekanla değil zamanla ilişkilidir. böylece yolculuk zevkin doruğu olduğunda ya da bıkkınlık verdiğinde zaman sizin kendi içinize kapanmanıza neden olur, kendi içinde bir kısır döngü haline gelir."
    (bkz: samuraylar)

    "görkemli gizem şarkıdır; acılı gizem ise daha çok şiirdir."
    (bkz: samuraylar)

    "insan yaşamı sadece bir andır. o halde bu ânı hoşumuza giden şeyleri yapmakla geçirelim. rüya gibi bir şey olan bu fani dünyada bize tiksinti veren, bizi yoran şeylere adanmış sefil bir hayatı yaşamak çılgınlıktan başka bir şey değildir."
    (bkz: samuraylar)

    "tutkular yaş ilerledikçe azalmaz, daha açık seçik hale gelirler. acımasız olurlar. bütün geçmişi alıp götürürler. ama aynı zamanda atlatılabilmeleri de mümkündür; yönlendirebilirsiniz onları."
    (bkz: samuraylar)

    "aşk hikayeleri yok artık. oysa kadınlar istiyorlar ve kadınlar gibi yumuşak ve hüzünlü olmaktan utanmadıklarında erkekler de istiyorlar. hepsi kazanmak ve ölmek için koşuşturup duruyorlar. ölümden sonra da yaşamak için ya da sanki aralarında konuşmuyormuş gibi yaparak konuşarak kendilerini unuttuklarında, zevk alarak ya da zevk almadan çocuk yapıyorlar. uçağa, metroya, hızlı trene, gemiye biniyorlar. dallarını güneşli mavi ipekler sarınmış bulutlara doğru uzatmış, küçücük yapraklarıyla titreyen, arıların bala dönüştürdüğü hafif bir koku yayan şu pembe akasyaya bakacak zamanları yok."
    (bkz: samuraylar)

    düzeltme: nefis yeni pasajlar eklendi
  • marksizm, fenomenoloji, yapısalcılık ve psikanalizi sentezleyerek bir dizi yorumlayıcı araç geliştiren bulgar-fransız düşünür.

    kristeva'nın popüler entelektüel söyleme kazandırdığı iki önemli ifade vardır: metinlerarasılık ve iğrençlik.

    metinlerarasılık kavramı, bir metnin anlamının diğer metinler ve bizim metinlere dair yaptığımız okumanın birikiminden meydana geldiğini söyler.
    iğrençlik yada iğrenç ise marjinalize olmuş insanların durumunu tanımlar. yani kadınlar, farklı ırktan insanlar, akıl hastaları ve suçlular.

    bu arada kristeva, jacques lacan'ın eski bir öğrencisi ve eleştirmenidir.
  • ''modern medeniyetin zaafı "medeniyetler çatışması" değildir. şu sorulara verilecek cevabı yoktur: hayat nedir? "hayatı sevmek" ne anlama gelir?.. hiçbir coğrafyada barış yaşanmıyor, zira her şeye dair sözümüz var fakat hayata dair söyleyecek sözümüz yok. hazlar, tutkular, inançlar var. hayatın kendisini sevmek ve değer vermek yok! ''

    "barış mümkün mü?" konuşmasından...
  • hannah arendt hakkında okuyan, düşünenlerin muhakkak makalelerine göz atması gereken düşünür, psikanalist, dilbilimci, göstergebilimci.

    bu arada tabii kendisini arendt'le sınırlandırmayalım, kendisi son derece velut, zihin açıcı, literatüre yeni terimler ve perspektifler kazandırmış önemli bir bilim insanı.
  • "insani sefaletin tüm terapistleri arasında psikanalist, annelik görevini en çok anlatandır, çünkü ıstırap içinde olan nesnenin ruhsal acısını anlar. bir soyutlama olmaktan çok uzak, psikanalitik deneyimde ortaya çıkan ruh, nefret eden ve arzulayan bedenin ruhudur. onu anlamak için, dinleme, arzu ve kaygıyla ortaklık yapılmalıdır." (julia kristeva- kadın dehası, 2. cilt: melanie klein")

    bir psikanalist olan kristeva'yı okurken kalakaldığım anlar oluyor. kafamı kitaptan kaldırıp yazılanı düşünmek için ara vermemin ürünü değil duraksayışımın nedeni. bir analistten, düşünürden, kültür yorumcusundan, tarihçiden fazla olan bir şey var ki kristeva'da, tanıma gelmeyen, kendini yalnızca hissediş olarak gösteren bu şeyin aracılığı sayesinde geçmişime doğru bir kapıyı aralayıp kayıp parçalarımdan bir kısmını bugünüme geri getirebildiğim birkaç an oldu.

    kristeva: bir kadın, bir yabancı, bir anne, bir düşünür, bir analist, bir sanatçı, bir yorumcu
    oldukça keskin bir düşünme yetisine sahip olan ve bu yeteneklerini insan ruhunun en karanlık noktalarına ışık tutmakta, kördüğümlerini göstermekte kullanan erkek düşünürlerin sahip olmadığı bir yumuşaklık, şefkat var kristeva'nın tarzında. kadın- anne-düşünür üçlüsünün kendiliğinden birleşimi giderek onu apayrı kılan şey haline geliyor benim için. bu üçlünün ikisini düşünürlerde bulamadım (bir düşünür olan hannah arendt'i ayrı tutuyorum) . kundera gibi bazı erkek roman yazarlarında kadınsı olanı buldum ama onlarda da anne yoktu. son derece özel bir birleşim kristeva'nınki..simyacı gibi.
  • "aşk hikayeleri"ni çevirmiş bağlam yayınları. thanatos'un karanlığına mahkum olduğumuz bugünlerde son derece erotik bir güzellikte.
    http://www.idefix.com/…asp?sid=g55ec2jg2h6h4boo4nad
  • “dünyayı kendi imgesine dönüştürme yolundaki her rasyonalist girişim, bir boşluğu kucakladığını göremeyen bir yorumdan ibarettir.”
  • bulgar gizli servisi için sabina kod adıyla ajan ololarak çalıştığı iddia edildi ve kendisi "the information is “not only grotesque and false” but “constitutes an attack on my honour” and “an attack against my work”" diyerek bu iddiayı reddeti.
  • "öldürme/ölüm arzusuyla yüz yüzeyiz. berlin duvarı'nın çöküşünden sonra giderek ona daha fazla yaklaşıyoruz. bu gerçekleşirken, perde bu ölüm arzusunu görmemizi ne kadar engellerse engellesin, hissedilecek. marksizm gibi yeni prometeci ideolojilerin oluşturduğu perdeler artık var olamaz. uzun süre katılıklarını ve dirençlerini korusalar bile, eski dinler sorgulanıyor. hiçbir şey bu öldürme/ölüm arzusunu silip süpüremez. onunla karşı karşıya kaldık ve bana göre buna karşı verilebilecek en iyi cevap sanatın ve psikanalizin ortaya koyduğu arınma ve yücelme formlarında bulunabilir.

    medya bu öldürme/ölüm arzusunu yayıyor. insanların uzun, yorucu günlerinden sonra seyretmek istedikleri filmlere bakın, bir korku ya da dehşet filmi; pek rahatsız edici görülmüyor. bu yüzden,.kimlik problemiyle başa çıkacak büyük ahlaki faaliyet aynı zamanda çağdaş ölüm, şiddet ve nefret tecrübesiyle de mücadele edecek. fundamentalizmler gibi nasyonalizmler de bu şiddetin görülmesini engelleyen perdeler, şeffaf ekranlar, gerçeği görmeyi engelleyen paravanlardır; çünkü onlar nefreti bir başkasına, komşuya, rakip gruba havale ederek yalnızca yerini değiştirirler. uygarlığımızın önündeki en büyük iş bu kin ve nefretle — tanrısız — mücadele etmeye çalışmaktır."
  • psiko-linguistik içinden yazan çizen luce irigaray, hélène cixous ile birlikte fransız feminizminin temayüz etmiş temsilcisi, 12 haziran 2010 tarihinde istanbul’a teşrif edip the marmara hotel’de “kadınsı deha“ ve “depresyon: sözün yaşamı ve ölümü” başlıklı iki konuşma yapacakmış. katılım ücretlendirilmiş; tam 100, indirimli 70. aktarma yok.

    http://www.turkpsikanaliz.com/…/duyurular.asp?id=32
hesabın var mı? giriş yap