• bach'in zamaninda da "kizlar kahve icmez" diyenler varmis. o da bunun uzerine kopuklu bir kahve kantati bestelemis. afiyet $eker olsun.

    (bkz: ei wie schmeckt der coffee suesse)

    http://www.cs.ualberta.ca/~wfb/cantatas/211.html
    http://www.uvm.edu/…assics/faculty/bach/bwv211.html (ingilizce ceviri)
  • (bkz: kantat)
  • günde beş kez kahve içmezsem bir keçi rostosu gibi kururum diyor bach
  • güzel bir sonbahar akşamüstü pencere önünde oturup güzel bir kahve eşliğinde kitap okurken dinlenebilecek en güzel şey.
  • johann sebastian bach'ın demir leblebilerinden. şimdi bu herr bach'ın bütün leblebilerini, demirden olanları, saymaya kalksam, çarşaf yetmez ya neyse. elalem tek kurşun sıkarak ömrüne nokta koyarken, mübarek ağır makineli tüfek.
    eski tüfeklerden bach'ın, belki de bir opereti bu. işte bu noktada kızılcık sopaları hazırlanmıştır bazı sofralarda. albert schweitzer'den esinlendiğim doğru da, tek perdelik bir operet tadı veriyor bana bu kantat. son zamanlarda fazla çay içtiğimden saçmalıyor da olabilirim tabii...
    önce bir narrator şakıyıp bize hikâyeyi anlatır, ardından da baba ile kız tartışmaya başlar. dünyevî kantatlarında, biraz da zamanın gerekleri ile cebelleşmek durumunda kaldığı düşünülebilir herhâlde rahmetlinin. düşünün maestro handel, operalarıyla adayı peşine takmış, kral birinci george'un sarayından ayrılmıyor, bizim eleman telemann deseniz leipzig'te 21 tane patlatmış opera. hamburg'daki her önemli bina için, katedraller ve opera binası, besteleyedursun, bizim leipzig kilisesi kantoru herr bach ne yapıyor...
    af buyrun nal toplamış der bir dostum. bach'ın protestanlığını mı anlatsak yoksa bu dindar adamın da, kalıbından iki gram uzaklaşmasını mı?
    kahve kantatı, bu dünyevî kantatlardan belki de en meşhuru. schweigt stille plaudert nicht adıyla rastlarsınız kahve kantatına katalogda. kendisine biçilmiş bwv numarası 211, isteyenler bakabilir.
    peki neden kahve... kültür tarihinde kahvenin duruşu malumunuz bir başkadır. evet her sabahımızı şenlendiriyor kardeşimcilere, destur demeli. osmanlıdan bakacak olursanız, insanların sosyalleşmeye başladıkları mekânlardı kahvehaneler. sohbet kültürüne yataklık eden yuvalardı. peki avrupa...
    yemen'den osmanlıya, oradan avrupa'ya geçti kahve. biz ikinci viyana kuşatmasıyla viyana kapılarında bıraktığımız çuvallarla böbürlenelim, aslında avrupa'ya daha evvel gitmiş kahve. bırakınız gitmeyi venedik'te 1640larda bir tane kahvehane bile açılmış. paris ve londra'da da ikinci viyana kuşatmasından evvel kahvehaneler açılmış. işin gırgırı hanımefendiler bu mekâna kabul edilmedikleri için 1674'te sinirlenip haklarını bile aramışlardı. alman topraklarında 1670lerin sonunda hamburg'da bir kahvehane açılmıştı.
    keyif kültürünün bir parçası olması gecikmedi bu "in" mekânların. ahlaksızlık yuvası olduğuna inanıldı. hatta almanya'da bir ara kahve içilmesi bile yasaklanmıştı. ahlakî değerleri bilmem de, vergi meselesi önemli rol oynamıştı. cezalar bir tarafa, dünyanın en garip ispiyoncuları türemişti alamanya'da. bu k9 burunlu adamlar, halka karışıp kokluyorlardı sağı solu.
    akıntıya karşı kürek çekmek mümkün değildi. belli bir noktadan sonra vergi meselesi halledildi, kahvehaneler bakımından dertler bitti. işte bu ahvalde incelemek lazım belki de herr bach'ı. leipzig entelijansının bir numerolu adamı, bu kahvehanelerin de aranan simasıydı. döneminde zum arabischen coffee-baum işletiledursun, iki adamın mekânı, picasso istanbul'da tadı yaratmıştı damaklarda: richter ve zimmermann.
    gottfried zimmermann adlı müteşebbis bunla da kalmamış ve mekânı collegium musicum üyelerine açmıştı. gruba maddî manevî destek olan zimmermann, cafésinde, kibar olalım, devamlı konserler düzenletiyordu. cuma akşam buluşmalarına müzisyenler, besteciler, entel danteller ve sıradan isimler geliyordu. kapalı kapılar ardında ya da olmadı kilise duvarları arasına sıkışmış şehrin medar-ı iftiharı bach'ın müziği ile de tanışmak, ya da abartılı bir ifadeyle günü yakalamak için bir fırsattı bu buluşmalar. herr bach, bazen klavsen tıngırdatırmış bu konserlerde. yazın ise zimmermann'ın leipzig dışında yer alan bahçesi yüzlerce insanı ağırlarmış. hercules auf dem scheide wege'nin de bahçede icra edildiğini anımsatalım. zimmermann'dan esinlenen richter ise, perşembe akşamlarını açmıştı konserlere...
    efendim, yıl 1734. bach'ın yakın kankası picander bir metin yazar. kahveye meftun genç kızımız lieschen ile babası schlendrian arasındaki atışma, evlere şenliktir; tıpkı tenor narratorın anlattığı gibi...
    babamız schlendrian ilk aryasında, canının neden sıkkın olduğunu anlatır. her gün kızına birşeyler söyleyen babanın sözleri kızımızın bir kulağından girmekte, diğerinden çıkmaktadır. ne de olsa çocuklar yüzbinlerce sıkıntı sebebidir, değil mi herr bach...
    resitatifimizde baba, kızının kahveye bırakmasını rica eder. bu ricayı yanlış anlamayın, eskilerin emir telakki edilmesini buyurdukları türdendir. kızımızsa günde üç kahve içmediğinde hafiften kömürleştirilmiş rosto gibi olduğunu söyleyerek karınları acıktırmaktadır.
    ei wie schmeckt der coffee suesse adıyla bilinen hanım kızımızın aryasındaysa kızımız kahveyi bir kıyas unsuru olarak kefeye koymakta, binlerce öpücükten değerli görmektedir. insan tabii şüpheleniyor bu ifade üzerine ya neyse. bir ahlak yapısını sorgulamadan devam edelim lakin bu noktaya döneceğiz birazdan
    ikinci resitatifteyse hanya konya anlaşılır. baba, kızının kahveyi bırakması için ikna etmeye çalışır. ikna yöntemi de tehdittir. kızımız, ya kahveyi bırakacak, ya da eve kapatılacaktır. bırakınız eve kapatılmayı pencerenin önüne çıkması bile yasaklanacaktır. kız ikna olmaz. baba zırnık koklatmam diyerek resti çeker.
    babanın unutulmaz maedchen, die harten von sinnen adlı aryası biz baba olmamışlara bir nasihat niteliğindedir. evet kızları ikna etmek zor da olsa, hassas noktalarını bulmak pek önemidir rahmetli picander'in de dediği gibi. bu tabii babalar açısından yazılıyor, aman kızmayınız...
    üçüncü resitatifmizde baba, parasını son bir kâğıda yatırır. çektiği tahmin edilebileceği gibi valedir. kızımız, bu noktada yumuşar ve babasının sözünü dinleyeceğini beyan eder. ne de olsa, koca önemlidir. şimdi, geri dönelim hemen onsekizinci yüzyılın ahlak yapısına, nasıl oluyor da kızımız kahve ile bin öpücüğün tadını karşılaştırıyor. hayır, bekâr da kızımız ondan soruyorum. sanki bu bana degustatör bir bakanımızı hatırlattı ya neyse...
    kızımızın sonraki aryasında ise, bir heyecan vardır. ne de olsa, yıllardır beklenen an yakındır. kızımız yatağa girmeden kahve içeceğine, kocasını tercih ettiğini şakıyordur. "yıllar sonra, işte o gün, bugün"dür.
    derken anlatıcımız tekrar sahne alır. baba koca arayadursun, hanım kızımız hukuk dünyasına da bulaştırır parmağını. evlilik sözleşmesinin içine hüküm koyduracaktır kızımız. bir metre yanına yaklaşacak adam, kızımızın prenses gönlünün istediği kadar kahve içmesine karışmayacaktır.
    koromuz son sözü söyleyip kızımıza hak verir. kedilerin fare kovalamaktan vazgeçmeyeceğine dair ifadesi ise büyük bir talihsizliktir picander efendinin; benim ne kedilerim oldu vallahi...
    uzun lafın kısası, sözleri pek matraktır kahve kantatının. "nedir, ne değildir"i bir tarafa, üç yüzyıl evveli gözlerimizin önünde canlandırır vallahi. sözün özü kızını dövmeyen dizini döver ya, baba schlendrian da dizini değil kendini dövecektir; baba değil, kız yamandır, bizim egolarımızsa kocaman olup bir iğneye muhtaçtır...
    bonus (bkz: christiana mariana von ziegler)
  • bilinen en güzel "olgun barok" eserlerindendir...
  • kofiii... kofiii.... şeklinde dikkat çeken klasik bach eseri...
    aniden kofi annan'ın "ne var lan ! yoksa kanunu geçirdi mi fransa ?" diye yanıt vereceği fantezisi uyandırıyor insanda...
  • kahve kantatı, bir babanın kızını kahve içmekten vazgeçirmeye çalışmasını anlatır. ancak kahve, genç kız tarafından şu sözlerle yüceltilir:
    "ah, kahve ne tatlı,
    binlerce öpücükten daha tatlı,
    muscat şarabından daha yumuşak,
    kahve, kahve onsuz olamam;
    eğer bana bir şey ikram edecekseniz
    ah, o zaman bana kahve veriniz!"
    – j.s. bach, kahve kantatı
hesabın var mı? giriş yap