• bir zamanlar elime geçip de kaybettiğim "altı yarıq tigin - insan ogli yazmışi" başlıklı bir kitabı vardır ki beni dumurdan dumura gark etmiştir. bir üniversite ders kitabı olarak hazırlanmış (bölüm sonlarında ev ödevleri de dahil olmak üzere) olan bu kitap, peygamberlerle dinozor türlerini eşleştiren tablolar, çeşitli ulusların matematiksel formülleri (?) ve yüzlerce dipnotla doludur. neden söz ettiğini ise anlamak zordur; ancak mealen hatırlayabildiğim şu cümle bir ipucu olabilir: "dünyanın sonu gelmektedir ve insanoğlunun tek çaresi ışıktan hızlı giden uzay gemileri yapıp derhal buralardan kaçmaktır. bu gemileri imal etmek için gerekli teknolojik bilgiler de orhun kitabelerinde yazmaktadır". (bkz: gültekin caymaz)(bkz: haluk cemil tanju)
  • (bkz: http://www.ntvmsnbc.com/news/411424.asp)
    etrüsklerin italyanlardan çok izmirli türklere benzediği haberini okuduktan sonra ulen acaba doğru mu söylüyo adam, yok yok rastlantı sadece canım dediğim ilginç düşünce adamı. fikirleri her ne kadar bilimsellikten ve kuramsallıktan uzak olsa da durup düşünmüyor değilim.
  • kazim mirsan ve onun gibi dusunenler dernegi nin acilmasini gerektiren ve magmasi zengin bilgi insani. mirsan altay dil grubuna bagli olarak jomonlarin 30 000 yillik tarihleri sirasindaki gelismeler, bir kisminin kuzey amerika ya gecisleri ve jomon doneminin 16 000 yil onceki medeniyet ve teknolojileriyle, orta asya kultur ve dilleri uzerindeki fikirlerini dile getirir.
  • herkesin söylediğini daha güzel ifade ederseniz, genellikle insanlar daha kolay takdir ediyorlar. ayrıntılı araştırmalar sonrasında yeni bir şey iddia etmek ve bunu insanların hemen benimsemesini beklemek haklı bir beklentidir. ancak batılılar söylemedikçe kendi insanımızın fikirlerini küçük veya hor görmek doğuda yaşamanın zorluklarındandır. ulkemizde yeni bir seyler söylemek konjonktürel istisnaları saymaz isek çok büyük cesaret ve bilgelik ister. kazım mirsan bu cesareti ve bilgeligi gösterebilmistir. medeniyet türklerle iliskilendirilmesin de kimle iliskilendirilirse iliskilendirilsin diyen bir kitleye sahibiz.
  • oktay sinanoglu'na gosterilen tutumda da goruldugu uzere hakkinda soylenenlerden anlasilabilir ki genel olarak icine kendi tercihlerimiz disinda dustugumuz ve konsolosluklarda tokatlanmadan icinden bir yere kimildayamadigimiz bu milletin, dunyanin en yatirim yapilasi ulkeler listesinde uganda'dan hemen once 89. sirada olan bir cografyada yuceltilme ihtiyaci oldukca yuksektir.

    mureffeh milletlerin buna ihtiyaci yoktur. aynen sarisinlarin "ben kucukken sarisinmisim sonradan esmer olmusum" deme ihtiyaci olmadigi gibi. oysa ki biz "acaba?" diye bir tane adamin butun dunyanin turk olup olmadigi arastirmalarina umut baglariz, yilbasinda milli piyangoya bel baglar gibi. "belki milletimiz en azindan gecmiste superdir haci, ya tutarsa?" umidiyle bekleriz.

    belki ilerde kizilderililer yapar onu, "butun dunya amerikaliymis bi donem" diye gururlanirlar falan. anca o zaman bizim ezikligimizi egale etmek mumkun olur. umarim o gun gelmeden 10 bin yil onceki populasyon dagilim grafigine tapmaya baslayan millet olmaktan cikip guzel isler beceren bir millet olarak anilmaya baslariz.

    mesela hintlilerin bi kitabi var "awakening indians to india" diye hintlilere hindistani anlatiyo. iste diyo ki "biz sifiri bulduk, vedik matematigini bulduk, son 1000 yilda hicbir ulkeyi isgal etmedik, satyagraha, baghvad gita" falan filan. adam boyle seylerle ovunuyo, milli duygulari boyle oksuyo. "kizilderililer aslinda hintliymis o yuzden onlara da indian demisler" gibi zirva iddialarla kendine deger bicmeye calismiyor.

    su noktada herkesten rica ediyorum bari sunu aşalım. herkesten samimi olarak rica ediyorum bunu. aşmayan isterse gitsin orta asya'ya orada milli gurur nirvanasini nasil diliyorsa oyle yasasin.

    lakin simdi dusundum de biz kendisini komutan eşi, milletvekili oglu olarak tanimlayan insanlarken milletimizi nasil 10 bin yil once isgal edilen topraklarda yasayan bir ailenin uzaktan torunu olmaktan gurur duymaktan kacindiracagiz? yok imkansiz. tamam vazgectim.
  • kazım mirşan'dan ilk kez yıllar önce cevizkabuğu'na çıktığında haberim olmuştu. doğrusunu söyleyeyim, kendisine önce sempati ile bakmış, ardından ondan ve tezlerinden yavaş yavaş soğumuştum. tezleri incelendikçe hataları ortaya çıkıyor, bu hatalara dayanarak kurduğu diğer tezler de buna bağlı olarak güvenilirliğini kaybediyor.

    kendisinin bana bıraktığı miras, artık tarih yorumu konusundaki marjinal tezlere kolay kolay değer veremiyor oluşumdur.

    yalnızca kendisinin okuduğunu iddia ettiği yazılarla ilgili olarak getirilebilecek eleştiriler daha derin bir incelemeye konu olmak zorundadır. etrüskler ve sair medeniyetler hususundaki tezlerini eleştirmek için ise bu medeniyetler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. ben bu hususlarda pek bir şey bilmiyorum. dolayısıyla bunları şimdilik geçiyorum. fakat basit bir hatası ile başlayalım mirşan eleştirimize.

    "ötüken yiş"

    kazım mirşan, bugüne kadar "ötüken yiş" şeklinde okunmuş ve "ötüken ormanı" şeklinde anlamdırılmış olan yazıyı (kül tigin yazıtı güney yüzü, bilge kağan yazıyı kuzey yüzü vs.) "ötken yış" diye okumakta ve "geçerli anayasa" olarak anlamlandırmaktadır.

    ötmek fiili "her horoz kendi çöplüğünde öter." ve "borusu ötmek" gibi deyimlerle birlikte düşünüldüğünde "geçerli olmak", "hâkim olmak" gibi anlamlar taşıyor diyebiliriz. bu eski türkçede de böyle midir? mümkün. şu hâlde "ötken" sözcüğü "öten" anlamına gelebilir ve mirşan'ın çevirisindeki gibi "geçerli" gibi bir anlamı da taşıyabilir.

    mesele şurda ki, bu sözcüğü "ötken" biçiminde okumanın imkânı yoktur.

    yazıtlarda sağdan sola şu tamgalarla yazılıyor bu sözcük: ö + t + ük + n

    sözcüğün üçüncü tamgası "(e)k" değil, "kö, kü, ök, ük" tamgasıdır. şu hâlde bu tamgadaki "ü" sesini atlamanın mânâsı nedir?

    "ötkün" gibi anlamsız bir okuma bile daha mantıklı olabilirdi.

    elbette bunu söyleyince aklıma mirşan'ın tamgaları farklı okuması geldi. acaba mirşan bu "ük" tamgasını "(e)k" olarak mı okuyordu? merakımı gidermek için başka okumalarına baktım ve varlığını tahmin ettiğim çelişkiyi gördüm.

    mirşan "(e)k" sesini elde etmek için bazı yerlerde bu tamgayı, bazı yerlerde ise "ük" tamgasını kullanıyor.

    böyle yapınca, "ötken"i de açıklamış oluyor. en azından kendisine göre...

    ötken üzerinde durduysam, sebep yiş'in bu kadar tartışılamayacak olmasıdır. ormandaki ağaçların sıklığı, sık durulan yerde nizam olması, bunun anayasa terimine bağlanması gibi bir mantık silsilesinin eleştirisi ile uğraşmak istemiyorum. "töre" diye bir sözcük var, onu hatırlatalım yeter.
  • ciddiye alınırlığına dair muhteşem "bilimsel" argümanları ve iddialarından biri de türk kültürünün bundan 850.000 yıl öncesine kadar uzandığıdır. yani homo erectus'ların yaşadığını bildiğimiz yıllara. aynısını tabii ki haluk tarcan da yapmaktadır.

    "..kâzim mirşan, dünya tarihi’ni orta asya ile, orta asya tarihi’ni şimdiki türk boylari’nın atası saydığı orta asya insani ile başlatır. onun bu düşüncesi, vadim a. ranov’un 1993 tarihinde yayınladığı eserle orta asya’da yerleşik kültür merkezleri’nin paleolitik çağ’dan beri varolduklarını belirtmesiyle, daha net bir ifade ile 850.000 yıl önce ortaya çıktıklarını söylemesiyle kesinlik kazanmıştır. yani türkler’in atası orta asya insani, zamanımızdan 850.000 yıl önce yerleşik hayat’a geçmişti... türkler için öne sürülen "göçebe kavim" bu açıdan baştan tutarsızdır.." http://is-is.facebook.com/…19243ee3aa639bd3b4e79da2

    "..tacikistan'ın tarih, arkeloloji ve etimoloji kurumu müdürü v.a. ranov les dossiers d'archeologie dergisinin 185. sayısında her şey eskitaş döneminde başlar diye bir makale yazmıştır. (1993) eskitaş dönemi bir kaç milyon yıl önce başlar ve 100.000 yıl önce biter... ranov bu döneme ait 7 yerleşim bölgesi'ni incelediğini belirtmektedir. bu yerleşim bölgelerinden kuldura en eskisidir ve 850.000 yıl öncesine kadar gitmektedir. sel ugur yerleşim bölgesi ise 250.000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. bu dönemde ortaasya'da insan vardır!.. ve sosyal bir hayat yaşamaktadır!.." http://is-is.facebook.com/…php?note_id=139144532039

    kendisinin çalışmalarına ilk elden ulaşmak mümkün olmadığından batılı güçlerce gizlenen gerçekleri böyle ordan burdan linklerle veya büyük tarihçi, antropolog, filoloji üstadı ve arkeolog hulki cevizoğlu'nun kitaplarından öğreniyoruz. ilgilenen varsa "tarih türkler'de başlar" adlı dünya tarihinde çığır açan eser iyi bir başlangıç olabilir.
  • [not: suavi aydın’ın 2003’te, toplum ve bilim, sayı 96’da yayımlanan makalesi “30’ların tezlerine geri dönüş: anadolu’da “proto-türkler” “, mirşan’ın da içinde bulunduğu bütün bu tarihyazıcılığının geçmişten bugüne bir özetini sunuyor. makaleden daha önce yaptığım alıntılar da var (bkz: türklerin 7000 yıldır anadolu'da medeniyet kurması/@dopermen), isteyen oradan da başlayabilir, bu entryyi tek başına da okuyabilir.]

    ---- proto-turks: the rise of kazım mirşan ----

    türk tarih teziyle başlayan cumhuriyetin türkleştirici tarihyazımı yolculuğundan en yakın örnek kazım mirşan ve ekürisi haluk tarcan olarak gösterilebilir. 2002’de hulki cevizoğlu’nun programıyla herkesin merakını celbeden tezlerin yaratıcıları olan mirşan ve tarcan’ın öne sürdüklerine karşın akademik cenahın tek tepki olarak gülüp geçmesine, “türkün üstün vasıfları”nın, “medeniyeti ilk kez kuran türklerin”, “eski türk dillerinin on binlerce yıllık geçmişlerinin” peşindekiler tarafından güceniliyor. batılı emperyalist güçlerin insanları tarih yoluyla bölerek zayıflattığı iddiasına kadar varan bu yaklaşımın ardında, tüm insanlığın “tek kültür”den çıktığına, bu kültürün binlerce yıl öncesine dayanan “türk kültürü”nün bir parçası olduğuna, türk dilinin atalarının bugünkü hemen her dilin kaynağı olduğuna dair “sezgi” ve “inanç”la temellendirilmiş bir garip fikriyat hüküm sürüyor. hemen hemen tüm antik anadolu-mezopotamya halklarının, etrüsklerin hatta kızılderililerin bile “türklüğü”nü tespit ve ispat girişiminde, ulus kavramının çıkışından binlerce yıl öncesinde yaşamış topluluklara “milli” bilinç yüklemek ve onları bugünün kavramlarıyla bulundukları zaman diliminde nitelemek arzusu var. çünkü o zaman, tarihin “türk”e biçtiği rol, türkün varoluşunun başından beri gelen savaşçılık gibi üstün meziyetleri, devlet kurma yeteneğinin yanında “medeniyet” de oluşturma becerisi tarihin kendisi tarafından “bilim adamı” tarihçilerle açıklanabilecektir. böylece, yıllarca resmi ideolojnin ana unsusuru olmuş tarihten gelen "hak sahipliği"mizin dayanağı tarihin kendisi olacaktır.

    ***

    suavi aydın, 2003, 30’ların tezlerine geri dönüş: anadolu’da “proto-türkler”, toplum ve bilim, sayı 96, ss. 26-29’dan:

    ***

    <<..1970’lerde bu alanda çalışan ama akademik dünyada hiç de ciddiye alınmayan bir kişi daha vardır: kazım mirşan. mirşan da “kerameti kendinden menkul” dahilerimiz arasında, belki de en önde gelenidir. zira başka dilbilimcilerin asla temellendiremedikleri birtakım yazıları okumakta ve insanlığın buzul çağlarında “yazı” ile haberleştiklerini, üstelik bu yazının bir “ön-türk” yazısı olduğunu söylemektedir. kazım mirşan, otoktonluk tezinin üçüncü doğuşunda bir tür “mürşid” mertebesine gelmiştir. hulki cevizoğlu’nun atv’deki programında baş aktör de odur.

    bu arada, proto-türk edebiyatına dair “sivil” yayın patlamasının ortaya çıktığı görülmektedir. ne tür bir akademik temele dayandıkları, hangi toplumsal kesimlere mensup oldukları belli olmayan birtakım kişiler, bu alanda hacimli kitaplar yayımlamaya başladılar.bu yayınlardan birinde “türk medeniyetinin başlangıcı 7. yüzyılda yazılmış göktürk yazıtlarına sabitlenerek 11. yüzyılda anadolu’yu istila etmiş göçebe işgalciler olarak türk tarihi karalanıyordu. bugün profesör namlı türkologların bir çoğu bu sakat tarih anlayışının kalıntılarıdır. prof. dr. kırzıoğlu, ord. prof. dr. şemsettin günaltay, prof. türkkan, prof. ögel gibi değerli bilim adamlarının çalışmaları devlet tarafından desteklenmediği gibi bir de köstek olunmuştur. bu değerli çalışmalar eğitim müfredatına bile sokulmamıştır” (gülaltay, 2003: 5-6) diye şikayet edilmektedir. demek ki tezin güncellenmesi zamanı gelmiştir.

    bu amatör yazar bu güncelleme çabasının, mirşan ve tarcan’la beraber, neredeyse “tezvirat” denebilecek, en ifradi ve hayali iddialarını ortaya atmaktadır. buna göre sümerler, i.ö. 9000’lerde altaylar’dan inerek aşkaabat yakınlarındaki anav kentini kurmuşlar, oradan da mezopotamya’ya gelmişlerdir. semavi dinlerin kökeni de bu göçtür. bir “sümer türkü” olan hz. ibrahim, “tek tanrı olduğunu anlamış” ve oğullarını dört bir yana göndererek tek tanrı inancını yaymıştır. “uzayda binlerce yıldır insanlığı barındıran bu dünyada tanrısal buyrukları yayan ve kabul ettiren hakikatte türk ulusudur”. sümerler yazıyı, sabunu vb. yi icat ettikleri gibi “din sosyolojisi”ni bile icat etmişlerdir. ermeniler, bizim gibi anadolulu olan asurların torunlarıdır. keza ermenice ile türkçe arasında büyük benzerlikler vardır. zaten “bizim gibi alpin ırk kafatasına sahip olan ermenilerin tarihteki ilk devletini kuran kralın bir iskit başbuğu olduğu”, yazar tarafından kitapta gösterilmektedir. soranice konuşan aşiretlerinin sümerlerden, kırmanci konuşanlarının i.ö. 2000’de gelen kimmerlerden ve i.ö. 8. yüzyılda gelen iskitlerden türediği, “kürt türklerine” bir türlü anlatılmamıştır. “aryen”ler de sümer göçü ile altaylardan inen “etrak türkleri”dir [aydın’ın dipnotu: malum, “etrak” arapça türk kelimesinin çoğuludur. o halde aryenler “türkler türkleri” oluyor ve nedense bu “türkler” kendilerini semitik bir isimle anıyorlar!]. hatta artemis’e tapınan efes kurucuları “sebutay türkleri”, artemis ise asena’nın bizzat kendisidir. (gülaltay, 2003: 8-11)

    buna benzer bir başka örnek mehmet dikici’nin “anadolu’da türkler” (1998) başlıklı kitabıdır. kazım mirşan’ın tezlerinden kuvvetle etkilendiği anlaşılan dikici, yine mirşan’dan naklen, anadolu’ya türklerin ilk gelişini i.ö. 1980 yılı olarak kabul eder! proto-türk uw-on (?) kavmi, o yıl istanbul erenköy’e yerleşmiş, oradan da trabzon’a ve side’ye sarkmıştır! (dikici, 1998: 25-6). anlaşılan, daha “proto-türk” çağında türkler, “en kelepir” yerleri yurt edinme bilincine de sahiptirler! tabii bu tezviratın kaynağı yine aynı yere bağlanmaktadır: kazım mirşan!

    (…)

    2002 yılının yaz aylarında, unutulmaya yüz tutmuş kazım mirşan’ın “yeniden doğuşuna” tanık olduk. bunda sansasyon peşindeki bir gazetecinin, hulki cevizoğlu’nun ve mirşan’ın adeta “müridi” bir kişinin, haluk tarcan’ın büyük etkisi olduğu açık… ancak bu “yeniden doğuş” bir rastlantı sayılabilir mi? yukarıdaki yayınlar ve hareket dikkate alındığında bunun bir rastlantı olamayacağı, bu yönde bir “halkla ilişkiler” faaliyetinin devreye sokulduğu görülebilir. tür faaliyetlerin en büyük avantajı, genellikle ciddiye alınmayarak üzerinde durulmaması, ciddi bilim adamlarının kamuoyunda pekala etkili olabilecek bu türden “tezvirata” kulak asmayarak es geçmeleri olmaktadır.

    mirşan ve tarcan’ın temel tezi, neredeyse 15.000 yıl öncesine varan bir geçmişte “türk yazısı” olduğu, ilk devletin türkler tarafından 10.500 yıl önce kurulduğu be bu yazı yoluyla neredeyse bütün avrasya’daki yazıtları okumanın mümkün olduğu, buna bağlı olarak bizim “ilk yazı örnekleri” ve “ilk alfabeler” diye bildiğimiz örneklerin bu “proto-türk yazıtlarından” türemiş olduğu iddiasına dayanmaktadır. haluk tarcan, bunlarla da yetinmeyip 850.000 yıl önce orta asya’ya yerleşildiğini ve i.ö. 10.500 yılında “yerleşik kültür”ün bu insan topluluğunun ardıllarınca oluşturulduğunu söylüyor! (bkz. cevizoğlu, 2002: 27-28). bunlar gerçekten “dehşete düşürücü” iddialardır. insan türü olarak sadece homo erectus’un yaşadığı alt paleolitik devirde türklük keşfetmek gerçekten şimdiye kadar kimsenin cesaret edemediği ifradilikte bir tezvirattır! bugüne kadar bu iddialar dizisinin bir tekine dahi iştirak eden tek bir ciddi türkolog ya da filolog bulunmadığı halde, bu tezlerin bu denli rahatlıkla piyasaya sürülmesinin ardında ne olabilir? bütün filoloji bilgisine, kültür tarihi ve arkeoloji birikimine ters bu iddialar neden ciddiye alınmaktadır? gerçi kazım mirşan’ın kitapları piyasada bulunmamakta ve haluk tarcan’ın kaynak yayınlarınca basılan “ön-türkler” başlıklı kitabı piyasadan çekilmiş ise de, bu kişilerin yazdıklarını temel alan bir “yayın patlaması”nın olduğu, hatta türk tarih kurumu’nun kazım mirşan’ın kitaplarını basmaya yeltendiği de bilinmektedir. bu girişim, kitapları incelemesi istenen uzmanların tavrıyla durmuştur. bu iddiaların filolojik tutamağının bulunmamasının yanında, arkeolojik bilgimiz bakımından da geçerliliği olmadığı açıktır. zira bu yazıtların bulunduğu iddia edilen coğrafyadaki kültür tarihi, iddia edilen kültür varlıklarının ortaya çıkmasına müsaade etmeyecek biçimde, dünyanın geri kalanının kültür tarihiyle paralellikler arz eder. mirşan’ın ve tarcan’ın “yazı bulduğu” çağlarda bu bölgelerde bir üst paleolitik kültür hüküm sürmektedir* ve bütün avrasya kronolojisi birbirine yakın bir biçimde, üst paleolitikten eneolitiğe ve epipaleolitiğe, oradan da neolitik döneme geçmiştir. bilindiği gibi yazı, neolitiği izleyen kalkolitik dönemin ardından, yüksek bir tarım kültürünün ortaya çıkmasın ve tarım yoluyla görece yüksek bir artık-değerin yaratılmasına paralel olarak doğan ilk tunç çağının ihtiyaçlarının bir ürünüdür. üzerinde tartışma olmayan bu bilgilere rağmen, kazım mirşan’ı yeniden kamuoyunun önüne getiren hulki cevizoğlu (2002: xvii) şunları söylüyor:

    <türkler yüzyıllarca avrupa’nın bu tür gizli ya da açık saldırılarına hedef oldu. bu salrırlar kimi zaman “bilimsel” kılıflara büründürüldü. bilimin adını anarak türkler’e ve cumhuriyet’ten sonra da türkiye’ye yapılan bu saldırılar, kendisini “aydın” olarak gören bazı insnları bile etkiledi (…) yani, yabancılar bir “film senaryosu” gibi bizim için bir “tarih senaryosu” yazmışlar, kendi ülkelerinde bunu yürürlüğe koydukları gibi –ne yazık ki- türkiye’ye de kabul ettirmişler (…) ancak yakın zamanda görüldü ki, batı’nın önyargılı ve dayatmacı sözde bilimsel değerlendirmeleri hiçbir bilimsel temele dayanmıyordu (…) büyük atatürk’ün defalarca vurguladığı “türk’ün üstün medeni vasfı”, son yıllarda “bilimsel” olarak da kanıtlandı.diyebilirsiniz ki, “nerede bu kanıtlar, bizim niçin haberimiz olmadı, bunu bilen kim?” (…) kazım mirşan adlı bir araştırmacı ve onun izinden giden haluk tarcan ile aynı yöndeki bağımsız araştırmacılarla benzer sonuçlara ulaşan selahi diker ve rahmetli büyükelçi-araştırmacı adile ayda gibi aydınlarımız gerçeği ortaya çıkardılar!..> (cevizoğlu, 2002)

    bilimin işleyişi hakkında ve bu konularda hemen hemen “hiçbir şey” bilmeyen bir kişinin kaleminden bu denli iddialı sözlerin çıkmasına neden olan saik, ne yazık ki, bütün bir halka genellenebilecek bir “gadre uğramışlık”, “aldatılmışlık” duygusudur. bu duygunun bu türden dayanaksız yorumlara yol açması ve anılan türden sahte-bilimsel “kuram”larca istismar edilmesi kaçınılmazdır. tarih bilincinin yerleşmediği ve sosyal bilimlerin hala resmi tezleri desteklemesi gereken bir ideolojik dayanak olarak algılandığı, üniversitelerin buna göre örgütlendiği bir toplumda bu tür sonuçların kaçınılmazlığını görmek gerekiyor. bu duygunun bir “hezeyan” halinde kurulu düzenin birçok unsuru tarafından, neredeyse koordinasyon içinde, yeniden ortaya çıkarılmasının toplumsal ve siyasal nedenlerini incelemek gerekiyor. bu yorumlara yol açan kuramsal gecikmişliği saptamak ve göstermek görece kolay olmakla birlikte, bu kuramlarca kamuoyunun istismar edilmesinin ve bu yanlış yönlendirme eşliğinde yanlış bir tarih bilincinin önüne geçmek çok daha zor!>>
  • arkadaşım koskoca ilmiye çığ destek veriyorsa geri kalanlara bi avuç bok yemek düşer. burada uzatmanın alemi yok ki.
    galile dünya yuvarlak dedi, hakim bilim/din sınıfı, adamcağızı mefta etmedi mi?
    dünyaya elektriği, televizyonu, floresanı, radarı falan daha pekçok teknolojiyi hediye eden nikola tesla gibi bi dahiyi bile yaşamının sonuna doğru deli diye yaftalamadılar mı?

    günümüzde öldürmek yok, onun yerine "tü, deli, kaka, bilim de bunun neresinde" falan gibisinden öttürmelerle tasdikname vermek var. adam ömrünü bu ilme versin. 30 tane kitap yazsın, kimsenin çürütemediği teorilerle insanlık tarihini yeniden yazsın, sen gel olmadı de.

    ne malum bu dünya üzerinde insanlığın daha eski olmadığı?
    al işte adam okumuş. daha yeni ermeniler donör araştırmaları sırasında türklerin, kürtlerin, ermenilerin hatta 1 tane aborijinin iliklerinin birbirine uyduğunu açıklamadılar mı?
    italyanların, yunanlıların, ispanyolların ve türklerin ortak atadan gelebileceğine dair dna sonuçları açıklanmadı mı?
    amerika'da bi adam insanlığın atası türkler adında bi kitap yayınlamadı mı?
    atatürk meksika'da konuşulan dil ile türk dilinin aşırı benzerliği sebebiyle ta anasının şeyine kültür ataşesini 1930'lu yıllarda göndermedi mi? ta yine o tarihlerde koskoca dil kurultay'larında bu dil benzerliği bi araştırılsın kardeşim diye karar çıkmadı mı?

    bi merak edin de araştırın ya. lak lak konuşmayın. bu memleketin tonla filologu var, bi o kadar urartuca, hititce, sümerce bölümü var. adam o kadar eser vermiş. durduk yere bi tarafından sıkacak değil ya. bu kadar şehri, ülkeyi gezip de mağaralarda yazıtlarda ahkam mı kesecek? sen maça gidiosun, manitayla geziosun, o gidio kitap yazıyo, yazıt okuyo. boklamadan önce bi bunları düşünsene.
hesabın var mı? giriş yap