• batista rejiminin halka kan kusturmasından, ülkeyi kumarhane ve uyuşturucu yatağına çevirmesinden, amerika'dan (özellikle chicago'dan) kovulan her türlü içki kaçakçısı, uyuşturucu satıcısı, karı pazarlamacısı mafyanın ülkesine yerleşmesinden gına gelen küba'lı halkın başkaldırısıdır.

    bu devrimi bir halttan haberi olmadan karalamaya çalışanların biraz kafalarını kumdan çıkarmaları gerekiyor. başta orduyu elinde bulunduran bir diktatöre karşı devrim yapacaksanız bu kanlı olur sevgili çok bilmiş arkadaşlar, adama rica edip gitmesini bekleyemezsiniz. kaldı ki bu diktatör aynı orduyu ülkedeki direnişçilerin üzerine öldürmek amacıyla sürdüyse, bu savaş kaçınılmazdır. tabi batista'nın ordusunda da başkadırılar olmuş ve direnişçilerin zaferinde önemli bir rol oynamıştır. bu arada hapisanede çürütülen ya da öldürülen garibanların pek çoğunun amerika ya da italya'da aranan suç örgütlerinin başları ve onların adamları olduğunu da belirtmek lazım.

    iran devriminden farkı nedir derseniz, küba'nın iran'dan daha özgür bir ülke olmasıdır. özgürlükten anladığınız tek şey internete girmekse, olay başka tabi. ama iran'daki rejimin özellikle kadınların üzerinde uyguladığı baskı göz önüne alınırsa, özgürlükten ne kastedildiği ortaya çıkar. tabi küba'da da ihraç fazlası olacak kadar bir petrol ya da doğal kaynak rezervi olsaydı, çok daha müreffeh bir hayat sürebilirdi insanlar orada.
  • kapitalizmin yenilmesi insan hakları meselesinin yanında teferruat. (tersi değil)
    küba devriminin insan hakları karnesi de hiç iç açıcı değil.

    2003 yılında hükümet karşıtı 75 kişi hapse atılmış ve bu adamlar hala içeride.
    http://news.bbc.co.uk/2/hi/americas/2871379.stm
    muhaliflerin tutuklanması kübada rutin haline gelmiş.

    küba vatandaşlarının ülkeyi terketme hakkı yok. küba devleti halkına öylesine mutluluk dolu bir yaşam sunmuş ki 1 milyon civarında insan tüm riskine rağmen küçük botlarla abd'ye kaçmış.

    küba'da din özgürlüğü yok. 1961 yılında castro katolik kilisesini kapatmış ve tüm malvarlığına el koymuş.

    devamini şuradan okuyun http://en.wikipedia.org/wiki/human_rights_in_cuba

    velhasıl, kapitalizmi yenmek adına insanlara zulmedilmiş. zaten tüm devletperest devrimlerin genel özelliğidir bu. yüce görülen bir amaç adına insan hakları göz ardı edilir. sonunda da bir devrimciler diktatörlüğü kurulur.

    amerika ambargo uyguluyormuş da bilmem ne. amerikanın ambargosuyla senin vatandaşına "kul" olarak, "devletin aygıtı" olarak muamele etmenin ne alakası var?

    yok arkadaş "merkezi planlama", "merkezden dağıtılan eşitlik" filan deyince direkt kaçacan. hayek kaç sene önce yazmış bunları http://www.mises.org/books/trts/
    kübası kuzey koresi filan hep aynı.

    küba halkı aptallığı aşmışmış, peh! adamların devlet'in söylediğinden başka bir bilgiye erişimi yok be. devlet "dünya düz" dese inanmak zorundalar. türkiye'de senin sosyalist olma, sosyalizmi savunma imkanın var, ama küba'da kimsenin kapitalist olma, kapitalizmi savunma imkanı yok. küba'da "akıllı" olacağıma amerika'da "aptal" olmayı yeğlerim.

    beğenmediğiniz amerika'da devlet başkanını itin götüne sokmak serbest. sen küba'da (ya herhangi bir devim ülkesinde) fidel castro'nun (devlet başkanının) olumsuz bir karikatürünü yap bakalım başına neler geliyor? allah için şu küba severler castro'nun bir küba'da çizilmiş olumsuz bir karikatürüne link versinler yahu, hani bush'un maymun gibi karikatürleri var ya onun gibi bir şey. çizeri de hapsi boylamamış olsun.

    - abi vardır da, şimdi küba'da internet olmadığı için...
    - küba halkı liderini o kadar çok seviyor ki...
    + bi siktirin gidin, mümkünse küba'ya

    bu olumsuzlukların kaynağı x ülkesinde devrimin kötü gitmesi, ya da x ülkesindeki devrimcilerin kusurlu olması filan değil, bizatihi sosyalist devrim fikri sakat. başka türlü olması da mümkün değil.
  • yillardir bu konunun ayni siglikta seyretmesini gormek insani hayattan biktiriyor. zamaninda aciklamanin aciklamasini tane tane yapmak zorunda kaldigimdan, ayni seylere girmeyecegim. yalniz su internet konusu bugun de defalarca gundeme gelmis ve onemli bir yanlis anlasilma var, ortamin eksi sozluk olmasi sebebiyle buna degineyim.

    olayin ozu, daha ciddi sorunlari bulunan kubada internetin luks kacmasi, o yuzden bundan sikayet etmenin abesligi degil. "ekmek bulamiyorlarsa fiberoptik baglanti doseseler de internetten siparis etseler" diyen marie antoinetteler yok ortada. varsa da bu onlarin hiyarligi. asil sorun varolan erisimin de devletce yasaklanmasi yahut izne tabi olmasi falan. bunun ekonomiyle bir alakasi yok, illa savunmak, bahane bulmak da zorunda degilsiniz. arastirmalari var yapilmis. reporters without bordersin yillik raporlarina, hem internet hem de genel basin ozgurlugu acisindan, kuba bati yarikurenin en kotu ulkesi, daha fakir haitiden bile kotu. yani devrimin hemen sonrasinda neyse, dusman propagandasi falan dersin de, 50 kusur sene sonra dahi, dunya genelinde en kotu bes ulke arasinda. yani komunist cin'den, rusya, iran, pakistan, libya, suudi arabistandan dahi daha kotuler bu konuda. kuzey koreyi gecmisler allaha sukur.

    bunun nesini savunuyorsun arkadasim, neresini hangi ideolojiye gore nasil rasyonalize edebiliyorsun gonul rahatligiyla, iste buna yillar sonra dahi sasmaktayim. yani komunist olmak, castro'yu sevmek, kuba idealine cani gonulden inanmak, devrimi desteklemek demek, "yahu burasi olmamis iste" diyecek karakteri gostermemeyi gerektirmiyor. prensipsiz okuzler olmayin

    edit: http://www.dissidentvoice.org/…pports-press-freedom
    bu makale icin konusursak, olayin konumuzla ilgili kismi su kadar: adamin biri kubaya gidip birkac gazeticiyle konusmus, onlar da "istedigimizi yazabiliyoruz ama devrimin hassas durumunu da gozonunde bulunduracak oto-kontrolumuz var" demisler. bir de iki radyo istasyonunun internet baglantisi varmis.[ geri kalani abd basininda kuba haberlerinin yanliligindan bahsediyor]

    yani reporters without borders'a supheyle yaklasmak normal (gerci rwb raporlari abd'yi de taa 35. siraya koyuyor, oyle "tek amaci kubayi kotulemek" icin calisan bir orgut falan degil gozunuzu seveyim). ama hem buna, hem cpj'ye, world press freedom komitesine, ona buna inanmayip da, goz onundeki kuba kanunlarina bakmayip da, kerameti kendinden menkul bir anektodu ciddiye almak, hele hele "hukumet sansuru yok ozgur irademizle koydugumuz oto-sansur var" ifadesinden suphelenmemek objektif adamin yapacagi is degil. (bilakis senin oto-sansur yapmani gerektirecek her sistem en tehkileli ve efektif sansur sistemidir)

    ustune "there was no evidence of overt restriction or government control" kismi var ki, iyice komik olmus, izinsiz internete girmenin hapisle cezalandirilabildigi ve 2008 itibariyle hapishanelerinde 25'ten fazla uzun sureli tutuklu gazeteci bulunan bir ulkede. [ http://www.editorsweblog.org/…eedom_in_cuba_and.php ].

    iste demek istedigim bu: butcesinin sadece yuzde 1.5'ugu, abd hukumetinden yardim alan centre for a free cuba organizasyonundan gelen uluslararasi rwb'yi (didisinin didisi), kategorik olarak amerikan ajani diye yaftalayabilecek insanlarin, bu ayarda bir dokumana/habere ses etmemeleri, veya o raporlarin muadili bir karsi kanitmis gibi kabul etmeleri cok sagliksiz bir durum, buyuk bir yanliliga isaret etmekte. anlayacaginiz uzere, burada kuba devriminden ziyade, basin/internet ornegini kullanarak, o devrimin dunyanin geri kalanindaki algisindaki tutarsizliklarla ilgileniyorum.

    edit2: allahim yarabbim, bir kez daha, ne dersen de, olayi "kubalilarin evsiz, issiz, ac kalma ozgurlukleri yok, hala internetmismis otuyorlar" seklinde anlayanlarla zamanimi harcadim, gururluyum. marie antoinnette mi kafalarini karistirdi nedir, nasil bu kadar tersten anlasilabiliyor hersey. ben otistiklerle daha kolay iletisim kurabildigimi hatirliyorum.

    devrimin imkansizliklari veya diger alanlardaki basarilari, bu derece internet/basin kisitlamalari olmadan gerceklesemez diye bir kural yok, bu konularda niye ilerlemesinler? "ozgurlukler ulkesi, seref onur haysiyet" diye dokturen adama, "arkadas iyi guzel de biraz yavas, suudi arabistanda internet daha ozgur, burada feci bir cifte standart var, ve daha onemlisi niye hemen refleksif olarak rasyonalizyona yoneliyorsun" demek cok mu siradisi bir dusunce? burada yanlis birseyler var ve yanlisligin ozu kubanin kontrolunde olmayan ekonomik etkenler degil, devletin kendisi. devrimden bu kadar uzun sure sonra da boyle politiklar gutmesi burokrasinin psikolojisine isik tutmakta. suna ders almak icin dikkat cekince de gelecek tepki, onca uyariya ve aciklamaya ragmen, "takacak bir interneti mi buldunuz?" eksenindeyse, bu benim algi-bozuklugu/asiri duygusallik bazindaki argumanlarimi guclendirmiyor da ne yapiyor.

    simdi de fasizm soz soyleme zorunlulugudur kismina gecelim, okudugunu anlama ozurluler nezninde kredibilite kazanmak icin bariz olani tekrarlayalim: isterim ki kuba bu haliyle hem ekonomik olarak kalkinabilsin, hem de su devletci baskilari minimize edip abd'nin ozgurluk tanimi tekeline kapak olsun, alternatif ornek teskil edebilsin; ayni seyleri venezuella icin de isterim, bolivya icin de, vidi vidi. bunu istemek yetmez, ideallerle gerceklerin farkliliklarini isaret etmek gerekir

    [birkac editten sonra resmen yaslandim, edit ahlakini da savsakladim. kacip, film milm yazayim en iyisi, stressiz oralar]
  • dusunce akisi kolay anlasilsin diye maddeliyorum:

    1) akli basinda kimse, bir sosyalist devriminin basarisini, salt internet baglantisi oranina bakarak olcmez. benim bu konuya odaklanmadaki amacim baska, en sonda soyleyecegim. simdilikse diyecegim kapsamli bir devrim analizi isteyen baska sey okusun, sonra gelip "bir halki batistanin kanli ellerinden kurtardilar, immanuel tolstoyevski icin internet cafe kurmayi dusunemediler" ayarinda kafa utulemeyin.

    2) ev, is, saglik, egitim, ulasim, guvenlik; bunlar temel ihtiyaclar. bir bireyin acisindan basindan, internetten cok daha onceliklidir.

    3) ote yandan tek tek bireylerin degil de, toplumun genelinin acisindan, basin en az saglik veya egitim kadar onemlidir. hatta belki de daha onemli. cunku diger temel hizmetlerin dogru yapilip yapilmadigini kontrol etmek icin sivil toplumu guclendirmeye yarar.

    4) kuba gibi, medyanin siki devlet kontrolunde veya tekelinde bulundugu ulkelerde, internetin onemi de bu baglamda artiyor. cunku internetin rolu, orta-ust sinifin porno eglencesiyle, yani bir luks tuketimiyle sinirli kalmiyor, tum toplumun haberalma ozgurlugune ve sivil iradenin burokrasiyi hizaya sokmasina kayiyor.

    5) internetin anlam ve ehemmiyetini idrak ettikten sonra olayin halen bir ekonomik boyutu oldugunu hatirliyoruz: vatandaslarima saglik hizmeti goturmek yerine fiberoptik kablo doseyemem; hele ki ambargo yuzunden bunlar iyice pahaliya malolacaksa.

    6) tamam, hukumet evime yeni baglanti dosemesin. ama halihazirdaki baglanti niye kisitli? anladigim kadariyla kuba kanunlari cok muglak oldugu icin devletin kontrolu had safhada. bizim 80 anayasasi gibi, "x temel haktir" dedikten sonra koca bir ama cekip, devrime zarar verebilecek, kuba degerlerine ters dusecek aktiviteler yasaktir deniyor. hukumet izni olmadan internete giris cezasi 5 sene, devrim-karsiti yazilar yazip blog yapmak 15 seneymis (bu konularda kesin bilgiye ulasmak da zor, yanlis olabilirim). universitelerden giris bedava ve cok sayida siteyi bloke etmeseler de sozde otomatik filtrelerle muhalifleri yakaliyorlarmis; su anda hapise boyle 25 kusur adam var. (edit: 25.7)

    7) simdi bunun dogru oldugunu varsayalim bir an. ve boyle bir iddiayla geldim. ne beklerim?
    a) "evet bu hatali bir uygulama" denilecek.
    b) kaynak yanlislanacak, kubadaki durumun o kadar da kotu olmadigi baska kaynaklarla savunulacak. (rwb'nin yanliligi mesela, counterpunchi okudum ogrendim. globalresearch.ca'da da benzer bir yazi var. yanliz o yazilarin kendileri de fazla yanli. kime guvenecegimi sasirdim)
    c) "devrimi korumak icin deger" diye savunulacak.
    d) olayi "internet vs ekmek"e indirgeyerek yanlis bir "either-or fallacy" yapmak (5-6)
    e) olayi "internet diye tutturan kucuk burjuvalar"a indirgemek (angutluk odulu)

    8) benim asil ilgi alanim bu e sikki insanlari devrimin kendisinden, internetin kuba icin oneminden falan ziyade (bana ne yahu yoksa, dunyayi mi kurtaricaz oturdugumuz yerden). futbol takimini kendileriyle ozdeslestirip, o takima laf edeni kendine laf edilmis sayan insanlar gibi, devrimi de boyle ustlenmisler, ne kadar aptalca olursa olsun her politikasini savunacaklar illa. yani adamin derdi, ortadaki verilerin guvenilirligi falan degil, kubanin basin ozgurlugu iyidir demiyor, hatta ona mazeret dahi aramiyor. onun yerine bir garip refleksle saldiriyor, okudugunu anlama kabiliyetini yitiriyor. sonra obur uca saliniyor, kubaya daha da abartili ovguler duzuyor kafasinda idealize ettigi haline gore.

    8.5) bunun bir benzeri daha taze taze yunanistan ayaklanmalari konusunda da oldu. o konu hakkinda bir halt bilmiyorum ama okuyunca gordum ki, "kardes devrim iyi hos da elalemin malini mulkunu yagmalamakla utopya nutuklari arasinda koca bir bosluk var" diyen oldu muydu bu e insanlari hemen bitiveriyor, "vay sen nasil koskoca halk devrimini birkac dukkan cami yuzunden bok atarsin, zaten onlar kan emici kapitalist bankalarin camlari, sen de onlar gibi bu sistemin dislisisin, bunlarin hepsi yikilacak guzel genclik tarafindan, vs". haydaa. ben istiyorum ki e insanlari bu refleksi farketsinler, introspective olsunlar ama zor. sirf bu yuzden psikoloji okuyacagim.

    9) neyse, bu "devrimi koruma" mantigi hakkinda birkac kelam etmek lazim, en ilginci o. ilkin, bizim 301e benziyor biraz. turkluge hakaret gibi muglak bir tanimla milleti hapse tikiyor fasistler, yahut mahkemelerde surunduruyor. sol goruslu olanlarin buna tepki gostermeleri cok dogal. ama ayni standart kuba icin gecerli olmuyor sempatileri yuzunden.

    10) ikincisi, bir celiski var: soylevlerde genelde kuba halkinin fidel'i ne kadar cok sevdiginden bahsediliyor. sonra da ayni kisi bu kapaliligi, abdnin propagandasina karsi mesru bir savunma olarak dusunuyor. yani biraz acilsa, icine sizacaklar, devrimi baltayacaklar. 1960larda buna eyvallah deriz ama 50 sene sonra dahi, hem de halkin tam destegini almis bir devrimde, halen vatandasina bu kadar guvensizse hukumet, muhtemelen onlar senin sandigin kadar devrimi icsellestirememisler, senin sandigin kadar da sistemden memnun olmayabilirler. turkiye paralelligine burada da gecebiliriz, ittihatcilarin bizim daha demokrasiye hazir olmayan koylu yiginlari oldugumuzu dusune dusune 50lerde dp tarafindan ezilmeleri ironiktir mesela.

    11) ucuncusu, "abd'ye bir firsat versek sizacaklar" korkusu, abd'nin resmi politikasinin angutlugu tarafindan biraz gecersiz kiliniyor. adamlarin amaci kubayi amerikan tarzi bir sisteme oturtmak, naftaya filan entegre etmek, lakin tam tersine hem kubanin internet erisimini yavaslatarak ve reverse filteringle kisitlayarak, hem kendi vatandaslarini oraya yollamayarak, hem ambargo koyarak, bu insanlarin amerikan etkisine maruz kalmalarini engelliyor, disa acilmalarini yavaslatiyorlar.

    12) buradaki mantik kubayi izole edip, sonra da "bakin ne kadar geri, baskici bir rejim" diye hem uluslararasi alanda hem de kubanin icinde castroya tepki olusturmak. ustelik kapali bir kutu olunca, birkac orgutun raporunu etkileyerek kuba hakkinda dezenformasyon yapmak da kolaylasiyor.

    13) iste kuba beklenenin tam tersini yapip, alin ulan internet de basin da halkin, izin mizin gerekmiyor, abd'dekinden daha ozgursunuz, onlar bizi kapatmaya calistilar ama basaramadilar dese, rakiplerini ters koseye yatiracak, ulke ici ve disi muhaliflerin kozunu ellerinden alacak. fazla saf olmamak lazim elbette, devlet kontrolu medyada olmaya devam edecektir ama en azindan su hapis sacmaligi ortadan kalkmali.

    14) velhasili kelam, kubanin acik bir toplum olmasinin riski, kuba devriminin onca sene sonra kuba halkinin ozgur iradesiyle halen ayakta oldugunu gostermesi acisindan, yani artacak prestiji ve propaganda degeri gozonune alindiginda kabul edilebilir gibi. bu surecte haksizliga ve devlet baskisina ugramayacak onca insan da cabasi. hataliysam ara

    ---------------

    0.1.1) uyari koymama ragmen, her ne nedenle olursa olsun, devrimin sirf megatif bir yanina odaklaniyorum diye batista'yi, abd ambargosunu falan pek bilmeyenlerin algisini etkiliyor, avrupa-merkezcil degerlerle bezeli cikarimlara mahal veriyorum diye elestiri geldi. bu dogrudur. ben olayin kapsamli halini az cok biliyorum, o genel cerceve icinde eglencelik seyler bulabiliyorum. sizin olan bitenden pek haberiniz yoksa, kendinize mukayet olun, beni fazla dinlemeyin.
  • küba devrimine çok içerleyen amerika 1961 yılında domuzlar korfezi harekatinı gerçekleştirmiş ve göt olup geri dönmüştür. oh canıma değsindir.
  • küba devrimi aslında 1900 öncesinden beri sancılı bir şekilde zaten geliyordu. taraflar ve düşüncelerini uygulama biçimleri biraz farklılık gösterse de, 1959'a kadar olan zaman diliminde, neredeyse aynı sorunlarla boğuşmuştur küba. hatta daha öncesindeki sömürü döneminde de aynı sorunlar olmuştur ama devrim farklı bir şekilde zuhur etmiştir. misal, 1865'te köle ticareti kalkınca, meksikalıların ve çinlilerin işçi olarak ülkeye getirilmesi de bir devrimdir.

    ***

    o zamanlar monroe doktrini yüzünden avrupa ve dünya'nın geri kalanının işlerine doyasıya karışamayan abd'nin, tüm hırs ve enerjisini çevre ülkelerle uğraşarak çıkarttığı bilinen bir gerçek. 1900 öncesi, ispanya-küba ilişkilerinin zayıflaması üzerine ''bir ülkenin gücü başka bir ülkede zayıflasa da hemen oraya bok varmış gibi damlasam'' diye bekleyen amerika'nın, küba'da elini güçlendirmesi çok uzun sürmüyor. ispanya da rahat durmayıp, küba'nın özerklik taleplerini siklememe rekoru kırmasının yanı sıra, vergileri de artırarak, 10 yıl savaşlarının başlamasına sebep oluyor. işte burada, küba'nın ilk ciddi örgütlenmesi ve baş kaldırışı başlıyor. toprak zengini olan del castillo'nun el grito de jara yani, jara çığlığı bildirgesi ile direnişe geçen kübalılar, nispeten uzun sayılabilecek bir süre mücadele ediyorlar. adından da anlaşılacağı üzere 10 yıl süren bu savaşın sonunda(1865-1875 -ki dikkat edin ridaniye, midway, mercidabık savaşlarından falan aldığınız tadı alamazsınız bu tür savaşlardan. 116 yıl süren savaşa da isim bulamayıp ''yüzyıl savaşları'' diyen tarihçiler, ''bu savaş da 10 yıl sürdü, adı 10 yıl savaşı olsun'' diyerek kolaycılığa kaçmışlar. orada savaş yapılıyor, bir sürü insanın kanı dökülüyor, insan karizmatik bir isim koyar. tarihte 2 saat süren savaşlar da var mohaç muharebesi gibi. ama adamlar ''120 dakika savaşı'' dememişler. ne demişler, mohaç muharebesi. allah allah! sanırsın, dünya'nın yarısı ile diğer yarısı savaşmış. mohaç! savaşlara isim koyarken dikkat edilmesi lazım. bu tür nüanslar çok önemli. hoş şimdi, ''dostum bu sadece bir halk direnişi, tam savaş değil'' diyebilirsin ama benim gözümde savaştır arkadaşım. 10 yıl sürmüş. 2 saat süren eyleme savaş diyorsan, bu da savaştır. tartışma benimle lütfen.) zanjon anlaşması imzlanıyor. bu anlaşma ile birlikte ispanya, ekonomik ve siyasal reformlar yapacağının sözünü verse de bu anlaşmadan sonra da pek değişen bir şey olmuyor.

    hatta 1895'te, şair jose marti'nin önderliğindeki sürgün siyasiler tarafından gerilla mücadelesi başlıyor. yani, en başta bahsettiğim ''küba'da devrim önceden beri sancılı bir şekilde geliyordu'' lafını burada hatırlatmak isterim. bu sefer adaya 200 bin(250 bin diye geçen kaynaklar da mevcuttur ama 200 bin kabul edilir genelde) kişilik bir çıkarma yapan ispanya'nın, savaş ortamını iyice alevlendirmesinden sonra, zaten halihazırda ekonomik bunalımlar yaşayan küba'nın, iyice bunalıma girmesine sebep oluyor. adadaki ekonomide söz sahibi olan amerika da bu durumdan rahatsız olup(tabi ki kendi çıkarı için, küba için değil) ispanya'ya dandik bir bahane ile savaş açıyor.

    bu kısa süren savaşın ardından ispanya yeniliyor ve paris anlaşması imzalanıyor. bu anlaşmaya göre 1 ocak 1899'da küba bağımsızlığını kazanıyor ama bir amerika'nın işgali altında bir bağımsızlık oluyor bu.

    paris anlaşmasından sonra istediklerini uygulayan amerika, guantanamo'da da bir üs kurup tüm isteklerini gerçekleştirince adadan çekiliyor. bundan sonra küba'da, cumhurbaşkanlığı dikiş tutmaz bir hal alıyor. amerikan müdahalesi sonrası cumhurbaşkanı seçilen, ismi itibari ile real betis'in sol açığında görev yapan bir ispanyol izlenimi veren jose miguel gomez, küba'da cumhurbaşkanlığının, diktatörlük olarak adlandırılmasının ilk temellerini atıyor.
    daha sonra, castro kardeşler ve che'nin başkaldırışına sebebiyet verecek olan sorunlar, ilk olarak jose miguel gomez döneminde gözlemleniyor. ülkede rüşvet, yolsuzluk, adaletsizlik, itlik, değnekçilik, hıyarlık almış başını giderken, bu sorunlara karşı koyanlar ise sert yaptırımlarla karşılaşıyor. seçimlere hileler karışıyor; demokratiklik adı altında monarşi uygulanıyor.

    1933'te, amerika'nın arkadan yaslanması ve iteklemesi ile gerardo machado'yu deviren fulgencio batista, her anlamda küba'nın kaderini değiştiren adam oluyor. göreve gelir gelmez hemen klasik olarak ''harika bir takımım var. bu takımı hak ettiği yerlere getireceğim. sıralamadaki yerimiz, hak ettiğimiz bir yer değil'' diyen 3.sınıf teknik adamlar gibi, ilk yıllarında herkese güler yüzlü davranıyor batista da. muhaliflere uygulanan sertliği ortadan kaldırıyor, herkese mavi boncuk dağıtarak kredisini yükseltiyor. zaten bu sayede 1940'da da başkan seçiliyor.
    herkes gibi o da paraları cebellezi ediyor ama ekonomik olarak ülkeyi rahatlatıyor. yatırımlar ve eğitim alanında değişiklikler de yaparak, halkına ''adam yiyor ama çalışıyor da'' dedirtiyor. 4 yıl boyunca halkına ölümü gösterip sıtmaya razı eden batista, 1944'te kurmaylarına ''epey para indirdim ben gençler. yaptığım yolsuzluğun haddi hesabı yok. şimdi bu paraları çatır çatır yeme vaktidir. '' diyerek, görevinden ayrılıyor.

    batista'nın 1944'te görevden ayrılıp karı kız peşine düşmesinin akabinde, 1952'ye kadar, 8 yıl boyunca küba'da tüm kamu hizmetleri çöküyor; yine değnekçilik ve yolsuzluk had safhaya ulaşıyor. batista'nın gerçek planı da aslında bu muydu bilinmez -ki batista'nın bu kadar zeki biri olacağını zannetmiyorum- 1952'de, askeri bir darbe ile yeniden başa geçiyor. yalnız bir farkla; bu sefer gerçek bir diktatör olarak. göreve gelir gelmez hemen üniversite ve basını denetim altına alması da zaten niyetinin apaçık göstegesi olarak söyleyenebilir. tabi batista efendi ülkeyi kumar ve fuhuş yuvasına çevirirken, çocuk yaştaki kızları genelevlere kapatıp arsızlığın, namussuzluğun kol gezmesini sağlarken, amerika'nın ve ensesi kalın terli şişmanlarının ada halkının kanını emmesine izin verirken, kendi sonunun başlangıcında olduğundan haberdar değildir.

    batista'nın yeniden göreve gelmesinden sonraki icraatleri, çok kısa sürede tepki bulur ve fidel castro'nun sahneye çıkmasını sağlar. 26 temmuz 1953 moncada kışlası baskınını gerçekleştiren castro kardeşler, az sayıda ve donanmasız olarak kışlaya saldrır. zaten sayıca az olan bu saldırı birliğinden çok az kişi hayatta kalır. (bunu bir arkadaşıma anlatırken ''fidel castro kurtuluyor mu'' diye sormuştu. ne bileyim, anlık da olsa böyle bir tepki vereniniz varsa: http://i.imgur.com/5yzpu.jpg) hayatta kalanlar ise yakalanır ve hapse atılır. bu baskın her ne kadar başarısız olsa da, küba devrimi'nin başlangıcıdır.

    fitil, artık ateşlenmiştir.

    castro kardeşler 15 yıl hapis cezası alsalar da, batista -kendi adına- hayatının hatasını yapar ve baskılara dayanamayarak 1955'te kışla saldırısını gerçekleştirenler dahil, siyasi tutukluları serbest bırakır. raul ve fidel castro kardeşler meksika'ya sürgün edilir. meksika'ya sürgün edilen diğer kübalılar ve meksika'daki mevcut kübalalılar ile gücüne güç katan, formasında ter olan fidel castro, biriyle daha tanışır orada:

    ernesto che guevara.

    ***

    che guevara, zaten hali hazırda latin amerika'yı dolaşırken(kosta rika, bolivya, panama, honduras, peru nikaragua, ekvador, el salvador) tanıklık ettiği, gözlemlediği, bizzat şahit olduğu; yoksulluk, adaletsizlik ve eşitsizliğin tek çözümünün devrim olduğu kanaatine varmış, bu yönde çalışmalar ve eylemler gerçekleştirmişti. küba devrimi'nden önce arbenz guzman ile birlikte guatemala'nın sosyalist devriminin bizzat içinde bulunmuştu. -ki guatemala, saydığım diğer ülkelerden sonraki durağı oluyor-

    ''guatemala’da gerçek bir devrimci olabilmek için gerekli ne varsa yapacağım[...]''

    amerika destekli castillo armas, çekoslakva'dan gelen silahların arbenz guzman tarafından dağıtılışını engelleyememiş ve dolasıyla direnişe en başta karşı koyamamış olsa da, hava desteği ile direnişi kırmayı başarmış, istediğini almıştır.
    işte tam burada, che'nin kafasındaki bir çok parça birleşmiş, fikirlerini netleştirmiştir. amerika'nın emperyalist ve eşitsizliğe karşı koyulan ülkelerdeki bu muhaliflere izin vermeyeceğini anlamış; daha da önemlisi, devrimin silahsız yapılamayacağına ikna olmuştur.

    darbe sonrası arjantin konsolosluğuna sığınan guevara, daha sonra meksika'ya kaçar. meksika da ise, batista tarafından serbest bırakılıp sürgün edilen kübalılar ve raul castro vardır. guevara ile ilk olarak raul castro tanışır,. daha sonra raul castro kendisini fidel castro ile tanıştırır. fidel castro'nun gerçek bir lider olduğunu sezen guevara, küba devrim'inde aktif olarak rol almaya karar verir. örgüte doktor olarak katılsa da, diğerleri gibi albert bayo'nun tornasından geçerek, askeri bir eğitim alır.

    eğitimini tamamlayan grup, 25 kasım 1956'da granmayatı ile küba'nın doğusuna doğru yola çıkmıştır. plan basittir; hedefledikleri yere ulaştıklarında, küba'daki diğer diğer devrimciler ile çok sayıda çatışma çıkacak, karşı koyamayan batista yönetimi'nin kıçına tekme basılacaktır. en baştan plan işlemez ve yat, beklenenden daha uzağa, daha geç ulaşmıştır. bu, küba'daki diğer devrimciler ile irtibat kurmayı imkansız kılmış, karaya ayak basan grup çatışmanın ortasında kalmış ve yine, moncada kışlası baskınında olduğu gibi, çok azı hayatta kalmayı başarmıştır.

    ***burada bir anekdot: bu çatışma esnasında, bir örgüt üyesinin düşürdüğü cephaneyi almak isteyen che guevara, elindeki tıbbi malzeme çantasını bırakmak zorunda kalır. yani, doktorluğunu yere bırakır ve yerden savaşçılığını alır.

    kendi ağzından: [...][belki de bu tıbba olan bağlılığımı mı yoksa devrimci bir asker olmanın gereklerini mi yerine getirmeyi seçme konusunda hayatımda karşılaştığım ilk çelişkidir. ayaklarımın dibinde tıbbi malzeme dolu bir sırt çantası ile bir cephane sandığı vardı. ikisini birden taşıyamayacağım kadar ağırdılar. tıbbı geride bırakarak cephaneleri yakaladım[...]***

    hayatta kalan grup, sierra maestra dağlarına sığınır ve batista'ya karşı gerilla mücadelesi de tam olarak burada başlamış olur. devrim hareketinin komuta ve çekirdek kadrosu olan 4 kişi ( fidel castro, raúl castro, camilo cienfuegos, che guevara) bir aradadır.

    fidel castro'nun önderliğinde, batista garnizonlarına baskınlar yapılarak, batista'nın sinirden kendini sikmesi ve prestij kaybetmesi amaçlanmış, bunda da başarılı olunmuştur. her baskın castro adına, devrim adına olumlu sonuçlanmıştır. batista da boş durmamış, dağlarda gerçekleşen kayıplara, şehirde sert ve kanlı tepkiler vererek misillemeler yapmıştır. adeta satrança dönen ikili oyunlarda, che ve raul castro'nun batista yanlıları ve castro düşmanlarını idam etmesi ile; batista'nın süleyman çakır'ı ölmüş polat alemdar triplerine girmesi ve bir gecede 6 kurmayını siktir etmesi amaçlanmışsa da başarısız olunmuştur. bu idamlar, batista'ya karşı verilen göz dağı olmuş ve öyle de kalmıştır.

    26 temmuz hareketine bağlı örgütler sayıca az, hatta çok çok az olsalar da, batista komutasından ordunun askerleri çatışmak istemediği için, her defasından büyük kayıplar veren taraf olmuştur.(kurtlar vadisinde şahin ağa ''azdan az, çoktan çok gider'' dediği zaman bu lafı pek iyi anlamamıştım. şimdi düşününce, derin laf etmiş adam. mesela batista ordusu 30.000 kişilik. ve bu adamlar takımında mutsuz olan ve kesici özelliğini sahaya yansıtamayan zenci ön libero gibi isteksiz. her çatışmada castro yandaşları 3-4 kayıp vermesine karşın, batista ordusu 100-150 kayıp vermiştir. kurtlar vadisi deyince kafanız karışmasın. konu dağıldı amına koyim. şahin ağa nerden çıktı)
    hatta verano operasyonu'nun -bu operasyonda 10-12 bin askerle dağlara saldırı düzenlenir- la plata muharebesi diye adlandırlacak olan bölümünde, castillo güçleri 250-270 arası esir verirken castro güçleri sadece 3 esir vermiştir. tüm bunların yanında, castillo'nun yeni saldırısı karşısında hazırlıksız yakalanan castro güçleri, ağır kayıplar vermekten de kurtulamamış, 1 ağustos'da geçici ateşkes önermiş ve bu ateşkesten istifade ederek, güçlerini yeniden dağlara çekmiştir.

    bunların üstüne, 14 mart 1958'de de küba ambargosu uygulanmaya başlamıştır. bu ambargo, en çok batista'yı etkilemiştir çünkü, elindeki en büyük güç olan hava kuvvetleri için parça getirtemesi engellenmiştir. bu da pskiolojik bir gerilemeyi beraberinde getirmiştir.

    ağır kayıp verdiği ve geçici olarak ilan edilen ateşkesten faydalanarak yeniden dağlara kaçtığı operasyon sonrası strateji değiştiren ve saldırmaya karar veren castro; kardeşi raul castro ve juan almeida ile birlikte şimdilerde 4'e ayrılmış olan oriente bölgesinden saldırıya geçmiştir. diğer yanda da che guevara, camilo cienfuegos ve jaime vega komutasındaki ekipler, santa clara'ya doğru saldırı amacıyla yola çıkmıştır bile. castro, girdiği çatışmaları tek tek kazanmış, kazandığı yerlerdeki cephaneler sayesinde daha da kuvvetlenmiştir. jaime vega'nın ekibinin tamamiyle yok edilmesinden sonra, che ve camilo komutasındaki ekipler, castro güçleri ile birleşmeyi başarmış ve yaguajay çatışmasını kazanarak, devrimin adeta geldiğinin sinyallerini vermişlerdir.
    santa clara şehri ise çok geçmeden(hemen ertesi gün) düşürülmüş, batista'nın şener şen koşuşu ile ülkeyi terk etmesi sağlanmıştır. zalım batista, hayın batista, ağzından jilet çeviren batista, çocukları geneleve kapatıp ülkeyi fuhuş yuvası haline getiren amcık batista, dominik cumhuriyetine kaçmıştır ve harekat, başarı ile tamamlanmıştır.

    devrim sonrası ilk olarak yabancı şirketleri kamulaştıran castro'nun, toprak reformu gibi hamleleri sonrası, amerika rahat duramayıp, domuzlar körfezi çıkarmasını yapmıştır. bu çıkarma esnasında zaten amerika ile kanlı bıçaklı olan bir diğer süper güç olan sscb'nin de devreye girmesi ile, amerika üçün birini alarak çıkarmayı sonlandırmıştır.

    ***

    aslında görüldüğü gibi, küba devrimi ideolojik bir devrim değildir. batista diktasına baş kaldıran küba halkının bir eseridir. yani küba'ya sosyalist devrim yapalım düşünceleri ile yola çıkılmamış, devrimden sonra sosyalist bir yapılanma başlamıştır. bunda, sscb'nin küba'ya yardımlarını esirgememesi de büyük rol oynamıştır. castro'nun avizelerimiz mavizelerimiz her şeyimiz eksik söylemlerine, sscb hiçbir zaman yanıtsız kalmamıştır. misal, şeker pancarı ithal etmesine gerek olmamasına karşın, ihracatın %100'ünü almıştır. ada'da amerikan işgali tehlikesi başlayınca, hemen küba'ya balistik füzeler yerleştirmiş ve ''müdür bu, buna konuş şimdi'' diyerek göz dağı vermiştir. (bkz: küba füze krizi)

    devrimin her yanıyla harika olduğu düşüncesinde olanlar ise büyük yanılgı içindeler. zaten öyle bir kitle var ki, küba devrimi hakkında olumsuz bir şey söylesen, hemen seni komünist/sosyalist düşmanı ilan ediyorlar. hayır öyle değil. küba devrimi, özellikte sonrasında, büyük hataları ihtiva etmiş olan bir harekettir.

    devrimin kanlı olması sebebiyle eleştirilmesi konusunda biraz çekimserim. devrimin bir kutu çikolata ile batista'nın makam odasına girilerek ''aga bak şimdi, biz senden memnun değiliz. al bu çikolatayı, siktir git. ver bize ülkeyi'' demekle olmayacağının farkındadır herkes. şu veya bu şekilde, ortada bir zulüm vardı ve birileri buna baş kaldırdı. bu devrim gerçekleşti. kanlı olması gerektiği için de kanlı gerçekleşti. devrimin kanlı olmasını eleştirenler konusunda anlaştıysak, diğer tarafa geçelim.
    bir de ''hayır bu devrim kanlı olmadı. yani kan aktı ama az aktı. böyle birazcık aktı'' diyerek, savunma yapacağım derken devrim sürecini baltalayan bir kitle de mevcut. bu da yanlış. kabul etseniz de etmeseniz de, devrim kanlı oldu. (ama ile başlayan bir cümle kurarak itiraz edecekseniz, etmeyin, bu paragrafın ikinci cümlesini okuyun)

    devrim sonrası politikalarda ciddi hatalar ve yanlışlar olduğu ise aşikar. bu yönüyle de devrim, yanlışları beraberinde getirmiştir. en son raul castro bir reform daha gerçekleştirmişti. yanlış hatırlamıyorsam, ülkede sürekli ikamet izni olanların yurt dışında kalma süresi 11 aydı ve bu 24 aya çıkarılmaya çalışlıyordu. buna gelene kadar, küba'dan yurt dışına çıkmaya çalışanlara hain ve devrim düşmanı olarak bakılıyordu. küba'da yurt dışına çıkış vizesi almak, asgari ücretle çalışan ortalama bir türk vatandaşının ingiltere vizesini almasından daha zordu. sırf bu yüzden amerika'ya yaklaşık 1 milyon kübalının kaçtığını ise sanırım bilmeyen kalmamıştır.

    bunun yanında kısmi de olsa özelleştirmeler de artık yapılıyor küba'da. çünkü mecburlar. daha 2 sene önce ''uçurumun kenarında dolaşma vakti doldu; ya durumu düzeltecek ya da düşeceğiz'' diyen kişi, raul castro'nun kendisiydi. hatayı aslında buralarda da değil, biraz eskilerde aramak lazım. sovyetler birliğine bu kadar bel bağlamış olmanın nesi mantıklıydı, hangi dayanağa göre yapılmıştır bu.. sovyetlerin yıkılması ile ihracatın dibe vurması ve izlenen neoliberal politikalar, ister istemez kapitalizm seslerinin yükselmesine sebebiyet vermeyecek miydi sanki.. çok küçük ölçekte, vergisini vermek şartıyla 181 alanda kişilerin artık kendi ekonomik faaliyetlerini yürütebilecekleri karara bağlanmıştı. (berber, bakkal, marangoz, saat ve gözlük tamiri vs)

    toprak reformu konusundaki özelleştirme cazgırlığı ise biraz yersiz. tarım alanlarının bireysel olarak işlenmesi konusunda ''aha işte, al sana boru gibi özelleştirme'' dememek lazım. bak şimdi basitçe anlatayım neden öyle söylenemeceğini.
    devletin elinde tarıma el verişli toprak var ama burada ekonomik sebeplerden dolayı endüstriyel tarım yapılamıyor. tüm dünya'da sebze ve meyve fiyatları hayvan gibi artarken ve de küba'nın elinde tarıma el verişli toprak varken, küba'nın kalkıp bir sürü teknoloji ve ıvır zıvır girdiyle uğraşarak toprakları işlemesi çok mantıksız. bunun yerine, klasik ve basit yöntemlerle bu toprağı işleyecek olan çiftçi, küba'nın tam olarak aradığı şey. dışarıdan da çiftçi getirmenin hiçbir mantığı olmadığına göre, devlet bu toprakların kullanım hakkını vatandaşına veriyor. mülkiyet hakkını da değil bak, kullanım hakkını. böylece hem tarımsal araziler boş durmak yerine işlenmiş oluyor, hem de devlet meyve ve sebze ithal etmekten kurtuluyor.(en azından yükünü azaltıyor)
    buna da tam olarak özelleştirme denemez takdir edilir ki. buna özelleştirme diyen adama, devrimin hemen sonrasındaki toprak reformunun hatırlatılması gerekir.

    şu ara en çok konuşulan konulardan biri de internet. hatta şu an küba'da, bir internet direniş örgütü de kurulmuş durumda. kişisel olarak internet bağlantısına sahip olmak yasak. internetten de sadece günlük gazetler vs. okunuyor. hani o ''özgürlük'' deyince akla gelen küba'da oluyor bunlar. 11 milyon nüfuslu küba'da, sadece 40 bin kişi internetin tadına varabilmiş. internet sansürü ülkemizde de uygulanıyor ama en azından sadece sansür. küba'da ise bildiğin yasak.
    bu konuda gerekli adımlar ise henüz yeni yeni atıldı. atıldı bile değil, atılacak. hükümet havana'da internet kafeler açmayı, kablosuz bağlantıları yaygınlaştırmayı planlıyor. bunun için ayrılan bütçe, yıllık 100 milyon dolar.

    ***

    anlatılacak şeyler aslında bitmez. birkaç örnek ise derdimi anlatmaya yetmiştir umarım. kısacası, devrim oldu ve kübalılar müthiş bir hayata kavuştu diye düşünenler yanılgı içinde. sadece batista diktasından kurtuldu ülke. bunun dışında devrimin getirdiği birçok olumsuzluğu da yaşadılar. olumlu şeyler de oldu, olumsuz şeyler de oldu; olmaya da devam ediyor. sonuçların tam olarak ne ifade ettiği, sanırım biraz da bireysel bir yargı. hayata hangi açıdan baktığınıza bağlı olarak, küba'nın durumunu değerlendirip, olumlu ve olumsuz yanlarını kendi terazinizde tartabilirsiniz. ulan arbenz guzma
  • şu tuhaf gezegenimizde, tarih denilen şu anlaşılmaz büyüklükteki zaman kavramında, ileriye doğru atılmış bir adımdır. en güzel adım değildir belki... bizi getirdiği yer de şahane bir yer değildir elbet. ama insanlığın her geçen gün daha bir kötüye giden bugününde, yerinde saymak isteyenlerin veya geri geri yürümek isteyenlerin, anlasa da anlamasa da, bir bahane ile karşı çıktığı bir ileri adımdır. ve elbet bu yüzyılın gerçekten en güzel adımıdır.
    yürüyelim.
  • özgürlük için savaşanların devrimidir ve kazanmışlardır amerika'nın arka bahçesi bir ülkeden bir efsane yaratmışlardır.. aman özgür olmayalım da barış olsun diyenlere göre hiç değildir. zira devrim güllerle yapılmaz.
  • devrimler içinde en insancıl olanlardan biri. öyle denildiği gibi katliamlar falan olmamıştır. insanlarını dünyadan soyutlaması gibi bir durum olmamış, dünya kendinden farklı bir sistem, insanın insan olduğu bir sistemi görmeye tahammül edemediği için küba'yı kendinden soğutmuştur ve bunu tu kaka küba devrimi diye davulla zurnayla dünyaya ilan etmiştir. son notumuzda şu olsun küba devrimi, devrim yapıldığında temel prensiplerden, yazılı olmayan temel prensiplerden biri olan ülkenin bayrağını değiştirelim prensibini uygulamamış, bayrağı olduğu gibi tutmuştur. bayrak fetişizmi değil amacım, bayrak örneğiyle yıkıcılıktan ne kadar uzak olduğunu vurgulamak. karayiplerde insanca kendi kendine yaşayan insanlara çamur atmak zevkli olsa gerek ama yağma yok...
hesabın var mı? giriş yap