• "birçok kötü alışkanlığım var ama onları nadiren kullanıyorum." -valentina gherardini *
  • rv 439 numaralı, antonio vivaldi'nin bizlere geceyi anlattığı flüt konçertosu. riemann'ın bahsettiği gibi genelde 3 veya 4 bölümde oluşan konçertoların aksine 6 bölümden oluşmaktadır ama ilk 5 bölüm çok kısa sürmektedir. bu konçertoyu dinlediğimde eğlenceli bir partide geçen bir gece aklıma gelir. acaba bizim kızıl papaz da böyle bir gece mi düşünmüştü, kim bilir?

    birinci yavaş bölüm görkemli girişiyle alacakaranlıkta geçer. gizemli, güzel ve zarif bir gecenin gelmekte olduğunu haber verir.

    ikinci hızlı bölüm bu eğlenceli gece için yapılan hazırlıkları ve eğlenceye giderken insanın içindeki kıpır kıpır olma halini anlatır.

    üçüncü yavaş bölüm bu eğlencenin tam başlamasından önceki dostlarla sohbet edilen, hal hatır sorulan huzurlu ve dingin zamandır, sonunda parti yerine varılmıştır. biraz cuma akşamı mesai sonu yaklaşırkenki anları hatırlatır. birazdan yapılacak eğlencenin coşkusundan kıpır kıpır olma hali belli edilmemeye çalışılsa da devam etmektedir

    dördüncü hızlı bölüm, eğlencenin dibine vurulduğu zaman. bu bölümde çılgın atan yaylılar bize dansın ve kendini kaybetmenin coşkusunu, yemeyi içmeyi, kısaca hayatın en güzel anlarını anlatır. kısa tutulmasına en çok üzüldüğüm bölümdür. bu coşku kesinlikle daha uzun anlatılmalıydı.

    kızıl papazın bize sürpriz yaptığı beşinci yavaş bölüm, aynı zamanda özel olarak isim verilen tek bölümdür. ismi "il sonno" yani uykudur. yorgun geçen partinin ardından huzurlu ve deliksiz bir uykuyla dinlenmek resmedilir. sürpriz ise bu bölümün dört mevsimdeki* sonbahar konçertosunun (rv 293) orta bölümünün transkripsiyonu olmasıdır. yani dört mevsimde keman ile çalınan bu beste burada flüt ile çalınmaktadır ama daha kısa tutulmaktadır.

    en uzun tutulan ve yaylıların artık resmen delirdiği altıncı hızlı bölüm gecenin bitişini ve yeni güne başlarken yapılan hazırlıkları ve koşuşturmaları anlatır.

    edit: bu arada rv 104 numaralı aynı başlığa sahip bir konçertosu daha var kızıl papazın. 104 numaralı konçerto flüt, iki keman ve fagot için yazılmış. bu iki konçerto birbirlerine oldukça benziyorlar ama şahsen ben 439 numaralıyı daha çok seviyorum.
  • "whenever i try to communicate, love disappears" valentina gherardini'nin bu sözleriyle özetlenebilecek ilişkileri var karakterlerin. anlamsız diyaloglar, sıkılmışlık, soğukluk, mesafe... giovanni'nin karısı lidia'ya yazdığı o meşhur mektubu unutması da yine uzun yılların sonucunda çiftin arasına giren uzaklıktan kaynaklanmış olabilir ya da mektup belki başarılı bir yazar olmasının ürünüydü, hiçbir zaman karısına hissettiklerini yansıtmadı.
    her karesinde yabancılaşmanın hissedildiği bir başyapıt, bence michelangelo antonioni'nin en güzel filmi.
  • acıyı ve yalnızlığı, sömürmeden ve bayağılaştırmadan tertemiz anlatır la notte. yalnızlık ne sürreal varoluşsal bir hezeyandır, ne de katarsise kurban giden bir unsur. karakterlerin yaşadığı, kimi zaman kayıt cihazından dinlenen, kimi zaman yağmur altında sırılsıklam ıslanılan, ya da unutmaya yüz tutulan fabrika yolunda kaçışı aranan kanlı canlı gerçek sorunlardır. bu net gerçeklik, filmin bitiminde, anlatının bunalımının aksine; adeta bir iç rahatlığıyla koltuktan kalkmanızı sağlar. antonioni'nin kamerası öyle zarif hareket eder ki; karakterlerin duyguları ve yaşadıkları arasında salınıp durdukça, bunun yıllar yılı unutamayacağınız ve mutlaka tekrar izleyeceğiniz bir film olduğunu bilmenin hazzını yaşarsınız.
  • 1961'de altın ayı ödülünün sahibi filmdir.
  • üç senaristinden birinin tonino guerra olması şaşırtıcı dlmayan film.
  • antonioni'nin iletişimsizlik üçlemesinin ikinci filmi yani gece. birincisi l'avventura (macera), üçüncüsü l'eclisse (batan güneş/tutulma).

    "hastaneler gittikçe gece kulüplerine benzemeye başladı. insanlar son ana kadar eğlenmek istiyorlar." antonioni daha 1961'de kapitalist sağlığın sonunu, yönünü görmüş. sektör özel hastanecilikte karı 'otelcilik hizmetlerinden' kazanmıyor mu?

    kitap ve yayın dünyası farklı mı? giovanni karısıyla kitap tanıtım kokteyline gidiyor. 50 yıl sonra biz elif şafak, orhan pamuk kitap reklamı, promosyon, tanıtım yaptı diye kızıyoruz. e, aynı düzene ayıla bayıla, hem de asker ve darbe marifetiyle, sokakta insanlar ölmesindi artık diyerek koştura koştura arka kapıdan giren de türkiye halkı değil miydi?

    arkeolojik eser haline geldiğinden film cillop gibi purfina markasına reklam yapamamış (filmde gösterdim diye firmaya yüklü fatura gönderememiş). purfina neydi kim bilir, tarih olmuş olabilir. canını koruduğu için daha küçük bir tabelada görünen fiat, reklam vermiş sayılabilir hala: purfina'ya selam, fiat'a devam.

    --- spoiler ---
    "her milyoner kendine bir aydın seçer. o da seni seçti işte."
    ***
    lidia: "hayır, yapma. artık seni sevmiyorum. sen de beni sevmiyorsun. hadi söyle."
    giovanni: "hayır, söylemeyeceğim işte."
    --- spoiler ---

    (bkz: flaneur/@ibisile)
  • filmi bir kere izledim, ama defalarca tavaf edilmeye değer.

    ***

    bu evlilik ne menem bir şey abiler!

    bu yaşam kime güzel?!

    rutin bir hastalık!

    yalnızlık insan geçirmez derimiz!

    kadın erkek. ne uyumsuz uyumlu cinsler!

    (bkz: cins)
  • hadi biraz konuşayım. bazen durdurup filmi üzerine düşünmem gerekti kısa diyaloglar bazen uzunlarından daha açıklayıcı olur bırakınca kelimelerin sınırlayıcılığını sen bildiğin biriktirdiklerin kadarıyla çok fazla gidebiliyorsun. işte biz edip i bu yüzden sevdik ;) baştan başlayayım sokaklarda çok başıboş gezen biri olarak genel de lenste takmam bi arabanın bana çarpma ihtimalinin olmadığı yerlerde kadının - evet ismini hatırlayamıyorum- o ilgisiz bakıp geçmeleri sonra devam etmelerini çok iyi bildiğimi düşünüyorum - bi kerede kendini bırak denilenilir burda da ama yaşadığım bildiğim hissetiğim kadarını anlayabiliyorum- sonra iki kere dinlediğim mektup hakkında konuşayım onun başı romantik mi sayılır acaba bence hiç değil en azından bir kısmının romantizmle uzaktan yakından alakası yok : 'dağınık saçlarının altından kapalı gözlerini gördüm bu beni derinden etkilendi. haykırmak seni uyandırmak istedim ama öyle bir derin uykudaydın ki loş ışıkta tenin capcanlı ve öylesine tatlı ışıldıyordu ki öpmek istedim seni ama uyandırmaktan korktum.' burdaki uyumak, derin uyumak, haykırarak uyandırmak istemek kadının teninin uykudaki capcanlı hali . bunlar şu katmanlandırma diyebileceğim aslında ilk görünenin asıl olanla alakasız oluşunu boşverip bu tarz yaşamdan uzak hayatı sadece mutlu olmak için yaşayan simple is the best diyen insanların uyku halindeki bilmemelerin verdiği mutluluğu anlatan metaforlar olamaz mı? ve bilirsiniz 'gerçek can sıkar uyandırma' mutsuz oluyor konuştukça insanlar mutsuz etmekten korkuyorum sevdiklerimi ha sevmediklerim mi onlara bir şey anlatmıyorum zaten bu uyandırmaktan korkma isteği tam olarak bu değil mi ? başka bir sahne hastanede yatan kızın cinsellik çağrıştıran histerisi. bu cinsellik mevzusunda bi ara çok takılmıştım ama bilmediğin yerde çok ileri gidemiyorsun, yarım kalıyor. bende baktım bulamıyorum içimde sıkıntı olarak kaldı. şimdi acaba cinsellik bir tür histeri mi ama bunda filmlerdeki mumlar güller loş ışıkları bi kenara atmak lazım saf insanın -ki bu dayatılar öğretiler bırakılırsa, itelenirse artık orda insan diye bir şey kalır mı ondan da kuşkuluyum -cinselliği artık öze inmiştir dürtü en saf halindedir hiç bir dayatma yok üstünde çünkü. bu bir isteri olarak mı çıkar ortaya ? kosmos ta bir sahne var youtube da vardı sanırım neptünle kosmos'un bir nevi yakınlaşma diyebileceğimiz ama sadece diyebileceğimiz değişik hayvani sössüz bağırışlar içeren sanki hiç bir yerden üstüne bir şey eklenmemiş saf kaynaktan olduğu gibi çıkan heyecanı belki biraz da şiddeti anımsatan bir sahnesi, bir nevi kur yapmak gibiydi. işte o kızın isterisi bana bu sahneyi çok hatırlattı sössüz pek üzerine yakıştırılacak bir kelimenin olmadığı çoşkulu bir şeyler bazen bazı hissetiklerim için kelimeler bulamıyordum o zaman kelime haznem yetmiyor diyordum ama şu da olabilir insanın temelinde hissedebildiği duygular o kadar bastırılıp yumuşatılmış ki onları en derinden hissedince adları olmadığı için tanımsız kalıyorsun. işte öyle zamanlar koşturuyorum bu bir ironi değil cidden koşuyorum anlatamamaktan. devam edeyim belki hepimizin kökende cinselliği- bak cinsellik yine duygu muygu içermesin aklında at onları dışarı, onların hepsini unut bir istek bir arzu gibi düşün- bu tür bi isteri şeklindedir ama yüzümüze sert hemşire tokatları yememek için bastırıyoruzdur ya da o tokatlardan korktuğumuz için bilinçaltı bizim yerimize haber bile vermeden o işi hallediyordur. daha çok konuşulacak konu var karakterlerin anlattığı üzerine ama onlar çok klasik artık biraz daha ilgimi çeken kısımlardan bahsetmekle kalayım.
hesabın var mı? giriş yap