• 1962'de blanchot'dan bir roman belirdi 'unutuşu bekleyiş': isimsiz bir adamla bir kadının bir otel odasını paylaşması üzerine kurulnuş nerdeyse olaysız bir anlatı metnin .her parçası bir yıldızla (şöyle yani: ).isteyen zümrüt te diyebilir-ayrılmış bir metin mesela:.
    o(kadın) vardı, henüz onun kendi imajı, ve kadının imajı, ama anımsayış değil, kendini unutuşu.onu görürken, nasıl biri olabileceğini unutulabilmiş olabileceğini görüyordu bazen onu unutyordu, bazen anımsıyordu, bazen hatırlayış be anımsayışı unutuyordu ve herşeyi bu anımsayış içinde unutuyordu..yine blanchot'nun heidegger ve levinas esinli 'ölüm üzerine bir meditasyonu'yla karşı karşıyayız

    levinas'ın blanchot üzerine yazdığı bir kitapta bahsettiği şekliyle 'eşitlik, adalet, şefkat, iletişim ve aşkınlığı özetleyen bir formüle göre'

    blanchot bu kitapta diyor ki:

    "sevgililer 'beraber(dirler); ama henüz değil"

    derrida ise levinas üzerine düşüncelerini yazdığı kitabında sevilen kişinin

    "baskası gibi yani kendini göstermeyen temalaştırılmasına izin vermeyen biri gibi" olduğunu anlatır

    (yanımda oturan oğlanın aftershave'i yüzünden duraksıyorum...kafamı toplamağa çalışıyorum..:)
  • blanchot'nun unutmayı ve beklemeyi önce eserin ve yansız karakterlerin içine sonra da hiçliğin kendisi olan dışarıya saçtığı, hiçbir türe yerleştirilemeyen kısa ama derin eseri -bekleyiş unutuş-, bir alıntı:

    ..."unutmak, gizli yetenek.

    unutmayı, saklanmış olan, gizli yetenekle kurulmuş bir uyum olarak kabul etmek .

    unutmaya, onun bize geldiğinden fazla yaklaşmıyoruz, ama birdenbire, unutmak önceden beri hep orada olmuş oluyor ve unuttuğumuz zaman, çoktan her şeyi unutmuş oluyoruz, biz unutmanın devinimsizliği ile orantılı olarak, unutmaya doğru hareket ederiz.

    unutmak, unutulan bir ilişkidir. öyle ki, ne ile kurulduğunu gizli tutar ve bu gizin gücünü ve anlamını alıkoyar.

    unutmada, kaçıp giden bir şey ve unutmaktan kaynaklanan, aynı zamanda da unutmanın kendisi olan bir dolambaç vardır.

    * biraz sonra, sukunet içinde, çoktan her şeyi unutmuş olabilme ihtimaline karşı temkinli olarak, uyandı.

    bir sözcüğü unutmak, bu sözcükte bütün sözcükleri unutmak.

    * “ gel ve bize yok olan şeyin mülkiyetini, bir kalbin devinimini geri ver.”

    * unutmanın kendini söze bırakabilmesi ve sözün onu, sanki kendi kıvrımlarıyla, onunkiler arasında bir uyum varmış gibi kabul etmesi tuhaf şeydi.

    unutuşun ilerlediği yönde yazmak .

    unutuşun, her sözden önce dile gelmesi, her sözün unutulmaya mahkum olduğunun yanı sıra, unutmanın sözün içinde huzur bulduğunu ve onu gizli olanla uyum içinde tuttuğunu simgeler.

    unutuş, kendisine her gerçek sözün verdiği huzurla, kadının unuturken bile konuşmasına izin veriyor.

    unutuş, her sözde huzur bulsun.

    * "bu yere bir kez daha girmeyeceksin." –—"gireceğim, ama bir kez bile değil."

    gözlemlenmemiş olanı gözlemek.

    *adam, kadının sözlerinden, unutuşun nasıl bir sukunet içinde, söze yaslandığını öğreniyordu.

    unutmanın soluk alıp verdiği yer, hafıza.

    adama, kadından ulaşan ve bütün hikayenin üzerinden geçen nefes, unutmanın soluması.

    * unutmanın içinde, yerinden ayrılmış olan şey, unutuştan kaynaklanan dolambacı tam olarak saklayamaz.
    "ölümü unutmak, bu sahiden ölümü hatırlamak mı olur? ölümle uyuşabilecek tek hatıra, unutmanın kendisi midir?" –— "imkansız unutuş. her unutuşunda, unutarak hatırladığın şey ölümdür."

    ölümü unutarak, unutuşun ölüme bahşettiği ve içinde ölümün unutuşu desteklediği o yerde bulunmak ve ölümden unutmakla, unutmaktan da ölümle kaçarak, böylesine ikili bir kaçışla, gerçek bir dolambacın girmek.

    unutmaktan yola çıkarak hareketsiz bir bekleyişe başlamak.

    * gözlemlenmemiş varoluşu gözlemek.

    bir anlığına kadına bak, omzunun üzerinden, ona doğru tamamlamayacağın bir bakış at, ona bakma, bak; sadece tamamlamayacağın bir bakış at.

    kadın nerdeyse fazlaca oradaydı, orada değildi, orada bulunuşuna doğru eğilmişti, yok da değildi, kendindeki varoluşunun gücüyle etrafındaki nesnelerden ayrılmıştı.

    * "peki o halde neden devam edeyim?" –— "bunun nedenini biliyorum; böylelikle kendi önünüzde, konuşmayacağınızı kesinlikle onaylayabilirsiniz." –— "o halde size söyleyemediklerime karşı biraz daha anlayışlı davranın."

    kadının söylediği şey, -adam onu, buna karşı uyarmamış değildi- yiğitçe, varlığını gizleyerek savaşmayı bırakmıyordu. "neye karşı?" –— "bunu keşfedebilseydik, şüphesiz bu savaşın ödülüne kavuşmuş olurduk." –— " ama neye karşı?" –— " bunu bilmek için savaşmanız gerekir." –— " eh peki, bunu biliyorum; bu, bu varoluşa karşı." –— " hangi varoluşa?" — " çağrınıza yanıt vermiş olan, benimkine." ve adam susarken: "ya siz, siz de benimle birlikte savaşır mısınız?" –— "sizinle birlikte savaşırım, ama sadece benim gibi, sizin de varoluşunuzu kabul etmeniz için."

    kadın, -adam, bunu iyi anlamıştı- onu kendi varoluşundan şüpheye düşürmeyi isterdi; hiç olmazsa, 'kuşku' sözcüğü, kadının ona yüklediği kadar büyük bir güce ve onura sahip olsaydı.

    "sizden şüphe etmiyorum , sizden asla şüphe etmeyeceğim." –— " bunu biliyorum, ama varoluşumdan mı bahsediyorsunuz?" –— " ondan daha da az şüphe ederim." –— "iyi bakın, onu bana tercih ediyorsunuz."

    kadın nerdeyse fazlasıyla oradaydı, acı içinde, onun sürekli var olmasına izin veren gücü aşacak biçimde, oradaydı, orada , adamın karşısında hareketsizdi; onu takip ederken; hatta onun karşısına geçmişken ve konuşurken; kendi varlığının yanındaymışçasına konuşurken, yaklaşırken, orada bulunuşu nedeniyle yaklaşırken, çok fazla oradaydı..."
  • monokl yayınları'ndan "bekleyiş unutuş" adıyla çıktı.
  • birbirlerini hiç hayal etmeyen iki kişinin birbirleri için yaratılmış olmalarını isteyecekleri biri tarafından, bir kelimeyi unutarak, bir kelimede tüm kelimeleri unutarak hayal edilişi.

    bitince başlar.
  • her şey diğer her şeyle ilişkilidir'in romanı. ötekinin varlığı olmadan unutmanın kendisi de bir sözcükten ibarettir:

    - siz de beni unuttunuz.
    - belki de, ama sizi unutarak beni çok aşan ve beni, benim çok ötemde, unuttuğum şeye bağlayan sizi unutabilme gücüne ulaşabildim. bu bir tek kişi için biraz fazla.
    - yalnız değilsiniz.
    - evet, eğer unutuyorsam, sadece ben değilim unutan.

    belki evren de sözcüklerden ibarettir (varolan her şeyin yazıdan ibaret olması gibi). birini unuttuğum anda onu mu unuturum sadece, yoksa sözcüklerin kendisini mi? onu unuttuğumda kendimi de mi unuturum, yoksa ondaki bir zamanlar varolan kendimi mi:

    - beni unutacak mısınız?
    - evet, sizi unutacağım.
    - beni unuttuğunuzdan nasıl bu kadar emin olacaksınız?
    - başka bir kadını hatırladığımda emin olacağım.
    - fakat hatırladığınız yine ben olacağım; daha fazlasına ihtiyacım var.
    - kendimi artık hatırlamadığımda daha fazlasına sahip olacaksınız.

    mutlak unutma yoktur* diyor bir ses.
  • maurice blanchot’nun bir otel odasındaki kadın ve adam arasındaki bekleyişi, unutuşu, sözü, mevcudiyeti, susuşu ve söyleyişi, sözün kudretini, sessizliğin muammasını anlattığı kitabı. monokl yayınları ender keskin çevirisiyle 2012 yılında yayımlamış.

    not ettiklerimi şöyle bırakayım;

    * bekleyiş artık bekleyecek hiçbir şey olmadığında, hatta bekleyişin sonu dahi olmadığında başlar. bekleyiş beklediğini bilmez ve beklediğini yıkar. bekleyiş hiçbir şeyi beklemez.

    * bekleyiş ile ölümün garip karşıtlığı. adam, ölüme kayıtsız bir bekleyiş içinde ölümü bekliyor. ve aynı şekilde ölüm kendisinin beklemesine müsaade etmiyor.

    * mevcudiyet sıkışık, yer engin.

    * işte tanrılar böyle yaşamıyorlar mı? yalnız başlarına benzersiz, onlardan yayılan ışığa yabancı. beni pek rahatsız etmiyorlardı doğrusu. varlıklarına alışmıştım. beni dikkate almamalarından memnundum, fakat bu dikkate almayışın aşırı bir ihtiyattan mı yoksa ilahi bir kayıtsızlıktan mı kaynaklandığını kestiremiyordum.

    * “beni konuşturdunuz, neden? neden bütün kelimeleri verdiniz bana?” - “vermekten çok aldım.” - “bu kelimeler bana sizin bekleyişinizden geldi, gayet iyi bildiğiniz gibi, ve sanırım bu sözlerde her şeyi unuttum.” - “unutmak aynı zamanda iyi bir şey.” - “evet, bu unutuş kelimeleriyle, varlığımı hep daha çok ortadan kaldırmak istiyorsunuz.” - “çünkü unutuş her kelimede hâlâ sizin mevcudiyetinizdir.”

    blanchot sıradışı bir yazar, varoluşu ince ince sorgulatıyor. hem bekleyiş hem unutuş can yaksa da “sizin yanınızdaki mevcudiyetime daha fazla katlanamam.” bu hikayenin en can acıtan cümlesi belki de.
  • kapatılmışlığın dışarısının romanı.

    ilk cümle türkçeye, "burada" diye çevrilmiş; orijinalinde de -bire bir çeviriyse- "burada" sentaksın en önemli ibaresi.

    öncelikle bu romanı yabancı bir dilde okumak ( infante'nin kapanda üç kaplan'ı gibi örnekler, çeviriden ziyade uyarlamaya yakın) yeterli olmayabilir. çünkü cümleler, diyalog ya da bilinçakışındansa felsefi çıkarımlar üzerinden. direkt karakter cümleleri ( romanın çok azı) mesafeyle ( adam/kadın) sunuluyor.

    sonralıkla;

    varlığın ihtiyaç duyduğu hiçliğin, ama hiçliğin anlamının, anlamlanmasının hatta tek anlam olmasının romanı. varlığı, var eden hiçliğin. böylece, yetersiz ve boş kalan gerçeğin( levinas'ın tabiriyle gündüz), gecenin içindeki gece tarafından doldurulması, aşkınlaştırılması. ve bu aşkınlık, edebiyatla tesis edilebilir biricik bir edebiyat deneyimiyle. bu aşkın bakış ise: " içine işleyerek seyretmek, şeylerin dünyasındaki büyüyü bozmaz."

    bu roman, aynı zamanda bir edebiyat deneyimi ile doldurulabilecek bir boşluğu da anlattığı için, kadın ve adamın ( ben ve başka) dilsel bir çıkış serüveni de.

    ilk bölümde bekleyişte, tüm sorular ve olanaksız konuşmalar arasında italik verildiği için, kadının dediği değil de temenni ettiği cümle ,sürekli tekerrür eder: "öyle bir şey yap ki seninle konuşabileyim." tüm konuşmaların ve bekleyiş'in, unutuşa kayan ama orada var olan bekleyişin.

    blanchot, adlandırılamayan( beckett mizahıyla değil) ın sahasına girdiği için, hakkında yazmak konusunda da imkan bırakmıyor. "dışarı" çünkü, "ifade edilebilirse böyle olabilir ancak"ın ifadesi.

    bekleyişte kovalanan olanaklara dair, kadın: " sadece tek bir şeyi bilmeye muktedir olmalıyım.
    adam: " -tıpkı benim tek bir şeyi işitmem gibi. fakat aynı şey olmayacak diye çekiniyoruz. tedbirimizi alıyoruz."

    ve kurulan ruhsal rabıta, sağlamlaştıkça silikleşen imkansızlaşan:

    " * dikkatsiz sözlerin tehlikesinden başka bir tehlike yoktu artık.
    dikkat onu asla terk etmiyordu; adam dikkatte acımasızca terk edilmişti.

    * bir sözün diğerinden daha önemli olduğunu düşünmüyordu, her biri diğerinden daha önemliydi, her cümle en önemli cümleydi; fakat buna rağmen hep söylenmeyebilecek cümlelerden birinde bir araya gelmeye çalışıyordu sadece."

    ama araftan öteye yalnızca imgelem geçebiliyor olsa gerek. aşılmayacağın sızanı, aşılabilirlik kurarak:

    "adam kadını hiç hayal etmemişti. kadın adamı hiç hayal etmemişti. her ikisi de sadece birbiri için yaratılmış olmalarını isteyecekleri biri tarafından hayal edilmişti."

    ve, kopuşta sadece avcı/av değil, avından el alan da kopacağından, varlık, unutuşta da var kalıyor.

    " kadın onu unutmuyordu, kadın unutuyordu. adam kadın için, kadında kaybolmuş olduğu unutuşta, eskiden neyse hâlâ oydu. adam da onu unutuyordu: hatırlamayan, hatırlanamaz.

    buna rağmen her şey değişmeden kalıyordu."

    "* sizi hakkınızda hiçbir şey bilmemek ve kendimi tamamen sizde kaybetmek için tanıdım."

    varlık, imkansızın sahnesinde varoluşuyor:

    " beklemek fırsatı beklemekti. ve sadece bekleyişten çalınan anda ortaya çıkıyordu, beklemenin artık söz konusu olmadığı anda."

    o vakit hiçlik, varoluşmak için, kendini de var eden ötekiden ne talep eder? :

    * "benden talep ettiğiniz...
    - sizden bunu talep etmiyorum.
    -bu bir şeyi değiştirmiyor, bunu benden talep etmiş olmayı isterdiniz.
    -isteyebileceğimi sanmıyorum, belki de hiçbir zaman istemedim.
    - o halde bu her istekten daha büyük? her halükarda istemiyor muydunuz?
    -sadece korkuyordum, istemekten korkuyordum."

    * kadın ne talep ediyor? neden bu talep adama kadar ulaşmıyor?

    "-sanki sizi bu talepten alıkoyacak şeyi istiyorsunuz. bu yüzden onu talep etmiyorsunuz.
    - talep etmiyorum, onu sizin ellerinize bırakıyorum."

    ilk bölümün bitişi:

    "unutmaktan kaynaklanan bu mutluluk niye?
    -mutluluğun kendisi unutulmuş."

    "bu ölümdür, diyordu kadın. nihayet şimdi olan gelecek.

    "- öyle bir şey yap ki seninle konuşabileyim.
    -evet şimdi konuş benimle.
    -yapamam.
    -yapamasan da konuş.
    -benden öyle sakin bir şekilde imkansızı istiyorsun ki."

    bu acı, bu korku, bu aydınlık nedir? ışığın ışıkta unutuluşu." ( burada unutuşta beliren aydınlık, en dip bir gerçeğin göz kırpışı mı?)

    2. bölüm aslında, aşkınlığın ve ışığın içidir. "burada"n çıkış, yoklukta mevcudiyet bulan eşit bir birliktelikte. ama gram sapmaz bir eşitlik.

    sadece gerçeklerle, yalansızca iletişim apaklıktan başka bir şey barındırır.

    * gizemli, örtüsünü kaldırmadan kendisini gözler önüne serendir."

    * bekleyiş: görme ve söyleme arasındaki bu aralıkta bekleyiş tarafından cezbedilen bekleyiş; öyle ki bu adam ona ancak hikaye sayesinde tahammül ediyor ve hikaye bu aralıkta kendi elini açık ederek oynanıyor, ama çok geçmeden- belki de ta başından beri- bu aralık, hikayenin oyunun hakikati tarafından, her ikisini de sanki mevcudiyetin uzağındaymışçasına tutan bekleyişe doğru geri fırlatıyor.

    "-iyice uzaklaştık.
    - birlikte.
    -fakat birbirimizden de.
    -ve kendimizden de.
    - uzaklaşma hiç ödün vermez.
    -uzaklaşma uzaklaşarak uzaklaşır.
    - ve böylelikle bizi yakınlaştırır.
    -fakat bizim uzağımızda."

    2. bölümün coşkunluğunun arasın girmeyip , mevcut edilebilir bir sessizlik/yokluk'un kuruluşuna, unutuş yoluyla birbirlerine taşınışlarına:

    "nerede bekliyorlar? burada mı buranın dışında mı? onları buranın dışında tutan burada. konuştukları yerde mi? kendi hakikatinde tutulmuş bekleyişin, nerede beklersek bekleyelim, bekleyişin mekanına doğru yönlendirme gücü bu. esrarlı bir şekilde mi sır olmaksızın mı? herkesin gözü önünde gizlilik içinde."

    "unutulmuş mevcudiyet her daim engin ve derindir. mevcudiyetteki unutuşun derinliği."

    "..bu bezmin nedir encâmı" bilen rindlerle, bütünlüğün çıkışına..
  • kendisi sanatın sanat için olduğunu düşünen bir kadındır çok net olarak. kitap iki bölümden oluşuyor. biri bekleyiş biri de unutuş. ancak bu iki bölüm de birbirine girmiş bulunmakta. kitapta olay örgüsü yok. herhalde kitabın yarısına kadar bu insanlar nerede, niçin beraberler ve problem nedir bunu çözmeye çalıştım. bekleyiş ve unutuş fiilleri üzerine bir kıtap kurulmuş. birçok şeyin beklemesini birçok şeyi o bekleme kelimesinin altına o kadar iyi saklamış ki blanchot bir yerde her şeyin bitmesini ve başlamasının bekleyişi oluyor. unutuş da öyle. kendini orada unutup yeni sen ile dışarı çıkmak ama aynı zamanda kendini unutup ve bunu karşındakini asıl unutmak için yapma durumlar. karışık. kopuk. sonlarına doğru bitse de gitsek dedim çünkü niçe arkadaşımız gibi bu da sürkeli aslında aynı şeylerden bahsedip aynı cümleleri kuruyor. ancak sanatın sanat için olma kısmı gereçekten güzeldi. keşke akıcılığı daha güzel olsaydı. yani cümleler bile o kadar tuhaf kurulmuş ki cümleye başlarken nasıl geleceğine dair hhiç bir fikrin olmuyor sanki dolaylı tümleçler, belirtisiz nesneler zarflar birbirine uymuyor. uzun ve tersten cümleler gibi. böyle değişik şeyleri çok severim ancak kendi perspektifimden mantıklı sahnelerin içine oturduklarında. bak kadına 3 yıldız vereceğim diye suçluluk hissedip nasıl övdüm hahaha
  • enkaz altında kaldım. öyle bir enkazın altında kaldım ki kitabı bitireli kaç saat oldu, hala yıkıntılarından kafamı çıkaramadım.

    inceleme öncesi giriş notu: bu incelemeyi okumak yerine izlemeyi tercih ediyorum diyenler için: https://youtu.be/grlyebu1kdq

    ulysses, finnegans wake, 49 numaralı parçanın nidası, ses ve öfke, tristram shandy, locus solus... bütün bu kitaplar için hiçbir zaman yukarıdaki cümleyi kullanmadım. bir kitaptan hiçbir şekilde bir şey anlamayıp hala elinizden bırakamıyorsanız, buna ne denir? elimden bırakmayı geçtim, bu kitabı aynı gün içerisinde bitirmemek için kendimi zor tuttum. her okuduğum satırında, beynimde eğer hala teller varsa hepsini teker teker yaktı. okuduğum sıralar burnuma sürekli kesif bir yanık kokusu geliyordu.

    bekleyiş unutuş. bir otel odasında bir kadınla adam. oda, uzunca ve dar. tıpkı uzun bir koridormuş gibi kitapta tarifi yapılmış. sadece bu kadar. bunun dışında metnin içinde denk gelebileceğiniz başka doğru düzgün bir tarif söz konusu değil. elinizde bir bulmaca ama bilmediğiniz bir dilde, sanki bir uzaylı toplumun dilinde yazılmış gibi. sanki çağlar öncesinden bizlere hiç adını sanını duymadığımız bir dilde seslenir gibi.

    kadınla adamın adını bilmiyoruz. zaman belli değil. karı koca, sevgili, arkadaş ya da adını koyamadığımız başka türlü bir ilişki. hiçbirini bilmiyoruz. neden bir aradalar, onu da bilmiyoruz. odada başka birileri var mı ya da arada girip çıkıyorlar mı o da belli değil. bu yazılan hikaye, hangi ülkede ya da hangi şehirde geçiyor, onu da bilmiyoruz. bildiğimiz sadece bekleyiş ve unutuş, o kadar.

    kafanız karıştı değil mi, haklısınız benim de çok karışık. bir türlü cümleleri toparlayamıyorum. bu enteresan kitap, hiçbir şey anlamayıp okumaktan kendimi alamadığım bu ilginç metin, bana bugün dört saat içinde öykü yazdırdı. hem de bugüne kadar yazdığım öykülerin en ilginç, en gariplerinden birini. (içinde olmayan, olmayacak bir yemeğin tarifini içeren öykü mü olur? oluyormuş, teşekkürler blanchot amca.)

    ne diyorduk, bekleyiş ve unutuş. kitap iki bölüme ayrılıyor ama bu iki kısmı da birbirinden ayırt etmemizi sağlayan 1 ve 2 rakamı hariç metinde bir nokta yok. yani başlıkların da aslında tek başına bir anlamı yok. kitaba ismini veren bekleyiş ve unutuş birbirine sarmal şekilde iç içe geçmiş. tanrı yazarın tıpkı bir sahneyi anlatır gibi anlatım yaptığı, kadın ve erkek karakterlerin yer yer anlaşılmaz diyaloglarının yer aldığı ve yine anlatıcının bekleyiş, unutuş kavramlarıyla ilgili bol miktarda aforizmavari sözleri de aralara serpiştirdiği, hiçbir türe giremediğinden ancak anlatının içine girebilecek kurmaca gibimsi garip bir metin.

    cümleleri birbirine bağlamakta zorlandığınız, paragraflar arasında hiçbir bütünlüğün olmadığı, benim gibi yıllardır biçimci yazarların kitaplarını okumuş birini bile şaşkınlıktan şaşkınlığa sevk eden acayip, ilginç, enteresan, başka, bambaşka bir metin bekleyiş unutuş.

    eline aldıktan sonra okusan dert, okumasan yine dert, yukarıda hakkında bir sürü şey yazmama rağmen yine de aslında hiçbir şeyi anlatamadığım, ancak belki aşağıya bırakacağım alıntılarda az biraz olsa da anlaşılabilecek bir garip maurice blanchot anlatısı.

    fakat bütün olumsuz gibi görünebilecek sözlerime rağmen kitabı oldukça beğendiğimden dolayı 9 puan verdiğimi, hatta yazarın yine monokl'dan yeni çıkmış eseri "kafka'dan kafka'ya"yı sipariş verdiğimi de söylemem gerekli.

    son olarak benim gibi beyni yanıklara, beynini yeniden yaktırmak isteyenlere, acaba beynim nasıl yanar ucundan bir bakayım diyenlere hararetle tavsiye ederim.

    "bekleyiş, bekleyişte verilmemiş olan mevcudiyetin beklenişidir; bununla birlikte bu mevcudiyet, onda mevcuda dair ne varsa elinden alan bekleyiş tarafından basit mevcudiyet oyununa sürüklenmiştir." s. 91 - 2. bölüm

    "neden bana sözünü ettiğin bu mevcudiyetten uyanmak istiyorsun?" - "belki de bu uyanışta kendimi uykuya yatırmak için. üstelik bunu isteyip istemediğimi de bilmiyorum ve belki siz de bilmiyorsunuz." - "nasıl isteyebilirim ki? olduğum yerde isteyebileceğim hiçbir şey yok. bekliyorum, bekleyişin içerisindeki rolüm bu benim, bekleyişe doğru gitmek." - "bekleyiş, bekleyiş, ne garip kelime." s. 103 - 2. bölüm
  • "bu düşünce bizi niçin birbirimize yaklaştırmalı?"
    "yakınlığı yerinden söküp attığı için."

    diyen ve insanın aklını alan maurice blanchot kitabı.

    anlamayan arkadaşlar olursa açıklarım bu pasajı da. kısacık bir kitaptır ancak demir leblebidir, idmanlı okunması gerekir. kolay bir kitap değildir.
hesabın var mı? giriş yap