• spiritüalizm
  • eski mısır'da gebelik testi, müzelerde sergilenen papirüsler de yer alan bilgilere göre şu şekilde tespit edilirmiş;
    hamilelik şüphesi olan bir kadın her sabah idrarıyla biri buğday, diğeri arpa dolu olmak üzere iki torbayı sularmış. hamilelik şüphesi olmayan bir başka kadında aynı şekilde biri buğday diğeri arpa dolu iki torbayı idrarıyla sularmış. hamilelik şüphesi olan kadının idrarla suladığı torbalar, diğer kadının suladığı torbalardan daha önce çimlenirse, hamile olduğu anlaşılırmış. eğer iki kadının suladığı torbalar aynı anda çimlenirse hamilelik olmadığı ortaya çıkarmış.
    hamile olan kadınların sabah idrarlarında aşırı miktarda hormon bulunduğu için, buğday ve arpa torbaları normal idrarla sulananlara göre çok daha önce yeşerirmiş.
    mısırlıların kullandığı bu yöntemde bebeğin cinsiyeti de önceden tahmin edilebiliyordu. hamile kadının idrarıyla suladığı tohumlardan, buğday taneleri önce filizlenirse bebeğin erkek, arpa tohumları önce filizlenirse bebeğin kız olacağı anlaşılıyordu.
    prof. julias manger, 1933 yılında labaratuvarda kutuların içerisinde kurutma kağıtları üzerine yerleştirdiği buğday ve arpa tanelerini, idrarla sulayıp, mısırlıların kullandığı gebelik ve cinsiyet belirleme yönteminin doğruluğunu ispat etmiştir.günümüzde kullanılan gebelik testleri de kadının idrarındaki hormon sayısının yoğunluğuna göre sonuç verir ve aynı esaslara dayanır.
  • eğitimi bulup almak çok önemli ufkun iki katına çıkması için. emin çapa'nın yakın zamanda güzel bir tanımlamasını işittim. diyor ki; "iyi eğitimli olmak demek, uğraştığınız iş veya meslek ile ilgili başka bir ülkede iş bulabilir misiniz sorusuna evet yanıtı verebilmek demektir". bilginin size gelmesi; diploma karşılığı size altın tepside bir kariyer sunulması artık giderek hayal oluyor. dünyaya ne kadar değer katıyorsunuz artık bu önemli. gidip almak ve koparmak gerekiyor. bu yüzden birkaç enfes github reposu paylaşmak yerinde olacaktır. özellikle programlama ve veri bilimi ile ilgilenenler* için enfes listeler:

    i.) programlama, veri bilimi, kitaplar vs.

    ii.) açık kaynak uygulama programlama arayüzleri

    iii.) bilgisayar ve veri bilimi ile ilgili kurslar ve kaynaklar

    iv.) programlama ve veri bilimi ile ilgili bedava kitaplar

    v.) web geliştiriciliği ile ilgili kaynaklar.
  • işaret dilinde eğer biri size orta parmak hareketi yapıyorsa " boş konuşuyorsun " anlamına gelir.
  • nezle ve soguk alginligindan kacis olmamasi, hizli sekilde iyilestirme yontemi olmamasi, ilac alarak tedavi edilememesi.
    yani aslinda bu konu hakkinda hicbir sey yapmaya gerek olmamasi.

    neler yapabilirize gelirsek;
    - maske takarak ve dirsegimizi kirip kolumunuzun icine dogru oksurerek cevremizdekilere bulastirma riskini azaltabiliriz.
    - duzenli el yikamaya ek olarak gargara yaparak bogazimiza yerlesmis mikroplari temizleyebiliriz. bazen bogazimiza yerlesmis mikroplar bizim zayif animizda bizi hasta edebilirmis; o yuzden.
    - istahimiz yoksa vucudumuzun bu mesajini es gecmeyip yemek yememeli, bol bol su icip uzun uzun uyumaliymisiz.
    - ortamin nem oranini %40~%50 civarina cikararak virusun havada uzun surede kalmamasini saglayabilirmisiz.
    bu arada not, salyanizi masaya surdunuz diyelim, 3-4 saat civari canli kalabilirmis. ama kimse onu elleyip agzina goturmezse sorun olmazmis.

    yani;
    1) vucudunu sicak tut. (ozellikle bogaz, ayak ve el bilekleri),
    2) sindirilmesi kolay ve besleyici gidalar al. (ya da hic yeme de bagirsak ve mide onunla ugrasmasin da mikroplara konsantre olsun),
    3) bol su ic ve mumkun oldugunca uyu.
    4) senin icin artik gec, ama bari evdeki diger uyelere bulastirmamak icin dikkat et.

    not: ilac icerek bu sureci daha "kaliteli" (sumuksuz) gecirmemiz mumkundur elbette. ama bazi doktorlar buna karsi cikiyor, birak da vucut sumuk yoluyla disari atmak istiyorsa atsin; ellesme diyor.

    peki tum dunyada her yil bu kadar insani etkileyen bu mereti iyi edecek ilac neden hala bulunamadi?
    bunun nedeni de neden olan mikrop cesidinin yuzlerce olmasi, 3-4 gunde dogal yollardan bile iyi olan bu rahatsizligin kimseyi oldurmemesi ve bu yuzden de daha onemli hastaliklar icin arastirma yapilmasi imis.
  • türkiye'nin başkenti ankara genelde birçok kişi tarafından sıkıcı olarak tanımlanır. bunun çeşitli sebepleri vardır. topografik yapısı bakımıyla bozkır olması veya memurların yoğun yaşadığı bir şehir olmasından dolayı sosyal aktivitelerin sahil yerleşimlerine göre daha az olması bunlardan bazıları sayılabilir. hatta sıkıcılığı tasvir ederken "ankara'da deniz bile yok" cümlesi sık sık kullanılır. ankara'da gerçekten deniz yok mu? aslında şehirin geçmişine bakılırsa bu sorunun yanıtı alışılagelmiş olandan farklı olabilir.

    semantik anlamda incelersek eğer ilk yazılı olarak bilinen ismi ankyria'dır. frigler bölgeye ilk geldiklerinde ankara'nın 90km uzağında bulunan ve bugün polatlı olarak bilinen yere yerleşmişler ve burayı gordion olarak adlandırmışlardır. kral gordias'ın soyundan gelen midas ise ankara olarak bilinen yerleşim yerine ankyria ismini vermiştir. şimdi birçoğumuzun şaşıracağı yerine geldik; ankyria'nın anlamı "gemi çapası"dır. ankara ve gemi çapası mı? birazcık daha geriye gidiyoruz ortalama 65milyon yıl öncesine. amerika, afrika, avustralya bitişik halde duruyor. grönland'ın komşusu hindistan ortalık değişik anlayacağınız ve bu değişiklikten türkiye'de nasiplenmiş. karadeniz'in yukarısı okyanusa bakıyor bir adı bile var "tetis okyanusu" olarak biliniyor. bu okyanus'un oluşturduğu geniş havzalardan gemi ile iç anadolu'ya kadar gelebiliyorsunuz. o zamanlar gemi yok tabii, hatta bizim ilk modern atalarımız cro-magnonlar yavaş yavaş avlayıcı-toplayıcı hayata geçmeye başlıyor.

    şimdi konuyu bölmeyelim ankyria'dan bahsediyorduk. bu ismin farklı kaynakları var. midas bölgede bulduğu bir çapayı kutsal kabul eder ve zeus tapınağı'na götürür. çapa bu bölgede bulunduğu için de ismi ankyria olarak kalır. bir diğer bilgi ise galatlar, pontuslarla beraber işgalci mısır'a karşı savaşırlar ve denize sürerler. mısır gemilerinden yağmaladıkları sikkeleri anadolu'ya getirirler ve bu sikkelerin üstünde çapa işareti vardır.

    ankara ve deniz arasındaki bağlam bununla da bitmiyor. ankara'nın ilçesi olan kahramankazan'ın dağkaya köyünde 3 milyon yıllık deniz minareleri, balık fosilleri, deniz kesteleri ve midyeler bulunuyor.

    kısacası isminin kökeni bile denizden gelen bir şehire deniz yok demek aslında tarihimizle olan bağımızın biraz zayıf olduğunu da kanıtlıyor. evet bugün yok ancak öncesinde yakın olduğuna dair kanıtlar var. ankara'da okyanusa ulaşan su yolları vardı, hatta 20 milyon yıl önce ığdır'dan bitlis'e kadar anadolu'nun büyük bir kısmı su altındaydı.

    buradan mta'ya da sesleniyorum. böyle renkli coğrafya'da nasıl oluyorda bu kadar az şey biliyoruz? ufkumuz iki katına çıkmadı ama ankara'da deniz yok diyene artık "o iş öyle değil olm" diyerek bilmişlik yapabiliriz.
  • herman melville'in moby dick eserine ilham kaynağı olan iki balinanın hikayesini biliyor muydunuz? bunlardan biri 20'den fazla balina avlama teknesini batırarak yok eden, 80 civarında balina avlama teknesinin de saldırılarından kurtulmayı başaran mocha dick'tir.

    devasa, 21 metre uzunluğundaki ispermeçet balinası olan mocha dick, moby dick romanına ilham veren iki balinadan biridir. mocha dick'in ismi ise şili yakınlarındaki mocha adasından geliyor. sonundaki dick ise, "dick" ve "tom" gibi bazı ölümcül balinaların yaygın adlarından geliyor. onu ilk gören balina avcıları onu öldürmeye çalıştı ama o bu karşılaşmadan kurtuldu.

    sonraki 28 yıl boyunca mocha dick, okyanustaki en kurnaz ve en korkulan balinalardan biri olarak ün kazandı. bu süre boyunca, en az 100 balina avcılığı gemisi tarafından tespit edildi ve saldırıya uğradı. kendisine saldıran ve sonuncusu hariç hepsinden kaçan gemilerin yaklaşık 20'sini başarıyla yok etti.

    ünlü kaşif ve yazar jeremiah n. reynolds'a göre, mocha dick, yavrusu balina avcıları tarafından öldürülen bir anne balinayı gözlemledikten sonra anneye yardım edip balina avcılarına saldırması sırasında hayatını kaybetti. adeta bir cesur yürek olarak ölen mocha dick'in hikayesi sizi derinden etkileyebilir.

    anne balina, yavrusu zıpkınla vurulduktan sonra ilk olarak onu balina avcılarından uzaklaştırmaya çalıştı, ancak kısa süre sonra yavru su üzerinde yüzüstü dönerek hareketsiz kaldı. balina, yavrusunun öldüğünü anlayınca balina avcılarına saldırdı ve başarısız bir şekilde gemilerini yok etmeye çalıştı. saldırarak gemiye çarpmadan önce kendisi de zıpkınla vuruldu ve ölümcül şekilde yaralandı.

    bu sırada bizim cesur yürek mocha dick kavgaya girmeye karar verdi ve annenin balina avcılarına başarısız saldırısından hemen sonra balina avcılılarına saldırdı. mocha dick, küçük balina teknelerinden birini başarıyla yok etti, ancak bu sırada bir zıpkınla yaralandı. mocha dick'i nihayet öldürebilen balina avcısı gemisi kaptanının arkadaşından hikayeyi toplayan kaşif reynolds'a göre, bundan sonra olanların hikayesi şu şekilde:

    --- spoiler ---

    mocha dick gemiye doğru bir sıçrama yaparak, o sırada dümende olan bir kürekçiyi, dümen küreğine çarparak, kayığın 3 metre ötesine fırlattı. talihsiz denizci, tam da balinanın yarattığı girdabın üzerine, başı öne gelecek şekilde düştü ve içlere çekilen suların emilmesiyle denizin derinliklerine gitti. büyük bir derinliğe sürüklendikten sonra, yüzeyin altında kaldığı zamandan düşünülürse herkes öldü sanmıştı. soluk soluğa ve bitkin bir halde denizden çıkmayı başardı ve arkadaşlarının içten tebrikleri arasında tekrar gemiye çıktı.

    üstündeki suyun muazzam baskısı ile tükenmiş olan bu devasa yaratık, yaralarından güçlenmiş bir şekilde derin bir nefes almak için bir kez daha su üzerine çıkmaya karar verdi ve gerçekten de yukarı çıktı; yükselişinin etkisi ile devasa cüssesinin 6 metresi dalgaların üzerindeydi. durmaya istekli değildi. batan teknemizden zor da olsa kurtulmayı başaramamıştık. o tekrar fırlayarak uzaklaştığında, bana enerjisi yenilenmiş göründü. artık bizi daha fazla koruyamayacağını anladığımız için cehennem yerine dönen o alandan 400 metre uzağa kaçtık. sonradan farkına vardık ki mocha dick sanki bir elektriklenme etkisi altındaymış gibi titriyor ve titriyordu, sanki felç olmuş gibi yatıyordu. avlamayı tamamlamak için söz verdim; biz onun yanına geldiğimizde bir kürek yakaladık, iki kez kafasına kürekle vurduk; şüphesiz, darbelerin gücü ve kesinliği onu kısmen etkisiz hale getiriyordu. öfkeyle dönerek, teknenin kamarasına umutsuzca bir hamle yaptı. ona o kadar yakındaydık ki, eğer kendinde olsa onun gazabından herhangi bir manevra ile kaçmak söz konusu bile olamazdı. ancak, biz bu olasılıkları düşünürken onun gücü gitgide çöküyor gibiydi. ölümcül mızrak kalbinin merkezine ulaşmıştı. bu gücü onu kariyerinin ortasında başarısızlığa uğrattı. sessizce gemimizin omurgasının altına batıyordu, battığı yerin tam tersi tarafına bizden birkaç metre uzakta tekrar yükseldi.

    "yere uzanın, oğlum ve bırakın ona saldıralım!" diye bağırdım, çünkü sonunda ruhunun kırıldığını gördüm. ama mızrak ve kürek artık gereksizdi. iş bitmişti. ölmekte olan hayvan, çırpınmasının ve yaralı olmasının etkisiyle kanlı bir girdapta mücadele ediyordu ve etrafındaki okyanus kıpkırmızı olmuştu. "acımak yok!" diye bağırdım, bir daire içinde aceleyle debelenirken, suyu başıyla ve kuyruğuyla dönüşümlü olarak dövüyordu. mocha, gücünü kaybetmenin etkisiyle şiddetli çözülme spazmları geçiriyor ve bir çarpma sesiyle dişlerini yuvalarına vahşice vuruyordu. "acımak yok, ya o ölecek ya biz!" diye emri verdiğimde, ölmek üzere olan hayvanın nefes aldığı yerden siyah, pıhtılaşmış bir kan akıntısı yükseldi. tam o sırada nefes aldığı delikten şiddetli bir püskürtme geldi. etraftaki herkes duşa girmiş gibi oldu. ortalık tam cehennem alanına dönmüştü.

    "ileride bir bandıra var!" diye haykırdım; 'orada! katran kadar kalın! korkmayın! hepiniz! canavar artık ölmek üzere! '' ve mocha dick, son şokun sarsıcı etkisi altında, kocaman kuyruğunu havaya fırlattı ve sonra bir dakika boyunca her iki tarafındaki suları hızlı ve güçlü bir şekilde savurdu. darbeler; topçuların hızlı bir şekilde boşalmasına benzeyen sarsıntıların sesi gibiydi. sonra yavaşça ve ağır bir şekilde yanına döndü ve uzun zamandır egenmenlik kurduğu denizin üzerinde ölü bir kütle haline geldi.

    "sonunda bitti!" sesimin en yüksek tonuyla haykırdım. "yaşasın! yaşasın! yaşasın! kafamdaki şapkayı çıkararak deliler gibi havaya fırlattım.

    şimdi yüzen ganimetimizi yanındayız ve ben ciddiyetle sorguluyorum, ingiliz yenilmezliğinin cazibesini ilk ve çok asil bir şekilde gerriere'yi ele geçirerek elde eden cesur komutan, ulusal bayrağımızın ingiliz gemileri üzerinde güvenle dalgalandığını görünce benim şu an hissettiğimden daha sıcak bir sevinç hissetmiş midir? mocha dick'in sırtına atlayıp sırtına bir direkle yaptığımız bayrağı diktiğimde bunu sordum kendime. diktiğim bayrak balina avcılarına çok önemli ve tatmin edici bir hikaye anlatıyordu. bu çok ama çok zor kazanılan başarı hikayesiydi. "
    --- spoiler ---

    moby dick'e ilham veren bir diğer balina, 1820'de güney amerika'nın yaklaşık 3200 km batısında essex balina avcısı gemisini yok eden dev bir ispermeçet balinasıydı. moby dick'in yazarı olan herman melville, essex'in yok edildiği yerden sadece 160 km uzakta, başka bir balina avcısı gemisinde bulunan essex'in kaptanının oğlu olan owen chase ile karşılaştığında essex'in hikayesini öğrendi.

    essex yok edildikten sonra, 21 kişilik mürettebat, onları besleyecek neredeyse hiç malzemesi olmayan üç küçük balina teknesine sığındı. bu noktada seçimleri, ya 2000 km uzaklıktaki yamyamların yaşadığından korktukları adalara gitmekti ya da normalde 3200 km olan ancak yılın o zamanındaki rüzgarlar nedeniyle en hızlı yelken rotası 6500 km uzaktaki güney amerika'ya gitmekti. bu mesafeye rağmen güney amerika'yı seçtiler. ironik bir şekilde, yamyam korkusu için çok daha kısa yolu seçmemeleri, bazılarının yamyamlığa başvurmasıyla sonuçlandı.

    yolculukları sırasında, yaşamlarını az çok sürdürmeye yardımcı olacakları bir adayla karşılaştılar. ayrıca, o sırada, erzakların yolculuk boyunca yetmesini sağlamak ve diğerlerinin geri dönme şansını artırmak için, kendi kaderlerini düşünerek üç adamı geride bıraktılar.

    ardından inanılmaz derecede korkunç olaylar yaşandı. seyahat ederken, beslenme yetersizliği nedeniyle sürekli olarak mürettebatını kaybettiler. bir noktada adamlarını denize gömmekten vazgeçtiler ve bunun yerine onları yemeye ve kanlarını içmeye başladılar. hatta sonunda birinin ölmesini beklememeye başladılar, bunun yerine kimin öleceğini ve kimin bu ölülerle besleneceğini kura ile belirlediler.

    gemileri yok edildikten 95 gün sonra, kalan iki küçük gemiden sadece beş kişi sağ salim kurtarıldı (yolculuk süresinde mürettebattan bir kişi kayboldu ve bir daha haber alınamadı). mucizevi bir şekilde, adada kalan üç kişi, ölüme yakın bir şekilde bulunsalar da olaydan kurtulmayı başardılar.

    ek bilgiler:
    • moby dick bugün büyük bir edebiyat eseri olarak kabul edilse de, o zamanlar çok başarılı değildi ve yazarı melville ölmeden önceki 40 yıl içinde 3000'den az satılarak ona sadece 556 dolar kazandırdı.
    • mocha dick’in vücudu yaklaşık 100 varil yağ çıkardı. öldürüldükten sonra vücudunda 20'den fazla zıpkın bulundu.
    • jeremiah n. reynolds, anlatılarından biri aracılığıyla moby dick'e ilham vermekle kalmadı, aynı zamanda edgar allan poe’nun the narrative of arthur gordon pym of nantucket eserine ilham vermesine yardımcı oldu. bu, reynolds’un dünya’nın boş, değersiz olduğu fikri üzerine verdiği dersler aracılığıyla oldu.
    • mocha dick, balina avlama gemileri konusunda korkutucu olsa da, kendisi saldırıya uğramadıkça diğer gemilere hiç saldırmadı. hatta bazen gemilerin etrafında ve yanlarında uysalca yüzdüğü biliniyordu. gemi onu zıpkınlamaya çalışır çalışmaz saldırırdı.

    kaynakça:
    1) the knickerbocker: or, new-york monthly magazine, volume 13
    2) the wreck of the whaleship essex
    3) mocha dick: or, the white whale of the pacific
    4) moby-dick: or, the whale
    5) mocha adası - wikipedi
    6) ispermeçet balinası - wikipedi
    7) moby dick - wikipedi
    8) essex - balina avcı gemisi - wikipedi
    9) jeremiah n. reynolds - wikipedi
    10) mocha dick heykeli
    11) moby dick isminin hikayesi
  • ilk rakı fabrikası, cumhuriyet'ten 22 sene önce, sultan abdülhamid'in isteğiyle, başmabeyincisi sarıcazade ragıp paşa tarafından, şeyhülislâmın onayıyla tekirdağ'da kurulmuştur.
  • bunlardan bir kısmı zaten öğrenilmiştir de anlaşılması zaman alır. ufku iki katına çıkardığı gibi bir de kişiyi "eee ben şimdi bu bilgi ile ne yapacağım?" çaresizliğine sürükler. bilgi: yaşamak hiç de güzel bir şey değil. ölüm duygusu ise daha da korkunç. burası bir lunapark değil. neresine nereden bakılsa kalbi sıkıştıran bir tablo. insan olmak acıların en büyüğü. bu anlaşıldığında ufkunuz arşa çıkıyor ve galiba oblomovluk o noktada başlıyor.
  • 14. yüzyılda yaşamış olan ve söylediklerinin anlaşılamaması üzerine derisi yüzülerek öldürülen nesimi’nin hikayesini anlatmak istiyorum, tabi bu ufku iki katına çıkarır mı bilemem. en azından müzeyyen senar’ın müthiş yorumladığı o şarkıyı dinlerken aklınıza gelip anımsarsınız belki. mutlaka yazılmıştır ve mutlaka bilenler de vardır. şarkıya denk geldim heveslenip yazmak istedim.*

    neye inanmış olsa da olmasa da kendi dönemine göre kesinlikle devrimci bir şairdi nesimi. bunu şiirlerinde ki korkusuz dilinden ve 700 yıl öncesinin dünyasının dar görüşlülüğüyle mücadelesinden anlıyoruz.

    o dönemde yaygın olan tarikatlardan birine üye nesimi. (bkz: hurufilik) daha çok felsefi ve mistik konuların işlendiği, varlık ve sayılar arasında bağlantıların kurulmaya çalışıldığı değişik kafada insanların buluştuğu bir yer burası. bizim nesimi de durur mu insanların anlayamayacağı, herkesin ona “zındık” diyerek bağırmasına sebep olacak laflar söylüyor tabi.
    edebiyatla ilgilenenler mutlaka bilir vahdet-i vücut kavramını. belki hala tartışılan bir kavramdır herkes farklı yorumlar. bazıları savunur bazıları şirk der.

    yanlış yazmak istemediğim için viki’de ki anlamını yapıştırıyorum;
    “tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek ve "bir" olduğunu savunan görüştür.”

    böyle kulağa çok hoş geliyor belki ama o dönemin insanları anlayamıyor, bunun üstüne bir de nesimi ‘ben allahım’ diyor.

    burada anlatmak istediği; her şeyi o yarattıysa her şey onun parçası. biz onun kendisiyiz, kendi parçasıyız. ben onda var olmuşum ya da onda yok olmuşum zaten ben o’yum diyor.
    bir dal ağaçları yaratır, ağaçlar da ormanı yaratır diyor bir nevi.

    asıl olay bundan sonra başlıyor tabi dönemin din alimleri onu kafirlik ve buna benzer laflarla üstüne yürüyor, halkı ayaklandırıyor.
    çünkü herkes onlar gibi düşünmeli, susturulmalı ya da ölmeliydi.

    hatta bir hikayeye göre dönemin alimi olarak görülen bir kişi parmağını kaldırarak “bu öyle bir kafirdir ki kazara pis kanı insanın bir uzvuna temas etse orasını kesmek lâzım gelir.” deyip aşağılamış. o sırada derisi yüzülen nesimi’nin bir damla kanı adamın parmağına sıçramış. izleyenlerden biri parmağının kesilmesini söylemiş fakat alim kendisiyle çelişerek parmağını yıkamış.

    nesimi onlar gibi düşünmedi, susmadı ama herkesin önünde derisi yüzülerek öldürüldü.

    ondan bize bir çok şiir kaldı. bunlardan biri de “ben melamet hırkası.”
    ——
    ben melamet hırkasını kendim giydim eynime
    ar-u namus şişesini taşa çaldım kime ne

    gah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi
    gah inerim yeryüzüne seyreder alem beni

    gah giderim medreseye ders okurum hak için
    gah giderim meyhaneye dem çekerim kime ne

    sofular haram demişler bu aşkın şarabına
    ben doldurur ben içerim günah benim kime ne

    ben yitirdim ben ararım yar benimdir kime ne
    gah giderim öz bağıma gül dererim kime ne

    sofular secd'ederler mescidin mihrabına
    benim ol dost eşiğidir secdegahım kime ne

    nesimi'ye sordular ki yarin ilen hoş musun
    hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne
    ——
    işte o dinlediğimiz herkesin bildiği haydar haydarımız bu.

    ah müzeyyen ne güzelsin

    biri yazmış biri söylemiş, umarım neye inandıysanız kendi inanışınıza göre güzel bir yerdesinizdir.
hesabın var mı? giriş yap