• bugün 'sade türk kahvesi' temalı yaşadığım diyaloğu aynen aktarıyorum.
    -bir tane sade türk kahvesi.
    -nashııl?
    -bir sade türk kahvesi istedim.
    -tabii. nasıl olacak peki?
    -sade?
    -tamam sade, ama neli?
    -hııı. kalsın o kahve be dayı.
  • keyiftir, lezzettir, tiryakiliktir.

    sevgiliye verilen utangaç bir öpücük gibidir, kısadır; ama tadı damağınızda kalır.

    herkesin zevki farklıdır belki; ama benim görüşüm sade türk kahvesinin tadını dünya üzerindeki hiç bir kahve veremez.
  • orta şekerlisi kadar pek keyif vermeyen, bazı hallerde uyarıcı etkisi için içilse de çok fazla tercih edilmeyen türk kahvesi.
  • köpüksüz olması lazımmış bunun. şöyleki:

    teyzem: dayına kahve yap, sade olsun
    ben: tamam

    5 dk sonra:

    ben: al götür ben götürmem
    teyzem: e bu köpüklü olmuş, sade kahve köpüklü mü olur
    ben: ya deli misin al işte yaptık oldu allah allah
    teyzem: tamam da köpüksüz olmaz mıydı bu, ablaaa
    ben: al götür valla dökerim hee

    töbee.
  • kahvenin 'aroma veren cinsi' sağlıklıdır.

    suda eriyen cinsi ise sağlıklı değildir.

    kahve çekirdekleri normal şartlarda suda erimez. kendi aromalarını suya verirler ama suda erimezler.

    kahvenin suda eriyip karışması için üretimi sırasında ona bir takım kimyasallar eklenir. yani suda eriyen kahvelerle içilen şey sadece kahve değil, ayrıca kahveye katılan o kimyasallardır.

    dolayısıyla suda eriyip kaybolan değil ama aromasını suya veren kahve çeşitleri sağlıklıdır.

    bu bakımdan bakıldığında sade türk kahvesi en sağlıklı kahve çeşitlerinden biridir.

    telvesi içilmemelidir.
  • claire sheridan isimli, winston churchill'in kuzeni; heykeltraş, ressam, yazar olduğu kesin olup da, ajan olup olmadığı pek o kadar kesin olmayan bir hanımefendinin, cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonrasında(1924-25) tanık olduklarını aktardığı kitap.

    normalde anı veyahut bir gezi kitabı gibi göründüğü halde, etno santrizmle, oryantalizmle yazılmış acımasız bir eleştiri kitabı. türklerin kendi ülkesinin ingilizlerce sömürülmesini istemediğini(kendi deyişiyle anglo-sakson medeniyetinin üstünlüklerinden yararlanmayı), kapitülasyonları nasıl eleştirdiklerini çok büyük bir şaşkınlıkla; atatürk'ün yüzlerce yıl bir imparatorluğun çatısının altında yaşamış insanları geçmişe ait her şeyin etkisinden çıkarmak için yaptığı değişiklikleri önemsiz göstererek (iyi ya da kötü olmalarından bağımsız olarak önemsiz demeliydim ya da) ve "ingiliz duygusallığına" ulaşamamış türklerin ne feci şeyler yaptığını, daha iyi değil, kendileri gibi (tembel, ilkel ve cahil) yaşamak istediklerini öznel (ve kanımca genellikle tutarsız) görüşlerini hiç sakınmadan anlatmış. "medeniyet nasıl bir şapkaya indirgenir" gibi yorumları da kendi iddialarıyla bile nasıl çeliştiğinin farkında değil gibi.

    savaştan sonra doğacak milliyetçilik akımından etkilenmemeleri için çocuklarını yurtdışında büyüttüğünü söyleyen bir insandan nasıl bu kadar çelişkili ifadeler çıkar pek anlamak mümkün değil. ama sezarın hakkı sezara, nesnel izlenimlerini ve o sıralarda cereyan eden muhtelif olayları anlattığı kısımlar gerçekten ilginç ve okunmaya değer nitelikte.

    işin ilginç yanı, arion yayınlarından çıkan kitap 131 sayfa olduğu halde yabancı sitelerde kitabın 240 sayfa olduğu yazılı. gerçek adı turkish kaleidoscope olan kitabı sade türk kahvesi olarak çevirmek, nasıl bir aklın ürünüdür bilemiyorum. belki de, "ne kaleidoskopu lan!" gibi bir tepkiden çekinilmiştir.
  • hepsi yalan,
    starbucks da yalan, gloria da yalan,
    alalım biraz da biz oyalanalım,
    kahve çekirdekleri kullanılarak yaratılan,
    kahvenin dünya üzerinde rastlanılabilecek en müthiş lezzeti,
    gerisi yalan gerisi dolan,
    orası faso burası fiso.
  • son dönemlerde yazı kimse sevmez oldu. herkesin ağzında "aman bu ne sıcak ya, kış gelsin valla" lafı döner durur. insanlara hak vermemek elde değil, tanıdığım hiç kimse mayosunu, bikinisini* kapıp bodrum' a akan ünlü değil. bende uzun zamandır yazı sevmez oldum, devamlı bir sıkıntı vermekte bana. ilkbaharı da sevemiyorum son baharı da, varsa yoksa kış. ne çiseleyen yağmur altında romantik geziler yapasım var, ne deniz kıyısında gece vakti suyun şırıltısını dinlemek, ne de ağaç gölgesinde yayılmak.

    doğalgaz nedir bilmiyorum (aslında biliyordum ama unuttum*). evime misafir gelen herkes "valla bunun yerini hiç bişey tutmuyor", "atıcan meşe odununu kütür kütür yanacak", "kestane yapıcan bunun üstünde varya süper olur" dedikçe kasım kasım kasılıyorum ama beni en çok mutlu eden insanların bir akşam ellerinde ekmek poşetiyle gelerek soba üzerinde ekmek kızartıp yemeleri. bizde ev sahibi olarak sebepleniyoruz tabi.

    kahve mi? evet kahveden bahsedecektim değil mi? işte o kütür kütür yanan sobanın üzerine tek fincanlık cezveyi koyuyorum, hiç karıştırmadan 15 dk bekliyorum, biraz köpük sıkıntısı yaşasamda paçoz kahvelere nazaran çok fazla köpük oluyor ve yeryüzü üzerindeki en güzel kahveyi içiyorum.
  • içmeyi pek sevdiğim kahvedir. lakin dışarda bir yerde - mandabatmaz hariç - asla ilk seferde içebildiğim bir şey olmamıştır. illa az da olsa şeker koyarlar, ben de geri gönderirim kahveyi. ya garsonlar ya da kahveyi pişiren "sade olur mu ya ben buna azcık şeker katayım böyle içilmez acı acı" diyor sanırım.
    tabi ağır ağır pişeni makbuldür. hatta mangal ziyafetinden sonra için için yanan kömür üzerinde pişirilirse ohhşş...

    not : kahve falı bakan insan aranıyor. ücret dolgundur.
  • sade ama sakızlısı pek lezizdir.
hesabın var mı? giriş yap