• eski yunanda demokrasi fikri ilk ortaya çıktığında sokrates bu fikri hiç benimsemediği gibi şiddetle de karşı çıkmıştır.

    hatta platonun yazılarından da öyle anlıyoruz ki sokrates'in idamına sebep de demokrasiye karşı oluşudur.

    platon'un 10 kitaptan oluşan cumhuriyet isimli eserinin 6. kitabında sokrates, ademantus isimli bir öğrencisi ile demokrasi hakkında sohbet eder. sokrates bu kısımda ademantus'a demokrasinin eksiklerini ve hatalarını göstermeye ve anlatmaya çalışır. bunu yapmak için sokrates, toplumu bir gemiye benzetir.

    bir gün sokrates yine öğrencileriyle sohbet ederken bir öğrencisi sokrates e sorar :
    eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse adil olan da bu değil midir?

    mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde elli bir kişinin kararına mı uymak daha adil ve doğru olur yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı ?
    hem çok mümkündür ki daha çok insanın daha az insandan yanılma ihtimali daha azdır.
    şu halde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadığı gibi haklı da sayılmaz.

    bunun üzerine sokrates her zaman olduğu gibi soru cevap yöntemini kullanarak o öğrencisine önce sorar.

    _ bize söyler misin bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur?

    öğrenci: elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur. bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur.

    sokrates : peki o halde bize yine söyler misin toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur?

    öğrenci : elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı fazla olur.

    sokrates : peki bize yine söyler misin bir gemide yüz yolcu bulunsa geminin nerede-nasıl ve hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir yoksa o yüz yolcu mu ?

    öğrenci : eğer yolcular içinde denizcilik bilgisi olan yoksa pek tabi en iyi bilen kaptandır.

    sokrates : peki o halde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez, herkes bildiği yerde konuşmalı ve her iş ehline verilmeli?

    öğrenci : pek tabii olması gereken budur.

    sokrates : peki o halde bize yine söyler misin kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi ?
    hem sen de kabul ettin ki bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden hep daha çok olur.
  • "babası oğluna bir torba çivi verir ve ona kontrolunu, sabrını her kaybettiğinde ceviz sandığının üzerine bir çivi çakmasını söyler. birinci gün çocuk tam 37 çivi çakar.

    haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar. nitekim haftalar ilerledikçe, kendini kontrol etmesinin sandığa çivi çakmasından daha kolay oldugunun farkına varır. her çivi çakılmadığı günün sonunda durumu babasına bildirir.

    bu defa baba oğluna, kendini kontrol ettiği her günün sonunda sandıktan bir çivi sökmesini ister.

    haftalar geçer, çocuk, hem sabır hem de kendini kontrol etmenin idrakiyle, tüm çivileri sökmüş olur ve babasını çağırır.

    babası çocuğun elinden tutar ve sandığın yanına götürüp ona şöyle der:

    -bak oğlum, çok çalıştın ve artık kendini kontrol ederek sandığın üzerinde delik açmamayı öğrendin!…

    ancak, sandığın üzerindeki deliklere bir bak!. hiç bir zaman o delikler kapanmayacak ve eskisi gibi olmayacaklar.

    her sabırsızlığın, duygusal tepkimen karşındaki kişinin yufka yüreğinde böyle onulmaz yaralar oluşturur. ne kadar özür dilersen dile, o yara daima orada duracaktır. sözlü bir saldırı da en az fiziksel bir saldırı kadar yara verir!.

    oysa arkadaşlarımız bizim için mutluluktur, bizi güldürürler, başarı için cesaretlendirirler, bize dikkatli bir kulak sunarlar ve kalplerini bize açmaya her zaman hazırdırlar."

    demiş sokrates.
  • "kesinlikle evlen! karin iyiyse mutlu, kötüyse filozof olursun " demistir zat-i alim
  • antik yunan filozofudur. maiotik yöntemini geliştiren dehadır aynı zamanda.

    “ben bir ebeyim ve insanlarda zaten var olan bilgileri ortaya çıkarıyorum.” sözünü de annesinin mesleğinden ilham alarak söylemiş. platon'un da fikir babası diyebiliriz kendisine. zaten platon sokrates'in öğrencisiymiş.

    sokrates; bilgilenmenin önemini vurgular. araştırmanın, soru-cevap yapmanın faydasını belirtir. yani insan bilgisiyle var olur, iyi bir insan olmanın yolu da bilgilenmeden geçer. açık açık; ot gibi yaşamayın, okuyun, bilgilenin ayılar demiş resmen. çok iyi ya. *

    --- spoiler ---
    aklınızda olanları, hayata geçirecek kadar yüreğiniz yoksa, ömrünüz cesaretli insanların dedikodularını yapmakla geçer.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendi istediğim gibi konuşup ölmeyi tercih ederim.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    güçlü beyinler fikirleri tartışır, vasat beyinler olayları tartışır, zayıf beyinler insanları...
    --- spoiler ---

    seç beğen al, şahane sözleri var reisin. her biri hayat felsefesi yapılacak cinsten. sevgi ve saygıyla…
  • "sokrates devletin inandığı tanrılara inanmamakla ve başka birtakım tanrılar getirmekle suç işlemektedir; ayrıca gençlerin ahlakını bozmakla da suçludur. cezası ölüm."
    mahkemenin kararı böyledir.

    bilgi ve erdem tutkusuyla tanıdığımız sokrates ölüme de kendine yakışır biçimde yaklaşmıştı. hem mahkemeye hem de kendisini kurtarmak için uğraşan dostlarına olan tavrı hayatını adadığı ve hayatıyla ödediği felsefesinin ispatı niteliğindedir.

    sokrates, platon tarafından yazılan apologia’da genel olarak, felsefe yapmaktan vazgeçmediği takdirde ölüme mahkûm edileceğini bildiği halde, felsefe yapmaktan, insanları sınamaktan ve onlara doğruyu göstermekten vazgeçmeyeceğini; insanları para ve şan peşinde koşmamaları
    ve ruhlarını arındırmaya özen göstermeleri konusunda yüreklendireceğini savunmuştur.

    ölüm kararının onaylanmasından sonra kendi durumunu şu şekilde değerlendirir;
    "her tehlike için, kişiyi ölümün elinden kurtarabilecek pek çok yol vardır, yeter ki o kişinin her şeyi söyleyebilecek ya da yapabilecek kadar ar damarı çatlamış olsun! bundan, yani ölümden, o kadar da zor değil kaçıp kurtulmak, çok daha zor olan kötülükten kaçıp kurtulmaktır.
    zira, o daha hızlı koşar ölümden. ben, yaşlı ve yavaş biri olarak daha yavaşı tarafından yakalandım, suçlayıcılarım ise becerikli ve hızlı olduklarından daha hızlı olan kötülük tarafından yakalandılar. ben şimdi sizin tarafınızdan idam cezası hükmü giydirilmiş olarak ayrılıyorum aranızdan, onlar ise hakikat tarafından fesatlığa ve adaletsizliğe mahkûm edilmiş olarak".

    sokrates ölümü neredeyse kucaklar, her şekilde kabullenir, hatta bunu bir kazanç olarak görür. ona göre ölüm, ya bir tür uyku ya da ruhun göçmesidir.
    bir şeyin özünü, saf halini elde etmek yani gerçek bilgeliğe ulaşmak için ruhun bir başına kalması, bedenden kurtulması gerekir. ruhun bedenden kurtulmasının kesin yolu ölümdür. çünkü gerçek bir filozof varlıkların özünü, yani her bir şeyin kendisini ve hiçbir şeyle karışmamış halini kavramak ister. bedensel ihtiyaçlar, hazlar ve duyular bu kavrayışa engel olur.

    bazı kaynaklar, öldüğü günle ilgili bir anekdottan söz ediyor. ilk kaynağı ve doğruluğu kesin olmamakla birlikte, yine de aşağıya almak istedim. buna göre;
    cezanın infaz saati geldiğinde, mahkemede tanıdığı sokrates'e sevgi duyduğu için zehri hazırlamayı ağırdan alan cellat, bu nedenle sokrates tarafından azarlandığında, "niçin bu kadar heyecanlısın? yüzünde öyle bir ışıltı görüyorum ki, gözlerinde öyle bir merak görüyorum ki... anlamıyor musun ? öleceksin!" demiş.

    şöyle cevaplamış sokrates ; " bu bilmek istediğim bir şey. hayatı tanıdım, o güzeldi; tüm kaygılarıyla, kederleriyle o hala bir keyiftir. yalnızca nefes almak yeterli bir mutluluktur. yaşadım, sevdim; canım ne isterse yaptım, içimden ne geldiyse söyledim. artık ölümü tatmak istiyorum ve ne kadar çabuk olursa o kadar iyi.
    ve iki olasılık var: ya doğulu mistiklerin söylediği gibi ruhum başka şekillerde yaşamaya devam edecek; bedenin yükünden özgür bir şekilde ruhun yolculuğunu sürdürmesi çok büyük bir heyecandır, beden bir kafestir, onun sınırları vardır; ya da belki de, materyalistler haklıdır; bedenim öldüğünde her şey ölür. geride kimse kalmaz. bu da olmamak da- çok bir heyecandır! olmanın ne olduğunu biliyorum. ve olmamanın ne olduğunu bilme anı geldi. ve artık olmadığımda sorun nedir? niçin onla ilgili endişeleneyim? endişelenmek için burada olmayacağım, o halde ne için vakit kaybedeyim?"

    orada bizzat bulunan ve yaşananlara tanıklık eden phaidon sokrates’in hayatının son demlerindeki duruşu ile ilgili şöyle diyecekti; "gerçekten de, oradayken garip duygular içerisindeydim. dostum olan bir adamın ölümü esnasında orada bulunmama rağmen bende bir acıma duygusu uyanmadı. çünkü o, tavrıyla ve sözleriyle mutlu görünüyordu..."

    sokrates giderayak olmak-olmamak dersi vermiş mi, emin değilim. lakin ölümü insanlığa mâl olmuş bir derstir. biz sokrates sevenler, onu en çok ölümüyle severiz.

    şuradan yararlanıldı.
  • "kadın erkekle bir kez eşit hale geltirildi mi, artık ondan üstün olur" özlü sözün sahibi.
  • "lirimin sesi bozuk çıkıyormuş, yönettiğim koro bir şeye benzemiyormuş ya da bütün dünya bana karşı olmuş, aldırmam. yeter ki kendime karşı olmayayayım, kendimle çelişkiye düşmeyeyim..." *
  • ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan daha akıllıyım. - sokrates
  • gelmiş geçmiş en büyük filozoflardan biri ve tarihin sayılı bilgelerinden olan sokrates için insanın gözünde muteber, ciddiye alınan, sevilip sayılan bir hoca ve görkemli okulunda ondan ilim irfan öğrenen mutlu öğrenciler vs. gibi resimler canlanabilir. oysa sokrates'i şöyle hayal etmek bence hakikate daha yakın (tembel tnt'nin sonradan ilettiği eleştirilerle bu portre biraz değiştirildi. değişikliklerin onun eleştirilerini tamamen karşılayacağını düşünmesem de kendisine teşekkür ederim):

    genç bir erkeksiniz. harvard'da hukuk okuyordunuz ve okul yeni bitmiş, mezun olup yazın tatile memlekete gelmişsiniz. mahallenin gururusunuz. çarşıya gidiyorsunuz. ya da bildiğimiz mahalle pazarına. domates biber bakıyorsunuz. yanınızda bikaç arkadaşınız var. ve bir adam oranızdan buranızdan çekiştirip "oo sabri naber? geçen gün kahvede babandan duydum, dereceyle bitiriyomuşsun galiba ha? maşallah, maşallah" diye muhabbet açmaya çalışıyor.

    siz bu zoraki başlayan diyaloğu "evet sokrates amca eksik olma, benim bi patates kaldı onu da tamamlayayım döncektim tam" diye bitirmeye çalışırken "dur yav senin gibi parlak bi genci bulmuşuz, biz okuyamadık bari senden biraz hukuk adalet öğrenelim" şeklinde sürükleyen son derece çirkin, fakir, pis, *uyuz* bir adam karşınızdaki. "geçen gün erman amcanlarla takılıyoduk da. bizim erman 'adil bi lider olabilmek için önce güçlü olman lazım abi, adil lider dediğin gerektiğinde kodum mu oturtabilmeli' dedi. aklıma takıldı ne zamandır seni görsem de sorsam diyodum. bizim erman'ı biliyosun cahilin teki, o nere harvard'da hukuk okuyan sen nere. şu meseleyi hele sen bi anlatıver bana, adil olmak için güçlü olmak şart mı sence?" diye devam ettiğini, ve konunun "peki adalet ne?" "iyi de hakikat ne?" "ama o zaman iyilik ne?" gibi sorulara gelip çattığını, yanınızdakilerle bakışıp "eheh ne diyo lan yine bu manyak" diye bıyık altından güldüğünüzü hayal edin.

    sonra verdiğiniz her cevabın yeni sorularla karşılandığını ve önceki cevaplarınızla arasındaki çelişkilere işaret edildiğini, tutarsızlıklarınızın dan dan yüzünüze vurulduğunu, verdiğiniz cevabın aslında başka bir soruya cevap olduğunun gösterildiğini, size öğretilen şeylerin bu adam karşısında çaresiz kaldığını düşünün. içten içe arkadaşlarınızın arasında komik duruma düştüğünüzü, hatta bu koca burunlu sefil herifin sizinle ve harvardlı hocalarınızla alttan alta taşak geçtiğini hissetmeye başladığınızı hayal edin. bıktığınızı, bi yandan da sinirlendiğinizi, bu meczubun sizi soktuğu hallerin altında kalmamak için gurur yaptığınızı düşünün.

    sonra bunları evde ananıza babanıza anlattığınızı, onların da "o ne demekmiş be öyle a-aaa manyağa bak!" gibi tepkiler verdiğini, kahvelerde ve günlerde "yahu bu sokrates yine çarşıda bizim çocuklara dadanmış, akıllarını karıştırmaya çalışmış" sohbetlerinin yapıldığını. hocaların da işin içine katıldığını, bir kısım mahallelinin "muhabbeti çok güzel" diye onu meyhane toplanmalarına çağırdığını, bir kısmının "bu sefer çok pis göt edicem" hırsıyla, bir kısmının "bilgeliğini" kanıtlayıp hava atmak için manavda, berberde, düğünlerde sokrates onlara yapıştıkça bu tür diyaloglara girdiğini, bazılarının "kimmiş ya bu sokrates, bide biz görelim bakalım" diye ona kendi gittiğini, bazılarının ona akıl danıştığını ama cevaplarla değil başka sorularla yanından ayrıldığını, bazı adamların "sen bu meseleleri fazla kurcalama senin için hayırlı olmaz" diye onu tehdit ettiğini, bazı gençlerin yine sinirlerinin bozulmaması için sokakta onu görünce yolunu değiştirdiğini, bazı gençlerin gerçekten "aklının karıştığını" ve sık sık bu adamın etrafında dolaşmaya başladığını, ebeveynlerin sokrates'i sık sık uyardığını, "yahu çocuğun aklına yine abuk subuk sorular sokmuşsun hocaları bize kızıyor sonra" diye çıkıştığını.

    "toplumun genel ahlak yapısına uymamak," "halkı kin ve düşmanlığa tahrik," "halkın dini ve manevi değerlerini aşağılamak," "devletin anayasal bütünlüğüne kast etmek" gibi suçlamaların havalarda uçuştuğunu, bazılarının sahici bir sevgiyle "buralar sana göre yerler değil sokrates, gel sen beni dinle, git artık buralardan" dediğini, ama onun inatla bir at sineği gibi mahalleliye, özellikle de mahalledeki "saygın," "bilge" adamlara ve "parlak" gençlere iddaa bayilerinde, migroslarda, dolmuş duraklarında sorularıyla musallat olarak insanlara aslında bilgili olduklarını sandıkları konularda ne kadar cahil olduklarını göstermeyi sürdürdüğünü. mahallenin giderek huzurunun kaçtığını... böyle bir adamdı sokrates, biz de böyle insanlarız ve onu bu yüzden öldürdük.
  • "birşeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendisinden başlamalıdır." sözünü söylemiş kişi.
hesabın var mı? giriş yap