• sözde kızlar ilk hayal kırıklığımdı benim. sırf benim değil aslında, bütün sınıfın. türkçe öğretmenimiz okumamızı söylemişti, sonra sınavını da olduk hatta. on üç on dört yaşlarındaydık. ilk defa kötü adamlar değişip iyi olmuyorlardı, güzel kız en sonunda yakışıklı adamla evlenmiyordu. gidip çirkin adamla evleniyordu ve üstüne üstlük mutlu da oluyordu. kabul edilebilir bir şey değildi bizim için. o zamanlar henüz bir satır psikoloji okumamıştık. peyami safa’nın çirkin olduğunu görmüştük kapaktaki resimden ama sırf bu yüzden romanlarının sonunda kadın kahramanları çirkin adamlarla evlendirmiş olabileceğine aklımız ermiyordu, üzülüyorduk. evlenmeden nasıl çocuk doğurur bir kadın, gömülmesine nasıl müsaade eder o çocuğun canlı canlı, neden utanır isminden, diyorduk. o zamanlar bizim için açık saçık kategorisinde olan bölümlerini tekrar tekrar okuyorduk. savaştan, anadolu’dan bahseden sıkıcı kısımlarını atlıyorduk. sonra filmi gösteriliyordu trt’de hep beraber yeniden hayal kırıklığına uğruyorduk. fahri yok olmuştu sebepsiz, o yakışıklı, zarif behiç’i cüsseli iri bir adam oynuyordu. dünya kötüleşiyordu git gide, biz de büyüyorduk...
  • "kötü yola nasıl düştünüz?" anketi yapan, sinirlendiği kişilere "allah topunuzun canını alsın!" "gözünüz kör olsun!" gibi çıkışlarda bulunan fahri'siyle*;

    pederinin vafatından sonra bizzat doğup büyüdüğü konağı (yaşlı annesi hâla içinde ikâmet ettiği halde) randevu evine çevirebilmiş işletmeci ruh, girişimci nevin'iyle*;

    bir düzine genç kızı elele tutuşturup peşine takarak yaban kazı uçuşu* yaptıran "akrabanın akrabaya yapmaz akrep akrabaya" mâduru saf insan mevhure'siyle*;

    sürekli zamparalığından dem vurulmasına karşın "etkin kız tavlama metodu" olarak belden kavrayıp yatağa doğru savurmak gibi grokoromen çabalar dışında belli bir orijinalliğini göremediğimiz, beyaz kadın tüccarlığını kariyer meselesi yapmış, tıbben seksomanyak teşhisli * kötü adam behiç'iyle *;

    bilimum fuhuşa karşı kolluk kuvvetleri-toplum dayanışmasının gerekliliği mesajının yanı sıra seyirciye iç çamaşırı gösterme gayesiyle aralara serpiştirilmiş kız kıza dövüş sekanslarının bolluğu ve (ilginçtir) başarısıyla;

    ve son olarak sexual intercourse peşinde 4 delikanlıdan biri olarak gümüş ekrandaki belki de ilk rolüne tanık olduğumuz figüran şener şen'iyle;

    bambaşka, doyumsuz tatlar veren film.

    (bkz: dev filmlerden dev dialoglar/#6019562)
    (bkz: itü isletme fakultesi)
    (bkz: acar film)
    (bkz: behiç sen tam bir seksomanyaksın)
  • ötüken yayınevinden çıkanının arka kapağı kitabın kendisinden ilginçtir. öyle ki yayınevi "yazılışı eski olmakla beraber, konu günümüzde de tazeliğini korumaktadır. bugünün kızlarını, onları mesud yahut bedbaht edebilecek hususları birer ibret levhası şeklinde yansıtmaktadır." demeyi uygun görmüş, peyami safa'nın kendisinden beter bir muhafazakarlık örneği sergilemiştir. neyse.

    kitaba dönecek olursak, mebrure ve belma dışındaki kadın karakterlerin hayli basmakalıp ve statik olduğu söylenebilir; nazmiye hanım, nevin, hatta hatice olmamış belma bu duruma örnek teşkil eden isimler olarak verilebilir. nadir bey bu bireyleri genel olarak şöyle tanımlar: “sözde kızlardan bahsediyorsunuz, sözde kızlar… bunlara verilecek en iyi isim bu: sözde kızlar! serbest kaldıkları zaman gördüğünüz şeyleri çekinmeden yapan bu mahlûklar, koca aramaya başlayınca, sıkılgan, utangaç, tecrübesiz, saf görünmesini de pekiyi bilirler… …hiçbir gün yerlerinde durmazlar. her hamlelerinde gayelerine vasıl olmak için daimi hareket içinde bulunurlar; gayeleri iki şeydir: âşık ve koca bulmak…” hemen ardından fahri, bu kadınları ve içinde bulundukları sosyal ilişki ağlarını “bir neslin ahlaki çöküntüsü” olarak tanımlar. hatice’nin, nam-ı diğer belma’nın ölümüyle, nazım bu kavramı bir adım daha ileri taşır ve bizi “tangolar” ile tanıştırır: “tangolar, halis türk, dini bütün müslüman mahallelerinde yeni kadınlara verilen isimdi… …onlarca tango demek dinini, milliyetini sevmeyen; mahallesine, ailesine isyan eden; ırzını, namusunu satan, her günahı işleyen ve böyle, allah tarafından, bin türlü hastalıklarla, hırıldaya hırıldaya gebertilen melun karı demekti.” yozlaşmış, kültürel ve ahlaki mirasa sahip çıkmayı dert edinmemiş ve her fırsatta türk-islam kimliğinin içine almadığı noktalarda bulunan bu karakterler, yarattıkları atmosfer ve dahası bunun faziletkâr gençler, kızlar üzerindeki mümkün etkileri, öncelikle mebrure’nin masumiyeti üzerinden oluşturduğu zıtlıkla, ardından ise hatice’nin dehşetengiz hikâyesiyle perçinlenirler.

    mebrure ile başlamak gerekirse, kendisi manisa’da babasının izini yitirmiş ve bundan mütevellit muhacirler ile birlikte bandırma’dan istanbul’a, nazmiye hanım’ın yanına gelmiş bir karakterdir. tamamı babanın yokluğu etrafında şekillenen bu yolculuğun daha hemen başında, mebrure konağı ve içindekileri yadırgamış, öncelikle kendine nevin tarafından gönderilen elbiseleri kendisini “bir misafir seviyesinden bir besleme seviyesine” indirdiği için kabul etmekte zorlanmış, ardından bir makyaj ritüelini “yazık, güzelleşmek istiyorsunuz, hâlbuki iğrenç kılıklara giriyorsunuz, yüzünüze bakmak bile insana nefret veriyor !” şeklinde feryat ederek paramparça etmek istemiş, ilerleyen vakitlerde ise güzide’ye bu adilikten, felaketten uzak durmak adına “bu eve gelmemeli.” şeklinde salık vermiştir. lakin gerek behiç ile olan, neredeyse av-avcı ilişkisine benzer münasebeti, gerekse konakta geçirdiği vakit ve imkânlar ile birlikte, mebrure’nin yavaşça yeniden şekillendiğini görürüz. “salondaki avrupa mecmualarını sık sık karıştıra karıştıra, kendisinde iyi giyinmeye karşı yeni bir iştiyak” duymaya başlar, hatta bir müddet sonra “mebrure için bu köşkteki refahı, vasıta bolluğunu bırakmak da…” güç bir hale gelir. bu sapma sürecinde, en büyük etki elbette behiç’indir, mebrure’yi baştan çıkartmak suretiyle büründüğü tavırlar, mebrure’nin babasını bulma arzusunu ve bu yolda maddi bir güce ihtiyaç duyacağı gerçeğini suistimal etmesiyle birleşince, kendisini evliliğe razı etmeyi başarır. ilginçtir ki, bu kararının doğruluğundan ya da haklılığından mebrure de o kadar emin değildir, nitekim fahri ile olan diyaloglarında, “sözde kızlar”dan biri olmadığını ispatlamak arzusuyla bu evliliğin en önemli şartının babasını aramak gayesiyle anadolu’ya gideceği ve bunu behiç’in gerçekleştireceği savını sonuna kadar savunur: “-behiç’in bana aşkı sebep olmuyor, hayır… bir tek şey, fahri bey, bir tek şey. behiç beni anadolu’ya götürecek. –yalandır mebrure hanım. –şartımız o. yoksa evlenmeyeceğiz.” mebrure’nin behiç ile evlenmeye iyiden iyiye niyetlendiğini gösteren bu diyalogun ardından, devreye hasta yatağındaki belma girer. bu noktaya kadar sadece behiç ile olan ilişkisini bildiğimiz ve kısaca “kiremit rengi elbisesi, boyalı yüzü, topukları pek yüksek iskarpinleri ve daima hareket halinde bulunan vücuduyla… garip ve acayip bir mahluk.” olarak tasvir edilen belma’nın hikâyesi, mebrure’yi dehşete düşürür. behiç’ten hamile kalan ve frengili bir çocuk doğuran, ardından ise bu çocuğun behiç tarafından gömülmesine engel olamayan belma, tecrübelerini tüm detaylarıyla mebrure’ye anlatırken, süblime içmek suretiyle intihar eder. bu süreçte önemli olan birkaç nokta bulunmaktadır. bunlardan ilki, belma’nın bir çeşit uyarı levhası görevi görüp, başta mebrure olmak üzere, döneminin ve ileriki nesillerin kadınlarına ahlaki ve bir o kadar da ideolojik mesajlar vermesidir: “ah mebrure, benim felaketime habersiz koşan binlerce müslüman kızına bu karanlık odadan haykırabilsem, kısık ve öksürüklü sesimi duyurabilsem… heyy yollarını şaşıranlar… vazifelerini unutanlar… ne yapıyorsunuz ? nereye gidiyorsunuz ?” , “nevin de… nazmiye de… benim gibi hastadırlar. hep fena adamlar, hep ahlaksızlar… ah.. sus, ben neler bilirim neler… geçelim… ha… onlara hiç aldanma, hatta… bana… vaat et… köşke gitmeyeceksin, vaat et… mebrure, vallahi… hep seni düşünüyorum… hep… ve bütün temiz, namuslu, öz türk kızlarını… hepsini düşünüyorum… ah, onlara anlatabilsem, onlara anlatabilsem…” tüm tangoları, sözde kızları lanetlerken, bir ibret figürü olarak döneminin ve ileriki nesillerin türk-müslüman kızlarına uyarı işaretleri veren belma, son nefesinde, artık o türk-müslüman kızlarından biri olur: “bana artık belma deme… ben hatice’yim, hatice… bu ismi.. çok.. çok seviyorum. çünkü, tam, müslüman, türk kızı ismi…” belma’nın, daha doğrusu hatice’nin son sözleri ise şöyle olur: “artık… artık.. ben müslüman.. türk.. kız.. allah…” bu düzlemde ilerlemek gerekirse, ölümün pençesindeki bir kadının sayıklamaları olarak nitelendirilebilecek bu söylev, lacancı psikanaliz üzerinden incelendiğinde, sembolik düzeni, belma ya da hatice olmak gerilimiyle, gömülen çocuğunun travmasıyla ve temsil ya da tecrübe edemeyeceği bu travmaya şahitlik etmeye çalışmasıyla parçalanan belma ya da hatice’nin nevrozun en temel işaretlerinden biri sayılan, dil ile baş edememe, dili kullanabilme yetisinden soyutlanma halini işaret etmektedir. bu problematik ilişki, hatice olma sürecinde de gözlenebilir. belma, hatice olduktan sonra, onurunu kurtarmak ve geçmişinin hatalarını okuyucuya affettirebilmek için intihar eder, lakin bu ani bir ölüm değildir, kısa bir zaman diliminde etkisini gösterecek bir ilaçla gerçekleştirilmiştir. intihar anından, ölüm anına kadar geçen vakitteki süreklilik ise tam bir belirsizlik mıntıkasıdır, çünkü buradaki konuşmacı, görünürde hatice olsa da; hatice belma’yı, “ben hatice’yim...” dediğinde, hatice’yi ise “hatice’ydim, belma oldum.” dediği anısıyla birlikte süblimeyi içtiğinde öldürmüştür. dolayısıyla, romanda konuşmayı sürdüren karakter, hatice olan hatice değil, tıpkı çocuğu gibi ölmeden gömülmüş, hayaletimsi biridir, nitekim kendisi öldükten sonra açığa çıkan mektubu da bunu kanıtlar niteliktedir. bu noktada, ilk bakışta hatice->belma->hatice gibi bir motif çıksa da ortaya, belma’nın tamamen tükenişi ve özünü inkâr eden haliyle birlikte hatice->belma’da kesilmektedir denklem. geriye dönüşülecek tek şey olarak, ölü bir beden kalmıştır ve bu dönüşüm belma’nın agency’e en haiz olduğu anda agency’den tamamen soyulmasıyla vuku bulur.

    romanın geri kalanı, mebrure’nin bu ahde vefanın yükümlülüğünü yerini getirmesini sağlar şekilde ilerler; babanın nadir ve fahri yardımıyla bulunmasının ardından, kendisi fahri’yi bir eş olarak seçer anadolu’ya olan yolculuğunda. bu hususta bahsedilebilecek nokta, mebrure’nin babasının bulunmasıyla birlikte büründüğü aşk havasıdır: “cağaloğlu, istanbul’un en zarif ve şen bir semti oldu, bir kolacı dükkânından çıkan sarı kediyi kucaklamak istedi.” baba figürünün geri dönüşüyle, mebrure çıkayazdığı karakter ve birey çizgisine geri döner; tek bir farkla, kelimenin en geniş anlamıyla “iyi” bir eşle birlikte.

    dolayısıyla peyami safa’nın sözde kızlar’da çok temel ikilikler (kadın-erkek burada en belirgin olanıdır.) üzerinden giderek, özellikle kadın cinselliğinin ve bedeninin bir tahakküm mekanizması olarak kullanılmasıyla didaktik bir biçimlenim aracılığıyla türk-islam sentezine layık kadını anlatmaya giriştiği ifade edilebilir.
  • 1967 yapımı olan filmin önsözü şu şekildedir:

    --- spoiler ---

    "sözde kızlar, istanbulun kıyı köşelerinde dar mahallelerinde yaşayıp da özledikleri yüksek hayatın sihrine kapılıp yoldan çıkan genç kızların gerçek hayattan alınmış hikayeleridir. bu filmi şerefli genç türk kızlarına, iyi evlât yetiştirme savaşının büyük öncüleri olan ana ve babalara, bu yolda büyük fedakârlıklarla çalışan ahlak zabıtası mensuplarına ithaf ediyoruz."

    --- spoiler ---

    (bkz: ahlak zabıtası mensuplarına ithaf edilen film)
    (bkz: kızlı erkekli sorunsalının kökenlerine yolculuk)
    (bkz: kızlı erkekli ev ihbarı yüzünden ölen genç)
    (bkz: 70-80-90 masum küstah fettan)
  • "benim sana ne fenalığım vardı?" gibi dünyanın en masum ve çaresiz ayrılık cümlesini de içinde barındıran peyami safa romanı.
  • mebrure'nin fahri yerine behiç karakterine yönelmesi akıllara sözlükteki hatunların efendi adam yerine piç tercihi başlığını getiriyor. babasını aramak için anadolu'ya gitmesi gerekebileceği için behiç'i tercih etme konusunda yaptığı iç hesaplaşmayla bu durumu hem kendine hem de nadir ile fahri'ye kabul ettiriyor. hatice'nin anlattıklarıyla da bir anlamda kendi kendini kandırma durumundan uyanıyor.
  • peyami safanın türk filmi tadında, ele alındığın da çabucak okunan romanıdır.

    mebrure, yunan işgali sırasında izmir den istanbul da kaçmış ve yunanlılar tarafından mahkum edilip sonra serbest bırakılan babasının izini kaybetmiştir.son çare olarak istanbulda vefat etmiş amcasının evine sığınır. yengesi ve kuzenleri rahat bir hayat sürmekte ve şaşalı bir yaşantının içinde kaybolmaktadırlar. mebrure bu evin içinde harcanmamak, o yaşantıya adapte olmamak ve kuzeni behiçin kötü emellerine mahkum olmamak için mücadele etmeye başlar.
  • işlediği konu ve barındırdığı karakterler açısından diziye uyarlandığı takdirde ses getirebilecek bir başka türk edebiyatı eseri.
  • ilk baskısı 1923 olan, elimde 19. baskısı bulunan romandır.*
  • 1980'li yıllarda trt radyosunda bir radyo tiyatrosu oynamış bulunan eser.
hesabın var mı? giriş yap