• sezon finali ile ruhumu arşa çıkarmış dizi.

    popüler ve şu an devam eden tüm dizilerden kat kat iyi bir dizi bu. bunun dışında 2. sezonun nasıl olacağına dair tek bir ipucu olmaması inanılmaz cezbediyor.

    june karakterine hayat veren moss oyunculuğu ile büyülüyor! o mimikler, o jestler, öfke ve mutsuzluk kıvamını öyle güzel ayarlıyor ve seyirciye aktarıyor ki... büyülendim!

    sezon finalinde moira kurtuldu, hala ümit var. june kocasına "hannah'i kurtar" dedi, hala ümit var. sahiden ümit var mı?

    2. sezonu tırnaklarımı yiye yiye bekliyorum ve broadchurc'tan sonra ilk kez bir dizi beni bu kadar heyecanlandırdı.

    son olarak;

    “nolite te bastardes carborundorum”
  • refah toplumlarında düşen doğum oranlarının tetikleyebileceği fanatizmi çok güzel anlatan roman/dizi, şu anda dış göç ve yabancı düşmanlığı ile farklı boyutta yaşanıyor ama ya bütün dünyada doğumlar azalsa ne olurdu sorusunun cevabı gerçekçi biçimde verilmiş.

    (bkz: en az 3 çocuk doğurun)
  • margaret atwood'un kadınların tüm haklarının elinden alındığı ve rütbeli askerlere köle olarak atandığı bir dönemi işlediği distopyasıdır. öncelikle çanakkale'de rum bir sahafın önerisiyle türkçe çevirisini okudum, çevirisini başarılı bulmadım. sonrasında elime ingilizce versiyonu geçti ki burada margaret atwood'un kelime oyunlarına, benzetmelerine, imalarına ve sözcüklerle dansına hayran kaldım. dolayısıyla, eğer imkanınız varsa ingilizce halini okumanızı öneririm.

    kitabın adındaki "damızlık" veya "handmaid" ibaresi döllenecek ve çocuk taşıyacak olan anlamında kullanılmaktadır. romanda yüksek radyasyon ve yaşam koşulları sebebiyle kadınların çoğu doğurganlığını kaybetmiştir. doğurganlığını koruyabilen bazı kadınlar ise "damızlık" kadınlar olarak nitelendirilmektedir. bu kadınların tek görevi doğurmaktır.

    kitap boyunca kadınların bir kast sistemi gibi ayrıldığını ve her grubun belirli bir rengi ve görevi olduğunu görüyorsunuz (aklıma osmanlı'nın azınlıklar için ayrı kıyafetler uygulaması gelmedi değil(geri bildirimler üzerine: burada benzetme sadece renkler için yapılmış olup osmanlı'da bu sistem vardı demiyorum).

    -en tepede olan kadınlar, "eş"ler; mavi renk elbiseye sahip olup en yüksek seviyedeki erkelerin "eş"leridir. görevleri "eş" olmak ve evi idare etmektir.

    - "martha"lar ise ev işlerini gören bir hizmetliler sınıfı. bu sınıftaki kadınlar çocuk doğuramayan (yaşı geçmiş, kısır vs) kadınlardan oluşuyor. yeşil renkli elbiselere sahipler.

    - "damızlık kızlar" ise tek görevleri çocuk doğurmak olan ve yüksek rütbeli askerlere atanan kadınlardan oluşuyor. elbiselerinin renkleri kırmızı olsa da bu kadınların kıyafet tarzları biraz daha farklı; yüzlerinde kırmızı peçe ve beyaz kanatlar, uzun bir kırmızı elbise ve kırmızı eldivenler.

    - "teyze"ler; bir çeşit damızlık kızların mürebbiyesi, eğitimden ve eğitim yerlerinin yönetilmesinden sorumlular ve görevlerine uygun "kahverengi" bir elbise giyiyorlar.

    - "ekonokadınlar" alt sınıf erkeklerin kadınları olarak; evi idare etme, eş olma, hizmet etme ve çocuk doğurma işlerini sürdürüyorlar; görevlerine göre yukarıdaki renklerden birini giyiyorlar.

    - "jezebeller" - bir nevi o dönemin fahişeleri ve eskort kadınları statüsündeler.

    -"koloni kadınları" - hiçbir gruba girmeyen bu kadınlar koloniye katılırlar ve orada en ağır işlerde çalıştırırlar. aslında bu sert kategorileşme mevcut durumda bile var olan bir kategorileşme.

    atwood'un bu feminist romanında öne çıkan en önemli noktalardan biri de bu. şu an kadınlara verilen haklardan bahsedilse bile yukarıdaki gruplaşmanın modern hayatımızda da var olduğunu hepimiz görebiliriz. ayrıca burada verilen renklerin de aslında toplumun sınıfını gösterdiğine dikkat çekmek gerekiyor. kitap boyunca vurgulanan noktalardan birisi ise; bu kadınlara okuma ve yazmayı yasaklamaları. toplumdan izole etme ve kendi içlerinde bile ayrışmaya sebep olarak aslında kadınları kendilerine bağımlı ve tutsak hale getirmiş olan bir toplum söz konusu. toplumu oldukça sert bir dille eleştiren, feminizm vurgusunu sıklıkla yapan; modern toplum olarak gösterilen bu korku tablosundan çok da uzak olmadığımızı vurgulayan bir romandır.

    ek olarak, platon'un "devlet" romanında kurduğu ütopik devlete ilişkin karşıt bir teori olduğunu da düşünüyorum. platon'un kurduğu yönetim biçimini erkeklere atfetmiş ve biraz da dejenere edilmiş haliyle uygulamıştır. dolayısıyla söz konusu sisteme de bir eleştiri olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
  • çok güzel çok. az önce bitti, biter bitmez spotify'dan soundtrack listesini açtım ardından imbd'yi açıp 10 puanı yapıştırdım. izleyin.
  • dizinin bir yerinde kaçabilen kocanın hikayesi anlatılırken şöyle bir altyazı verdiler:

    " 3 years later, little america, toronto"

    toronto' da little america diye bi yer mi varmış diye bir kaç saniye düşündükten sonra dank etti.

    amerikanlar için gerçekten korkutucu detaylara sahip bir dizi. biz ortadoğulu ve asyalılar zaten bu distopianın içinde yaşıyoruz.
  • 2. sezonu sabırsızlıkla bekleniyor.

    --- feci spoiler başlangıcı ---

    tüm o karamsar ve umudun bittiği havayı son bölümlerde june'nin kızının, eşinin ve arkadaşının yaşadığını öğrenmesiyle dağıtan dizi. umudu hemen bu kadar kolay vermemeliydi diye düşünüyorum. gerçek hayatta bu kadar kolay değil hiçbir şey; evet umut etmek de bu kadar kolay değil. dizide anlatılan o zaten, kadınların elinden umudu bile alıyorlar.

    bir de bunun mimarlarından birinin kadın olması konusu o kadar güzel işlenmiş ki, yvonne strahovski bunu harika yansıttı. bence bunun iç sorgulamalarını yaşayan bir kadın o, tüm yaptığı o kötülüğe rağmen bir şeyleri yanlış yaptığının deli gibi farkında. sadece geri adım atmak artık çok zor hale gelmiş onun için, o yüzden bu kadar kötü.

    --- feci spoiler sonu ---
  • uzun zamandır izleyeceğim izleyeceğim diyip ertelemiştim sonunda ilk bölümünü izlediğim dizi. o neydi ya oldum bölüm bitince süperdi ama çok korkunçtu, travmatikti. daha fazla bahsetmek istemiyorum kesinlikle izlenilmesi gerekli dizi, çok iyiydi. tüyler diken.
  • bir arkadasimin tavsiyesi uzerine izledim, tamam cok guzel dizi ama keske hamile bi kadina tavsiye etmiyeydi hakikaten travmatik etkileri oldu.
  • ilk sezonda konuk oyuncu olarak yer alan alexis bledel'in 2. sezon kadrosunda da olacağı dizidir.
    http://www.beyazperde.com/…/diziler/haberler-79341/
  • ilk beş bölümünü annemle birlikte izleyerek rüyamızda bordo/kırmızı giyen kadınları görenler kervanına katıldık.

    son dönemlerde izlediğim en etkileyici yapım olabilir * hem izliyor, hem de sinirlerimi bozuyorum ekrana bakarken. yalnız görüntü, sanat yönetmenini aşırı tebrik etmek istiyorum. hatta tüm ekibi istiyorum da, onlar tebriğimi duymuyor.

    kadınların kafasına taktığı beyaz şey, renklere göre ayrılmış olmaları, seromonide ve çocuk doğurma sahnesinde o renklerin bir araya geldiği sahneler, her bölümde mutlaka can alıcı ve "hasiktir" anı yaşatan en az beş cümle, flashbacklerin anla alakalı, bağdaştırılan yerlerden gelmesi, hepsi toplanınca içimde bi' öküz oturmasıyla bağırma isteği arasında ikilemler çıkıyor.

    sanki asla olmayacak bi dünyada yaşıyorlar, ama sanki o kadar içindeyiz ki, boğulur gibi hissediyorum bazı sahnelerde. pek etkileyici.

    son beş bölüm için sabırsızlanıyorum.

    edit; - buradan sonra spoiler -

    4 bölüm daha izledim, finali bikaç gün ötelemeye karar verdim. böyle minik beklemeli hazlar. <3

    ama 5. bölüme kadar yavaş yavaş olayları, çevreyi, düzeni anlamaya başlarken 6 itibariyle heyecanla kaptırıp gidiyorsun dizide. beni en çok etkileyen, fred waterford ile serena joy'un ilişkisindeki ve karakterlerindeki değişiklik oldu. bunu kadında bu derece göremiyoruz ve aşırı bir kapana kısılmışlık yaşıyor, yine izlerken içim daraldı. ama fred'in ilişkilerinin başındaki o konuşan, fikir alan, hayatını paylaşan tavrı bişeyleri iyi yapmaya çalışan idealist genç tavrı, eline geçen güçle sivrildikçe sivrilmiş, kendisi de çok afedersiniz ama şerefsiz bi oç olma yolunda koşar adım ilerlemiş. ha gençliğinde bulunduğu namussuz taraf da dünyanın neresine gidersen git aynı bokun laciverti ve beni çıldırtıyor, ama bence flashbacklerle bu geçişleri çok güzel yansıtmışlar. çünkü otomatik olarak bu fikirle doğmuş, hop diye bu rejimi getirmiş olmak gerçekten bahsedilen bi distopya için bile fazla sanal. diziye dair sevdiğim şeylerden biri zaten genel olarak gerçekçiliği.

    izlerken en çok düşündüğüm şeylerden biri handmaidlere yapılan beyinsiz muamelesiydi. hatta bazen ekrana bağırarak hadsiz köpeklere bak ya, bu kadın senden yüz kat daha donanımlı eminim ki diye çemkirdim. sanki olan her şey çok doğal ve bu kadınlar dünyanın unuttuğu yerden beslemeler getirmişler gibi bi' davranış şekli herkeste. toplasan 3 senedir var bu, nasıl atadan böyleymiş de bu kadınlardan biri söylememesi gereken bişey söyleyince nasıl bu derece şoka girilir -burda kızma işareti var-? bu anlamda sürekli gilead'i temizleyeceğiz diyen örümcekleri kutlarım, çok iyi yerleşmişsiniz. zaten böyle bi özellik hepinizde var maşalla, gittiğiniz yerde yayılıyorsunuz, öyle bir yayılma politikasını sizin gibi becerebilen başkaları yok.

    jezebel's detayı beni hiç şaşırtmadı, yine dizilerin distopyası, bizim gerçekliğimiz.
    yine offred'in ikinci partneri olan ofglen'in bu düzeni mutlu mesut kabullenmesi de beni şaşırtmadı, bu hikayeyi de bi şekilde biliyoruz.
    ve pek tabi hem kendi hayatlarının tadını bildiklerinden, hem bütün bu düzen mutlaka bi yerde direnişi doğurur, doğurmak zorunda.

    gerçekten belki başka toplumlar için distopya olan dizinin bize bizzat çıplak gözle görebildiğimiz şeyleri çağrıştırması da korkunç.
    daha önce de söyledim ama yine ekleyeceğim, sahneler, renkler, hepsi çok iyi, canım görüntü ve sanat yönetmenleri.
hesabın var mı? giriş yap