• trabzon'un fethinden önce başlamıştır.

    osmanlı'nın şehri (aslında kaleyi) fethetmesinden önce, bölgeye akınlar düzenleyen çepniler, batıdan ve güneyden şehir merkezine kadar yaklaşabilmişlerdi. bu dönemdeki yerleşimler, trabzon'daki ilk müslüman türk yerleşimleridir.

    komnesos devleti'ne son verilmesinden sonra 15. ve 16. yüzyıllarda bölgeye tokat, zile, turhal, amasya civarlarından müslümanlar yerleştirilmiştir. dağılan akkoyunlu'nun efradından bir kısmı da erzurum ve erzincan yöresinden trabzon'a göç ettirilmiştir.

    ihtida edenlerle birlikte, şehrin müslüman nüfusu artış göstermiş ve trabzon islamlaşmış, türkleşmiştir.

    19. ve 20. yüzyıllarda kalan rumların ve ermenilerin de bölgeden çıkartılması ile, trabzon şehrinin demografik yapısı türkler lehine değişmiştir.

    bugün trabzon şehrinin tamamına yakını türklerden ve türkleşmiş eski trabzon halkından oluşmaktadır.

    bu adı taşıyan heath lowry kitabı, abdullahoğlu meselesini biraz abartmakla birlikte, değerli bir kitaptır.
  • --- alıntı başı ---

    bu çalışma boyunca, eldeki tahrir defterlerine dayanarak trabozun'un bir müslüman şehri olması sürecini izlemeye çalıştık. incelememizde, daha önceki araştırmalarda varılan sonuçların aksine, bu durumun şehrin 1461'de fethinden hemen sonrasında gerçekleşen ani bir süreç olmadığını göstermiş bulunuyoruz. tam tersine, bu süreç 125 yıl gibi bir süre içinde tamamlanmış ve şehrin yerli hıristiyanlarının büyük kısmı islamlaştırılmıştır. sonuç olarak, 1583'te şehrin nüfusunun çoğunluğu müslüman olduğu ve şehrin islamlaştırılması'ndan söz edebildiğimiz halde şehrin fetih öncesi karakterinin büyük bir kısmını koruduğunu söyleyebiliriz. diğer bir deyişle, incelediğimiz dönemin sonunda trabzon şehrinin "türkleştirilmesi" daha henüz ilk aşamalarındaydı.

    --- alıntı sonu ---

    gerçekten de bir solukta okunan ilginç ve düşündürücü bir çalışma. heath lowry 1486, 1523, 1553 ve 1583 tarihli dört tahrir defterini baz alıp daha önce yapılan çalışmaları da göz önüne alarak çok önemli bir eser ortaya koymuş.

    1486'da %19 olan şehrin müslüman nüfus oranı, 1523 yılında %14'e düşmüş ve 1553'te %46'ya çıkarken 1583'te de %53'e kadar yükselmiş.

    1523'teki düşüşün nedeni trabzon'un osmanlı eline geçmesinden sonra zorunlu göçle oraya yerleştirilen müslümanların bir bölümünün devlet gözetimi azaldığı anda tekrardan memleketlerine dönmesi olarak verilmiş.

    1553 ve özellikle 1583'teki büyük çaplı artışların nedenleri de kısmen 1553 öncesi istanbul'a zorla göç ettirilen hıristiyanlar ama daha çok da şu aşağıdaki nedenler olarak sıralanmış:

    i. anadolu'da kilise sisteminin zayıflaması/çökmesi
    ii. buna karşılık hem resmi güçlü devlet dini olması -ama özellikle de- hem de teşvik edilen alimler, evliyalar, şeyhler aracılığıyla "halk" dini şeklinde tanıştırılan islam. maraşlı osman efendi mesela birçok hıristiyanı hatta hıristiyan mahallesini müslümana çevirmiş.
    iii. vergi... zengin fakir tüm hıristiyanların (yetişkin erkeklerin) ispence vergisi ödemek zorunda olması ama müslümanların böyle bir yükümlülüğü olmaması

    sonuç olarak osmanlı'nın trabzon'u ele geçirmesinden yaklaşık yüzyıl sonra hızlanarak artan müslüman nüfusunun önemli bir kısmının mühtedilerden oluştuğu (zaten aklı başında olup anadolu'daki diğer halkların büyük çaplı katliamlara/yok edilmelere/soykırımlara ya da kısırlaştırılmaya falan uğramadığını bilen herkesin varacağı sonuç) tezi verilmiş ama islamlaşmanın direk olarak hemen türkleşme'yi getirmediğinin hatta neredeyse 1923'e kadar dil ile kültür ile (belki de hala) osmanlı öncesi durumla bağların sürdüğünün altı çizilmiş.

    (bkz: abdullah)*
  • okumadan veyahut yarım okuyarak yorum yapacak kişileri önlemek adına şunu ekleyelim çalışma tamamen trabzon ili merkezini kapsamaktadır.
  • heath lowry'nin academia hesabında tamamını paylaştığı kitabıdır. şuradan ulaşabilirsiniz.
  • tarihçi heath w. lowry tarafından yazılmış mükemmel bir eser.

    http://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=201150
  • of ilçesi ve bayburt'a doğru uzanan solaklı deresinin olduğu of boğazının (eskiden of'a bağlı bugünkü çaykara, hayrat ve dernekpazarı ilçelerinin) müslümanlaşması ile ilgili bir hikayeyi eklemek isterim hazır bu pandemi sürecinde aile soyağacı üzerine derin çalışmalar yapmışken.

    bu arada öncesinde, kemençe ve benzeri örnekler verilmiş. malum mübadele zamanı anadolu'dan, bilhassa karadeniz'den göç eden rumlar'ın çoğu kendilerini pontus olarak görürler ve buradaki adetleri oralarda da senelerce yaşatmışlar. türlü türlü yemekler; mısır ekmeği, kemençe, horon da bunlardan bazıları. hatta şöyle bir şey yazmıştım seneler önce.
    (bkz: pontus rumları/#38187664)

    aynı şekilde bilhassa çaykara ve tonya'da uzunca süre rumca konuşulmuş olması, bu konuda eksik bilgisi olanların, ki maalesef buna bazı trabzonlular da dahil farklı yorumlar yapmasına neden olmuş. anadolu'nun neredeyse tamamından mübadele'de rumlar gitmiş olmasına rağmen, neredeyse her köyün cumhuriyet öncesi rumca bir adı olmasına rağmen dedesinin mezarını gösteremeyecek olan insanların bazı sebeplerden ötürü kin kusarcasına; 9-10 kuşak öncesinini tanıyan, yedi ceddinin mezarını bilen insanlara etnik kökenli, ırkçı hakaretler edebilmeleri bana hep ilginç geldi. kompleks mi, bence evet. hatta biraz daha fazlası, arkasında farklı çeşitli sebepler aranabilir, ama entry konusu bu değil. sonuçta mübadelede en az rum göçü veren yerlerden biri of boğazı, bunun sebebi de çoktan bu bölgede müslümanların çoğunluğu sağlamış olması. aynı şekilde 1830 civarı olması lazım, askere alma amaçlı sadece erkeklerin kayıt altına alındığı osmanlı'nın resmi sayılabilecek ilk nüfus sayımında of ve boğazında rum ve benzeri etnik kökenli insanların nerdeyse hiç olmadığını, tamamen müslüman olduğunu görüyoruz. açın anadolu veya balkanlardaki herhangi bir bölgedeki aynı dönemin sonuçlara bakın çok merak ediyorsanız.

    nihayetinde temeli büyük iskender'in kendi zamanında hüküm sürdüğü tüm imparatorluk topraklarında sadece yunanca konuşulmasını emretmesine ve mecbur kılmasına dayanan; her yerleşim yerinin, ürdün, iran, suriye, kafkasya, rumeli, anadolu dahil her köyün yunanca bir adı olması ve halkın bazı adetlerinde yer etmiş yunanca kültürünün, helen hükümdarlığına neredeyse hiç girmemiş bu topraklarda bir yunan medeniyeti izi araması insanların tamamen cahilliğinden veya kasıtlı olarak yanlış yönlendirilmelerinden ileri geliyor.

    anabasis'in onbinlerin dönüşü kitabı hatta bu konuda en iyi tarihi referanslardan biri bence. milattan önce dördüncü yüzyıldı yanlış hatırlamıyorsam, taht kavgasındaki pers imparatorunun kardeşi için savaşmaya gelip, kardeşi öldürünce tahttaki pers imparatorunun peşine düştüğü yunan ordusunun kaçarken doğu anadolu'yu dikine kuzeye doğru geçip, bayburt üzerinden trabzon'a gelmesi, oradan sinop'a geçmesi ve nihayetinde izmit, trakya ve en nihayet ege'deki evlerine dönmesine kadar nerdeyse yıllar süren bu yolculukta bölge halklarıyla yaşadıklarını da bizzat kendi ağzılarından gözlemlerle anlatan bu kitapta trabzon ve bölgesinde yunanlıların olmaması, dillerini konuşacak kimse olmaması konuyu zaten kapatıyor.

    aynı şekilde farklı çeşitli kaynaklar var, oğuz boyundan çepni türklerinin yüzyıllar önce bu bölgeye gelmesi, bir dönem isyan eden bulgar türklerinin roma imparatoru tarafından trabzon'a sürülmesi (trabzon'daki bulgar dağı), malazgirt zaferinden sonra 4 sene türklerin elinde kalması, kafkaslardan gelen diğer türk boyları ve benzeri durumlar kaynaklarıyla daha önceki entrylerde de bahsedilmiş.

    kaldı ki milattan sonra dördüncü yüzyıl olması lazım, yani yaklaşık 1000 yıl önce hristiyan ortodoks yapılmış ve ortodoksluk zamanında bile dindarlığın ve dini eğitimin merkezi olmuş bir bölgede, bugünün şartlarıyla düşünüp kalandar gibi özel günlerin veya ne bileyim kızlı erkekli oynadığı horon gibi yöresel oyunlarla, ve benzeri farklı yöreye ait adetlerin hala yaşatılıyor olması üzerinden islamdan uzak olduğunun, türklükten uzak olduğunun söylenmesi de, iddia edilmesi de ayrı bir komedi.

    neyse, konu uzun. ben asıl konuma döneyim. of ve boğazı dedim. çevre illerin de bağlı bulunduğu trabzon vilayetinin nüfus anlamında zamanının en büyük ilçesi. buna rağmen senelerce bilhassa iç bölgelerin, kıyıdan uzak yerleşim yerlerinin zor arazi şartlarından ötürü en büyük mahrumiyet çekmiş bölgelerinden biri, buna rağmen bu özelliği ile anadolu'da çoğu bölgeden insanların da dini eğitimlerini almaya geldiği yer imiş of. şimdi hatırlamıyorum, açıp da bakamayacağım ama sultan abdülhamid döneminde farklı yerlerde açılan hamidiye okullarına kadar en fazla dini okulun olduğu yermiş. sallıyorum, tüm imparatorluk topraklarında istanbul dışında 100 tane medrese varsa 30'u burada gibi inanılmaz yüksek bir oran okumuştum bir yerlerde. çok yüksek bir rakamdı, hele bir ilçe için. of'taki bazı kütüphanelerdeki kitap sayısı trabzon merkezdeki kitaplardan fazla diye yazıyor zaten biri 18. yüzyıl hatıralarında. dediğim gibi, bu özellik ilginç bir şekilde islam öncesinde de böyleymiş.

    mahrumiyet bölgesi demişken konu dağılıyor ama konuyla ilgili bir fıkra da vardır anlatılan. dönemin bakanlarından biri gelmiş, halkla sohbet ediyormuş. bir yaşlı nine görmüş. nene demiş, nasılsın, memnun musun hükümetten?
    nine bakmış: memnunum oğul demiş, bizim hükümet iyidir de, rus hükümetinden hiç memnun değilim diye devam etmiş.
    millet gülmüş tabii, bunadı herhalde diye aralarında fısıldaşırken, rus hükümeti ne alaka nine demiş bakan.
    "ha bu yolları 100 yıl önce yaptular, bir daha gelip bakmadular, çok şikayetçiyuk" diye yapıştırıvermiş nine. öyle yerdir bizim oralar, çoğu yollarının birinci dünya savaşı sırasında yaklaşık iki yıl süren rus işgali sırasında yapıldığı, seksenlere kadar elektrik verilmemiş köylerinin olduğu, senelerce devletten yatırım almamış, insanların köprüleri, yolları bile kendi emekleri ile yapıp, tamir ettiği arazisi sarp ve iklimi zor yörelerdir.

    neyse dedim ya konu dağıldı, asıl konuyla alakalı meşhur hikaye şu. halife ömer zamanında istanbul'u fethetmeye çalışıyor müslümanlar. malum, peygamber efendimizin hadisinden sonra konstantiniyye'yi fethetmek için defalarca seferler yapılmış. (bkz: eyüp sultan) dört halife devrinde; hz. ömer zamanında kudüs, şam gibi büyük şehirlen alınmış. istanbul için de şartlar zorlanmış.

    savaş sonunda bir barış antlaşması imzalanıyor doğu roma imparatoru ile. maddelerden biri de karşılıklı din adamları göndermek. doğu roma imparatoru kendisine bağlı hristiyan trabzon kralına danışıyor, o da elindekilerden çok güvendiği of'ta yaşayan çok meşhur iki din alimini gönderiyor. bu iki din adamı, iki papaz medine'ye varıyorlar ama koskoca bir devletin başı olan hazreti ömer'in yaşamının sadeliği karşısında çok etkileniyorlar. zamanla onun yanında kalıp hz ömer'in adaletini ve diğer unsurları da görüp etkileniyor, islam'ı inceleyince de çok kısa sürede müslüman oluyorlar. bir süre sonra da anadolu'ya dönüyorlar, ama trabzon'a dönmeye çekindikleri için maraş'a yerleşiyorlar.

    aradan bir yaklaşık sekiz yüz sene geçiyor. bu maraşlıların soyundan bir din alimi rüyasında of'a gitmesi gerektiğini, o toprakların müslüman olmasının buna bağlı olduğunu görüyor ve çok yakın bir arkadaşını alıp of'a yola koyuluyor.

    zaten trabzon ve ahalisi 1461'den beri osmanlı toprağı. ama meşhur tımar sistemi ile çok karışılmamış, köyler belli komutanların tımarına verilmiş. vergi veya asker alınıyor savaş zamanı fakat kimseye zorlama yapılmamış, arada aileler yerleştiriliyor yazıldığı gibi, ama bu göç edenlerle beraber müslüman yüzdesi 1500'lerin başında yüzde onbeş civarlarında.

    neyse iki arkadaş gidiyorlar of'a. rivayet o ya, kısa zamanda çok etkileniyor bölge insanları bilgilerinden, hatta gidiyor kilise'de namaz kılıyorlar, namaz kılarken bina kıble'ye dönüyor ve bunun üzerine hristiyan din adamlar başta çok kısa zamanda ilçenin neredeyse tamamı 1550'de müslüman oluyor. oradan da hızla diğer ilçelere yayılıyor. o iki kişiden biri olan maraşlı osman efendi'nin çaykara'ya bağlı maraşlı köyündeki türbesinde mezar taşında şöyle yazar. (kaynak: yağmur dönmez'in çaykara etnografisi üzerine doktora tezi.)

    --- mezar taşı ---

    of’a islam’ı getirdi
    kemalin menbai maraşlı osman,
    ne kutsi kudrete malikti hayret
    boyun eğmiş idi bir görmede ruhban,
    dokuzyüzaltmış idi hicri yıllar
    o’nu rahmetlere garketti rahman.
    --- mezar taşı ---

    hikaye bu sonuçta, nesilden nesile anlatılırken biraz efsaneleştirilmiş, masallaştırılmış olması muhtemel. ama tüm anadolu ve hatta balkanların müslümanlaştırılması gibi, öncü giden alperenlerin, sarı saltukların, ahi evranların, ahmet yesevi ve benzeri velilerin de etkisi çok olmuş bölge insanlarının islamı hızla kabullenmesinde.

    hatta belki de bu yüzden trabzon'da en işlek cadde maraş caddesi, kahramanmaraş'da en işlek cadde trabzon caddesi adını almıştır.

    edit: imla
  • hizini alamayip asiri islamci ve irkci bir odak haline gelmesi bu durumu daha da ilginc hale getirmektedir, oyle degil mi sevgili dokur?
  • hala devam etmektedir.
hesabın var mı? giriş yap