• ekşi şeyler yazının görselleştirilmiş halini çok iyi bir şekilde derleyip yayınlamış. linklere tek tek tıklamak istemeyenler yazıyı oradan okuyabilirler; ekşi şeyler linki

    özellikle avrupa'ya falan gidenler fark etmişlerdir, hangi sokağa girsen mutlaka güzel binalarla, evlerle karşılaşırsın. turistik yerlerden, müze binalarından falan bahsetmiyorum. sıradan insanların oturduğu bir apartmanın bile kendine has bir çizgisi ve estetiği vardır. mesela isviçre'deki en düşük gelir grubuna ait kantonlardan birinin (glarus) herhangi bir sokağına rastgele bir uçuş gerçekleştirelim; glarus

    yani türkiye'deki karşılığı güneydoğu anadolu bölgesi falan oluyor. ama ben karşılaştırmak için o bölge yerine türkiye'nin en zengin şehrindeki en zengin semtlerinden birine uçacağım (istanbul-etiler'e); etiler

    dikkat edin sizi çağlayan'a falan götürmedim. yani şuraya da götürebilirdim; çağlayan

    ama götürmedim. elbette bu yabancıların kötü sokakları, kötü binaları olmadığı anlamına gelmiyor. mutlaka var. bizim de iyi sokaklarımız, estetik duran apartmanlarımız var ama kabaca bir değerlendirme yaparsak bizim istisnalarımız onların geneli gibi.

    tamam haydi avrupa'nın en zengin ülkelerini boşverelim, polonya'ya gidelim. hem de polonya'nın istanbul'una değil, konya'sına falan uçalım; poznan

    mesela sokakta biraz ilerlerseniz tek tük bakımsız binalar da görebilirsiniz ama bunların bile kapısından, penceresinden belli bir üsluba ve yoruma sahip oldukları hemen göze çarpar. örneğin: poznan'da bakımsız bir bina

    bizde ortalama bir apartman deyince estetikten tamamen yoksun, ruhsuz, herhangi bir üsluba sahip olmayan boyalı tuhaf yapılar geliyor aklıma. kanımca bu öylesine büyük bir sorun ki, oralarda yaşayan milyonların ruhsal durumlarını da oldukça etkiliyor. kısacası oturduğumuz apartmanlara benziyoruz. allah aşkına şu apartmanda yaşayan birisinin çevresine pozitif enerji verebilmesi, normal, sağlıklı bir insan olabilmesi mümkün mü sizce?: sayko apt. apartmanın o desenleri emmiş bitirmiş zaten bütün enerjiyi.

    bakın en emici türk apartmanı desenlerinden biri de şudur: türk apartman deseni

    bu apartmanlar bizi otomatikman şuna dönüştürüyor zaten -> çal keke çal

    şu foto da varoşlardan falan değil, istanbul'un kalbi şişli'deki bir sokaktaki apartman: şişli
    minimum 2000-2500 lira da kira istiyordur. yani asgari ücretin oldukça üzerinde (ocak 2017 fiyatları).

    bir karşılaştırma yapacak olursak; mesela ingiltere'deki asgari ücretin yaklaşık bu kadar üzerinde böyle bir kira ödeyebiliyorsanız londra'nın merkezinde şu dubleks dairede yarın oturmaya başlayabilirsiniz: londra dubleks

    bakın bir de şöyle bir şey var biliyorsunuz: çağlayan'da yeni binada ulaşımı kolay 3+1 lüks daire ^_^ : lüks çağlayan

    şimdi 'büyük resmi' görelim: lüks uçtu baby sizin ben aranızdaki uçurumu skeyim.

    aaaa 'fransız balkon' meselesi var bir de. yeni yeni apartmanlar yapılıyor ve en az 50-60 sene de bu apartmanlarla yaşayacağız: fransız balkonlarımız

    bu öyle büyük bir furya ki bir sabah uyandığınızda o ucuz malzemelerle götünüze fransız balkon korkulukları inşa etmeye çalışan minnoş bir ustayla göz göze gelebilirsiniz. korkarım itiraz etme şansımız bile olamayacak, belediyeden çoktan onay almışlardır.

    bu arada fransız balkon kültürü üzerine araştırma yaparken bakın şuna denk geldim arkadaş bu nedir? https://goo.gl/k2dybf (link uçarsa: acayip balkon) photoshop falan değil, inşaatçının sitesi bu. olm kapı nerede? misafirler geldiğinde elinizde çaylarla pencereden aşağı atlayıp balkona ulaşıyorsunuz. yalnız şimdi düşündüm de şu mevcut fransız balkonlardan çok daha mantıklı biliyor musunuz? en azından açık havada oturuyorsunuz mis gibi. dalga geçmiyorum.

    peki biz hep böyle miydik? ilginçtir ki teknolojinin ileri olmadığı çok daha eski yıllarda çok daha iyi işler çıkartmışız.

    mesela haydarpaşa garı 1908 yılında açılmış ama şu estetiğe bakar mısınız? -> haydarpaşa garı (estetiği bozan tek şey; kaynaktan demirlerle sonradan çirkin bir şekilde tepesine diktikleri o tabela, acımamışlar da)

    haydarpaşa garı'nı yapan mimarlar ise o dönem çalıştıkları süre boyunca konaklayacakları 'ayaküstü' bir yer yapalım demişler ve şunu yapmışlar -> sünget apartmanı (durun ağlamayın dostlar)

    mesela aradan 150 yıl geçmiş ve biz yeni ankara tren garı'nı böyle yapmışız -> ankara tren garı (az kalsın sanki ön tarafa yine dayanamayıp fransız balkonları çakıyorlarmış da son anda aklı başında biri çıkıp "napıyosunuz amk saçmalamayın" demiş gibi değil mi?)

    1894 yılında yapılan rumeli pasajı'ndaki detaylar -> rumeli pasajı

    1990 yılında yapılan okmeydanı perpa pasajı'ndaki detaylar -> perpa (lollll)

    1886 yılında şişli'de yapılan saint michel lisesi -> saint michel lisesi

    2000'li yıllardan beri her yerde gördüğümüz liselerden biri -> normal lise (tamam kardeşim hepsini saint michel gibi yapma eyvallah da en azından şu istanbul'da 10 tane şuna benzer bir şey olsun -1930 öncesi hariç-)

    her şey ileri giderken mimarinin bu kadar gerilemesi gerçekten akıl alır gibi değil. özellikle 16. yy'da zirve yapan osmanlı mimarisinin klasik çağı etkisini yavaş yavaş kaybetse de 19. yy'a kadar bir şekilde devam etmiş. aralarda batıdan etkilenmişiz, barok, rönesans vs.. birinci dünya savaşı'ndaki sıkıntılara rağmen bile mimar ahmed kemalettin ile vedat tek neo-klasik bir akım başlatabilmişler.

    vedat tek tarafından yapılan büyük postane: büyük postane

    1920'li yıllarda yapılan ziraat bankası: ziraat bankası binası

    keza ikinci dünya savaşı sonrası bir on yıllık dönemde dahi ulusal bir mimari akım bu topraklarda nefes alabiliyormuş. tahminen 60'lardan sonra devlet kadrolarına yerleşenler o kadar önemli bir işi (şehir planlaması) ciddiye almamışlar ki bence en büyük ihanetlerden biri yapılmış. bunu yarın sabah 9'dan itibaren ciddiye alsak bile bu kentsel dokuyu düzeltmemiz yüzyıllar alacak.

    yahu şu coğrafi bölgeden sağlıklı bireylerin yetişme şansı en fazla yüzde kaç olabilir -> kentleşme

    düzeltmeyi bırakın, mevcudu bozmaya da devam ediyoruz. buyurun haliç'teki siluetin tam ortasından bıçak gibi geçen metro köprüsü; haliç metrosu köprüsü yabancılar buna kısaca "whaddafuck!?" diyorlar. koskoca unesco kadir topbaş'ı aradı, "yapmayın etmeyin, sizi 'miras listesi'nden çıkartmak zorunda kalırız" dedi dinletemedi. ulan listesini geçtim, yapma kardeşim yapma ayıptır..bir de mimar olacaksın.

    iç açıcı bir fotoğraf olarak 1900'lü yıllarda büyükada'da yapılan bir kulüp binası: büyükada anadolu kulübü*

    1960'lı yıllardan sonra ise sadece sivillerin yaptığı binalar değil, devlet binaları da hızla tuhaflaşmaya başlıyor. hatta 'bakanlık üslubu' diye bir kavram bile gelişiyor galiba. son derece çirkin, depresif ve ruhsuz kamu binaları sarmaya başlıyor dört bir yanımızı. büyük bir mimari kopuş yaygın bir pratiğe dönüşüyor.

    bu alandaki şaheserlerden 1960 yapımı tki binası -> türkiye kömür işletmeleri binası çok merak ediyorum, adam şunu tasarlarken karısıyla nasıl bir kavga ediyordu acaba?

    tüm bunları nasıl bir motivasyonla yazdım bilmiyorum, bi başlayınca devamı geldi işte. alanım falan da değil açıkçası. neyse, belki de yarın istanbul'da bir inşaata başlayacak olan bi müteahhit okur mokur da "harbiden lan bu da fransız balkonsuz değişik bir şey olsun" der bir işe yarar, kim bilir. bir apartman bir apartmandır.

    edit: bazı arkadaşlar "parasızlıktan yapılmıyor, ucuza mecburuz" yazmış. türkiye'nin nice güzel binaları 1850-1950 arası yapılmıştır. bu dönemin çoğunluğunu 'yokluk dönemi' olarak nitelendirebiliriz. hem de iki dünya savaşı var bu dönemde ama estetik kaygılar kentsel dokuyu koruyarak devam etmiş. keza yoksul nice ortadoğu ülkesi bile onca iç savaşa rağmen kendilerine has bir ruha sahip mimari atmosfer yaratabilmişler ve bunları korumuşlar. avrupa'nın fakir köylerine gidin bi dolaşın, kendinizi masalda dolaşıyor zannedersiniz. bu mevzu bu kadar basit açıklanabilecek bir mevzu değil, kusura bakmayın.

    *daha önceden bu binanın tarihini 1950 olarak yazmıştım, bir arkadaş (@alkolsuz parabensiz) uyardı, binanın yapım yılı 1900'ler. eskiden bi yat kulübüymüş, sonra anadolu kulübüne devredilmiş.
  • " mimarlık müziğin dondurulmuş halidir. "

    schelling

    ülkemizde mimarlık maalesef betonun dondurulmuş hali olarak kalmıştır.
  • yokluktan olduguna katiliyorum. yokluk ama para yoklugu degil, zevk yoklugu. yoklugun otesinde boyle bir ihtiyac dahi duymama hali. "yapacaz da n'olacak ? ne gerek var ?" zevzekligi.

    nitekim bu iddianin dogrulugunu ayni malin eline dunya para gectiginde yaptigi binalardan anlayabiliyoruz.
  • çoğunu karadenizli mütahitlerin yapmasından kaynaklandığını düşündüğüm hede.
  • eskiden beri sık sık dusundugum konudur.arap ulkelerinde gecen bir filmde de binaların benzer olduğunu gormustum. neyse, yukarıdaki sebeplere benim ekleyebilecegim ve duydugumda kafamdaki soru işaretlerini acıklığa kavuşturan şeyi bir ispanyol kültür tarihi dersinde hocamız maria jesus horta soylemişti.
    roma devletinde yaşamı anlatırken sosyal hayat dışarıda olduğu icin, binaların dişlarına önem verildiğini, araplar geldiğinde ise sosyal hayatın bina içlerine kaydığını ve bu yuzden arap kulturunun hakim olduğu yerlerde binaların dişinin degil, içinin güzel olmasının önemli olduğunu ve buna özen gösterildiğini söylemişti. sonra irlandalı bir arkadaşımın da turkler niye evlerinin içini bu kadar donatıyor da dışlarını o kadar onemsemiyorlar diye sorduğunu hatırlıyorum, böyle işte...
  • bunu daha önce çok yazdık. estetik bi kültürdür öncelikle.

    türkiyede binaların çok çirkin olmasını sağlayan 3 temel unsur var.

    1- split klimalar.
    2- uydu anteni çöplükleri
    3- asimetrik kapı, pencereler ve renk uyumsuzlukları.

    hızlı bir şekilde görsellerle izah edelim.
    bi kere asimetri konusundan gireyim. https://cdn2.themagger.net/…s/2015/03/unnamed-1.jpg

    bakın bu binadaki düzene bakar mısınız? kusursuz. hangi açıdan fotoğrafını çekersen çek estetik olacak. ayrıca renk uyumu. kahve ton ve siyah. detaylarda beyazlar.

    http://v2.arkiv.com.tr/i/photo/project/28092.jpg şu nizama bak. silahlı kuvvetler ordu düzeni gibi kusursuz adeta.

    çok uzaklaşmayalım. istanbul balat; http://bayaiyi.com/…at-rehberi-merdivenli-yokus.jpg

    birbirinden ayrı binalar ama düzene bak. binalar bakımlı mı?? hayır
    lüks mü? hayır
    cephede sikindirik betomar, kompozit vs kaplamalar var mı? hayır.
    binaların mimarisi muhteşem mi?? yoo dümdüz. ama ne var? renk uyumu ve düzen.

    peki ne yok?? uydu anteni ve split klima yok.

    https://pixabay.com/p-2148870/?no_redirect bakın dostlar. muhtemeşem bi mimari mi var?? hayır. lüks mü var? hayır. sikindirik cephe kaplamaları mı var? hayır. şatafat mı var? hayır. ne var?? renk uyumu var. ne var?? her kapının önünde yeşillik var.

    ne yok?? uydu anteni ve split klima yok.

    şimdi rastgele bi sokak daha alalım istanbuldan.
    http://www.uskudaristanbul.com/…cmeddin_okyay_1.jpg

    görüntü bok gibi demi. hiçbir estetik yok. fotoğafçı gözüyle bi bok yok. peki az evvel italyadan verdiğim sokak fotoğafı ile farklar ne??

    1- uydu anteni ve split klima çöplüğü ilk anda gözümüze giriyor zaten.
    2- soldaki boktan btb denen cephe kaplaması kusturuyor. ayrıca binalara yazılan x inşaat yazıları tamamen rezillik.
    3- her binan önünde yeşillik falan yok. hatta sokakta yeşil yok.
    4- her yerde park halinde araba var. araba=estetik dışı demektir zaten.
    5- renk uyumsuzlukları. kontrast yapacak hiçbir renk birlikteliği yok.

    binalar nerdeyse aynı. bina kalitesi aynı, bina bakımı aynı.

    farkları yazdık. türkiye bi uydu anteni ve split klima çöplüğüdür.

    http://www.basakelektronik.com/img/p1010110.jpg bu nedir lan bu ne??
  • -güzel binaya örnek verilen haydarpaşa garı'nın mimarı yabancıdır, gördüğümüz çoğu güzel binada olduğu gibi.. yani eskiden iyiydik, sonra bozulduk gibi bir durum yok.

    -bizim güzel dediğimiz binalar, avrupa'da normal binalardır. mesela istanbul'da parmakla gösterilen, ünlülerin evlerini kapıştığı meşhur doğan apartmanı. italya'da gayet sıradan bir bina sayılır.

    -sadece apartmanlar değil, en güzel estetiiğe sahip olması beklenen villalar bile çirkin. milyon liralık evlerin çoğu ilçe sağlık ocağına benziyor.

    mesela şu villa 4 milyon tl. 4 milyon..
    https://www.sahibinden.com/…l-villa-376053316/detay

    daha ucuza amerika'da mesela alacağınız ev ise şu:
    http://www.rightmove.co.uk/…/property-60228518.html

    -sadece apartmanlar değil bir çok yapıda bu çirkinliği görebilirsiniz.
    bulvarlar otobana benziyor, restoranlar yurt kantinine benziyor, büyük kavşaklara meydan deniyor (hayaller, hayatlar)

    -bu durumun ana sebebini bilmiyorum, bir mimar ya da tarihçi aydınlatsa ne kadar iyi olur. ama etkisi olduğunu düşündüğüm bir şey var, o da kültürümüzde olan farklılık ve yaratıcılığı köreltme dürtüsü.
    örnek: 60'lı yıllarda ankara'ya büyük bir cami yapılması için proje yarışması yapılır. yarışmayı ödüllü bir mimar olan vedat dalokay'ın projesi kazanır. projesi şudur. bu proje bazılarınca geleneklerimize aykırı ve "fazla modern" bulunur ve iptal edilir. yerine daha usturuplu bir proje çalışması yapılır ve gerçekten orijinallik abidesi şu eser ortaya çıkar. bugünkü kocatepe camii'nin hikayesi budur.
    vedat dalokay'ın projesi ise pakistanlılarca beğenilir, bazı değişiklikler yapılarak islamabad'a inşa edilir ve bugün modern islam mimarisinin en güzel camilerinden biri kabul edilir. türkiye'nin özeti gibi bir yaşanmış hikayedir.
  • yahu ne isviçresi polonyası. çık şuradan adalar, balat gibi ermeni, rum yaşamış yerlere bak anlarsın. ben hep söylerim biz türkler olarak istanbulu haketmiyoruz. verelim gitsin demiyorum, haketmiyoruz diyorum. haketmek sadece kanla bedel ödeyerek olmaz.
  • zaten debeye giren yazarın entrysini okuyunca "hakikaten ya" demiş, tespitlerini beğenmiştim. şimdi sadece bir kaç gündür berlin'deyim. kuzenime ne zaman "aaa burası müze mi? tarihi bir bina mı?" desem, "yok orasını bizim belediye gibi düşün ya da yok orası postane, yok orası sıradan bir ev" dedikçe sürekli şaşırma halindeydim. derdim berlin'deyim ben demek değil. ama gerçekten her semtin her evin bir karakteri var burada. insanlar bembeyaz "tasarruflu" ampuller kullanmıyorlar. bölgesel aydınlatmayı tercih ediyorlar. zaten gün yorgun geçmiş o beyaz ışığı gözlerine sokmuyorlar. evlere dışardan bakınca en çok dikkatimi çekenlerden biri bu olmuştu. parlamento binaları, iş yerleri perdesiz komple cam. şeffaflığın sembolü. kimse kapalı kapılar ardında değil yani. holdinglerde siyah siyah camlar yok. sen önünden trenle geçerken görüyorsun çalışanları. velhasıl başka ülkeye de gitsem şaşıracaktım eminim. başlığın ne kadar doğru olduğunu bizzat görerek deneyimledim.
  • durumun kaynağı kültürel olarak organik bir biçimde gelişmiş olan toplum ve şehirler, avrupa örneğinde görülebileceği gibi, kendi kültürleri gelişirken mimarilerini adım adım inşa etmişlerdir. bizdeki durum ise, zaman zaman önder kişilerce göze çarpan mimari eserler ortaya konmasına rağmen, ani ve sindirilememiş bir değişimle beraber çok hızlı bir şekilde sanayileşme ve şehirleşmenin yapay olarak gerçekleşmiş olmasıdır.

    zamanında taşı toprağı altın minvaliyle akın oldu istanbul'a, eski yerleşim yerlerinde ne kadar köşk, cumbalı ev varsa yıkıldı. günümüze değin kalabilmiş eski mahalleler de son on beş senede mutenalaştırma* kisvesiyle kentsel çöküntü alanlarına dönüştürüldü*** ve rant uğruna yeniden inşa edildi. çok da estetik kaygısı bulunmayan bir halkız ve başımızda o çok malum karadenizli müteahhit tipleri var. parası olan geliyor, arsayı allem edip kallem edip alıyor, geriye yalnızca bir blok dikmek düşer.

    estetik çok zor bir şey değil. pahalı da değil. yalnızca eğitimli mimarlar, müteahhitler ve estetik kaygısı olan bir halk gerekiyor. şehrin hesap edilerek, insan düşünülerek yavaş yavaş gelişmesi gerekiyor. zamanında çok geri kaldık, şehirler de fırsatçılara kaldı. kimse de demedi ki aga sen ne yapıyorsun. ev dedik, oh dedik, oturalım dedik. maslow piramidi* gibi de düşünmek lazım. karnımızı doyuracağız da, başımıza çatı kıçımıza soba bulacağız da, sonra duvara bir resim asarız.
hesabın var mı? giriş yap