• sabahları güneş doğmadan kalkıp, doğrusal bi hatta lastik tekerler üzerinde ilerleyen dev konservelere istifleniyoruz. büyük plastik kutuların başında 9 saat geçireceğimiz binaya gidene kadar kafamızı elimizdeki küçük plastik kutulara gömüyoruz. 9 saat sonra aynı konservelere tekrar yüklenip barınaklarımıza gönderiliyoruz. barınaklara döndüğümüzde bi süre daha plastik kutulara boş boş baktıktan sonra yatıp diğer bir güne uyanıyoruz. hiçbir hayvan görmeden, hiçbir ağaca dokunmadan, toprağa basmadan, kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmadan...

    birkaç yüzyıl önce yaşamış sağlıklı ve huzurlu bir çiftçinin distopyasında yaşıyoruz. bu distopyadan kurtulma fikrinin kendisi başlı başına bir ütopya.
  • distopyalar , başarısız ütopyalar mıdır?

    geçtiğimiz yüzyılda ortaya çıkan birçok ütopyanın ortak noktası daha iyi bir dünyaya dair bir inancı paylaşmaları ve “herkes”in arzusunun ortaklığı inancından türeyen bir dünyanın kurallarını ütopik dünyadaki herkes için geçerli kılma çabalarıdır. oysa bu inançta ve çabada doğası gereği sorunlar vardır.

    ilk olarak ütopik dünyanın kurallarının, pratikteki sonuçlarının herkese uygunluğunun imkansızlığı sorunu söz konusudur. herkese uygun ve mükemmellik iddiası taşıyan ütopik sistem çoğunluğun karşısındaki azınlığın, bireyin, ötekinin hakkını, arzusunu yok sayarak ve görmezden gelerek gasp eder. mükemmellik ideali bir dayatma unsuruna dönüştüğü an ironik şekilde ütopya distopyaya evrilebilir. örneğin aydınlanma düşüncesi akıl ve bilimin önderliğini ve ilerlemeyi itiraz edilemez, çiğnenemez düsturlar olarak kabul etmiştir. buna karşı çıkan tüm çatlak sesleri de susturmuş ve yok etmeye çalışmıştır.bu da tam olarak bir totalitaryenizm tablosudur. oysa devrim ve yeni yüzyıla dair hareketler ilk olarak totalitarist sisteme, tek bir elde toplanmış güce karşı olarak ortaya çıkmıştı ve ortaya çıkma motivasyonu halkın özgürlük istemiydi. ancak devrimin varış noktası ortaya çıkış motivasyonunun tam tersi bir noktaya evrildi. modernizmin ilerleme ideali de doğanın katli, nükleer facialar, ekolojik yıkım gibi ortaya çıkan korkunç sonuçlarla düş kırıklığına uğrayarak kendi kendini tüketen bir makineye ve kendi kuyruğunu sokan yılan metaforuna evrilebilir. dolayısıyla ütopyalar öyle ya da böyle totaliterlikle sonuçlanır çünkü ütopya bir anti ütopyayı(distopyayı) da kötü ikiz kardeşi olarak beraberinde getirir.

    bu ikizlik aynı bedeni paylaşan çelişkili bir ikizliktir. ikiz kardeşlerden görünürde iyi ve mükemmel olanı(ütopya) başarısızlığa uğradığında yerini kolaylıkla diğer kötü kardeşine(distopyaya) devredebilir. “nasıl ki, bilime olan inançta bocalamak, bilimsel distopyaları türettiyse, siyasi mühendislikte inancın sarsılması da, totaliterliğin modern siyasi distopyasını yaratır… more'un hem iyi bir yer” hem de hiçbir yer olma durumuyla sağladığı kelime oyunuyla tahayyül edilen ütopia'nın hemen her yerde bulunabilen epey kasvetli bir yer olma potansiyeline sahip olması çelişkilidir.” (ütopya edebiyatı,s.14)

    ütopyaya bir düşü andıran iyimserlik hali, distopya ise karamsar, kasvetli, tekdüze, kabus gibi bir cehennem hali ise bu iki kavramın kullandığı paradigmaların birbirinin tam zıttı olduğunu iddia edebiliriz. ancak ikisinin temel malzemesi aynıdır. yani ikisi de bir gelecek vizyonu, tasarımına sahiptir ancak bu malzeme iki kavram tarafından birbirine tam zıt perspektiflerce kullanılıp yorumlanır. buradan yola çıkarak bir gelecek öngörüsüne ütopik ya da distopik demek, bir yorumlama farkıdır diyebilir miyiz?

    ben bu soruyu zayıf bir soru olarak görüyorum. çünkü kişisel yorumlamaların ötesinde mevcut iktidarların bazı nesnel ve de pratik uygulamaları ütopik bir cennet tablosundan ziyade pratikte sıkıcı, kaba, tekdüze, bireylerin gözetimde tutulup bireyselliklerinin gasp edildiği bir tablo oluşturmuştur. pratikte geçerli olan bu tablonun hangi elementlerden ve nasıl oluştuğuna bakalım: mevcut dünya sisteminin hem işgücü için hem de kendi halklarını yönetmenin bir aracı olarak yani kendi iktidarına hizmet amaçlı olarak pratikte kullandığı yöntem, strateji ve teknikler vardır. iktidarın amaçlarını ve bu amaçlara ulaşmak için kullandığı yöntemlerse türlü türlüdür: örneğin tarih yazımı yöntemi iktidar ya da sistemin kullandığı yöntemlerden biridir. bu yöntem, iktidarın; geçmişi, hafızayı, arşivleri hatta mevcut dili yok edip silmesini içerir. iktidar, tarihi geçmişe doğru yeniden ve yeniden yazar. iktidar, geçmişi şu anki hedefleri doğrultusunda yeniden şekillendirir.

    bunu şu şekilde yapar: örneğin halkın ekonomik yaptırımlara ya da ağır vergilere dair olası bir şikayeti durumunda, geçmişin şuana göre çok karanlık ve korkunç olduğuna dair bir tablo sunar. şu anki sisteme şükretmek gerektiğini, tek adam yönetimiyse söz konusu olan, tek adama borçlu hissetmemiz gerektiğini dikte eder. iktidarın geçmişi denetim altında tutma amacı “geçmişi denetim altında tutan geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar.” (1984, s.154) inancı ve mantığından kaynaklanır.

    bu yüzdendir ki 1984'ün kahramanı smith'in en büyük suçlarından biri günce tutmaktır. çünkü günce tutmak hafızayı diri tutmaktır. iktidarlar hafızayı teknolojiyi, medya araçlarını kullanarak denetim altında tutarlar. yeni bir dil ve sözlükler oluştururlar. propaganda, algı yönetimi ve zihin kontrolü aracılığıyla mevcut yönetim sisteminin bireylerin kendi tercihleri olduğuna inandırırlar. yani söz konusu olan bir tür gönüllü köleliktir. bireylerin özgürlük istemi yok edilir. bunların örneğini 1984 romanında “entelektüellerin kölece itaati, mantık ve dilin itibarının düşürülmesi(çift düşün ve yeni söylem) halkın en kötü tutkularının uyandırılmasını(nefret haftası) bireyciliğe düşmanlığı( ayrı yaşam) savaş humması ve lidere tapınma adına erotizmin dahi bastırılmasını gerektiren totaliter tam bağlılık talebinde görürüz( ütopya edebiyatı, s.181) 1984 romanında devlet iktidarı tarafından tele-ekranlar aracılığıyla insanların sürekli ve her yerde izlendiklerine dair sürekli bir korku ve kaygı uyandırılışı, yaşanan dünyanın panaptikonvari bir hapse dönüştürülerek mahremiyetin yok edilişi, büyük birader'in her yerde asılı olan posterleri aracılığıyla ve her yerde bulunan düşünce polisleriyle zihinsel kontrolün sağlanması gibi iktidarların kullandığı tüm yöntemlerin oluşturduğu tablo totalitaryenizm tablosudur. demem o ki ütopya ve distopya birbirlerinin varlığının gölgesinde nöbetleşe soluk alabilen yapışık ikizlerdir ve aslında aynı bedeni paylaştıkları için aralarında bir ayrımdan ziyade ortaklık söz konusudur.
  • ütopyada sonsuza kadar yaşayabilir, distopyada ise sonsuza kadar ölemeyebilirsiniz.
  • her ütopya distopyadır. çünkü insanlar ütopya fikrini toplumun sahip olduğunu düşündüğü problemlerin adeta sihirli bir değnek değmiş gibi çözüldüğü bir gelecek olarak düşünür. ancak toplumlar bireylerden oluşur ve bireylerin özgürlüklerini sınırlamadan ütopya olmaz. bu yüzden bir ütopya ne kadar uçuksa aslında o kadar distopyadır.

    mesela şiddet olmayan bir dünya hayal edin. hiçbir insan hiçbir canlıya şiddet uygulamıyor. peki, ama bu nasıl oluyor? mesela aldatılanlar sevgililerine/eşlerine bir fiske bile vuramıyor? demek ki ya insanlar aldatamıyorlar ya da insanlar sevgili/eş kavramlarını yok etmişler/unutmuşlar. mesela hırsızlık var mı? her insana istediği her şeyi verebilen bir sistem bile kursanız ya komşunun evini isterse ne yapacaksınız? ya bir gün komşunun evinde yaşamaya başlarsa? komşusu şiddet uygulamadan kendi malını nasıl koruyacak? özel mülkiyeti de kaldıralım. hiç kimse hiçbir şeye sahip olmazsa hırsızlıkta olmaz. herkes her şeyin ortak sahibi olsun. peki, ama özel hayat? özel mülkiyet olmadan özel hayat olamaz. özel hayatı da ortadan kaldırdık.

    böyle beyin jimnastiği yaptıkça bu uzar gider. yukarıdaki mantık yürütmede hatalar bulabilirsiniz bu çok doğal. çünkü ütopyalar kişiseldir. ancak nasıl kurgularsanız kurgulayın ait olduğunuz toplumun temel değerlerine dokunmadan ütopya yaratamazsınız. ütopya yaratmaya çalışırken yaşadığınız dönemin insanı için bir distopya yaratırsınız. aynı şekilde distopya yaratmaya çalışırken bazı insanların ütopyasını yaratırsınız.
  • anlatılanlara gore belediyecilik anlayışı farkı var.
  • insan...
  • huxley'in 'cesur yeni dünya'sı gibi kurgularda, üzerinde yürünen çizgi.
    içeriden baktığınızda, aslında tek bir çıkıntı tip hariç insanlar mutlu ve sistem tıkır tıkır işliyor. herkes dahil olduğu sınıftan memnun olacak şekilde koşullanmış, üreme ve kaynak kullanımı denetimli durumda gezegenin de içine edilmeden maksimum verimlilikte yaşanmakta.
    bugün yaşadığımız kaosla, sosyal adaletsizlikle kıyaslayınca insan neredeyse imreniyor.
    ama tam da bu noktada dışarıdan bakma kısmı giriyor devreye, bu kurgudaki insanların şartlandırılma yoluyla mutlu edildiğini biliyoruz, sınıf ayrımı olduğunu biliyoruz, şu an yaşadığımız dünyaya bakarak bu sınıflar arasında bir hiyerarşi görüyoruz ve bir kısım insanın kandırıldığı makineleştiği fikrine kapılıyoruz. oysa belki de aldatılan biziz ve böyle romanlara distopyalara bakarak şu anki özgürlük yanılsamasından memnun olmamız deyim yerindeyse halimize şükretmemiz de bu aldanmayı perçinleyen bir parça olabilir. işlerin böylesine mekanize ve tıkırında olmasının, her şeyin planlı programlı ve en verimli halinde olmasının, belirlenmemişliği en aza indirgeyip güvenli alanlar yaratmanın olumsuz bir durum olduğu fikrine nereden kapılıyoruz?
    yıllardır varolan belirsizlik,ekonomik ve politik anlamda şahsi özgürlük alanları, fırsat ve şans gibi faktörlerle istatistiğe bağlı hayatlara yol açan kaotiklik belki de mutsuzluğumuzun müsebbibi. bu açılardan bakınca işler çok değişiyor.
  • sadece dillerin kökeni açisindan bakarsaniz sözkonusu çizgi yunancaile latince arasindaki çizgi kadar ince (ya da kalin, orasi size kalmis) dir. söyle ki,
    utopyayunanca u- (olumsuzluk, yokluk öntakisi) ve topos (yer) den gelir. "olmayan yer" demektir.
    dis- latince ayni olumsuzluk öntakisi ve yunanca kökenli "topos"tan türetilmistir, yani latincelestirilmis yunan kökenli bir terimdir.
  • aslında ütopyanın kendisi başlı başına bir distopya'dır. mükemmel insanların mükemmel yaşamlar sürdüğü, acının olmadığı sürekli mutluluk duyan insanların yaşadığı bir dünyada gelişim, ilerleme, sanat, şiir olmaz. bunların olmadığı yer de distopyadır. insanı mutluluk içine hapsederek beynini uyuşturur; bir süre sonra düşünemez hale gelirsiniz. distopyalarda da tam bunu yapıyorlar; bunu sadece maddeyle yapınca mı distopya oluyor? matrix'i hatırlayın! ilk matrix tam da böyle bir ütopik dünyaydı, ama insanların beyni bu sürekli mutlu oldukları bu programı kaldırmadı ve matrix çöktü. sonra yapılan ikinci matrix'de program 90'lara sabitlendi. ölüm, acı vs gerçek dünyadaki her şey burada da yer aldı bu sefer. çünkü asıl ütopya buydu, içinde yaşamakta olduğumuz dünya. her şeyiyle üretim yapmamızı sağlayan dünya. yani ütopya ve distopya arasında bir fark yok...
  • algılarıyla oynanmış iki toplum düzeninden söz ediyoruz. çizginin bir tarafındakilerin gerçekleri algılayamadan ve de sorgulamadan mutluluk hissetmesi, çizginin diğer tarafındakilerin de mutsuzluğunu bile idrak edemeyecek kadar algı bozukluğunu yaşaması ve iyice sorgulama yetisini yitirmesi durumudur. insana rağmen kusursuz bir sistem olması imkansızdır çünkü insan kusurlu demesek de değişken bir canlıdır. ahlakın bile evrimleştiğini, duyguların değiştiğini, yaşama bakışın, ekonomik sistemlerin değiştiğini toplumlar tarihine bakarak söyleyebiliriz. normalden farklı bilimsel, sanatsal ve felsefik düşünceleri olan bireylerin vasatlar için düzenlenmiş bir toplum düzenine olumlu bakması imkansızdır sistem karşıtlarını tıpkı distopyada olduğu gibi kabul etmeyecektir. çoğunluk mutlu olsa da farklı düşünenler bunun gerçek mutluluk olmadığını iddia edecek ve düzene isyan edecektir çünkü gelişim için sorgulamak şarttır, ütopya ise bu tip bir sorgulamayı kaldırmaz çünkü o mükemmeldir ve mutlak mutluluk vaat eder. distopik dünyadaki durum da çok farklı değildir, yine kişinin iradesinin elinden alınması söz konusudur ve algılarıyla oynanmıştır. ikisi de aslında analog film makinesiyle çekilmiş siyah beyaz fotoğraflardır, hayatın gerçek renkleri ile bağdaşmaz kısacası insan mahsulüdür, yapaydır kısacası doğanın ve de evrimin eline su dökemez.
hesabın var mı? giriş yap