• yönetmenliğini kip andersen ve keegan kuhn ikilisinin yaptığı, gıdalar ve para tuzağı diyet programları üzerine yapılmış, 2017 yılı yapımı belgesel..

    http://www.imdb.com/…tle/tt5541848/?ref_=fn_al_tt_1
  • böyle belgeseller tarafından çok etki altında kalan bir insan olarak diyebilirim ki, benim üzerimdeki etkisi sadece bir akşam süren belgeseldir.

    fed up ve that sugar film'i izledikten sonra iki ay boyunca şekeri bırakmıştım. sofra şekeri değil tabii ki sadece; ekmek, makarna, pirinç, tatlılar, mısır, patates vs. hiçbirini tüketmemiştim. çok az meyve yemiştim sadece. what the health'ten sonra ise sadece bir akşam için et yemesem iyi olur dedim. diğer gün güne sucuklu yumurtayla başladım.

    ben de istemez miyim vegan olmak! ama ikinci gün bir öğürme geliyor sebzeden, onu ne yapacağız sevgili yapımcılar?
  • bir vegan belgeseli olduğu kolayca anlaşılan iç karartıcı belgesel.

    bir buçuk saat boyunca, yok et şöyle rezildir, tavuk şöyle beterdir, balık desen zaten pisliktir, süt desen kemik falan güçlendirmez yalandır, yumurta yiyeceğine kendini otobüsün altına at, peynir desen iğrençtir vb. söylemlerle ne kadar hayvansal gıda varsa "sakın ha yemeyin, ölürsünüz" diye bas bas bağıran belgesel.

    kendiniz vegan olduğunuz için değil, veganlığı yaymak için de değil, adaletli bir yaklaşımla yapsaydınız keşke şu belgeseli. deseydiniz ki bakın şu şu ürünler kötüdür, işlenmiş etler kötüdür, abur cuburlar kötüdür, ama bunlar sağlıklıysa yenebilir vs. bunların hiçbiri yok, baştan sona hayvansal gıda yemeyin ölürsünüz mesajı.

    fil otla besleniyormuş o yüzden çok güçlüymüş. argümana bak! yani vegan olup sebze yerseniz öyle güçsüz kalmazsınız mesajı verilmeye çalışılmış. beş bin tane de etçil hayvan var, daha güçlüler, oldu mu?

    arkadaş, şunu söylese alkışlayacağım: "arkadaşlar günümüzde hayvansal gıdalar çok fabrikasyon, bunlardan uzak durun, sağlıklı olanını bulmaya çalışın, onlardan yemeye çalışın, meyve sebzeyi de ihmal etmeyin vs..." ama yok, hayvansal ne varsa kaka. bak food inc.'de ne güzel anlatmışlar, sağlıklı hayvancılık yapan adamla röportaj yapmışlar, şahane. çünkü adamların niyeti insanlara gerçekleri göstermek ve onları sağlıklı beslenmeye teşvik etmek, kendi ideolojilerine değil (bir benzeri de where to invade next belgeselinde var, güzel ve kötü yiyecekler kıyaslanıyor, tavsiyedir).

    bu belgeseli izleyince, "ulan senin inadına hoşaf içiçem, hoşaf içicem, hoşaf içicem, pis çekirgeeeeee" diye bağırıp hemen akşam yemeğinde şöyle güzel bir tavuk söyleyesi geliyor insanın.
  • bu belgeselde alınacak öğüt, işlenmiş gıda tüketmeyin.

    ayrıca kırmızı ya da beyaz ete laf atılmıyor, günümüz şartlarında çiftlikte yetişen güneş görmeyen hormonlu ve antibiyotikli hayvan etine laf atılıyor. sen yemeye devam et, içine ne buldularsa tıkılmış hayvan etini.

    bizde domuz yerine tavuklara kendi ölülerini ve civcivlerini yediriyorlar o da ayrı mesele tabi.
  • baştan "processed meat is bad for you" argümanıyla başlayıp daha sonra "all animal products are bad for you" ya dönen belgesel. iki hafta boyunca full plant-based yesen de tüm ilaçları bırakman yine zor geliyor. ananemi düşünüyorum kadın 10-15 tane ilaç alıyor. ve et yemiyor öyle çok, arada bir kıyma yemeği yiyor. ege'de yaşadığı için sebzenin alasını yiyor. ama yine de vücut iflas işte. yani öyle plant-based yemek seni her şeyden kurtarır argümanına ananemi karşıt örnek olarak gösterebilirim. tamam işlenmiş et kötü et, kfc'den ya da mcdonalds'tan et yememeliyiz ama sağlıklı et de mi yassah kardeşim (bkz: swh). üstteki yazarların da dediği gibi veganlığı bas bas övüyor, bu da inandırıcılığını azaltıyor. zira vegan endüstrisinden olmadığını nerden bilelim bu adamların :) o da pahalı bir endüstri sonuçta. ve hele türkiye'de vegan olacaksanız çok paranızın ve çok zamanınızın olması gerekiyor ki iyi araştırma yapacak zaman ve macrocenter'larda satılan ithal vegan ürünlerini alacak para lazım veganlığa. abd'de de ucuz olduğunu sanmıyorum, sonuçta veganlık vejetaryenlik üst kesime ait şeyler, fiyatları da üst olacak tabii. ama bu belgesel beni daha da eleştirel düşünmeye itti diyebilirim, işte belgeseli yapanları bile böyle sorguluyorum :)
  • gecen bir arkadas geldi "olm sana bir belgesel acacagim etten soguyacaksin" dedi, ei dedim bakalim neymis. daha en bastan fos ama "dur bakalim nereye baglayacak" merakiyla izlettiriyor kendini.

    adam bilmemne kurumuna telefon aciyor, neymis bilmemnerenin listesinde kanserojen olarak belirtilen yiyecekleri sitenize onerilen yiyecek olarak koymussunuz diyor. o bilmemne kurumunun destek hattinda 8-5 asgari ucretle calisan adamin da buna bilimsel bir aciklama yapabilecegini bekliyor. bu tamamen kotu niyetli veya tarafli bir yaklasim. abd'de yasayan herkes bilir boyle kurumlarda telefonu ilk acacak kisinin boyle derin sorulara cevap verebilecek seviyede egitimli olmadigini. bu adam da biliyor ama salaga yatiyor, ki bocek gezen firini basan ugur dundar edasiyla "woaa bak bi de bilmiyorlar" tribine girebilesin.

    arkadasi en bastan ikaz ettim bunun bullshit olduguna yonelik cunku herifler rastgele makalelerden cumle cimbizlayip bir de "bilim de bunu destekliyor" tribine giriyorlar. bu makaleler nerede yayinlanmis, hangi peer reviewdan gecmis bahseden yok. et tavuk vs. kotulemelerini anladik da herifler deniz ve sut urunlerini de kotulemeye basladiklarinda arkadasim da ikna oldu sonunda bunun bir vegan bullshit olduguna.

    bir de tabii atarli bilimadami da var icinde. onu da "buyuk endustri tarafindan satin alinmis bilim adamlari" efsanelerini koruklemek icin.

    icinde yok yok belgesel. gunumuzdeki gluten-free takilip "gluten ne abi peki?" diye sordugunda mavi ekran veren "internette okudum bu diyet cok iyi : )))"cilere vegan masturbasyon cektirmek icin tasarlanmis "belgesel"

    beslenmeyle ilgili boyle tarafli belgeseller yerine sunun gibi kaynaklari inceleyip, kendi kararinizi kendiniz verebilirsiniz:
    https://www.audible.com/…clear-audiobook/b00dh9tsvs
  • 2017 yapımı belgeselden çok mocumentary havasında geçen yapım, aslında s..mık.

    şekerli gıdaların diyabetle doğrudan bir ilişkisi olmadığını söylemesi bir yana, hergün tüketilen bir adet tavuk yumurtasının insan hayatındaki yaratacağı sözde azalmayı "günde 5 sigara içmiş gibi olursunuz" vurgusuyla vermesi asıl amacını belirtiyor.

    baştan sonra dramatik müzikler, sürekli bir kesin ölüm vurgusu var, arada animasyonlarda mezar taşları (19:38) falan geçiyor, hiç kaçışımız yok, hem kardiyak yetmezlik hem de kanser oluyoruz ve çok kısa sürede ölüyoruz, peki ya balık tüketirsek, o zaman yine ölüyoruz ama cesedimizde civa kalıyor, peki ya çiftlik balığı tüketirsek? o zaman cesedimizde civa kalmıyor ama antibiyotik ve antimantar kalıntıları kalıyor. tavuk desen zaten baştan sona kimyasal orada da ölüyüz onu da geç.

    erkekler direkt ölüyor demiştik, kadınlar ise hamilelerse ölmeden önce plesenta yoluyla çocuğa geçirip öyle ölüyorlar, burada direkt ilk önce çocuğa geçirirler vurgusu var. burada bahsedilen madde dioksin ve "kadınlar dioksini çocuğa geçirip vücutlarından atarlar" deniyor. gdo'lu gıdaları da kafaya takmayın çünkü onu da hayvanlara yediriyoruz vs. vs. tam patolojik bir anlatım dili var.

    editoryal anlamında baştan sonra izlenmediğini düşünüyorum, zira hem dioksin, hem gdo, hem 1. derece kanserojen materyaller, hem kardiyak hastalıklara neden olan kolestrol ve damarda yağ birikimleri, antibiyotik, anti,mantar, hormonlar, çeşitli kimyasalları her öğünde en üst düzeyde alıyorsunuz mottosu vurgulanıyor. bu kadar majör toksiside ile birkaç porsiyonda fenalaşmamız gerekiyor.

    peynirdeki kasein proteini eroin benzeri bağımlılık yapar vurgusuyla beraber iyice tüyü dikiyor. kesin olarak çoklu hastalıklardan ölmemiz yetmedi, bağımlı olduğumuz için ölüme koşuyoruz, hiç kaçışımız yok, süper mega ölüyüz ya. öpölüyüz adeta. adam amerikan diyabet vakfına gidip "siz insanlara et yemeği önerdiğiniz için hergün milyonlar ölüyor" dedi. dedi bunu, günde 3 milyon insan ölse, 300 milyonluk amerika 100 günde dünyadan siliniyor yani, o kadar fanatik.

    büyükbabam bütün hayatını sadece et süt yoğurt tereyağı yumurta beşgeninde geçirdi, ekmek bile yemezdi, 90 yaşında buzlu merdivenden yuvarlanarak düşüp beyin kanamasından vefat etti. bu yapıma göre dedem aslında 30 yaşında öldü ve yerine yossi kohen geçti, başka açıklaması yok. 30 bile çok iyimser rakam ya hadi.

    ismini söylemeyeceğim beş harfliler kadar ciddiye alınmadıkça bu kadar fanatikleşen başka bir güruh daha yoktur sanırım.
  • 10 dakikasına katlanabildiğim aptallık şaheseri. adamın karşısında zibilyon tane bilimsel araştırma var söylediklerinin tam aksini kanıtlayan, herif çıkmış sikik bir doktorun lafları üzerine şeker diyabet yapmaz et diyabet yapar diyor. buna inanacak beyinsizlere de soya filizleri ve tofularıyla mutluluklar diliyorum, saman kafalı gerizekalılar.
  • endüstriyel gıda üzerine çekilen belgesel gibi bir şey. eğer bu siyasi bir olayı konu alsaydı adı büyük ihtimalle büyük oyun veya büyük resim olurdu.

    "belgesel gibi" diyorum çünkü daha çok propaganda filmi tadı veriyor . endüstriyel gıda sağlıksız eyvallah da bunlar doğrudan "çimle şekeri karıştırıp yiyin" demeye getirmiş lafı.

    edit:imla.
  • hem bir hayvansever hem de ilaç endustrisine/kapitalizme karşı bir birey olarak filmi dikkatlice izledim. film hakkında ağırlıklı olumlu bazı kısımlarında ise olumsuz izlenimlere sahip oldum. bunları toparlayacak olursam:

    olumlu yanlar
    ilaç endustrisi ve sağlık dernekleri arasındaki ilişki
    büyük gıda şirketleri ve sağlık dernekleri arasındaki ilişki
    ilaç endustrisi ve gıda şirketleri ile hükümetler arasındaki ilişki
    işlenmiş fabrikasyon kırmızı etin zararları
    beyaz et sanayisinin masum olmaması
    işlenmiş kırmızı etin nasıl aterosklerotik sürece katkıda bulunduğu

    olumsuz yanlar
    bir şey fazlasıyla eleştirilirken aksinin abartı bir şekilde övülmesi
    filmin finanse edilmesini sağlayan truenorth health company’nin doktorlarının birer büyük bilim adamı gibi film içerisinde tek taraflı görüşlerine yer verilmesi (bkz: http://www.healthpromoting.com/)
    yürüyemeyen ve artriti olan kadının bitkisel beslenmeden kısa süre sonra yürümesi.
    bitkisel beslenmenin hiçbir dezavantajı yokmuş gibi sunulması. oysaki gdo’lu tarımın ve tarımsal ilaç maruziyetinin günümüzde kansere yol açan önemli bir etken olduğu bilinmektedir. gdo’lu tohum üretiminin önemli kaynağı israil olması, filmin bitkisel beslenmeye tek taraflı olarak yönlendirmesi ve de filmin finansör şirketinin sahibi muhtemel yahudi dr.alan goldhamer olması düşünüldüğünde şüphe uyandırmaktadır.
    sonuç: olumlu ve olumsuz yanlara sahip olan ufuk açıcı bir yapımdır. ancak kusursuzlaştırmayınız ve de şüphe ile izleyiniz
hesabın var mı? giriş yap