• norveç'de düzenlenen bir scene partisi.
  • almanca: cocuk bahcesi
    yuva, anaokulu anlaminda kullanilir.
  • hem almanca hem ingilizce olupta almanlarin amerikalilarden (veyahut ingilizlerden) almadigi ender kelimelerden biri. pek alakasiz ama diger bi örnek icin (bkz: eisberg), (bkz: iceberg)
  • anglofonlar bu sözcüğü, çocuk yuvası konseptiyle beraber direkt olarak almancadan almışlardır, ancak çoğunlukla kindergarden olarak kullanırlar. diğer örnekler için (bkz: ingilizce zannedilen kelimeler)
  • almanya'da kalabildiğim iki yıl içersinde her sabah gitmek için can attığım, özgürce oyunlar oynayabildiğim, büyük yeşil bahçesinde yağmura aldırmadan koşup eğlenbildiğim, sayı veya harf yerine sınıflar için renk kullanarak ne kadar ince bir anlayışa sahip olduğunu anladığım, kısacası çocuk olmanın her türlü keyfini sonuna kadar çıkarabildiğim, yeşil yoldaki mr. jingles için hayal edilen fare köyü neyse bir çocuk için de aynı anlamı taşıdığını düşündüğüm yuva.
  • bu sözcüğü ortaya atan* kişi, çocuk yuvasi* kurumunun da mucidi olan "friedrich froebel" namlı şahıstır. bugün adını bile hatırlamadığımız bu saygın eğitmen, ilgisiz ve sevgisiz bir baba, ve de küçük friedrich'i kocasının ilgisi için bir rakip, evdeki otoritesine ve gücüne bir tehdit unsuru olarak gören bir üvey anne ile büyümüş; çocukluk yılları boyunca hiç arkadaş edinmesine izin verilmemişti. froebel en nihayetinde erginlige ulaştığında ise doğal olarak uyumsuz, huysuz, (görünürde) tembel, asi, ve de çevresinde hiç mi hiç sevilmeyen bir genç olup çıkmıştı. çocukluğunda okuma yazmayı çözmekte zorlandıgı için gerizekalı damgası yiyen ve de "bari eli iş tutsun" mantığıyla bir tanıdığın yanına marangoz çırağı olarak verilen froebel'in hayattaki tek keyfi, ona huzur veren tek şey ise ağaçların, çiçeklerin, böceklerin arasında dolaşmak, yani doğayla bir olmaktı. neyse efendim, froebel doğayı sevmesine çok seviyordu, fakat bu onu hayata bağlamaya pek yetmiyordu. marangozluk mesleğiyle meşgul olduğu yıllarda feci bir depresyonla cebelleşen ve defalarca intiharın eşiğinden dönen herr froebel'in (ve de bir anaokulunun eşiğinden geçmiş herbirimizin) kaderini degiştiren ise erkek kardeşinin onu kitapların dünyasına sokması, hayatından bezmiş froebel'i okumanın, öğrenmenin, araştırmanın hazzıyla tanıştırması oldu. erkek kardeşi bununla da yetinmedi, froebel'in, göttingen'de eğitimini tamamladıktan sonra, zamanın önde gelen eğitim teorisyenlerinden pestalozzi'nin asistanı olmasını sağladı (ben de böyle bir abi istiyorum galiba.) pestalozzi ile beraber "romantik eğitim" akımına öncülük eden froebel, ilk okulunu öksüz yeğenlerinden beşini eğitmek amacıyla kurdu. froebel'in kurdugu bu ilk okulun mottosu pek de mütevazi sayılmazdı: "insanlara özgürlüğü öğretiyoruz"(bu arada bir parantez açıp şunu belirtmeli: "romantik eğitim" kavramının aşk, meşk, veya cinsellikle hiçbir alakası yok, sex education değil yani; burada bahsedilen klasisizmin tersi olan romantizm ve "romantik eğitim" de "romantizm felsefesine uygun bir eğitim anlayışı" anlamına geliyor. yani jean jacques rousseau'nun emile adlı eserinde anlattığı, eski sistemin* sahteligini, yapmacıklığını, eşitsizliğini, gereksiz formalitelerini reddeden; özgür, sorumluluk sahibi, ve aynı zamanda vatana millete hayırlı bireyler yetiştirmeyi vaadeden; sevgi, sempati, hoşgörü gibi kavramları ön plana çıkaran eğitim sistemi. bir başka deyişle, eğitim sürecinin amacının bireyin özgür bir ortamda kendini keşfetmesi, doğal yeteneklerini baskıdan arındırılmış bir ortamda ve öğretmenlerin rehberliginde keşfetmesi ve geliştirmesi oldugunu öne süren eğitim anlayışı. kaldığımız yerden devam edelim isterseniz şimdi.)

    maalesef bu okul pek başarılı olmadı ve kapanmak zorunda kaldı. fakat, hayattaki amacını bulduğuna inanan ve hızını alamayan froebel, bu seferde şehirdeki en yoksul ailelerin küçük (bebeklikten yeni çıkmış) çocukları için bir okul kurdu, ve icat ettigi bu yeni kuruma da "kleinkinderbeschäftigungsanstalt" adını verdi. (inanır mısınız, benim de çocukken yuvadaki takma adım "kleinkinderbeschäftigungsanstalt" idi.) kağıt keserek şekiller yapmak, oyun hamuru ile oynamak, hep birlikte şarkı söylemek, gibi anaokulu günlerinizden hayal meyal hatırlayacağınız aktivitelerin bir çoğu ilk defa froebel'in anaokulunda egitimin birer parçası olarak kabul gördüler, tabir-i caizse müfredata eklendiler.

    [edit: "kleinkinderbeschäftigungsanstalt" sözcügünün anlamını merak edenler için söyle açabiliriz: klein: küçük, kinder: çocuklar, beschäftigung: meşguliyet,anstalt: kurum, institut. yani, "küçük çocukları meşgul etme kurumu"]*

    "peki ya kindergarten sözcügü nereden çıktı?" dediginizi duyar gibiyim (ya da yine gaipten sesler duymaya başladım, ilaçlarımı ihmal etmemeliyim), hemen onu da ekleyip bitireyim bu entryi: yukarıdan hatırlayacaksınız, herr froebel gençliginden beri doğa aşkıyla yanıp tutuşmuş, huzuru doğada bulmuş bir insandı. anaokulunu kurduktan 3 yıl kadar sonra günlerden bir gün çocukları izlerken, "burası çocukların doğadaki bir bitki gibi özgürce büyüyebilecekleri bir bahçe gibi olmalı" diye düşünen froebel, bu metaforunu pek begendi ve de icat ettigi kurumun adını "kindergarten", yani "çocuk bahçesi" olarak degiştirdi (genç froebel'in doğa aşkı nelere ilham kaynağı olmuş görüyorsunuz; hem ingilizce hem de almanca'da hala kindergarten/kindergarden ismiyle biliniyor bu kurum.)

    kindergarten sözcügünün etimolojik kökenleriyle hiç alakası olmasa da şunu da belirtmek isterim*: gerek kömürlükte düştügümde dizime saplanan - ve hala diz kapağımda duran - kömür parçacığı ile, gerek zorla pelte yedirildiğimde bilerek ve isteyerek anaokulundaki en büyük halıya kusmamla, gerek öğlen uykusuna yatmak yerine herkes uyurken müdire hanımla cıktığım yürüyüşlerle (fesat olmayin), ve gerek ping pong'daki tüm anaokulu çapındaki tartışılmaz şampiyonluğumla, pek eğlenceli ve pek unutulmaz bir kindergarten tecrübem olmuştu. hatta (bkz: geçmis zaman olur ki hayali cihana deger)
  • bir faith no more klasiği. sözler aslında başka şeyleri anlatıyor ama dinle dinle iç, öyle bir şey bu.
  • 'going once, twice, sold!' sesleri aslında mike patton'ın bu sarkıda bir muzayede memuru oldugu demekmiş. yuh!
hesabın var mı? giriş yap