hesabın var mı? giriş yap

  • pide lan ben daha dun 5 liraya pide aldim hadi gramaji 2 kat olsun yine 2,5 lira eder. ıbb ise 1 liraya pide satiyor. ee cocuklara tecavuz eden vakıflara verilen paralar kesilince 1 liraya pide bile yersin. teşekkürler başkanım.

  • yüksek hızlı bağlantı teknolojisi. her jenerasyon bir önceki jenerasyona göre farklı yeteneklerle geldi; temelde frekans başına düşen bit sayısı arttı denebilir(1g'de sadece ses ve mesajlaşma vardı, 2g ile daha çok bilgi taşınabilir oldu ve wap geldi, sonra 3g'de daha fazla kapasite ile video izleme mümkün oldu vs..). böylece daha yüksek bantgenişlikleri taşınabilir hale geldi.
    ancak tek başına daha yüksek kapasite bir işe yaramıyor. kapasiteyi sağlayan operatörün erişimden para kazanabilmesi için erişimin üzerine katma değerli hizmetler sunabilmesi gerekiyor. bugüne kadar youtube'dan kesintisiz 1k* video izleyebilmek en büyük katmadeğerdi. kurumsal müşteriler için e-mail erişimi vs gibi konular sadece erişim gerektirdiği için kurumsal çözümler yoğunluklu olarak hacim bazlı tüketim paketlerinin önüne geçemedi.
    4g'de operatörlerin hizmet verdiği frekanslar dolmaya başladıkça da yeni frekanslar ve frekans başına taşınabilecek bilginin artması gerekliliği çıktı ortaya.
    5g'de bireysel kullanıcıları yakalayan teknoloji yine video olacak gibi gözüküyor. sadece video'nun uygulama alanları genişleyecek; sanal gerçeklik veya arttırılmış gerçeklik bugün 5g'yi kurup çalıştıran ülkelerde ilk örnekler olarak piyasaya çıktı. sanal marketlerde almak istediğimiz ürünleri evin içinde koymak istediğimiz yerde gerçek boyutu ile görüp yakışıp yakışmayacağını anlayabileceğiz mesela. böylece marketlerde iade üründen kaynaklanan ek işler ortadan kalkmış olacak.
    bireysel kullanımda çok önemli bir senaryo da oyunlar; telefonda oynanan oyunlar bugün çok yüksek görüntü işleme kapasitelerine ihtiyaç duyuyor. bu da terminallerin** pil ömründen yiyor. oyun oynarken ihtiyaç duyulan kullanıcı girdilerini merkezi bir işlemcide çalıştırıp terminale cevap olarak hareketli video gönderebildiğimiz durumda uçtaki işlemci ihtiyacı azalıyor ve bulut bilişimin en başından beri vaad ettiği, sadece hızlı erişim sağlayan ucuz terminalleri mümkün kılıyor*.
    yukarıda bahsettiğim bütün video senaryoları düşük gecikmeli bir altyapı gerektiriyor; bu da 5g mimarisinde edge computing olarak beden buluyor.
    katmadeğer yaratabilmek için bireysel müşteri dışında farklı dikeylere de dokunabilmek gerekiyor. dikeylerin operasyonel teknolojilerinden* anlamak önemli. ancak bugün zaten ulaşım, finans ve diğer dikeylerde bu firmaların ihtiyaçlarını anlayan firmalar mevcut. bu firmaların da dahil olduğu bir ekosistem yaratmak, farklı hizmetler sağlayan firmalarla ortaklıklar kurmak gerekiyor. bu ortaklıkları da ancak açık arabağlantılar* mümkün kılıyor (bu ortaklıklar sadece ticari değil yani). open api'larda, sinyalleşme için kullanılan ve telekomünikasyon dünyası dışında bilişim dünyasının da anlayabileceği protokollerin kullanılabilmesi önemli**(yoksa open olmuyor zaten).
    işte 5g bütün bu katma değerli hizmetleri ile birlikte geliyor. sektörde dile pelesenk olmuş uzaktan ameliyatlar ve sürücüsüz arabalar için öncesinde cevaplamamız gereken çok fazla etik ve felsefi soru var. bunları günümüz filozoflarına bırakalım irdelesinler. biz gelecekte insanların nasıl daha mutlu olacağını konuşalım.

  • * üstüne iki satır sabahattin ali tümcesi paylaşmadan geçemez.
    * video veya fotoğraf çekmeden spor yapamaz.
    * yediğini içtiğini, before-after'ını paylaşmadan; başımıza endokrin profesörü kesilmeden diyet yapamaz.
    * sofra/tabak fotoğrafı çekmeden yemeğe başlayamaz.
    * mağaza kabinlerinde giysi deneme fotoğrafları çekmeden bir şeycik alamaz.
    * arkadaşlarıyla dil çıkarmalı, zafer işareti yapmalı, birbiri üstüne yıkılmalı, ağlamalı gülmeli fotoğraflar çektirmeden sosyalleşemez, tatil yapamaz, yurtta veya öğrenci/bekar evinde kalamaz.
    * albümü yeni çıkmış popçu gibi çeşit çeşit pozlar vermeden mezun olamaz.
    * monaco prensine gelin gidiyormuş havasında pozlar yayınlamadan evlenemez.
    * başında doğum fotoğrafçısı olmadan doğuramaz.
    * şikayet ediyormuş maskesi altında övünmeden çalışamaz, istanbul'da yaşayamaz, trafiğe takılamaz.
    * hastaneden birkaç kare yayınlamadan refakatçi veya hasta olamaz.

    özet geçmek gerekirse "hiçbir zaman 'kendi halinde' olamaz".

  • izlemeyenlerce hz. muhammed’e hakaret ediliyor diye protesto edilen film.
    aslında hakaret falan yok. tamamen iran yapımı bir film olmasından mütevellit eleştirilmekte. zira peygamberin tasviri falan da yok ortalıkta. 3 saatlik filim
    bir yerinde çocuğun parmaklarının arasından gözü görünmekte. bir yerde ise profilden
    kirpikleri. onun dışında üzerinde yerel kıyafetlerle görünen bir çocuk var. sadece saçlarını görebiliyoruz
    çoğunlukla da başı örtülü birisini. sesi zaten yok. konuştuğu yerler sessiz. alt yazı ile anlatılıyor.
    şimdi burada hakaret nerde ben anlamadım?

    şöyle internette gezinince kimler bu filmi izlemeyi günah sayıyor görmeniz mümkündür.
    cübbeli ahmet denilen kişi. kimdir kendisi?

    “peygamber efendimiz bugün yaşasaydı mahmut hoca efendimize benzerdi” diyen adam.

    “rüyamda peygamber efendimizi gördüm, aynı mahmut hoca efendimize benziyordu” diyen adam.

    giyildiğinde rüyanızda hz. muhammed’i göreceğiniz vaadiyle mes satan kişi.

    bunlar peygambere hakaret sayılmazken bu filim mi hakaret.
    dahası allahu ekber nidalarıyla peygamberin dini adına çocuklar öldürülürken ona hakaret yok
    ve buna sessiz kalırken vicdanlar rahat ama bu filme susunca vicdanlar rahatsız.

    islam’ın ve dahi dinlerin asıl meselesi bu zaten. özü vicdan olan dinin vicdansızların eline kalmış olması.

    benim mümin kardeşim bu yobazların yaygara koparmasına bakma. al çoluğunu çocuğunu git filmini izle.

    hem sanata doy hem de peygamber aşkına.

  • mümkün değildir. en azından bende öyle. şu an sabah akşam düşündüğüm biri var. adama ne selam veriyorum, ne sohbet ediyorum, ne yakınlarına oturuyorum, ne dokunuyorum...

    aksine kasıldığımı belli etmiycem diye, portakala limona bakar gibi bakıyorum. gözlerimi kaçırasım geldiğinde daha çok oyalanıyorum o civarda, sanki orada kalbimi hoplatan bir şey yokmuş gibi takılıyorum.

    iletişime geçmiyorum.

    malım galiba. biri bana flört101 versin lan hayrına!

    edit: bu arada rica ediyorum yanlış anlaşılma olmasın; katiyen "köpek çekmek" için yapmıyorum ( bu da ne ayıp bi deyim, neyse). aksine, utandığım; elimi kolumu nereye koyacağımı bilemediğim; reddedilmekten çekindiğim için böyle saçmalıyorum.

  • milletin korktuğu, kıbrısa harekat düzenleyen, apoyu şak diye hapse sokan türkiyeden, önüne gelenin roket salladığı, bomba patlatabildiği türkiyeye..

    akp bu ülkeyi çok güçlendirdi yahu.
    acilen seçimleri 10 sene iptal edelim ve suriye, abd, rusya, çin ve etiyopyayla savaşa girelim.

    içimizdeki milyonlarca vatansever afganlar, suriler ve pakiler sayesinde biz bu savaşı kesin alırız.

    ama 10 sene seçimleri iptal etmek şart oğlu şart. hatta 100 sene iptal edelim 10 yetmez.

  • yer, şanlıurfa akçakale
    savaşa dair bir inceleme için bir haftalığına bölgedeyiz. öğrencilerin etkilenme düzeylerini incelerken sınıf uygulamaları yapıyoruz. biz ona mehmet diyelim. 6. sınıf öğrencisi. uygulama esnasında fırsat bulup yanıma geliyor:

    - öğretmenim burada hayat çok tuhaftır.
    + hayrola mehmet?
    - mesela ben. bu sınıfta hem halam hem de yeğenimle okuyorum. benim için neyse de yeğenim büyük halasıyla sıra arkadaşı. nerden baksan nenesi sayılır.

  • himalaya tuzu, hindistan altkıtasının afrika'dan koptuktan sonra gelip asya'nın tamponuna alttan geçirmesinden sonra oluşan himalaya sıradağlarının ardında çarpışma öncesinde yer alan denizin çökeltisidir. ki burada hindistan sekizde sekiz kusurludur. park halinde duran kıtaya frensiz çarpmıştır.

    bu tuzun bölge halkı için öneminin anlatıldığı, bir alman-isviçre ortak yapımı olan "die salzmänner von tibet" (the saltmen of tibet) adlı belgesel izlemeye değerdir. dağbaşında senenin sadece birkaç günü kurulan bir pazarda on adet patates, üç beş kilo çay, bir litre gazyağı ve altı adet yumurta gibi bizlere göre çok sıradan komoditeler karşılığında birkaç çuval tuz için aylar boyunca süren macera, aşılan dağlar, katedilen mesafe, çekilen çileler, yaşanan tehlikeler ve bu sıkıntının her yıl tekrarlanan bir rutin olması insanın gözünden yaş getirir.

    ahanda imdb linki: http://www.imdb.com/title/tt0120056/

    filmde bugün pazarlanan egzotik "himalaya tuzu"ndan hiç söz edilmez. ancak filmin bu tuzun bir fenomene dönüşmesinde payı olmuş mudur derseniz, olmuştur derim. neden demeyeyim ki?