hesabın var mı? giriş yap

  • yer: inönü stadı.
    beşiktaş - dinamo kiev maçının başlamasına yaklaşık 1 saat kadar kalmış. beklemedeyiz.. yandaki elemanın telefonu çalar:

    (aslında monolog)

    - efendim.. he he söyle geldin mi?
    - ...
    - tamam nerdesin şimdi?
    - ...
    - nerdesin lan bağır biraz..
    - ...
    - atkı mı?
    - ...
    - siyah beyaz atkı mı var? (sessizlik - mavi ekran) kapat kapat mesaj atıcam sana.
    + noldu lan ne atkısı?
    - siyah beyaz atkı var boynumda, görmüyor musun diyor sığır. sanki mençıstır - çelsi maçındayız. dur şu dangalağı bulayım da geleyim..

  • iphone alacak kadar zengin, kulaklık ve usb kablosu için bim sırasına girecek kadar fakir kişilerin çıldıracağı durum.
    ulan ahagahaga sesli güldüm.

    edit: tanım

  • türk dizileri için;

    yıllarca sektör yalandan '3 saat olmasa çok güzel şeyler çıkarırız, 3 saat olduğu için her şey saçma türk dizilerinde' şeklinde herkesi yedi.
    netflix geldi ve ellerine de fırsat geldi bu şekilde.
    bekledik ki efsane işler çıkar. e malum tv'deki gibi upuzuuuuuun olmayacak diziler.
    e malum beklentiyi yükselttiler.

    ama o da ne. dünyanın en salak dizileri çekilmeye devam etti. sorun 3 saatte değilmiş. sorun tüm ekipteymiş zaten. aynı kafa aynı salaklık. sadece bu sefer 1 saat.

    tüm ekipleri tebrik ediyorum. bir daha da tvlere, saatlerin uzunluğuna bok atıp herkesi salak yerine koymazlar umarım.

  • bir ekşi sözlük yazarının karşılaşmasının imkansız olduğu zira bu giri yazıldığı sıralarda bizden tam 20,492,204,623km uzaklıkta olan minik kaşif uzay aracı. üzerinde bulunan golden record plakası kapağındaki mesajları anlamak sıradan bir sapiens sapiens için zor. fakat bu kadar zor olmasının sebebi mesajın bizim için değil, dünya dışı varlıklar için yazılması. öncelikle golden record böyle bir şey.
    bu plak bizi, doğamızı, dünyamızı ve güneş sistemimizi; sistem dışındaki canlılara anlatmak, anlatmaya çalışmak üzere eylül 1977'de nasa'nın interstellar, yani yıldızlar arası adını verdiği bir göreve çıktı. görev göreceli şekilde basit: dünya'dan uzaklaş. küçük dostumuz voyager 1 ise görevini şu ana kadar pürüzsüz şekilde yapmakta. peki, voyager ne taşıyor? dünya dışı varlıklara ne anlatacak? voyager; bizlerin seslerini, sözlerini, müziklerimizi, nefes alışımızı, kalp atışımızı... kısacası yaşamımızı taşır. (taşıdığı sesler ve müzikler için ufak bir bkz: voyager'ın sesleri) ayrıca meraklıysanız plak içindeki diğer tüm materyallere buradaki linkten ulaşabilirsiniz. şimdi gelelim plak kapağında bulunan diyagramlara. aslında nasa, yine tüm bunların anlamını paylaşmış bulunuyor. kısa kısa yazılmış anlamlarına buradan ulaşabilirsiniz. bu diyagramlar voyager 1'in bi'nevi kullanım kılavuzu. öyle ki, her kullanım kılavuzunda olduğu gibi bu kapakta da voyager'ın nerede üretildiği ve nasıl kullanılacağı bulunuyor. kısacası bu diyagramlar voyager'ın karşılaşacağı olası bir uzay yaratığına güneş sistemimizin yerini, zamanını ve üzerindeki plağın nasıl çalıştığını anlatıyorlar. hadi daha da detaya inelim.
    altın plak: sol üstte ikili kod sistemi entegre edilmiş altın plağın bir şemasını/çizimini görüyorsunuz. bu şema, evrensel bir dille altın plağın çalışması için hareket ettirileceği uygun hızı ve söylemi uygunsa plak çiziminin sağındaki kabartma plağın oynat tuşuna nasıl basıldığını açıklıyor. hemen altında ise plak kartuşu/iğnesinin periyotları kullanılarak bizim zamanımız açıklanıyor. bir tur bir saat gibi.
    pulsarlar: sol alt taraftaki yıldızımsı diyagram tamamen yıldızımız güneş'in yerini evrensel bir şekilde açıklıyor. güneşimiz çevresindeki 14 pulsar kullanılarak dünya dışı varlıktan bu pulsarlar arasında güneşimizin hangisi olduğunu anlaması bekleniyor. bu yüzden güneş merkezde. diğer pulsarlara giden kollardaki çıkıntılar, yani yine ikili kod sistemi de bu pulsarlardan dünya'ya yani güneş sistemi'ne gelen dalgaların yoğunluklarını gösteriyor. burada ise dünya dışı varlıkların elinde güçlü sinyal alıcılar olma ihtimali üzerine gitmiş oluyoruz, ki bu büyük bir ihtimal.
    kayıt: sağ üst kısım adından anlaşılacağı üzere tamamen altın plak'taki kayıtları açıklıyor. ses ve görüntü frekansları veya periyotları yine evrensel bir dille anlatılmaya çalışılmakta. yukarıdan aşağıya sırasıyla; plaktaki video sinyallerinin dalgaları ve tetik noktaları, yine ikili kod sistemi entegre edilmiş şekilde plaktaki fotoğrafların geçiş süresiyle zamanımız belirtilmesi, düzgün şifreleme durumunda daire biçiminde görülecek ilk resim.
    hidrojenler: sağ alt köşede bağlı hidrojen atomu görüyorsunuz. bu atomlar tamamen evrensel zamanı simgeliyorlar. atomlardaki elektronların proton yörüngesinden geçiş zamanları tüm plak kapağındaki diyagramların alfabesi niteliğinde zira bu hidrojen şeması tüm diyagramlarda kullanılan ikili kodların kaynağı, belirteci görevinde kullanılıyor. hidrojenlerin elektronlarının periyotları kadar evrensel bir zaman kavramı bulunamazdı herhalde.
    ayrıca, dünya'dan henüz çok da uzaklaşmadan çekebildiği nadide -hem de çok- bir eseri paylaşmak isitiyorum: soluk mavi nokta
    "şu noktaya tekrar bakın. orası evimiz. o biziz. sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
    evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. o zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.
    böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.
    dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. en azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. beğenin veya beğenmeyin, şu anda dünya sığınabileceğimiz tek yer.
    gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza."
    carl sagan
    1996.

  • çok muhtemeldir ki roma imparatorlarını da içine alacak küme olabilir.

    19. yy'a gelene kadar deniz tatili, denize girmek, güneşlenmek gibi kavramlar pek popüler değildi. yüzmek, bir spor aktivitesi, hobi olarak görülmüyordu. denizler sadece ticaret, savaş ve balıkçılık için kullanılıyordu. hatta denizcilerin çok büyük bir kısmı yüzmeyi bile bilmiyordu.

    misal, nero'nun lazio'da bulunan yazlık villası antiumyaz aylarını geçirmek, dinlenmek ve eğlenmek için kullandığı bir yer olmasına karşın ve önünde kocaman bir plajı da bulunmasına rağmen herhangi bir tarihi kaynakta bu plajdan istifade ettiğine dair bir bilgi de bulunmuyor. roma döneminde su yönetimi bir görsel şölen olmasına karşın, süs havuzları, fıskiyeler (bkz: fışkıyeyi kim kırdı), roma hamamları ve hatta kolezyum'da deniz savaşlarının sahnelenmesi bile olmasına rağmen, yüzme havuzuna en yakın şeyler de kaplıca, ılıca havuzlarıydı. buralarda da kulaç atmak gibi bir aktiviteden ziyade su içinde oturulur, durulurdu.

    deniz ve havuzlarda talim yapanlar da yok değildi. yalnız bu talimler yüzmekten ziyade bacakları güçlendirmek için bele kadar suyun içine girerek yapılan koşu, yürüme aktiviteleriydi. gladyatör okullarında rastlanan bu tip sığ havuzların bulunma amacı da budur.

    yine en başa gelirsek, deniz tatili ve yüzme aktivitesi 19.yy'da özellikle ingiltere ve diğer avrupa ülkelerinde sanayi devrimi dönemindeki endüstriyel ilerlemeler, ulaşımın gelişmesi ve tatil yapma fırsatına sahip olan sınıfın artması sonucu popüler hale geldi. yani o zamana kadar deniz kenarında bulunan kentlerin amacı tatil ihtiyacını karşılamaktan ziyade, deniz ulaşımı, deniz ticareti ve balıkçılıktan geçinmekti.

    edit: hemen altta bir yazar iki kulaç attıysa neden kaynak olsun ki yazmış. roma imparatoru tiberius, emekli olup capri adası'nda ve rodos'ta denizde yüzdüğünü, genç osman'ın haliç ve boğaz'da yüzüp, yüzmede de usta olduğunu araştırıp bulabileceğini yazayım buraya. hatta abdülhamid'in şehzade iken tedavi amacıyla beylerbeyi sarayında denize girmeye başlayıp bunu alışkanlık yaptığı da kolayca bulunabilmekte.
    ama yukarıda yazımda, yüzmenin eski dönem insanları için herhangi bir şey ifade etmediğinden bahsetmeye çalıştım ben daha çok. bunu daha çok bir ihtiyaç olarak yapıp da spor olarak yapmadıklarını belirtmek istedim. ve modern kültürde olduğu gibi bir deniz bağlantısı olmadığını anlatmaya çalıştım. mesela antik yunan kültüründe yüzmek diye bir aktivite olmasına rağmen bunu bir beceri olarak kullanıp, zıpkın, süngercilik gibi faaliyetler için kullanmaktaydılar. ancak modern olimpiyatlar ile yüzme diye branşı eklenmiş olduğunu hatırlatayım buraya. antik yunan'da; yüzmek, okumak gibi, terbiyenin değerli bir parçası olarak görülüp temel beceri olarak gerekli sayılmasına rağmen sportif bir değer de taşımıyordu. yüzmek çok yakın bir zamanda seçkinlerin bir eğlence şekli haline gelmiş, sonrasında ise sanayi devrimi ile birlikte herkesin ulaşabildiği bir aktivite halini almıştır. yani eski insanlar şimdiki modern insanlarda olduğu gibi bir çeşme'ye akalım kumsala yayılalım diye bir kafa yapısında değillerdi sadece.

    edit 2: 18-19. yy'da osmanlı döneminde halk, denize deniz hamamı denilen iskele havuzlardan girerdi. vaktiyle denize girme ihtiyacını, sahilden 15-20 metre ileride, etrafı tahta çevrili dışarıdan görülmesi imkansız havuz şeklinde tahtadan deniz hamamları karşılardı. denize girmeye müsait, akıntısız yerlerde, suya mukavemetli keresteden kazıklar çakmak suretiyle kurulurdu. ortası havuz şeklinde olup, etrafı ızgaralarla kapatılırdı. dışarıdan görülmemesi için de üzerine branda gerilirdi. sahile iskeleyle bağlanırdı. bu havuzun iç duvarlarına, yüzme bilmeyenlerin tutunması için boydan boya halat çekilirdi. büyükleri 20x30; küçükleri ise 15x20 metre ebadındadır. derinliği ise 1,5 metredir. boğulma hadiselerinin çokluğu sebebiyle, deniz hamamları dışında denize girmek yasaktı. bu hamamlar kadın ve erkek ayrı olacak şekilde konuşlandırılırdı.görsel

    edit 3: avrupa'da güneşlenmek yine sanayi devrimi ve sonrasında oluşan deniz tatili kavramı gelen bir aktivite. yani sanayi devrimi esasında modern çağı ve sosyal yaşamı tümden değiştiren yegane aktör. koyu bir ten sahibi olmak ancak güneş altında çalışan işçilerin, köylülerin kötü bir özelliği olarak görülüyordu o zamana kadar. sanayi devrimi öncesi, beyaz tene sahip olmak yani pale kalmak bir asillik göstergesi (viktorya dönemi resimlerine bakabilirsiniz). bu sebeple de asiller şemsiye denilen şeyi bizdeki isminde de olduğu gibi güneşten korunmak için kullanıyorlardı (şems: güneş, iya: nisbet(ar./far.), umbra: gölge(lt.), parasol: güneşe karşı(fr.)). görsel yani yağmurdan korunmak kavramı da daha yakın bir geçmişin mevzusu (bu da başka bir videonun konusu*). bu sebeple de daha beyaz görünmek için kullanılan pudralar, içinde kurşun ve arsenik ihtiva eden kremler bayağı bildiğiniz modaydı. ne zaman ki deniz tatili kavramı ortaya çıktı, bu sefer de bronz görünmek modası oluştu, zira güneşlenmek artık zengin, ayrıcalıklı ve güzel olmanın belirgin bir göstergesi olmuştu. çünkü vaktim bol, gezip toza biliyorum demenin yegane göstergesi güneşlenip bronzlaşmaktı.

    edit 4: @talaatharb önerisi ile bir bakınız vereyim*: (bkz: roma imparatorluğu'nu günde bir kere düşünmek)

  • benim için şu sıralar; yemek yedikten sonra üstüne sigara içmekten vazgeçip, yemek yedikten sonra üstüne yemek yemek olarak devam eden olgu. güzel bırakamadım sanırım.