hesabın var mı? giriş yap

  • az önce denk geldiğim video. sinirden elim ayağım titriyor. şerefsizler, adi köpekler. o çocuğun tek bir damla gözyaşına değer mi lan yaptığın fanatiklik? nasıl bir gözü dönmüşlük bu?

    https://twitter.com/…rlig/status/656406750330036224

    edit: adam kayseri'de tanınan bilinen amigo recai adında biriymiş. böyle adamların öfkeli kalabalık lafıyla aklanması, sakinliğe davet edilmesi utanç vericidir. bir tane kolluk kuvveti görmedim "aga hayırdır sen kimsin de çoluk çocuğa, insanlara saldırıyorsun" diyen. yeter lan.

    edir 2: vaguedespassions denen bir garip kişilik "hemen saldırı diye olayı lanse et, ortalığı ateşe ver. işte bunlar hep uzun süren akp döneminin sonuçları" gibi değişik laflar etmiş. saldırı kelimesinin anlamının sadece fiziksel şiddete dayalı olmadığını anlaması için bu cahilliğinden kurtulması gerekiyor. tdk bile saldırı kelimesini açıklarken "kötülük yapmak, yıpratmak" diye başlar cümleye. aksi takdirde bu saldırı yapanlarla aynı düşünce yapısına sahip olduğunu iddia edebilirim.

    edit 3: ilhan ekşioğlu ve şekip mosturoğlu minik kardeşimizin kadıköy'e davet edildiğini yazdı.

    kardeşimize ulaşılmış, nasıl da gülüyor. emeği geçen herkese teşekkürler.

  • ilkokulda cuma gunleri istiklal marsi okunduktan sonra dagilirken kapiya kadar kosan cocuklari hatirlatan cemaat-i muslimin. biz turkler boyleyiz haci, isimiz biter bitmez topuklariz hemen ekstradan baska bir sey cikmasin diye, genlerimizde var.

  • anıl; 1,5 ay yatıp totoyu büyütürken, sadece tipinle kazandığın sms'ler, yaptığın dedikodular... meğer ne çirkin bi adammışsın, 110 tane balık tutmuş bir de sanki tek başına tuttun, adam saatlerce denize dalıp 15 tane balık tuttuğunda balıkların boyunu konuştun yattığın yerden, ya valla erkeklik sizin sandığınız gibi bişey değil oğlum.. hiçbirşey yapmadan şampiyon olursan survivorım diye dolaşacak mısın ortalarda, hiç utanacak mısın acaba? müsvette...

  • bir rus fıkrası gelsin bakalım.

    başbakan medvedev gergin bir şekilde başkan putin’in odasına girmiş ve ondan saat dilimlerini kaldırmasını istemiş.

    putin: neden?

    medvedev: bu saat farkı meselesi yüzünden delirmek üzereyim. bir şehre seyahat ediyorum, telefonla evimi arıyorum ama herkes uyuyor oluyor. geçen gün sabah 4’te kalktım ama akşam sandım. doğum gününü kutlamak için merkel’i aradım ama bana “doğum günüm dündü” dedi. çin devlet başkanını yeni yıl tebriği için aradım ama “yeni yıl yarın” dedi...

    putin: bunlar küçük sorunlar.

    medvedev: küçük sorunlar mı?!. içinde polonya başbakanıyla düşen uçağı hatırlıyor musunuz? taziyelerimi bildirmek için aradım ama bana uçağın henüz havalanmadığını söylediler!

  • hiç cool bir davranış değildir. dracula'nın şatosunun önünde 10 çift ayakkabı olduğunu düşünün mesela. adama saygı duyabilir misiniz artık? içerde vampirlik mi yapıyorlar, mevlüt mü okutuyolar belli değil.

  • netflix'te izlediğim türk filmi.

    buradaki yazar arkadaşların önemli bir kısmının sınıf kininin tetiklendiğini ve/veya filmin yaratıcı ekibinden hoşlanmadığını görüyorum. ben görüşlerimi önceden işin içine katmadan, elimden geldiğince objektif izlemeye çalıştım. biraz bile diğerlerinden farklı görünen bir türk filmi en azından objektif seyredilmeyi hak ediyor, diye düşünüyorum.

    filmin mensubu olmasını istedikleri alt türün ne olduğu yüz metreden belli; 'hayatı çok da takmayan karakterler bir yazlık evde buluşurlar ve sırları ortaya dökülür' hikayelerinin alıcısı hep var. özellikle fransızlar çok sever bunları, konu olarak fazlasıyla benzeştiği les petits mouchoirs gibi, le premier jour du reste de ta vie gibi. amerikan sinemasından ucundan kıyısından a bigger splash veya belki margot at the wedding gibi. bu tarz filmleri başarılı kılan şey, anında tanıyıp sempati veya antipati gibi birtakım duygular beslediğimiz karakterlerin dünyasına, çatışmalarına, acılarına bizi ikna edebilmeleridir. bunlara sıkça yakıştırılan 'samimiyet'in ağırlığı da karakterleri ne kadar umursayabildiğimizle doğru orantılıdır. dolayısıyla samimiyeti ortaya çıkaran başlıca etken senaryo yazarının/yönetmenin maharetidir, hepsi 'a sınıfı' da olsa oyuncuları bir yere doldurup başsız sonsuz muhabbetlerle o duyguyu yaratmayı bekleyemezsin.

    kim olduğunu, nereden geldiğini, nerede tanıştığını bilmediğimiz bir grup insanın tanımadığımız bir insandan gelen bir telefonla neresi olduğunu bilmediğimiz bir yazlığa gitmesi ve çeşitli konularda doluluğu tartışılır muhabbetler etmeye başlaması bu türde bir film için ideal başlangıç noktası değil. filmin hikaye credit'inde adı geçen post-modern kanaat önderi 'sinema yazarı değilim ama' diye takılan arkadaşın iddia ettiği gibi 'birçok filmin aksine başı sonu belli bir hikaye, çoğu filmden daha düzgün bir karakterizasyon' görmek için biraz iyi niyetle, biraz da zorlama bir pozitif önyargıyla bakmak gerekiyor kısacası. ve türk sinema sektöründeki üreticilerin bu 'evet çok iyi değiliz ama şunun kadar kötü de değiliz/en azından yeni bir şey yaptık' gibi cümlelerin arkasına saklanma merakını da anlamakta güçlük çekiyorum, özellikle filmlere 'iyi/kötü' diyerek hayatını kazanan biri bunu yapıyorsa.

    dahası, senaryonun en büyük sıkıntısı bu 'samimiyet eksikliği' de değil. hikaye belli başlı önemli noktalar arasında bir türlü ilerleyemiyor, sanki o 'noktalar' tesadüfen, biraz da zorlamayla o 'anlara' denk geliyor. örneğin herkesin birbirine girdiği bir climax (bu adını koyamadığım alt türe mensup filmlerin ortak özelliklerinden biri) oluşturabilmek için karakterler arasında zorlama çatışmalar yaratılıyor, herkes duygularını 'o an'da yaşıyor, tek bir ağızdan konuşuyor; kaynağı belirsiz, karşılığı olduğunu söyleyemeyeceğim tuhaf bir ütopyanın içinde yaşıyor adeta. hal böyle olunca ben bu ekibin çatışmalarını, aşklarını neden umursayayım ki, diye düşünüyor izleyici. film seyredeni dışlamak konusunda o kadar iddialı ki, yukarılarda bir arkadaşın da yazdığı gibi, yan masaya oturan bir arkadaş grubunu dinlemişsiniz hissi veriyor bittiğinde. şunu da izledikten sonra fark ettim; filmin ekibin duruşundan ileri gelen 'biz kimseyi takmıyoruz' tavrını en iyi gösteren şeylerden biri de adı. 'biz böyleyiz'. tamam siz böylesiniz de, bizi unuttunuz, izleyici olarak umursayamıyoruz sizi.

    iyi yönleri yok mu? hümeyra, yolculuğu son derece özensizce noktalanmış bir karaktere hayat verebilmek için elinden geleni yapıyor; performansıyla kalite katıyor filme. onun yanında kadronun performansları başarılı, içlerinde bir ruh taşımasalar da, almamız gereken duyguyu bize verebilmek için ellerinden geleni yapmışlar. senaryo ise seyirci ile oyuncu arasına kalınca bir duvar örmüş, potansiyeli öldürmüş.

    yönetmen caner özyurtlu'yu beğeniyorum; yani en azından avam biri olmadığını, sinemayı gerçekten sevdiğini biliyorum. bence önünün açılması için kankacılıktan vazgeçmesi gerekiyor. kimse ekşiden okuduğu entry ile hayata bakışını değiştirecek değil de, bunu da son bir not olarak ileteyim eğer buraları okuyorsa.

  • + anne iyi ki biz sakat olmamışız
    - neden sakat olacaktınız ki?
    + akrabalar evlenince çocukları sakat oluyomuş
    - biz babanla akraba değiliz ki?..
    + değil misiniz?
    - hayır değiliz.
    + sen utanmıyo musun yabancı adamla aynı yatakta yatmaya?