hesabın var mı? giriş yap

  • insan gibi "hayırlı işler" diyen sade vatandaşı da siklemeyen esnafın, bu sefer terse gelmesi hadisesidir.

  • "görüşülen kişi kapattı" filan diyordu sanki.. ara bozmak istermiş gibi gelirdi. "görüşülen kişi suratına kapattı.. valla bilmiyorum.. bana yapacak bu hareketi.."

  • elektrikli sandalyeyi icad eden de kendisidir.aktaralım:
    1886'da new york valiliği, ölüm cezasının insani yöntemlerini (!) araştırmak üzere bir yasama komisyonu kurar.
    o tarihe kadar yaygın kullanılan "asılma" yöntemi ağır ve acılı bir yöntem olarak görülmektedir.

    aynı yıllarda westinghouse ve tesla ile edison arasında genç elektrik techizatı endüstrisine hakimiyet alanında kıran kırana bir mücadele yaşanmaktadır. önce yola çıkmış olan edison elektriğin doğru akım* istasyonları vasıtasıyla dağıtımı için bir şebeke kurmaya başlamışken westinghouse yeni geliştirdiği alternatif akım* ile buna kafa tutmaya başlamıştır.

    alternatif akımın doğru akıma karşı ekonomik ve lojistik üstünlüğü vardır. kalın bakır kablolara ihtiyaç duyan doğru akımın akıbeti bakır fiyatlarının giderek artmasıyla daha da meçhul bir yön çizmektedir.
    öte yandan doğru akımın birkaç milden öteye ciddi kayıp olmaksızın taşınması da imkansız olduğundan her küçük yerleşim veya endüstri birimine bir istasyon tesis etmek mecburiyeti vardır. bu noktada yenilginin kaçınılmazlığını büyük ihtimalle kendisi de bilen edison bilimsel etiği bir kenara bırakmakta sakınca görmez.
    1887'de west orange, new jersey'de westinghouse'a karşı bir karalama kampanyası başlatır. 1,000 voltluk bir westinghouse ac jeneratorüne bağladığı bir metal plaka ile bir düzine masum hayvanı katleder. basın olan biteni yakından takip etmektedir. "electrocution" terimi böylece doğar.

    bu esnada new york'ta kurulan yasama komisyonu ünlü mucid edison'dan yeni idam cihazının yöntemi açısından yardım ister. edison'un ilk tepkisi bir bilim adamı olarak ölüme alet olmayacağı şeklidedir. ancak bir süre sonra westinghouse karşısındaki yılgınlığı onu yeni bir mektup yazarak kendinde böyle bir method bulunamayacağı ancak westinghouse'un elindeki yeni enerjinin acısız ani ölüm için elverişli olduğu konusunda görüş bildirmeye iter. edison alternatif akımın öldürücü olduğu kamuya yayılırsa insanların bunu evlerinde kullanmak istemeyecekleri düşüncesindedir.

    bu esnada 4 haziran 1888'de "electrocution" new york'un yeni idam infaz yöntemi olarak kabul edilir. ortada henüz iki teori ve iki elektrikli sandalye tasarımı vardır. edison haliyle bunlardan alternatif akımla çalışacak olanak destek vermektedir.

    1888'in ikinci yarısında edison araştırma tesisleri harold p. brown ve asistanı dr.fred peterson'u doğru akımla çalışan bir elektrikli sandalye tasarımı için tutarlar. tesadüf odur ki brown yakın zamanda new york post'a bir yazı göndererek küçük bir çocuğun alternatif akım kaçıran bir telgraf teli yüzünden öldüğünü rapor etmiştir. brown ve peterson tasarladıkları cıhazı köpekler, atlar ve ineklar üzerinde bir dizi deneyde (!) kullanırlar ve basın önünde işkence edilen zavallı hayvanların büyük acılarına rağmen hayatta kaldıkları gözlemlenir. aslında edison'un amaçladığı da budur.

    bu esnada hala edison company bordrosunda bulunan dr.fred peterson valilik komitesine en uygun infaz metodunun seçilmesi açısından danışmanlıkla görevlendirilir. bu nedenle komitenin alternatif akımdan yana karar almasına şaşırmamak gerekir.

    1 ocak 1889'da tasarı yasalaşır. westinghouse tepki gösterir ve kendi markasını taşıyan alternatif akım
    jenaratörlerini new york eyaleti hapishane yönetimine satmayı reddeder. edison ve brown bir yolunu bularak westinghouse'u aşarlar ve ilk elektrikli sandalyelerde kullanılacak jenaratörleri temin ederler.

    westinghouse elektrikle idamın "vahşice ve alışılmadık" oluşuna dayanan temyiz itirazlarına maddi destek verir.
    edison ve brown ise alternatif elektrigin "hızlı ve acısız" olduğu konusunda tanıklık ederler.

    ancak kaderin cilvesidir ki böylece gerçekleştirilen ilk infaz başarısız olur. zavallı idam mahkumu, izleyenlerin gözleri önünde dakikalarca süren işkence ardından üçüncü derece yanıklar ve sinir sistemi arazlarına rağmen hayatta kalır.

    bu edison'un planının geri tepmesi demektir. kamu oyu edison'u lanetlemekte geçikmez. öte yandan westinghouse'un alternatif akımına ne olduğunu yazmaya gerek yok sanırım

    kaynak:
    http://inventors.about.com/…ary/weekly/aa102497.htm

  • hiç izlemediyseniz bu diziyi ve ne menem şeydir diye merak ediyorsanız, işte şöyle bir şey:

    bir iş arkadaşım var, bu diziyi izlemeye yeni başladı. şu sıralar en çok kıskandığım insanlardan biri kendisi. arada gelip "ya bahar ne gıcık karı di mi" filan diye soruyor. ben düşünüyorum, bahar'ı son görüşümün üzerinden epeyce zaman geçmiş... ağladığım olmuş izlerken, güldüğüm olmuş. hepsini yaşamış bitirmişim. o ise bunları şimdi yaşıyor. negzel!

    elimde olsa, behzat ç.'yi hafızamdan sildirir, yeniden izlemenin mutluluğunu yaşarım.

  • yavuz: "topal bir adama da yenilmem".*

    timur bu savaşı çokça kan dökerek alırdı. bu arada doğrusunu söylemek adına timür diyeceğim (bkz: demir) (bkz: büyük ünlü uyumu). timür, sarayının bahçesinde zevkine filleri oynattıran, tepiştirten bir adamdı. altın orda gibi bir cengiz devletini parlak dönemindeyken ezdi geçti, geldi döndü osmanlı'yı ezdi geçti. hani fetret devri diyoruz ya fetret devri dememizin nedeni osmanlı'nın bir şekilde yeniden kurulmasıdır. adam osmanlı'yı yükselişe geçtiği dönemde yıktı.

    yavuz'un en büyük olayı topları kullanmasıydı. toplar kale kuşatmalarında çok işe yarar ancak timür gibi göçebe ordusuna karşı şansı olmazdı. osmanlı'nın ordusu başlarda atlı birliklerden oluşurken ilerleyen dönemlerde kale kuşatmalarında işe yarayan piyade birliklerine dönmüştür. piyadelerin bozkır atlılarına karşı şansı olmaz. o nedenledir ki osmanlılar tarihi boyunca azerbaycan'ın ötesini görememiştir.

    edit: hala daha yavuz şöyle böyle iyiydi, alırdı diyen var. illa detaylıca anlattıracaksınız adama. neyse gelin tane tane anlatalım:

    yavuz'un ordusu:
    yavuz'un en başat dönemindeki ordusu ortalama 60 bin kişiydi ve çoğu da yayan adamlardı. bunların da yaklaşık 10 bin kadarı devşirmeydi, yani yeniçeriden oluşmaktaydı. osmanlı ordusunun en gözde adamları bunlardır. sebebi de kale kuşatmalarında iyi iş yapmalarıdır. yeniçeriler özellikle o dönemde tamamen devşirmeydi. ancak 3. murad zamanında müslümanlar da alınmaya başlamıştır. bunlar 3 aydan 3 aya ulufe maaşı alır, bu maaşla karınlarını doyurur, savaşırdı. yani bir nevi paralı askerlerdi bunlar. bilhassa balkanlarda iş görürdüler ancak bunlar mevsime göre çarpışırlardı. mevsim kışa döndüğünde yiyecek bulamaz, kapıkulundan geldiği için paraları biter, geri dönmek isterlerdi, dönemezlerse de isyan çıkartırlardı. osmanlı'nın balkanların ötesini görememesinin nedeni de bu yeniçerilerin durumudur.

    ordunun geri kalanı ise yine kapıkuluna bağlı kapıkulu süvarileri ile cebeciler, topçular, arabacılar bulunurdu. kapıkulu süvarileri atlı birliklerdi. atlı dediysek gözünüzde öyle cengiz hanın ordusu gibi önden yardıran atlı birliklerden canlanmasın; bunlar sultanı, hazineyi, sancağı falan koruyan adamlardı. cebeciler ise silahlardan sorumlu adamlardı. cepheye silah, erzak falan taşırdı bunlar. bunların içinde kuşatmalarda kullanılan lağımcılar da bulunurdu.

    yavuz dönemindeki teknoloji ise öyle ahım şahım bir teknoloji değildi, bilhassa meydan savaşlarında işe yaramazdı. bunun nedeni ateşli silahların erken dönemlerinde olmalarıdır. bugünkü ateşli silahlar gibi düşünmeyin, öyle dakikada 50-60 mermi atamazlardı. bir örnek olması için o dönemin en baba tüfekleri şu şekilde ateşleniyordu: https://youtube.com/…5bioybkvly?si=omwjqwvaz5zyq-c3

    sen mermiyi doldurup düşmana atana kadar atlı birlik seni çoktan ok yağmuruna tutar, hatta dibine kadar gelip kılıçtan geçirirdi. kaldı ki o dönemin tüfekleri yivsizdi, yani 20 metre sonra kurşunun nereye gideceği de belli olmazdı. yavuz dönemindeki teknolojiyi öyle gözünüzde büyütmeyin, o dönemde okçuluk hala daha etkiliydi. şunu da unutmayın: okçu yetiştirmek, yeniçeri yetiştirmekten daha zordur. okçu yetiştirmek için, hele atın üstünde okçu yetiştirmek için yıllar süren bir emek gerekirdi. çocukluktan itibaren bu adamlar ömrünü ok atarak geçiriyordu.

    timür'ün ordusu:
    osmanlı da dahil o dönemki kaynaklar sayı konusunda gerçekleri tam olarak vermese de (sonuçta nüfus sayımı yapmıyorlar tek tek) timür'ün 200 bine yakın sayıda (belki de fazla) bir orduya sahip olduğu düşünülmektedir. osmanlı'dan (yavuz veya yıldırım) kesin olarak sayıca fazlalar. bu ordunun sayıca çok önemli bir bölümü atlı birliklerden oluşmaktaydı. adamların sadece çapavul birliğinde 40 bin atlı birlik bulunuyor. üstelik orduda irili ufaklı bunlardan onlarcası vardı. düşünün sadece sağ taraftan savaşan barangar, sol taraftan savaşan carangar birlikleri vardı (bu isimler moğolcadır). haddinden fazla planlı programlı savaşıyorlardı adamlar. dahası bu ordu atla maaş alan bir orduydu, yani savaşın karşılığında at alırlardı. öyle osmanlı'daki gibi kapıkulundan para gelmezdi. kabiliyetli olanlara döndüklerinde gösterdikleri başarıya göre arazi gelirlerinden, arazi gelirleri yetmezse şehirlerden alınan vergilerden para verilirdi. timür'ün yayan birlikleri de bulunurdu, bunlara da döndüklerinde aynı şekilde para verilirdi. bunlar savaşmak için dünyaya gelen adamlardı.

    anlayacağınız bu iki ordunun savaş motivasyonları ve anlayışları çok farklıydı. iki ordu karşı karşıya gelseydi, yıldırım'ın başına gelen yavuz'un da başına gelirdi. bu kaçınılmaz bir son. atları bu denli iyi kullanan bir orduya karşı yapabileceğin pek bir şey yoktur. piyadeler sayıca fazla bile olsa atlı birlikler savaş meydanlarındaki piyadeleri dağıtmak konusunda çok etkilidir, hele de ellerinde yay varsa.

    şunu da son olarak söylemiş olalım: mevcut durumda da timür'ün ordusu avrupa'da tutunamazdı. atlı birlikler kale kuşatmalarında iş görmez. osmanlı'nın askeri politikası bilhassa balkanlar olmak üzere tam olarak avrupa savaşlarına uygundu. güneyde memlükleri yenmeleri ve sami topraklarında tutunmalarının nedeni ise o bölgede de yeterli sayıda at yetiştirilemiyor olmasıydı.

    sami toprakları ile orta asya arasında çok önemli bir fark vardır: iki taraf da çöl gibi ağaç bitmeyen düzlüklerden oluşur ancak orta asya'nın hemen her yeri, o kültür dairesinde yaşama uygundur; otlaklarda at yetiştirir, inek yetiştirir sütünü içer, etini yer yine yaşar ama sami topraklarında su olmadan hayvan bile yaşayamaz. dolayısıyla sami topraklarında zapt edilecek yerler belliyken orta asya'da veya o kültürdeki adamlarda zapt edilecek bir yer yoktur, adamın toprağı hemen her yerdir. bu da osmanlı'nın savaş anlayışına taban tabana aykırıdır. osmanlılar, bir bölgeye gider ve o bölgenin yönetim yerlerini, kentlerini alır ve savaş biter. öyle geniş bölgelerde savaşlar dönmez, savaşılacak yerler bellidir. orta asya'da ise mevsimine göre alan savaşları vardır. coğrafya bilmeden buralarda savaşamayacağın gibi atların olmadan da savaşı kazanamazsın. yayan birlikler alan savaşlarında iş görmez. bu nedenle timür, anadolu'ya geldiğinde yıldırım'ın ordusuyla fare gibi oynamıştır. halbuki yıldırım bir kalede savunma yapsaydı daha çok şansı olurdu ama yine kaybederdi. timür'ün ordusu öyle "mevsim bitti dönelim ağabey" ordusu değildir. adamlar kuşatmada bile civar yerleşkeleri yağmalayarak aylarca yaşar, mevsim geçirir.

    osmanlılar, avrupa tipi, hatta direkt doğu roma modeli ordu anlayışını benimsemiştir. bunu yalnız ben değil, tarihçilerin babası halil inalcık da söylemektedir. başta türk modeli atlı birliklerden oluşan akıncılardı bunlar ancak bilhassa osmanlı beyliği, doğu roma ile olan ilişkileri vesilesiyle doğu roma anlayışı orduyu sahiplenmiştir. osmanlı padişahları, bilhassa fatih ve kanuni kendilerini roma'nın devamı olarak görürdü. ordu anlayışları da avrupa'ya uygundur bu nedenle. orta asya'daki gibi öyle at sırtında uyuyan adamlar buralarda bulunmaz, buralarda savaş kazanmak için o adamlara gerek de yoktur amma velakin bu at sırtında uyuyan adamlar da piyade ordularına karşı cehennem zebanisi gibidir.

    birçokları timür'ün esas gücünün filler olduğunu zannetmiş, filleri övmüş. timür'ün esas gücü hiçbir zaman filler olmamıştır. filleri adam eğlencesine kullanıyor, düşman korksun etsin diye. savaş meydanına 30 tane fille geliyordu zaten öyle on binlerce filler yoktu. psikolojik olarak etkiliydi, bir de düşman birliklerini dağıtmakta etkiliydi ama öyle sanıldığı gibi timür'ün atom bombası da değildi. timür'ün esas gücü bu bitmek tükenmek bilmeyen atlı birlikleridir.

    timür'ü daha iyi anlatabilmek adına bir şey daha söyleyeyim: timür karşısında kanuni olsaydı kanuni de yenilirdi. hem de öyle zorlanarak, ucu ucuna yenilmezdi; baya sağlam ezilerek yenilirdi. bunun nedeni bahsettiğim gibi ordu anlayışlarının farklılığıdır.

    konuyu daha da açarsak: kanuni'nin elinde yavuz'dan farklı olarak sipahi birlikleri bulunurdu. bunlar avrupa'daki şövalye tipi atlı birliklerin osmanlı karşılığıdır. bu birlikler görece kalabalık olsa da sayıca yayan birliklerden azdır. kanuni'nin mohaç'taki sipahi sayısı aşağı yukarı 10 bin civarındadır. bunlara 10 bin kadar da süvari birlikleri eşlik ederdi. gelgelelim bu birlikler atlı okçuluğu altay toplumları (türk, moğol vs.) gibi bilmezlerdi. altay toplumlarının atla yaptığı, nesilden nesile aktardığı türlü savaş oyunlarından, taktiklerinden bihaberlerdi. timür'ün ordusu ise tam da böyle atlı birliklerle çarpışarak yetişmiş bir orduydu. esas olayları adamların bu.

    okçuluk diyip duruyoruz, türkler neden okçuluk temelli ordu anlayışına sahiptir biliyor musunuz? bunun nedeni türklerin çok geniş alanlarda bölge savaşları vermesidir. buna az biraz değinmiştik ancak savaşları da geniş alanlarda döner. bu geniş alanlarda savaşılmasından dolayı adamlar daha hızlı giden atları eğitmiş, uzaktaki adamları öldürmeye yarayan yayları icat etmiştir. bunu yapmasının tek nedeni geniş alanlarda savaşılmasıdır. atlı okçular, repeating rifle'lar çıkana kadar savaş meydanlarındaki üstün güçtür. özetle kanuni'nin kısıtlı sayıdaki paralı atlıları da bu gelenekten gelen adamlar karşısında işe yaramazdı.