hesabın var mı? giriş yap

  • uzun bir aradan sonra diziye tekrar başladığımda fark ettiğim ayrıntı.

    polatın gerçek kimliği, aslında 3. kişilerce hep biliniyordu. buna göre aslan akbey ya büyük bir yalancı veya hain olabileceği ihtimali hiç de yok değil.

    bilmeyenler için önce özet:
    mafyayı çökertmek amacıyla, kgt ajanı ali candan'a öldü süsü verilip polat alemdar'a dönüştürülmüş ve polatın gerçek kimliğini bilen, duran emmi ve hatta estetik ameliyata giren doktorlar dahil herkes aslan akbey tarafından öldürülmüş, aslan akbey'de polat'a; senin ali kimliğini bilen sadece sen ve ben varız demişti.

    lakin bunun yalan olduğu ilk bölümlerdeki ip uclarından anlaşılıyor. zira;

    tespit:
    1-) bilindiği üzere 1. bölümde aslan akbey'e şifreli bir posta geliyor, aslan şifreyi çözdüğünde ise " operasyon hedef kurtlar vadisi" cümlesi çıkıyordu. bu andan itibaren aslan ali'yi anavatana geri çağırıyor ve kurtlar vadisi operasyonunu başlatıyordu. yani operasyonu başlatan aslan akbey değil. (sakin olun doğu esrefoğlu da değil, açıklayacağım)

    2-) ali candan ameliyat sonrası polat alemdar olduğunda, aslan akbey'e (2 veya 3. bölümde) kitap kapağının içinde yine şifreli bir posta geliyor. bu sefer ise aslan akbey'e, polatı süleyman çakırın yanına yerleştirmesi gerektiğini söylüyordu. ( çakırın fotoğrafları falan çıkıyor). yani operasyonu başlatan 3. kişi operasyonda izlenecek yolu da bizzat gösteriyor. aslan akbey sadece bir icracı. bu andan sonra polat, bir şekilde çakırın yanında yer ediniyor ve yükselmeye başlıyorlar.

    3-) dolayısıyla operasyonu başlatan da, yöntemi söyleyen de, aslan değil bir başkası ve polatın gerçek kimliğini biliyor. çünkü polat ve çakır tanıştıktan kısa bir süre sonra ortak oluyorlar ve gazetelerde boy boy fotoğrafları çıkıyor. yani operasyonun yöntemini söyleyen adam eğer aptal değilse, polat'ın aslanın ajanı olduğunu sırf bu sebeple bile anlaması işten değil.

    4-) doğu eşrefoğlu operasyonu başlatan isim değil. hatta operasyonun başladığından bile haberi yok. şöyle ki;
    - dizi esnasında aslan akbey ile defalarca bir araya gelseler de, operasyonun asla sözü geçmiyor.
    - doğu eşrefoğlu; operasyon başladıktan çok sonra, aslan akbey ölünce kgt raporlarına ulaşıyor ve ali candan'ın öldüğünü, bir ajana estetik ameliyat yapıldığını ve yapan doktorların da öldüğünü ancak öğreniyor ve operasyonun çoktan başladığını ancak o an farkediyor.
    - eğer doğu bey operasyonu başlatan isim olsa, belki ali candan'ı bilmese bile polatın ajan olduğunu bilmesi gerekirdi fakat polatın ajan olduğunu ancak polat kendisine silah çekince ve kendi itiraf edince öğreniyor. dolayısıyla operasyonu planladığını söyleyen doğu herşeyden habersiz.

    5- doğu beyin, aslanın ölümü sonrası, olup biteni görmesi ve aslana hitaben; "aslan değil çakal bu" demesi de buna en büyük gösterge.

    yani anlaşıldığı üzere aslan akbey 3. kişiler hesabına çalışmakta ve bunlardan emir almakta.
    polata; "cesursun ama safsın çok güvenmişsin aslana" diyen pala anlaşılan haklıymış.

    edit: bazı arkadaşlar hala o kişinin doğu eşrefoğlu olduğunu söylüyor. hayır beyler. doğu beki polatın ali kimliğini bilmiyordur fakat dediğim gibi, eğer doğu bey bu emirleri gönderdiyse ve polatı çakırın yanına yerleştir dediyse, çakırın yanında parlayan, alemin hiç görmediği bu yabancı delikanlının, "aha bu bizim aslanın ajanı" demesi en azından tahmin etmesi lazım. lakin doğu bey'in böyle bir ne bilgisi ne de tahmini var. hatta bir defasında polat ve doğu bey konuşurken, doğu bey polat'a: "seni kim yetiştirdi?" diye soruyor polatta sokaklar diyor. bunun üzerine sokaklarda yetişilmez ölünür diye cevap veriyor. yani doğu polatın ajan olduğunu bilmiyor, polatın vatan millet laflarının dikkatini çekmesi üzerine şaşırıp, polatı zarflıyor.

    edit2: herkes operasyonu doğu beyin planladığını yazıyor. evet arkadaşlar bende planlamadı demiyorum ama operasyonu başlatan da, hangi yöntemle olacağına da başkası karar vermiş. yani doğu bey operasyonun ne zaman başlayacağını, kime başlayacığını, kimin yöneteceğini bilmiyor. sadece bir zamanlar böyle bir proje ortaya atmış. zira doğu bey, ancak polat herşeyi anlattıktan sonra "ulan bu benim proje amk" diye düşünüp kurtlar vadisini ben planlamıştım falan diyor.

    edit 3 ve yeni tespit. bir çok yazarında uyarılarıyla yeni bir olay farkettim. aslan akbey tapınakçalara çalışıyor ve aslanı öldüren tapınakçılar.

    aslan operasyon emrini tapınakçılardan alıp operasyonu başlatıyor ve polatı çakırın yanına koyuyor. tapınakçılar polatın, kgt ajanı olduğunu biliyor ama gerçek kimliğini bilmiyor. ( karahanlının oğlunu da tapınakçılar kaçırtmış olabilir ama operasyondakinin karahanlının oğlu olup olmadığını bilmiyorlar). bu yüzden aslanı sorguya çekip elindeki belgeleri açıkla diyorlar. (aslanı sorguya çeken mito'nun konseye, tapınakçılara çalıştığı zaten malum). burada amaç polatın karahanlının oğlu olup olmadığını öğrenmek.
    sonuç olarak, aslan tapınakçıların emriyle operasyonu başlatıp, dikbaşlılık ettiğinden(sonuçta kendisi avrasyacı bir ideolojiye sahip) ve hatta tapınakçıların bombayla öldürmek istediği karahanlıyı kurtardığından onlar tarafından da öldürülüyor.
    tapınakçılar, polata boşuna demiyor; "seni tüm hayatın boyunca izliyorduk", " babana kurdurduğumuzu sana yıktırmak için biz yetiştirdik vs."
    yani aslanın kardeşi, karahanlı tarafından öldürülünce(yanlışlıkla)aslan intikam almak istiyor. bu sırada tapınakçılarla temas etmiş olacak ki, onların talebiyle efeyi kaçırıyor. (dizide ne diyorlardı, intikam isteyene fırsat en büyük vaattir.) zamanı geldiğinde(karahanlının 1. mart teskeresini geçirememesi ve artık gitmesi gerektiği) tapınakçılar emir gönderiyor ve aslan, doğu beyin projesini araklayıp, tapınakçıların emriyle, operasyonu doğudan bile habersiz başlatıyor. sonrası malum..

    doğu eşrefoğlu'nun, polatın karahanlının oğlu olduğunu öğrendiğinde bu kadar şok yaşaması ve sinirlenmesi (adam kendini kaybetti) tam bu dönemde tapınakçılar konusunun işlenmesi ve dahi doğunun tapınakçılar tarafından öldürülmesi de bu yüzden.

  • aksam rakiyi fazla kaçırınca oturup yazamadım. kısmet simdiyeymis. şimdi size tayfun uzbay ile ilgili bilmediklerinizi anlatayım. hocamız ile aktif olarak çalışan biriyim. bilirsiniz ki şizofreni konusunda çok iyi bir araştırma yaptı (bkz: agmatin) ben de kendisiyle çocuk şizofreni hastalarında beraber çalışıyorum.

    tayfun hoca nun bir lafı vardır. bilim adami kendini yanlislamalidir diye. öyle ortaya attığınız her hipotez doğru çıkacak değil. hocanın farkı bu. etik olmasi ve diğer uyduruk akademisyenler gibi her bulduğunu çözüm gibi sunmamasi; çözüm pozitif ise neden öyle olduğuna da bakması.

    başlıkta yazılara baktım ama goremedim; sizofreni denmiş ama asıl önemli bir bilgiyi aktarmak isterim madem burası kutsal bilgi kaynağı. agmatin denen molekülün anti depresan etkisi olduğunu iddia eden bir ilaç firması grubu fdaye bunu kabul ettirmeye çalışıp yeni ilaç piyasası oluşturmaya çalıştı. halbuki daha agmatinin geçerliliği bile sorgulaniyor. peki fda neden ruhsat vermedi? çünkü tayfun hoca öyle olmadığını gösterdi. fda de buna dayanarak olaya yanaşmadi.

    tayfun hoca ile tubitaka proje yazdık, sanırım 4-5 bin lira butceliydi. reddettiler. karar gerekçesini incelesen en iyi dansöz bile böyle kıvıramaz dersin. telefon açtım bu proje bitecek ben sana garantisini veriyorum, bi yolunu bulacağım dedi. o proje şimdi bitmek üzere.

    en ama en önemlisi. hocayla reyhan pastanesinde otururken anlatti. gerçekten tanıyıp etik ve naif bir insan olan bu adam neyle suçlandı biliyor musun? hayir sadece casusluk değil. kadin saticiligindan uyuşturucuya kadar herseyle. boynuna yazılı bu suçları cezaevinde ailesiyle görüşmeye giderken hep sakladı görüp de uzulmesinler diye. bu insanlar böyle işkenceler de çektiler.

    sen cezaevinde bilimsel makale yazan insan tanıyor musun? ben tanıyorum: tayfun hoca.

    bu adam bizim için çalışırken biz onu cezaevine sokup bağlama çaldırır, resim kursuna verdirdik ama şizofreni ile çalışmasına engel olduk.

    bilin istedim turkiye de neler yapıldığını. bu ülkede pezevenk olmak bilim insanı olmaktan daha kolay. bi iftiraya bakar.

  • daire kelimesi arapça devr "dönmek" kökünden gelir. belli bir işin etrafında dönen, merkezinde o işin olduğu bir iş hakkında konuşurken "o işe dair" kelimesini kullanırız ki bu da “ilgili, ait” anlamında kelimenin bir başka kullanılışına işaret eder ve aynı kökten gelir. "bu işe dair bazı fikirlerim var” dediğimizde bu işle “ilgili”, bu işe ait düşüncelerim var demek isteriz. tıpkı "bu iş çerçevesinde bazı fikirlerim var” cümlesinde olduğu gibi.

    buradan hareketle saraylarda, büyük konaklarda da belirli bir işe ait, o işle ilgili o işe ayrılmış bölümlere de daire denmesinin nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. örneğin selamlık dairesi (selamlığa dair, ilişkin bölüm) ve haremlik dairesi (haremliğe ilişkin bölüm), mukaddes emanetler dairesi (emanetlere ilişkin bölüm).

    aynı şekilde büyük evlerin ve konakların belli bir işle “ilgili” bölümlerine de daire adı verilir. kalorifer dairesi, kazan dairesi gibi. bunun gibi devlet işlerinin belli bir işle ilgili, o işe ayrılmış yerlerine de bu kapsamda “daire” denilmiş. gümrük dairesi, vergi dairesi gibi. dolayısıyla bu şekilde kullanımlarından daire kelimesinin zamanla anlam açısından “bölüm” kelimesine evrildiğini düşünüyorum. “dağılmak” kelimesinin “etrafa dağıldık” cümlesinde olduğu gibi yayılmak anlamında kullanılması buna örnek olarak verilebilir.

    buradan yola çıkarak bölüm haline evrilmiş olan “daire” kelimesinin bir apartmanın “bölümleri” şeklinde kullanılmaya başlandığı kanaatine ulaştım.

  • insanının zihniyetiyle, binalarıyla koskoca bir gecekondu olan şehir. yani bir şehir 30 yılda hiç mi 1 adım ilerlemez gerçekten inanılmaz.

    izmirli'yim. 20 yıl izmir'de yaşadım, yaklaşık 20 yıldır da ankara'da yaşıyorum. yurtiçi/yurtdışı çok yer gezdim gördüm ancak bu kadar abartılmış bir şehir daha önce görmedim. izmir'i kötü yapan şey suriyeliler istanbullular vs de değil. şehre baştan aşağı gecekondu zihniyeti sirayet etmiş durumda. başka bir şehirde yaşayıp ara ara izmir'e gelince yozlaşmayı, şehrin iliklerine kadar işlemiş varoşluğu çok net gözlemleyebiliyorsunuz.

    merkez ilçelerden bahsedecek olursak. dışardan gelerek izmir'in güzel yüzünü görüp hayran olanların uğradıkları ortam büyük oranda güneyinden kuzeyine sahil şerididir. güneyde narlıdere'den başla, kuzeyde mavişehir'e kadar sahil şeridinde mekanlar da, havası da, insanı da süperdir izmir'in. kolay kolay bozulmaz buradaki semtler. en nezih yerlerinin de bir göztepeli olarak karşıyaka-bostanlı-mavişehir hattı olduğunu da belirterek hakkını vermek lazım.

    ancak denizden içeri 1 km girdiğinizde büyük oranda karşılaşacağınız şey brezilya'nın favela'sıdır. abartmıyorum bir çok mahallede akşamları sokağa çıkmaya korkarsınız. karabağlar'ı, uzundere'si, limontepe'si, buca'nın bir çok mahallesi, eşrefpaşa'sı, kale'si, basmane'si, tepecik'i, kahramanlar'ın bir kısmı, bayraklı'nın arka mahalleleri, doğançay'ı, kuruçay'ı, toros'u, levent'i, yeşildere'si, ballıkuyu'su varoşlarını say say bitmez. izmir koskoca bir varoştan oluşuyor. bu mahallelerin çoğunu yeni gelenler bilmez. 2 saat dolaştır kaçarak uzaklaşır izmir'den.

    eskiden izmir'in en güzel yanlarından biri yazlık mekanlarıydı. kuzeyde dikili, çandarlı, foça'dan başlayıp güneyde çeşme, karaburun hattına uzanan tüm sahil şeridi izmirliler'in yazlık mekanıydı bir zamanlar. merkezden taş çatlasın 1 saate insanlar mis gibi akdeniz havasına atıyordu kendini. şimdi 1 saatte şehirden çıkmak mümkün değil. hadi bir şekilde attın kendini bir sahil şeridine, zaten eskisi gibi bir yazlık alma şansın yok ama eskiden sezonluk yazlık kiralardık. bak 15 günlük, aylık değil sezonluk kiralardık, mayıs başı eylül sonuna kadar. şimdi deniz görmeyen, denizden esen meltemin ulaşmadığı o 30/40 yıllık yıkık yazlıklara aylık 150 200 bin çekiyorlar. acayip.

    tekrar gelelim şehir merkezine. rastgele bir mahalleye zoom yaptım. görsel şu: görsel
    izmir'in en eski mahallelerinden yeşilyurt-akevler arası hatta daha çok eski adıyla arapderesi. alınmasınlar ama eskinin çingene mahallesi. bizim çocukluğumuzda burada pet şişe toplayanlar, değil gecekondu çadırda yaşardı burada. gitmeye korkardık. sonradan şehrin göbeğinde gecekondu mahallesi oldu. şimdi burada 100 metrelik "düz" tek bir sokak bulamazsınız. çünkü 30 yıldır bütün belediyeciler oy için gecekondulara tapu dağıtmıştır. sokaklar leş gibidir muhtemelen. şimdi google kamerası ile sokaklarında gezdim her gecekonduyu yıkan apartman kondurmuş. 3 metre genişlikte yol zik zak yapa yapa ilerliyor binalardan. sokaklar ağzına kadar araba dolu, muhtemelen hiçbir binanın otoparkı yok. inanılır gibi değil şehir planlaması vs hak getire. siz de rastgele bir çok mahalleye aynısını yapabilirsiniz, deneyin farklı bir şeyle karşılaşmayacaksınız.

    gelelim insanına. ailem dahil türkiye'nin en yobaz insanları burada yaşıyor olabilir. atatürkçü geçinen cahiller ordusu resmen. bütün şehrin atatürk'le ilgili okuduğu tek yazılı kaynak yılmaz özdil yazıları muhtemelen. standart bir konyalı'dan zerre farkı yok insanlarının. biri chp'ye küfrediyor, diğeri aynı bakış açısı ile akp'ye. aynı mantıkla oy kullanıyorlar vs.

    hepsinin yanında bu kadar varoş bir şehir yakın gelecekte meydana gelecek bir depremde ne hale gelecek tahayyül edemiyorum. 3 sene önce, 2020'de merkez üssü izmir bile olmayan sisam adası'ndaki 6.6lık ve sadece 16 saniye süren deprem, merkez üssünden 50 km ötede 17 bina yıkıp 117 can aldı. merkez üssü izmir olup da 7 civarında deprem olması halinde, maalesef izmir'in hatay'dan daha kötü hale geleceğini düşünüyorum.

    izmir, parası olan için sahil şeridi ve yazlık mekanları ile "şimdilik" yaşanabilir durumda. suri, afgan vs göçüyle şehirdeki güvenliğin ortadan kalkması ile o cazibesini de kısa zamanda kaybedeceğini düşünüyorum. ayrıca şehirde korkunç bir pahalılık var. eskiden istanbul>ankara>izmir derdim. şimdi izmir=istanbul>ankara olmuş.

    şimdi yine birileri çıkıp "beğenmiyorsan gelme" şeklinde sığ bir şekilde eleştirecek. 7 göbek izmirli biri olarak, anamın babamın olduğu, bütün şehirde anılarımın olduğu yere kimseden izin alıp gelmeyeceğim elbette. gençlik anılarımın olduğu her sokağı skip atmışsınız, bira içtiğimiz her köşe başını suriyelilere peşkeş çekmişsiniz. geçmişin hatrına az bile yazdım ya neyse.

  • "çok fazla ağlıyor" bahanesiyle bebeğini duvara fırlatıp öldüren bir babanın(!) eylemi.

    bunalıma diyo, girmiş diyo, kız diyo olunca diyo.

    sanırsın hanedanlığa oğlunu geçirecek pezevenk.

  • 2.dünya savaşında neredeyse tüm naylonların paraşüt, halat ve örgü üretimine yönlendirilmesi nedeniyle 1940'lı yıllarda naylon çorap (jartiyer-külotlu çorap) kıtlığı yaşanmıştır. şıklığından ödün vermek istemeyen kadınlar için pürüzsüz görünen bacakların formülü "bacak makyajı" ile giderilmeye çalışılmış ve bunun için likit çorap denilen boyalar üretilmiştir.

    ulusal amerikan tarihi müzesi'de bulunan "leg silque likit çoraplar" adlı ürün resim
    ilgiltere amberley müzesinde bulunan "silktona likit ipek çoraplar" adlı ürün resim

    daha gerçekçi bir görünüm adına çorapların arkasında bulunan dikiş izini yaratmak için siyah eyeliner bile kullanılıyordu. dikiş izinin göz kalemi ile düzgün şekilde çizilebilmesi için bir tornavida sapı ve bisiklet maşasından yararlanarak bir alet de üretilmişti. resim

    dünya üzerinde savaş da olsa, uzaylıların istilasına da uğrasak, kıyamet de kopsa kadınların güzelleşmek ve şıklığından ödün vermemek için her yolu denediğini dünya tarihi boyunca gördük ve sanırım görmeye devam edeceğiz. bacak makyajının uygulamasına ilişkin tarihi birkaç fotoğraf ekleyerek bitirelim.
    resim 1 resim 2 resim 3 resim 4 resim 5 resim 6

  • yaptığım iş turizm üzerine olunca pandemide durmak zorunda kaldık. düzeldi, düzelecek derken 800 bin tl alacağımı tahsil edemeden 7 ay içinde battım. sağolsun bankalarda borç borç deyince evi arabayı sattım borçları ödedim üzerimde sadece 4 bin tl para kaldı :)) bu parayla ne yapılır derken zaten yok zaten yok hep hevesim olan ahşapla uğraşayim dedim. ufak bir kaç malzeme aldıktan sonra ya şunu da alayım bunu da alayım diye diye eldeki bütün parayıda gerekli malzemeler için harcadım ve bir arkadaşımın boş olan dükkanında öyle kendi halimde takılıp askılık, lambader derken evime ve arkadaşlarıma ufak tefek ahşap ürünler yapmaya başladim. bir ay sonra evine askılık yaptığım bir arkadaşım arayıp "nogi, bir arkadaşım var iç mimar senin yaptığın ürünleri gösterdim çok beğendi birkaç ürün istiyor yapabilir misin? diye sordu. uzatmayayım onun istediği ürünleri yaptıktan sonra bir arkadaşı daha arayıp bizede böyle bir ürün lazım yapabilir misiniz acaba ? diye aradı. bunu da yapayım bunu da yapabilirim derken ufak ufak iş yapmaya başladım.bir kaç aya kalmadı işi baya baya profesyonelliğe döktüm. hayat o kadar garip ki tam bittim dediğin anda karşına yeniden mücadele etmen için bir olay çıkarıyor. sanırım orada pes etmeden tekrar başlayabilmek önemli ve bende öyle yaptım. bir matkap bir ufak testere ile başladığım bu işte 120 m2 bir atölye açtım. içimdeki duygu o kadar acayip ki anlatamam. e bundan bize ne derseniz haklı olarak sadece paylaşmak istedim. olur da yolunuz düşerse bir kahveye beklerim ve sosyal medyadan anlayan arkadaşlar varsa beraber çalışmayı çok isterim :) umarım hayat her insanın karşısına vazgeçtim dediği anda yeni güzel şeylerle çıkar... hepinize teşekkür ederim imla hatalarımdan dolayı özür dilerim bütün fularlı ekşi sözlük yazarlarından... birkaç örnek için

    1
    https://www.hizliresim.com/mw9qh8h
    3
    4
    5
    6
    7
    8
    9

  • bugün panamalı arkadaşıma;
    -ispanya'ya karşı koloniler olarak bizi destekliceniz heralde, dedim,cevaben;
    -olm siz baharat yoluyla ipek yolunun bokunu çıkarmasanız ispanyollar gelip bizi bulmayacaktı, sizin yüzünüzden s.kildik, dedi.

    güler misin ağlar mısın amk.

  • -oo ıspanak bey, gidiyorsunuz demek.
    -napiyim be piç kurusu mesai bitmedi mi? kov lan beni.
    -kovmuyorum ulan.
    -tamam hadi iyi akşamlar.

  • ultrason odasında uzanmışsın. eşin ayağının dibinde. heyecan içinde ekrana bakıyorsunuz. doktor da çok umutlu. yüzü gülüyor. ve aleti karnına koyuyor. ekrana bakıyor. gözleriyle kısa bir arayış. birden yüzünde garip bir ifade. gözlerini kısarak bir kısa arayış daha. ve yutkunuyor. o yutkunmayı sen sanki ağır çekim izliyorsun. adem elması yavaşça aşağı iniyor, ardından daha da yavaş bir şekilde yukarı çıkıyor.

    eşinin yüzüne bakıyorsun. daha geçen hafta yine bu odada, yine şu an durduğu yerde, yine bu ekrana bakarken, gözleri dolmuştu mutluluktan. daha önce hiç ağlarken görmemiştin onu. "işte bu o anlardan biri" demiştin. "hafızana kazı bu anı, bu yüzü. en ince ayrıntısına kadar anlatacaksın yıllar sonra. sakın unutma bu yüzü."

    ama şimdi sadece endişe var gözlerinde. odada da bir ölüm sessizliği. kimse soru sormaya cesaret edemiyor. makinenin uğultusu. karanlık. sadece ekrandan doktorun ve eşinin yüzüne yansıyan ışık. hadi konuşun! biri bir şey söylesin! ya da hayır. susun. hiçbir şey söylemeyin. sessizlik devam etsin. makinenin uğultusu olsun sadece. kimse konuşmasa, zaman dursa burada. bu şekilde kalsak. biz sadece umutla ekrana baksak, kimse bir şey söylemese.

    ama doktor ölüm sessizliğini bozuyor. "maalesef yine kürtaj."

    ben o yüzü hala unutmadım. bir de doktorun yutkunduğu o anı. vücudumu yavaşça saran korku dalgasını. kollarımda ve bacaklarımda ılık ılık ilerleyişini. parmaklarımın buz kesişini. doktorun konuşmasını. o konuştukça benim boğulacak gibi olmamı. ve aklımdan geçenleri.

    "bir sussa. bir sussa. tamam. her şeye tamam lanet olsun. ne yapacaksan yap. ama sus şimdi. bir çıksak şurdan. şu kapıya bir ulaşsak. aynı acı tekrar içimde inanamıyorum. ben aynı şeyleri mi yaşıcam şimdi tekrar? yarım saat öncesine dönebilsem. umut dolu. elim karnımda. konuştum ben onunla. defalarca. bu sefer farklıydı çünkü. çok hissettim bu sefer. haksızlık. bu nasıl bir tokat? yarım saat önce bu kadar mutluyken, şimdi.. korkuyorum demiştim bir arkadaşıma. kendimi çok kaptırmak istemiyorum. ama dayanamıyorum da. bu sefer farklı çünkü. çok hissediyorum bu sefer. sıranızı savdınız siz demişti. boş ver. keyfini çıkar bu güzel anların. bu güzel anlar. tarih oldu bir saniye içinde. yıllar sonra anlatılacak bir anı oldular. nasıl olur? daha yarım saat önce yaşıyordum ben bunu. bir çıksak şu odadan. bir sussa. nasıl haber vericez millete? ne kadar aptalım. dayanamadım herkese söyledim. aptal! şimdi telefonlar. aynısı ayşeye, fatmaya da oldu şimdi üç çocukları varlar.. aptal! dayanamadın! tutamadın çeneni! ama bu sefer farklıydı. çok hissediyordum bu sefer. bir çıksak şurdan. bir sussa. yer ayaklarımın altından kaydı dedikleri bu muymuş?"

    edit: yeri ayaklarının altından kaydıran o günler tarih olur, bir de bakmışsın kucağında gülümsemene gülümseyerek karşılık veren minik bir yavru var. o zaman umut var, inadına umut var.