hesabın var mı? giriş yap

  • aynı gemidecilere bi lafım var.

    niye lan?

    şimdi siz seçim sonrası dışarıda ateş ederken birikimlerini dolara yatıran ben, kurun yükselişine sevinmeyeyim çünkü aynı gemideyiz öyle mi?

    ahahhaa yarrağımın başı aynı gemideyiz.

    siz eşşşek gibi çalışacaksınız, beni besleyeceksiniz bundan sonra.

    kilosu 3 liradan 2 kilo patates pişirin, bi hafta yiyin.
    işiniz ne?

    alışıksınız nasıl olsa.

    tanım: svihs

  • görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla park yerleri numaralı ve her bir daireye özel olarak ayrılmış. dolayısıyla bu kişi de iki dairelik aidat ödediğine göre sonuna kadar haklı. park yerlerini istediği gibi kullanma hakkına sahip.

    muhtemelen bir evde birden fazla arabası olup da park yeri ihtiyacı olan kişi ya da kişilerin işine gelmediği için kargaşa çıkarılıyor. yapılabilecek tek şey bu kişiyle iyi anlaşıp, park yerini kullanma konusunda el sıkışmak. çözüm emekli albay gibi silecek kaldırmak değil.

  • *edit: en basa bu dalga neyin dalgasi onu soyliyelim. einstein'in genel gorelilik teorisinin ozetine gore "madde" ** uzay ve zamana nasil egilip bukulecegini soyler; uzay ve zaman da cisimlere nasil hareket edecegini. yani uzay aslinda boyle gorunur ama bugune kadar boyle goremiyorduk:) iste cisimler, uzay ve zamani bukunce uzayda isik hizinda dagilan kutlecekim dalgalari* olustururlar. bu dalgalar bugune kadar gozlemlenememisti. bu dalgalar gozlemlenemeyince de, bu dalgalardan baska bi sey yaymayan uzay cisimleri de gozlemlenememisti. yani yasasin karadelikler!*edit bitti*

    ligo'nun yaptigi uygulamalı gözlemi basitçe anlatması çok zor:)

    (büyük harfle) "l" şeklinde bir kompleks düşünün. l'nin kolları 2-4 km uzunluğunda. biri diğerinden uzun, l'nin köşesinde bir beam splitter (ışın ayırıcı) var, l'nin alt tarafında yani ışın ayırıcının solunda ışın detektörü var... l'nin iki ucunda da asılı duran dev aynalar var. şöyle bir şey kendisi

    şimdi bir lazerle (ls diye gösterilen) ışın ayırıyıcıya (b diye gösterilen) ışın yolluyos, ayırıcı da iki demeti iki koldan (l'nin kollarından) dev aynalara yolluyor. deva aynalar demetleri gerisin geri ayırıcıya yolluyor. ayırıcı da aynalardan gelen ışınları lazer silahı ve ışın detektörüne (ld diye geçen) yolluyor. böyle bir görüntü hayal edin.
    ortada gravitational wave'in eğip büktüğü uzayzaman yokken, ışın atımları kollardan biri daha uzun olduğundan detektöre farklı, ancak düzenli ritmli zamanlarda geliyor. detektör de pek bi şey detect etmiyor :) (ışık dalgalarının süperimpozisyonuyla* ilgili bir dalga sebebiyle, birbirlerini nötralize ediyor isinlar)

    şimdi kollara gravitational wave atalım, böyle "vocurk vocurk" etsin... animasyonda gördüğünüz üzere sağdan giren gravitational wave, yüzeydeki partikelleri gah uzatıyor gah kısaltıyor... bu durum bizim "l"'de (ki adı interferometre-yani suya attığınız taşların birbirine girişen dalgalarını ölçen nane) iki boyutlu düzlemde şöyle bir görüntü yaratıyor. yani kollar bir uzuyor bir kısalıyor. tabii animasyondaki kadar degil. hidrojen atonu kadar ohom:) artık gelen ışın atımları düzenli ritmde değil. suya atılan taşların birbiriyle girişen (bkz: superimpositon) görüntüsü şeklinde. duzensiz girişen dalgalar da yeni bir dalga yaratıyor (biraz daha basitleştirirsem fizik ilmi çökecek:(( ışığın dalga fonksiyonundan da yararlanan detektör de gravitational wave'den sonra oluşan yeni dalganın ışığını tespit ediyor. böylece ölçüm gerçekleşyor.

    not: gerçeklik yukarıda anlattığımdan çok daha komplike, işbu entry aşırı basitleştirme adına fiziğin de müzğin de ırzına geçmiştir:)

  • sn. cumhurbaşkanımızı dilimize sahip çıktığı için destekliyoruz. sırada türkçe ezan var biiznillah.

  • bağımlılıkla mücadele ve sağlıklı yaşam ile ilgili uzaktan eğitim yoluyla verilen bir seminerde öğrencinin, peygamber efendimiz gün içinde 2 saat uyurmuş demesi üzerine rehber öğretmenin 'günün koşulları gereği olduğunu, günümüzde çocukların 22.00-08.00 saatleri arasında uyku düzenini sağlaması gerektiği' şeklinde cevaplaması üzerine durumu babasına (imam hatip lisesi müdürü) iletmesi ve babasının da 'çocuğun peygamber sevgisi ve dini hassasiyetleri üzerinden travma yaşaması' şeklinde şikayeti üzerinden milli eğitim'in başlattığı soruşturma.

    (bkz: https://www.cumhuriyet.com.tr/…a-baslatildi-1828507) haberin metni bu şekilde.

    eğer ki durum burada anlatıldığı gibiyse gerçekten ülkenin içinde bulunduğu durumun gittikçe çok daha vahim bir yere doğru gittiğinin resmidir. demek ki bilimsel konuşmak suç. söyleyin de bilelim.

  • ülkü tamer sanattan şiire, sinemadan çeviriye ve hatta çocuk edebiyatına katkılarıyla belki de bir daha ülkemizde bir benzerini göremeyeceğimiz usta bir şairdi.

    onunla tanışmam lisede birbirinden farklı şekillerde olmuştu. bir yandan içimdeki çocuğun hayal gücünü harry potter sayesinde canlı tutuyor, bir yandan artık garip akımından sonra keşfedilecek yeni bir kıta olarak ikinci yeni'ye hücum ediyor, bulduğum tüm ikinci yeni şairlerinin şiir kitaplarını eve getirip hatmediyor, bir yandan da zülfü livaneli, grup yorum, ahmet kaya gibi isimlerle protest müzikle tanışıyordum. işte ülkü tamer o günlerde her okuduğumda her dinlediğimde imzası olan bir isimdi. iyiden iyiye tanıdıktan sonra yaşamak hatırlamaktır adlı o muhteşem anı kitabına dadandığımı hatırlıyorum. kitabı okurken hem ülkü tamer'in ne kadar şanslı olduğunu hem de nasıl onun gibi biri olunabileceğini düşündüğümü hatırlıyorum. 40'lı yılların antep'inde içinde sinema sevdasıyla koşuşturan bir çocuk, sonra robert kolej yılları ve şairliğe adım atması.

    büyük bir iştahla yazdığı her şeyi okurken önce radikal'de sonra sabah'ta (düşünün kısa bir süre öncesine kadar ülkü tamer sabah gazetesi'nde yazıyordu) yazdığı köşe yazılarını da takibe başlamıştım. 2013'e kadar da cumhuriyet'te yazıyordu. sanırım vefat edene kadar da tuhaf dergi'de anılarını okumak mümkündü. aslında bütün türkiye'yi etrafına oturtup şiire ve sinemaya dair bildiklerini ve anılarını anlatması gerekiyordu. o denli önemli bir isimdi ve tabii ki yaşarken hak ettiği değeri görmemişti.

    toprağı bol, mekanı cennet olsun..madem onu anıyoruz, meraklısı için en sevdiğim ve bildiğim bestelenmiş şiirlerini aşağıya bırakıyorum:

    önce bestelenmemiş şiirleri,

    -ben sana teşekkür ederim
    -düello
    -o eski bir güvercindi
    -dünyada ne kadar
    -kıştan üşüyen virgül
    -sıra göller

    -konuşma(güneşin oğlu filminde haluk bilginer'in bu şiiri okuduğu o meşhur sahne için: https://www.youtube.com/watch?v=eg24n-zir-e) (aynı şiir yüzyüzeyken konuşuruz'un cenaze evi adlı şarkısının içinde de söylenir: https://www.youtube.com/watch?v=eo7dd83macg)

    - ağıt (grup yorum'dan düşenlere adıyla dinlediğimiz bu şarkı aslında ülkü tamer'in ağıt adlı şiirinden bestelenmiştir: https://www.youtube.com/watch?v=ojbvr7nptrw)

    - güneş topla benim için(aslında bu ülkü tamer'in şiirinden bestelenmiş bir şarkı değildir. zülfü livaneli besteyi yapmış ülkü tamer üstüne bu sözleri yazmıştır: https://www.youtube.com/watch?v=fv7ydu4ssnc)

    - memik'e ağıt (zülfü livaneli'nin memik oğlan şarkısının sözleri ülkü tamer'in bu şiirinden alınmıştır: https://www.youtube.com/watch?v=ogcfxurwwiq)

    - birecik'ten mazmahor'a (zülfü livaleneli'nin atlının türküsü adlı eseri haline gelmiştir: https://www.youtube.com/watch?v=pgnm1zkgg44)

    - mayın (yine zülfü livaneli'nin 'kilis'e haber saldım' adıyla da bilinen şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=ens0_mxp3zk)

    -gül dikeni (müziği ahmet kaya'ya sözleri ülkü tamer'e aittir: https://www.youtube.com/watch?v=ng5n-3mlidq)

    -üşür ölüm bile (sözleri ülkü tamer'e aittir. ahmet kaya seslendirmiştir: https://www.youtube.com/watch?v=vzokv5ujo78)

    tüm bunların yanı sıra octavio paz'dan, edgar allan poe'dan, william butler yeats'ten ve daha bir çok yabancı şairden çevrilmiş onlarce şiir.

    ayrıca ülkü tamer'in anı, hikaye ve gazete yazılarında adına sıkça rastlayacağınız gaziantepli sinema işletmecisi nakip ali'nin ve sinema tutkunu yeğeninin hikayesini anlatan, alleben öyküleri'nden uyarlanan sinema bir mucizediradlı bir film vardır. başrolünde kadir inanır oynamıştır.

  • beşiktaşımın 5-1 kazanarak ,
    10 maç yapsalar 10 galibiyet alacaklarını düşünen kasımpaşalı yöneticiye ,
    spora ya da rakibe saygısı olmayan donk isimli ahlaksıza ,
    tayyip diye inleyip duran kudurmuş kasımpaşa taraftarcıklarına ve bu siyasi söylemi kısmayan lig tv ye ,
    emenike daha çok üzülmesin diye kart göstermeyen hakeme ve bunu destekleyen mhk ile federasyona ,
    sözlükte öten galatasaraylı efendilikten nasibini almamış ergen trollere
    koyup geçtiği bir maç olmuştur.

    şampiyon oluruz olamayız bilemem ama bu maçın anlamı budur.

  • konu: 3 dilek hakkiniz olsa ne dilerdiniz

    3 dilek

    gunumuzde uc dilek hakkimiz olmasi cok onemlidir. malesef sevinerek bu hakkimizi kullaniriz her zaman. benim 3 dilek hakkim olsa 3 dilek hakki daha isterdim.

    elde var 6 dilek hakki, 5 ile 3 er dilek daha dilesem 15 dilek hakkim daha olur. 15 dilek ile her istedigimi dilerim.

    gunah degilse allah olmayi dilerim. allah olduktan sonra dilek hakkim sonsuz kere sonsuz olur. cok akilli olurum. maalesef her istedigimi yapabilirim.

    kendime kasvetli bir yaris arabasi yaptiririm. onunla antalyaya gider dedemlerin elini operim. dedem bana torunum allah olmus der. sevinir. harclik verir. abime vermez, cunku o arabaya kusan bir gerzek.

    sonra dedem mezarlikta zombileri oldurmeye gonderir beni. hepsini yok ederim isin kiliciyla. babami da doverim.

  • akçay tarzı yerleri (ege ve akdeniz) kuşatan, yerel halka ve esnafa dünyayı dar eden emniyetin nedense dokunmadığı doğulu çeteler var böyle. defalarca sosyal medya da gündem olmuştu. bu 'şey' de onlardan biri muhtemelen.

  • bu hafta rusya’nın; abd ile kıbrıs'a üs pazarlıkları yapan rum yönetimini sert bir dille uyarması ve "böyle bir durumda karşı tedbirler alırız" açıklamasının ardından şimdilik rafa kalkmış gibi görünen istektir. zira rusya’nın açıklamasının ardından rum hükümeti, "kıbrıs'ın askeri yoğunluklu bir yer olmasını biz de istemeyiz" diyerek, bir anlamda geri adım attı. peki akdeniz’deki bu küçük adayı bu kadar önemli kılan nedir? sıkılmayacak olan varsa bunun nedenlerinin tarihsel ve güncel yansımalarına ilişkin fikriyatım şu şekilde:

    tarih içinde akdeniz’in önemi
    dünya tarihinin üç büyük imparatorluğu olan roma, bizans ve osmanlı imparatorluklarnın merkezi olan akdeniz, sadece bu imparatorluklara ev sahipliği yapmakla kalmamış, bölgedeki coğrafyalar arasında ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal etkileşim için bir köprü olmuştur adeta.

    16. yüzyılda ege adalarıyla rodos, kıbrıs ve girit adalarını ele geçiren osmanlı imparatorluğu; suriye, mısır, cezayir, tunus ve trablus’taki askeri üslenmeleriyle akdeniz’i adeta bir iç denizi haline getirmiştir. böylece asya, afrika, avrupa kıtaları arasındaki dönemin en önemli ticaret yollarını da kontrol etmeyi başarmıştır. ne var ki ilerleyen dönemlerdeki coğrafi keşiflerle beraber yeni bölgelerin ve ticaret yollarının bulunmasıyla akdeniz ticareti azalmış; bu ise bölgeyi elinde bulunduran osmanlı imparatorluğu’nun ekonomisine ve gücüne büyük darbe vurmuştur..

    18. yüzyılda rusya imparatorluğu’nun akdeniz’e inme ve bu bölgeyi ele geçirme yönelimi, akdeniz’in sahip olduğu stratejik önemin fark edilmesini sağladı. özellikle ingiltere ve fransa, rusya’nın bu yönelimini kendilerinin akdeniz politikaları için bir tehdit olarak gördüler ve 19. yüzyıla girerken bu bölgedeki etkinliklerini arttırdılar.

    özellikle fransız devrimi’nin ortaya çıkardığı fikirler ve siyasi gelişmeler, akdeniz coğrafyasındaki dengeleri ciddi anlamda değiştirdi. bu dönemlerde ingiltere’nin hindistan yolunu kontrol altına almak isteyen napolyon, mısır’a saldırdı. bu durum akdeniz’de ingiltere ve fransa’nın karşı karşı gelmesine yol açtı. rusya ise boğazların kendisine açılmasını sağlayarak, akdeniz’deki etkin aktörlerden birisi olmayı başardı.

    fransız devrimi’nin yansımalarından birisi olan milliyetçilik akımları, akdeniz’e kıyışı olan coğrafyaları da etkisi altına aldı. 1827 yılında navarin’de osmanlı’yı yenen ingiltere, fransa ve rusya, artık akdenize hâkim olmuşlardı; bunu yunanistan’ın bağımsızlığı takip etti ve akdeniz bambaşka bir “denge!” üzerine oturdu. bu dönemlerde fransa’nın afrika’da giriştiği sömürgeleştirme hamleleri ve mısır’da patlak veren mehmet ali paşa isyanı, güney akdeniz üzerindeki osmanlı hakimiyetini ortadan kaldırdı.

    bu yüzyılda; düzenli ulaşımı sağlayan büyük tonajlı buharlı gemilerin ortaya çıkması, italya’nın birliğini sağlaması ve süveyş kanalı’nın açılması; akdeniz’in avrupa-uzakdoğu yolu üzerinde tekrar önemli bir rol oynamaya başlamasını sağladı. akdeniz üzerinden yürütülen ticari faaliyetler birkaç yıl içinde hızla arttı. bu durum akdeniz’e ilişkin başka aktörlerin de iştahlarını kabarttı ve almanya da bu alan üzerindeki rekabet için sahaya indi.

    19. yüzyıl sonunda sömürgecilik mücadelesi şiddetlendi. fransa’nın 1881 yılında tunus’u işgal edip sömürgeleştirmesine karşılık, 1882 yılında ingiltere de mısır’ı işgal ederek yerleşti. 1800’lü yılların sonları ile 1900’lü yılların ilk çeyreği, akdeniz’in paylaşılması yolunda yapılan çok sayıda anlaşmaya sahne oldu:

    1887 yılında ingiltere, italya, avusturya, ispanya arasında,

    1900 ve 1902 yıllarında fransa ile italya arasında,

    1904 yılında fransa ile ingiltere ve fransa ile ispanya arasında bu doğrultuda çeşitli antlaşmalar yapıldı.

    bu paylaşım sürecinden eli boş çıkan italya, osmanlı devleti’nden trablusgarp ve bingazi ile rodos ve oniki adayı aldı. balkan savaşları ise, osmanlı’nın avrupa’dan neredeyse tamamen uzaklaşmasıyla sonuçlandı ve osmanlı imparatorluğu tamamen asya sınırlarına çekildi. bu dönemde avrupa’yı altüst edecek olan birinci dünya savaşı patlak verdi. savaşın sonunda osmanlı, rusya ve avusturya-macaristan; akdeniz’den çekilmek zorunda kaldı. böylece akdeniz’de, yollara hâkim üsleri olan iki büyük devlet kalmıştı: 1920’de, suriye ve lübnan’ı “manda” idaresiyle kendine bağlayan fransa; filistin, ürdün ve ırak’ta manda idareleri kuran, böylelikle de musul petrollerine el koyan ingiltere. artık sıra ortadoğu petrolleri macerasına gelmişti.

    balford beyannamesi ile ortadoğu’da baş gösteren siyonist hareket, işgal altındaki mısır, fas, libya ve suriye’de başlayan ayaklanmalar, milliyetçiliğin tırmanışı ve bütün dünyayı vuran ekonomik kiriz akdeniz’in parçalanmak üzere olduğunu haber veriyordu. italya’nın 1938 yılında arnavutluk’u ilhak etmesini izleyen ikinci dünya savaşı sonrasında akdeniz, petrol ve sömürgecilik savaşının ve bu sömürgeleştirme savaşlarına karşı verilen mücadelelerin ortasında buldu. ingiltere ve fransa doğu’da ve kuzey afrika’daki sömürgelerinden çekilmek zorunda kalmıştı. bu yeni durum, akdeniz kıyılarında yeni karışıklılıkları beraberinde getirdi. israil’in yapay bir devlet olarak oluşturulması (1947); cezayir ayaklanması (1954-1962), albay nâsır’ın süveyş kanalı’nı millîleştirmesi (1956) gibi. bu olaylar batı avrupa için akdeniz’in, enerji nakli konusundaki hayati önemini gözler önüne serdi. ingiltere’nin kıbrıs’tan çekilmesi ve akabinde gelişen olaylar ise günümüze kadar gelen sorunların zeminini yarattı adeta. ve bütün bu gelişmeler, binlerce yıl boyunca medeniyetin beşiği olarak anılan akdeniz’in, petro-ticaret ve stratejik konumu nedeniyle çatışmalar üssüne dönüşmesi sürecinin birer parçası oldu.

    günümüzde akdeniz’in önemi
    son yıllarda yapılan enerji kaynaklarına ilişkin araştırmalar, akdeniz’in enerji bakımından önemini gözler önüne sermiştir. bp’nin 2017 yılında yayınladığı istatistiklere göre, 2016 itibarıyla dünya doğal gaz rezervlerinin %42.5’i ortadoğu’da bulunmaktadır ve bunun önemli bir kısmı da doğu akdeniz’de yer almaktadır. bölgenin, enerji rekabeti sahası olmasına kapı aralayan en önemli gelişme, israil’in 2009 yılında tamar bölgesinde doğal gaz yatakları bulması olmuştur. daha sonra sırasıyla yine israil kıyılarına yakın levant (leviathan) bölgesi, kıbrıs adası güneyinde afrodit bölgesi ve mısır açıklarında zohr bölgesinde zengin hidrokarbon ve doğalgaz yatakları olduğu tespit edilmiş ve bölgenin önemi daha da artmıştır. birleşik devletler jeolojik araştırmalar (u.s. geological survey – usgs) 2010 yılındaki bir raporunda levant havzasında 3.5 trilyon metre küpe yakın keşfedilmemiş doğal gaz rezervi ile yaklaşık 1.7 milyar varillik petrol rezervi olduğunu belirtmiştir. levant havzasından çıkartılması beklenen doğalgazın %39.66’sına sahip olan noble enerji, bölgedeki rezervin son 10 yılda dünyada bulunan en büyüğü olduğunu belirterek, bunun israil’i doğalgaz ihracatçısı bir ülke konumuna geçirme potansiyeline olduğunu ifade etmiştir.

    doğu akdeniz’deki enerji kaynakları henüz tamamen tespit edilebilmiş değil örneğin türkiye ve lübnan kendi alanlarında henüz dişe dokunur bir araştırma yapmış değiller. dahası şu an devam eden bir dış destekli işgal/sömürgeleştirme savaşının pençesinde olan suriye de, suların durulması halinde rus enerji şirketleri ile bölgede petrol ve doğalgaz araştırmalarına devam edeceğini açıklamıştı. hal böyle olunca petrol sahalarının haklarına ilişkin bölge ülkeleri arasında sık sık anlaşmazlıklar oluşuyor.

    kktc’nin onayını almadan ve 1959 zürih ve londra antlaşmaları ile 1960 lefkoşa anlaşmalarına aykırı hareket eden güney kıbrıs rum kesimi, bölge devletlerle enerji bölgelerinin belirlenmesine ilişkin çeşitli anlaşmalara imza atmakta, bu enerji alanlarını ihalelere açmaktadır. bu gerçekliğe ve uluslararası geçersizliğe karşın güney kıbrıs rum kesimi, 26 ocak 2007’de kabul ettiği bir yasa ile adanın güneyinde 13 petrol arama ruhsat sahası tespit ve ilân etmiş, aynı yıl amerikan noble enerji şirketi’ne güneydeki 12. bölgede araştırma yapma ruhsatı vermiştir. ancak 1, 4, 5, 6 ve 7 no’lu sahalar türkiye’nin 2 mart 2004 tarih ve 2004/turkuno dt4739 sayılı notası ile haklarını saklı tuttuğu kıta sahanlığı alanı ile çatışmaktadır. türkiye, bm genel sekreterine 2007’de bir mektupla itirazlarını bildirmiş, rum yönetimi’nin doğu akdeniz’deki sınırlandırma ve araştırma faaliyetlerinin türkiye’nin meşru haklarını ve uluslararası hukuku ihlâl ettiğini bildirmiştir.

    doğu akdeniz’de lisanslandırma faaliyetleri geçen zaman içinde artmış ve amerikan exxon mobil, fransız total, italyan eni, rus novatek firmaları (ve dolaylı olarak bunların arkasındaki devletler) güney kıbrıs rum kesimi, israil, mısır ve lübnan ile vardıkları anlaşmalar ile bölgedeki ihtilâflara dâhil olmuşlardır.

    israil ve lübnan arasında da sınırlandırmaya ilişkin süregelen bir ihtilâf mevcuttur ve ilân edilmiş alanlarda bir çatışma vardır. lübnan’ın ihtilaflı alana ilişkin arama ruhsatı vermesi ise taraflar arasındaki gerilimi tırmandırmıştır. yine israil, filistin’in gazze şeridinin doğu akdeniz’in kaynaklarına erişimini engellemekte ve bu konudaki hak taleplerinin önünü almaktadır.

    elbette işin tek belirleyeni bölgedeki enerji kaynakları değil, aynı zamanda ortadoğu ve hazar bölgesindeki doğalgaz ve petrol kaynaklarının enerji nakil hatlarının denetimidir de. gerek ırak ve suriye’de süren savaş, gerek akdeniz’deki çatışmalar, bölgedeki stratejik konumlara üslenmek kadar bu enerji nakil hatları üzerinden de patlak vermektedir.

    stratejik konumu, sahip olduğu enerji kaynakları, yer altı maden zenginliği, enerji nakil hatları için ideal bir rota olması, bölgenin kontrolü için uygun bir stratejik konum olması, bölge ülkelerinin sahip oldukları büyük pazar ve iş gücü… bu faktörler, akdeniz ve ona kıyısı olan ülkelerde bugünlerde süregiden savaş, çatışma, ekonomik istikrarsızlaştır, iç çatışmaların başlatılması gibi olayların temel nedeni olarak önümüzde duruyor. zaten bölgenin bu öneminin farkında olan abd, yıllar öncesinden bölgedeki etkinliğini arttırmak için çeşitli askeri işgaller ve saldırılar gerçekleştirmişti. baba ve oğul bush dönemlerinde bu politika zirve noktaya taşındı. abd’nin eski dış işleri bakanı condoleezza rice, 7 ağustos 2003 yılında the washington post gazetesi için kaleme aldığı makalede, “ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek, buna türkiye de dahil” derken tam da bu önemden yola çıkarak ortadoğu ve yakın asya bölgelerinin abd’nin menfaatlerine uygun şekilde dizayn edileceğine işaret ediyordu. nitekim bu ülkelerin birçoğunda sözü edilen değişiklikler oldu. ilk etapta büyük ortadoğu projesi denilen, sonradan kapsamı genişletilerek genişletilmiş ortadoğu ve avrasya projesi olarak adlandırılan abd projesinin temelinde, akdeniz bölgesinin ve ortadoğu’nun kontrolü yatıyor.

    rusya’nın suriye için kalkan olması, abd’nin ortadoğu’da “demokrasi havarisi” kesilmesi, israil’e bölgede verilen geniş destek, arap ülkelerinde baş gösteren yeniden dizayn süreçleri, suriye’de patlak veren savaş, ırak’ın durumu, türkiye’de devlet eliyle atılan bir dizi adım… bunların tamamı küresel aktörlerin bölge üzerindeki dolaylı savaşlarının birer hamlesi ve yansıması. bu nedenle her ne kadar ingiltere’nin üssü olması hasebiyle abd kıbrıs’taki üs talebinden uzak durmaya razı olur gibi görünse de, kıbrıs’taki olası bir üs abd için bölgede kilit bir rol oynayabilir. bunu sadece ortadoğu için değil, ilerleyen dönemlerde türkiye’ye ilişkin olası senaryoları için de istemektedir. ancak tarihin cilvesine bakın ki, abd’nin akdeniz/ortadoğu ve avrasya politikaları bizi ruslarla aynı saflara itiyor.

    bakalım bu ülkeyi yönetenler, akdeniz ve ortadoğu’da ateşlenen bu bombanın farkına vararak milli menfaatlerimiz için doğru pozisyon alabilecekler mi? şahsen ege adalarının gün be gün yunanistan’a terk edilmesini, “ben bop eşbaşkanıyım” sözlerini, suriye politikasını, gürcistan ve ukrayna ile ilişkileri, ırak politikasını düşündükçe buna pek de kanaat getiremiyorum. ancak elbette bu ülkenin selameti ve bekası için herkes gibi benim de temennim, “yurtta sulh, cihanda sulh” prensibiyle ülke güvenliğinin sağlanması adına bölge ülkelerinde abd eliyle yaratılan çatışmalardan uzak kalınması, komşu ülkelerin egemenliklerine saygı duyulması, milli politikalar geliştirilmesi, ülke içerisindeki bölünmüşlüğün yeni bir birliktelik ruhuna evriltilmesi, milli bir ekonominin ve gelişmiş bir üretim ve eğitim sisteminin tesis edilmesi, devletin tüm kurumlarının liyakat ve devamlılık esası üzerinden güçlendirilmesidir. aksi halde ortadoğu denilen kurtlar sofrasında, savunmasız bir kuzu olmak kaderimiz olacak.

    edit: imla

  • ucak yolculugu sirasinda degil de sonrasinda sinir eden olaylarin basinda, ucak yolculuklari ustunden fakir edebiyati yapilmasi geliyor.

    40 liraya yurtici, 20 euroya yurtdisi seyahat yapiyorsun, artik bu bir statu sembolu degil ki bunun muhabbetini yapanlar seni ezmeye calisiyor olsunlar.

    tis arkadaslarim ayda ortalama 15-20 kere ucuyorlar. yoneticilerim icin bu rakam muhtemelen 30'dur. george clooney'nin up in the air filmindeki gibi bir hayati yasayan milyonlarca insan var: her gittigim havaalaninda, otelde goruyorum; yanyana ama yalniz basimiza kahvalti eder, konusmak yerine laptoplarimiza bakariz. klon ordusu degil de drone ordusu.

    tabii bu kesim de yine gorece azinlik. ama kriteri, ne bileyim, senede en az bir kez ucmaya cektigin zaman bir anda yuz milyonlara ulasiyorsun.

    her gun avrupa havasahasindan 30 bin ucak geciyor. bunun mukemmel gorselini kacirmayin bu arada.

    bir yandan istanbul dunyanin en cok direkt baglantili hubi, bir yandan da hala bunu bir statu sembolu olarak gorecek kadar dunyadan kopuk vaziyetteyiz. gelir dagiliminin boktanligi ve agir calisma sartlari elbette bunda buyuk rol oynuyor. ama acliktan agzi kokacak kadar fakir olmayan herkes senede bir kere ucabilir.

    ***

    ucak yolculugu sirasinda sinir edenler:

    -ter kokusu. artik iyice bosverdim, ter kokanlara koktuklarini soyluyorum. milletin ortasinda rezil edercesine degil, sadece onlarin duyabilecekleri sekilde. boyle birseyi samimice birinden duymak insanlarin daha once tecrube ettikleri birsey olmuyor, sasiriyorlar. sadece o sasirmaya deger.

    -bebek aglamasi. yapacak birsey yok. kulaklari tikaniyor basinctan, acamiyorlar ve bu onlara aci veriyor. sakin aglamayi duymamak icin kulak tikaci filan kullanmayin buna karsi, sonra basinc degisikliginde kulaginiz tikali kalir, zar yirtilmasina kadar yolu var.

    -namaz sov yapanlar. bunlari iki uc kez uyarip, sona kargo bolumune kapamak lazim. ucak turbulansa girecek, pilot ikaz vermis, salak hala koridorda dua ediyor. hava bosluguna dussek, 80 kiloluk vucudu bir kalas gibi birinin boynunu kirabilir.

    -ucak iner inmez ayaga kalkanlarin nesli giderek tukeniyor. en son ne zaman gordugumu hatirlamiyorum bile. ama ucak taksi yapar yapmaz piston assagi indi moduna girenler hala onemli bir demografi. bunlara hitap eden bir parti kursak akpyi deviririz. kapinin acilmasina en az 5, yurumeye baslamana 10 dakika var. ecis bucus duracaksin oyle, agzinda onundekinin cantasi, kicinda arkandakinin gitari. ilk defa ucanlari tenzih ederim ama onlarin orani yuzde 5-10'tir tas catlasa, geri kalanlarin da birkaci baglantiya yetisecekler ve o kazanacaklari 10 saniyeye ihtiyaclari var desek, her ucusta duzinelerce insan dusunmeden davranan suru hayvanlari olduklarini kanitliyorlar.

    -elektronik aletlerin tum ucus boyunca, ucus modu dahil, kullanimini yasaklayan havayollari. ucakta calismak imkansiz oluyor.

    -arkasina bakmadan zart diye koltugu yatiranlar. bacagima vuruyor, elimde icecek olabilir, vs. bunlara bir iki saniye sure veriyorum, hani bazen koltuk kontrolsuzce yatiyor, belki donup geri alirlar diye. tinmiyorlarsa, direkt tekmeliyorum koltugu. sonra donup bana cemkiriyorlar. diyorum "ya ben otobuste senin kucagina otursam, sen de beni itince "ama efendi gibi derdinizi anlatsaniz, niye itiyorsunuz" desem?". o vakitten sonra insan gibi konusmaya basliyoruz. insan gibi diyalog olmazsa, bilin bakalim kim kazaniyor? toplu tasimanin altin kurali sudur: arkandakiyle arani bozarsan gotu kaybetmeye mahkumsun.

    -gecikmelerin nedenini aciklamayan pilotlar. psikoloji ogrenmiyorlar mi? tabii ki gecikmemizin suresini degistirmeyecek aciklamalari, ama havayolu acisindan asil sorun gercekte beklenilen sure degil, yolcunun algiladigi gecikme suresidir. ve sen birine gecikmesinin nedenini aciklamazsan, o algilanan gecikme suresi gercek sureden fazla olur. bunun hakkinda dunya kadar deney var. havayollari da dunya kadar parayi pazarlamaya harciyorlar. bir yerde bir kopukluk var.