hesabın var mı? giriş yap

  • ilkokul: saç çekmek, kafasına top atmak

    ortaokul: hoşlanılan kızın eteğini kaldırmaya çalışmak, kız sinirlenince sırıtmak

    lise: derin ve anlamlı olması hedeflenen, ama klasik kesiş hareketinden öteye gidemeyen bakışlar

    üniversite: ders notu istemek, beraber ders çalışmayı teklif etmek

    ofis ortamı: iş çıkışı yemek yemeyi ya da bi şeyler içmeyi teklif etmek(artık yol yordam öğrenilmiş)

    emeklilik: beraber parkta yürümeyi teklif etmek

    *

  • yavsaklar atilan biber gazlarini, tomalari, pompali tufekleri, coplari, iskenceleri, kufuruleri de boyle aninda canli yayinda vermislerdi simdi hatirladim. cok ayip

  • -beşiktaşta, kimsenin tencere tava çalmadığı bir sokakta tek başına bir çocuğun pencereye tüneyip bir elinde cezve bir elinde kaşık "sık bakalım sık bakalım biber gazı sık bakalım" ritmini tutması.

    -çarşı'nın açıklamasını dinlerken parkın karşısındaki bir evin balkonundaki tencere çalan yaşlı teyzeyi fark etmem, herkese gösterip teyzeye "beyaz" çektirmemiz.

    -binlerce kişi yürürken, balkondan tencere tava çalan bir dedenin gaza gelip tencereyi kafasına koyup öyle çalması.

    -aynı yolda kafamızın üstünden peçete koleksiyonunu döken küçük kız. maske, gözlük, limon, karbonatlı su atan amca.

    -arkadaşımın gaza gelip "tayyip yeter titriyorum bana biber gazı yolla müptezel oldum" diye çığlık atması. aynı arkadaşımın biber gazı kokuları gelince "komşular uyumayın maske atacağınıza parfüm sıkın şu sokağa" diye bağırması.

    -yolun sonunda çevik ve tomalarla karşılaştığımızda "çevik kuvvet beyaz desene" sloganları atmamız, "kırmızı" diye bağırdığımızda, "beyaaz" cevabını alamamızın üstüne "amirim izin ver beyaz desinler" diye bağırmak değil höykürmemiz.

    gülümseten, gurura gark eden, unutulmaması gereken detaylardır.

  • iş yerinde bir kız var. allah günah yazmasın bizim aşağı sokaktaki bakkal irfan ağabeye benziyor. ve bu kız, geçen gün, bu prenses hakkında, "ay o ne ya allah aşkına, bacakları yamuk yumuk, hiç güzel diil!! .ss" dedi. önce kulaklarıma, sonra sırasıyla gözlerime, burnuma, koluma, beynime, kalbime, ayaklarıma inanamadım. yaşadığım evreni inkar ettim. aklım bir kuru yük gemisine binip en uzaktaki kara parçasına doğru yol aldı. umarım çabucak döner. çünkü kafam bomboş şu anda.

  • blizzard'in tarihi basarisinin altinda insanoglunun en derinlerindeki kumar/risk duygusunu gidiklamasi var aslinda. ozellikle amator oyun gelistiricilerin bu firmadan almasi gereken onemli bir ders var.

    diablo serisinin gorsel ve isitsel tasarim gidisatina bakinca pazar beklentilerinin donusumu ve oyuncu kitlesinin degisimi acikca goruluyor.

    diablo: ilk oyunun gorsel ve isitsel tasarimi ugursuz/tekinsiz kelimesinin sozluk karsiligi gibi. karanlik, korkutucu ve gerilimli genel atmosfer, renklerdeki koyu mavi, lacivert, gri ve siyah tonlar, seslerdeki insandisilik ve muziklerdeki kasvetli sakinlik ile konunun hakkini veriyor. malumumuz diablo serisinin konusu "cehennemden cikan cilgin zebani, binbes yasinda yuzbinlik staff'la, nerden geldi bu mana en iyisi sorma". yani cehennem, iblis, yaratiklar, mahzenler, zindanlar falan filan korkutucu konular iste. oyun da bunu son derece basarili yansitiyor.

    diablo ii: gorsel ve isitsel tasarim genel olarak basarisini korusa da, o son derece ugursuz yaklasimin yerini daha epik bir yaklasim, sovalyemsi bir hava, bolca metal ve incik boncuk, muziklerdeki epik tonlar, ve bir kumarbazin hayali gibi odullendirme sistemi. bagimlilarinin aklindaki tek sey "acaba daha iyi bir item duser miydi ya? bolumu bastan mi oynasam?"

    diablo iii: kendisini soyle anlatayim; cehennemden cikan rengarenk teletubbies'lerle kahramanca mucadele eden yuruyen hirdavatci dukkani kilikli kuyumcunun renk renk mucadelesi. adeta teletabi hayrani kumarbaz bir gerizekalinin elinden cikan bu guzide oyun tasarimi tek kelimeyle altin makaron odulunu hakediyor. konuyu monuyu bosverin, o "great demonic extended extra fire resistant arcane helmet of big unholy godosh" item'i dustu mu onu deyin bana?

    oyun temel mekaniginin ne oldugunu ise game developer conference'de bizzat oyunun yaraticilari en guzel sekilde soyle acikliyor;

    click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click ...

    e peki konusu gitgide onemsizlesen, gorsel isitsel tasarimi ile oyunun ana temasi her oyunda biraz daha kopan, oynanisi delilik derecesinde tekduze ve tekrara dayanan oyun serisi nasil oluyor da hala milyarlarca dolarlik bir pazara sahip oluyor? cok basit; her insanin icindeki kumarbaza hitap ediyor.

    yasiniza gore belki misket, belki futbolcu karti, belki taso biriktirmissinizdir. yani aslinda bir degeri olmayan, bir deger atfettiginiz icin degerli olan, "acaba bu sefer ne cikacak?" diye meraklandiginiz, "en iyisini bulana/kazanana kadar devam etmeliyim" diye gaza geldiginiz ivir zivirlar. iste tam olarak ayni seyin dijital versiyonu da bu oyunlarda var.

    yani en iyi migfer-zirh-bot serisini olusturmak icin durdurulamaz bir istek duymak, amulet-ring-belt-staff-sword gibi seylerin ozelliklerini ezberleyip hep daha iyisini aramak gibi davranislarinizin arkasinda pasif kumar bagimliligini guvenli sekilde tatmin etme arzusu var.

    mouse''a ritmik olarak tiklayip birbirinin ayni binbirinci mahlukati kesip "bu sefer ne cikacak?" diye kalp atisinin hizlanmasi ile bir kumarhanede kollu makinelerin basina oturup saatlerce ayni hirsla kolu cekip durmak temelde ayni sey. "bir el daha oynayayim masadan kalkicam" diye diye evi arabayi kumar masasinda birakanlarla ortak bir durtu.

    aslinda kumar tutkusunun altinda, kesfetme durtusu, odullendirilme icgudusu , hazine bulma hevesi, loto cikmasi hayali gibi daha basit seyler olsa da, iste isler cigirindan cikinca durdurulamaz hale geliyor.

    abarttigimi dusunenler bu item cilginligi/item dusurmek sisteminin benzeri olan lootbox gibi sistemlere daha kise sure once pek cok ulkede kumar'la ayni sey oldugu icin yaptirim geldigini ve hatta tamamen yasaklandigini hatirlasin. cunku oynayanlarin hosuna gitse de, bu zararsiz gibi gelen davranislar bazi kisilerde kolayca saplanti haline gelip hayatlarini karartabiliyor.

    peki amator oyun gelistiricilerin cikarmasi gereken ders nedir derseniz; gelistireceginiz oyunlarda abartmadan oyuncuyu odullendirme sistemi kurmaniz oyununuzun basarisi ve kar getirmesi icin anahtar element olabilir. ozellikle surpriz yumurta hissi veren mekanikler inanilmaz ragbet goruyor. bunun icin diablo gibi basit bir hack and slash oyun turu olmasi da gerekmiyor. en alakasiz oyun turlerinde bile bazen yeterince oynayana cikan yeni karakterlerle bazen sadece belirli seyleri yapanlara cikan ekstra olay orguleriyle de bu hissi gidiklayabilirsiniz. tabii ki en iyisi eger yapabilirseniz item sistemiyle bu isi yapmak.

    herneyse, bu oyun serisine (ozellikle 2 ve 3) ve wow oyununa bagimli olanlar daha sosyal karakterli, daha girisken, ve kolay risk alabilen bir yapida olsalar da her zaman gercek kumar tutkusuna yakalanma riski daha yuksektir haberiniz olsun (boyle bizzat tanidigim cok kisi var). neyse ki ben oynasam da hic bir zaman fazla sevmemisimdir bu seriyi, bunun yerine hep daggerfall ve morrowind oynamisimdir. ha gerci daggerfall ve morrowind oynayanlarin tamaminin da ukala, pesimist ve sarkastik olmasi gibi bilimsel gercek var. saka yapmiyorum gercekten boyle bir durum var, nedendir bilmem. ben mi? ben bu basit mekanikli ve sig oyun tarzinin(ukala) piyasaya hakim olmasina (pesimist), cok seviniyorum (sarkastik).

  • bilhassa bazı bilgisayar ve konsol oyunları ile gerilim filmlerinin vazgeçilmez unsurlarından biridir bu. filmin ya da oyunun bir anında mutlaka kahramanlar bilim adamının kaydettiği günlüğe ulaşırlar. kaydettiği diyorum, çünkü bu üzeri tozlanmış ciltli bir defter de olabilir, bir dizi ses bandı ya da video kaydı da... yani sonuçta kimsenin kalbini kırmak istemiyorum. kültürün sanatın klişesi olacak tabii. hayat da zaten bir klişe yumağı değil mi kedi gibi oynadığımız ama hala içimizdeki boşluğa dokunan ve bizi alev alev üşüten? (la yörü git!)

    burada beni rahatsız eden 2 şey var dostlarım:

    1. ısrarla bu günlüğü okuyan insanların deneyin sonucuyla ilgili olarak şaşırmaları.

    2. bilim adamının kaydın bir yerinde "hiç böyle yapmazlardı", "bugün tuhaf bir şey oldu" vs vs... deyip "kaçın lan kaçın arrrrrooooovvvv geliyle" diye bir dehşet mesajıyla olayı bitirmesi.

    bakın bir örnek verelim:

    3 aralık

    bugün yıllardır süren araştırmalarımın ilk sonuçlarını almaya başlıyorum. koyun-tavuk-insan ve gergedan dna'larını karıştırıp arsenikte beklettim. üç ay boyunca düzenli olarak plütonyum ve uranyum zerkedip, radyoaktif ışınlara maruz bıraktım. sonuç şaşırtıcı... kuluçka evresi başladı.

    19 ocak

    aman yarabbi... bugün çok tuhaf bir şey oldu. bu "şey"... bu "şey"... ama hayır, artık onun bir ismi var. ona at serumu deneyinde kaybettiğim bacanağımın adını verdim... onun adı artık cengiz.

    27 ocak

    doğalı bir hafta oldu ama şu an cengiz'in vücut fonksiyonları 38 yaşındaki bir adam, 4 yaşındaki bir gergedan, 14 aylık bir tavuğunkine eş değer. koyun kısmıyla ilgili yaş tahmini yapmak istedik ama sonuç olumsuz. en sonunda cengiz'in döş kısmından bir numuneyi vedat milor'e gönderdik. "erzurum civarında otlamış 6 aylık yağlı kuzu bu... kekremsi, güzel..." diye mail attı. o kısımları komple kesip kavurma yaptık. şu an cengiz'in döş kısmı yok.

    4 şubat

    hiç böyle yapmazdı... koyun kısmını yediğimiz için artık otla besleyemiyoruz. sanırım bir canavar yarattım, bugün asistanım erkan'a kendi yumurtalarını atmış. sanırım artık aman allam yo yo yooooodoooooooo....

    *

    yooooooo tabii... ne bekliyordun, ne olacaktı? bayrama el öpmeye mi gidecektin cengiz'le, düğünde halay mı cekecektin? yoooooo tabii.

    işte bu noktada video görüntüsünün aniden bulanıklaşması, ses kaydının bozulması ya da günlüğün ilgili kısmının cardattanak yırtılmak (kan iziyle birlikte) suretiyle "kayıp" olması çok olağandır. ama dediğim gibi beni asıl sinirlendiren bu günlükler ulaşan insanların tepkileri: "burda ne olmuş böyle tanrım..." lan ne olmuşu var mı, deney adı altında binbir mahluku karıştırıp aşılaya aşılaya hayvan etmişler, canavar etmişler hepsini. ne bekliyordun ki? deneyse en güzel deney gregor mendel'in bezelye deneyidir kardeşim. biliyorsunuz deney sonunda mendel, bezelye'nin yanında giden en güzel şeyin pirinç pilavı ve ayran olduğu sonucuna vardı. bakın üç yüz yıldır yiyoruz, bakliyatçı çiftçinin de yüzü gülüyor. allah razı olsun. geçenlerde mendel'in günlükleri çıktı yky'den. okudum. ziraat bankası tarım kredisine başvuran çiftçi günlüğü gibi günlüğü. ne bir fevrilik var, ne bir aşırılık. bezelyeler kıvama geldi diyor, mavi gözlü sedat yanımdaydı diyor bilme ne. bilimse bu da bilim, günlükse bu da günlük işte.