hesabın var mı? giriş yap

  • ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur.

    lan sürekli beynimin köşesinde dönüp duruyor, barbaros hayrettin bile unutmuştur sözlerini ama ben unutamıyorum.

    çıldıracağım.

    bu arada: ben sizin babanizim ben ne dersem o olur.

  • siz hiç kalp ritm bozukluğuna 'kardiyolojik çeşitlilik' diyen bir kardiyolog duydunuz mu?

    siz hiç kanser hastalığına 'hücre üretimi farklılığı' diyen bir onkolog gördünüz mü?

    peki söz konusu zihinsel - ruhsal anomaliler / bozukluklar / hastalıklar olduğunda neden 'farklılık', 'çeşitlilik' tanımlamalarına gerek duyuyoruz?

    burada sözü edilen her bireyin standart kalıplarda bir vücuda ve beyne sahip olması gerekliliği değil. elbette her vücut, her zihin, her kişilik başka başka.

    fakat kişinin hayatının büyük kısmında veya tamamında işlevsizliğe, uyum ve davranış problemlerine, hayatını tek başına idame ettirememeye sebep olan nörogelişimsel anomalilere hastalık, bozukluk yerine 'çeşitlilik', 'farklılık' ve hatta 'zenginlik' yakıştırması yapmanın gerçekçiliği sıfırdır.

    dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, otizm, özel öğrenme güçlüğü gibi mefhumların dereceleri vardır. herkeste aynı şekilde seyretmez. ortak özellikleri olsa da etki derecesi aynı değildir.

    evet, bazıları için otizm yüksek işlevselliği beraberinde getirir ancak çoğunluk otizmin zihinsel gelişim geriliği, öfke krizleri, saldırganlık, kendine zarar verme, öz bakım becerilerini kazanamama, dürtü kontrol bozukluğu gibi çok ağır yüzüyle yaşamak zorundadır. evet, bazıları için dehb yüksek enerjiyi verimli bir şekilde kanalize etme fırsatıyla gelir, ancak çoğunluk dehb'nin ani duygu değişimleriyle, öfke patlamalarıyla, akademik başarısızlıklarıyla, iş ve sosyal hayatta yaşattığı çalkantılarıyla mücadele etmekten dolayı krizi fırsata çeviremez. evet, leonardo da vinci de disleksiydi ancak her disleksi mucize beyinle yaşamıyor.

    peki nöroçeşitlilik kavramı nereden çıktı? engellilerin, dezavantajlı koşullara sahip insanların, hasta olanların toplumca eşit kabul edilmesi gerekliliğini tamamen yanlış yorumlayan insanların bu kavramları yumuşatmaya ihtiyaç duymasıyla ortaya çıktı. bir sorunu tüm yönleriyle tespit edip ihtiyaca uygun şekilde hareket etmek için ortada bir sorun olduğunu kabul etmek gerekir. nöroçeşitlilik ortada var olan durumu sorun olarak kategorize etmenin yaftalayıcı, kısıtlayıcı olduğu görüşünden yola çıkıyor ve ruhsal/zihinsel hastalıkları/bozuklukları olan insanlara diyor ki "hayır, siz hasta değilsiniz. farklısınız. tedavi edilmeye ihtiyacınız yok. anlaşılmaya ihtiyacınız var. bu bir bozukluk değil, farklılık. hatta zenginlik."

    nöroçeşitlilik yanlıları otizm, dehb, özel öğrenme güçlüğü, bipolar bozukluk gibi durumlar hakkında genetik araştırmaların yapılmasına dahi şiddetle karşı. bunun öjenik bir tutum olduğunu iddia edip bu 'farklılıklara' tedavi bulmaya çalışan insanları nazi olmakla suçluyorlar. aynı şekilde çocuğu için tedavi arayan ailelere çocuklarını her şeyiyle kabul etmeyi reddeden anne babalar olduklarını söyleyerek bu ebeveynlerin çocuklarına duydukları sevgiyi sorguluyorlar. hatta yetişkin olup bu sorunları için tedavi olmak istediğini belirten kişileri bile toplum baskısını içselleştirmekle, kendilerine nefret duymakla itham ediyorlar.

    nöroçeşitlilik yanlıları genelde bu hastalıkların kaymak tabakası diyebileceğimiz, aman aman sorun yaşamayan, hatta ancak 30lu yaşlardan sonra tanı alacak kadar kendi hayatını idame ettirebilen, üniversite/yüksek lisans/doktora mezunu, kariyer ve aile sahibi insanlar oluyor. evet, sosyal hayatta ve akademik anlamda onlar da sorun yaşıyor ancak bunlarla başa çıkabilecek öz kaynaklara, çevresel desteğe sahipler.

    bu avantajlarının sadece azınlık bir kesim için geçerli olduğu gerçeğini es geçen nöroçeşitlilikçiler, kendileriyle hiç ilgisi olmayan insanları sırf aynı tanıya sahip oldukları için iddia ettikleri çeşitlilikten çok uzak ifadelerle tek bir çatı altında genelleme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar. bu topluluklarda 30 yaşındaki ağır otizmli oğlunun altına hâlâ bez bağlamak zorunda kalan ebeveynleri göremezsiniz çünkü nöroçeşitlilikçiler için ağır otizmli diye bir şey yoktur! otizm otizmdir. aspergerli de altı bezli gezen otizmli de birdir. sadece toplumdan farklılardır.

    ancak aynı olduklarını iddia ettikleri ağır otizmlileri 2 nisanlarda onların yanında göremezsiniz. belki çağırmak akıllarına gelmiyordur bilmiyorum tabii.

    şu bir gerçek ki hastalık, bozukluk kavramlarına lanetliymişçesine bir tutum sergileyenler tedavi arayanlar değil, tam tersine bu çeşitlilikçi arkadaşlar. hastalığı, bozukluğu ayıp, utanılacak bir şeymiş gibi görüp bunu yumuşatma gereği duyan maalesef kendileri. farklılığım, zenginliğim diye sahiplendikleri nöroçeşitlilikleri de maalesef bir reklam malzemesi.

    işin acı yanı 'nöroçeşitliliklerin' eziyetini her allah'ın günü yaşayan ailelerin ve bireylerin bu nöroçeşitlilikçi, yaftalama karşıtı, aşırı duyarlı güruha tek kelime bile edecek zamanı yok. bu yüzden de yine en çok bu güruhun sesi çıkıyor ve yine bu yüzden bu nöroçeşitliliklerin asıl durumu, asıl ihtiyaçları bir türlü gün yüzüne çıkamıyor.

  • ogrencilerle yaptigi konusmalardan bir tanesinde, sayisiz odul ve basaridan sonra bile hayatinin en mutlu yillarinin zorunlu hizmetle mardin'de ve köyünde doktorluk yaptigi zaman oldugunu soylemistir.

  • yabancıların konuştukları (dolayısıyla aşina oldukları) dile göre değişen farklı fonetik algılardır. çeşitli ülkelerden insanlarla uzun süre bir arada yaşandığında bu farklı algılar rahat bir şekilde anlaşılmaktadır. şöyle ki; avrupa'nın batısındaki dilleri konuşanlar, türkçeyi fonetik olarak genellikle "sert ve kaba" bir dil olarak algılamaktadır. buna karşın doğu avrupa ülkelerinden gelenlerin kullandıkları dil gruplarına göre, türkçe'ye dair pozitif fonetik algılayışları gözlemlenebilir. bu anlamda özellikle slavik dilleri konuşanların türkçe'nin fonetik yapısına garip bir hayranlıkları vardır. fakat örneğin; fransız, ispanyol, portekiz ve italyanlar; türkçe'nin fonetik yapısını "agresif" bir dil gibi algılarken, rus, leh, çek, slovak veya ukraynalılardan ise ekseriyetle kulaklarında hoş bir etki bıraktığı izlenimlerini duymak mümkündür.

    bu bir tarafta pozitif, bir diğer tarafta ise negatif etki bırakan değişken fonetik algılarda; türkçe'deki "ç" ve "ş" gibi bazı sert sessiz harflerin yaygınlığın bir etkisi olduğunu sanıyorum. slavik dilleri kullananların bu harflere kulakları daha çok aşina ve yatkınken, diğer bazı batı dilleri konuşanlar içinse tam tersi bir durum söz konusudur.

  • ben şöyle anladım. her gün miting her gün miting. her zaman bir şey çıkmıyor, yeni bir gündem yaratamadık. elde de bunlar vardı. şimdilik bunlarla idare edin. yalnız ssk genel müdürlüğü de nasıl stratejik bir koltukmuş öyle. görüntülere göre o koltukta oturan ulaşımdan eğitime her konuda yetki sahibi...

  • karşındakini en güzel aşağılayan tavsiye bu. gezi'de de kullanılmıştı bol bol. bir mihrak var. bu bizi oyunlara getiriyor. ama bizim kafamız basmıyor anlamıyoruz. bu tavsiyeyi veren abi biliyor bir tek bunları. tüm resme hakim. "kırmızılı kadın nerde?" yaaa. işte oyun. "beş günde oyun parkı yapılır mı?" aha oyunu çözdü. ama ah bu reşit ama yine de saf gençlik. ah be çocuk.

    bu muhteşem abiden ne yazık ki ülkemizde dört tane olduğundan kendisinden sürekli tavsiye alamıyoruz. mecburen kandırılıyoruz. mecburen ölüme gidiyoruz pisi pisine. "niye hdp milletvekili ölmedi?". işte komplo çözüldü. burada işin sırrı doğru soruları sormayı bilmekte. kimse kalkıp mantıklı cevap veremiyorsa haklı olduğunuz tescilleniyor. guiness'ten bir memur gelip alnınıza "aşmış" damgası basıp gidiyor. tebrikler.

    "madem evrim var niye maymunlar insan olmuyor?"

    işte komplo çözüldü. soruyu sormak yetiyor. gördüğün üzere sorunu mantıklı bir tabana oturtman gerektirmiyor soru sorman yeterli.

    alakalı olarak (bkz: dış mihrak/@ssg)

  • eskiden, internetin duz olduguna inanilan zamanlarda kullanicilarin a$malari durumunda bo$luga (/dev/null) du$ecekleri inanilan nokta..

    zaman (ve tabi teknoloji) ilerledikce, internetin aslinda yuvarlak oldugu ve sonunun olamayacagi inanci hakim geldi. bu sefer de, internetin bir okuzun boynuzlari uzerinde durdugu saniliyordu..

    bu okuzun bill gates oldugu cok sonradan anla$ildi.