hesabın var mı? giriş yap

  • bu açıklamanın daha vahim tarafı "millet şimdi araba almıyor ,almasınlar!" şeklindeki pespaye cümleyi de sarfetmesidir.hem bir itiraf millet beklemeye geçti hem de millete tepeden bakan esnaf kurnazlığının dışa yansıması,bekçi olmayacak adam ülkede bakan olmuş.

  • başlık: dünya kupası için şiir yazdım

    entry:
    vuvuzelam gümüşten,
    maça geldim varoştan.
    ben afrika çocuğuyum,
    30 santim doğuştan.

  • t : insanın kendine ettiğini kimse etmezmiş özlü sözünü akla getiren filmdir ..

    yarısında bırakmayı düşünebilirsiniz ama nacizane önerim, filme tutunup devam etmenizdir ..

    biraz imdb 'trivia'sı ile süslemek gerekirse 'entry'yi :

    (bu arada aşağıdaki bilgiler 'spoiler' içerir ama sanırım okusanız dahi size bir şey ifade etmeyecekler .. filmi izledikten sonra göz attığınızda anlam kazanacaklar)

    - bütçe $50.000 gibi mütevazı bir rakam ..

    - aynı mekan kullanılarak toplamda 5 gecede çekimler tamamlanmış ..

    - diyalogların neredeyse tümü doğaçlama ..

    - 'amir' rolünü canlandıran 'alex manugian', aynı zamanda senaryoya konu olan kurgu öykünün iki yazarından biri ..

    - oyuncular senaryoyu hiç görmemiş .. çekim gecesi karakterlerinin neyi hedeflemesi gerektiğini anlatan kısa paragraflar yazılı notlar dağıtılmış her seferinde ve oyuncular birbirlerinin notlarını da görmemişler .. böylelikle oyuncuların çekimler sırasındaki tepkilerinin gerçekçi kalması sağlanmış ..

    - çekimlerde yalnızca 5 personel varmış : 2 sesçi, görüntü yönetmeni (kamera), yönetmen ve yapımcı ..

    - yönetmen 'james ward byrkit', çekimlerin kendi evinde yapılmasını istemiş .. evde doğum planlayan sekiz buçuk aylık hamile karısı da, çekimlerin 5 günde tamamlanacağına söz veren eşinin bu isteğini kabul etmiş .. nitekim 'em' karakterinin, diğer evleri gözetlemek için dışarı çıktığı sahnelerin çekimlerinin yapıldığı gece, yönetmenin karısı, çekimlerin yapıldığı evlerinde doğum yapmış ..

    - 'kevin' karakterinin evden tek başına çıkmak istediği sahnenin çekileceği gece, 'kevin' karakterini canlandıran 'maury sterling'e verilmiş olan hedef rol notunda 'evden tek başına çıkacaksın' yazılıyken, 'em' karakterini canlandıran 'emily baldoni'ye verilmiş olan notta ise 'kevin'in evden çıkmasına izin vermeyeceksin' yazılıymış ..

    - camları kırılan araçlar, çekimler için kiralanmış araçlarmış ve çekimler bittiğinde camlar serviste taktırılarak kiralama şirketine teslimat yapılmış .. bu arada araba camlarını kıran 'hugh' karakterini canlandıran 'hugo armstrong' ..

    - 'emily baldoni' (em), filmin baş karakterini canlandırdığını, 'resimlerin arkasındaki sayıların ne anlama geldiğini anladığı sahnenin' çekimlerinde farketmiş ..

    - 'em' karakterinin kendi kopyasına saldırdığı araba, karakteri canlandıran 'emily baldoni'nin kendi aracıymış ..

    - film ekibi, kuyrukluyıldız çekimlerinin nasıl yapıldığı sorusunu yanıtsız bırakmış her seferinde .. tek söyledikleri, 'çok basit bir görsel efekt kullandık' olmuş ..

    - diğer oyunculara nazaran, konu hakkında en az fikre sahip oyuncu, 'lee' karakterini canlandıran 'lorene scafaria'ymış .. 'doğaçlama' çekimler olacağı dışında hiç bir şey bilmiyormuş .. çekimlerin üçüncü gününde filmin, kendisinin tahmin ettiği gibi bir 'komedi' olmadığını anlamış ..

    - bazı sahnelerin, çekimler bittikten 6 ay sonra, tekrar çekilmesi gerekmiş .. bu arada saç şekli değişmiş olan 'lorene scafaria' için, önceki saç görünümünü yakalamak amacıyla $8.000 değerinde peruk ısmarlanmış .. toplam bütçe düşünüldüğünde en pahalı aksesuar bu peruk olmuş ..

  • sene 2008 istanbulda makine mühendisliği okuyorum. okuyanlar bilir makine bölümüne dişi hoca bile sokmazlar. öldürülme tehlikesi var çünkü. abazanlıktan üretebildiğimiz tek şey kaldırgaçlar. askeriyeden farkı yok ortamın, yemeklere şap atsalar yeri yani. okul apışarası kokuyor. ama arkadaş ortamında bir sıkıyorum allahım sanırsın okumaya pavyona gelmişim. derslerde filan yanımıza kons oturtuyoruz. öyle ortamlar var.
    uzatmayalım, bir gün dayımla konuşuyorum, paso yalan atıyorum tabi. karı kız alkol uyuşturucu ben sıktıkça dayım tekbir getiriyor telefonda. bizim ki buna inanıp; olm bir yunan misafirim var iş alacağım, onunla gelelim ortama filan sokalım alalım işi dedi. ulan elin yunanı istanbul ortdıbını ne yapsın amk demedim tabi, getir dayı getir buralar fena dedim. yolunacak kaz bulmuşum bırakır mıyım? ben hiç ciddiye almadım ama bu iki hafta sonra aradı, yeğen cuma akşamı oradayız hazırlan. hazırlan dediği de cigara ex karı kız vs vs. dedim ki dayı hazırım, bundan daha hazır olamam, gelin. bir iki de yunanca kelime ezberledim adama şirinlik olsun diye. neyse geldiler, ben tabi ooo adelfos kalosorisma filan ne dediğimi bile bilmiyorum adamı yağlıyorum adam demesin mi ne diyon amk? hoaydaa. meğer bunun yunan dediği izmirde doğmuş büyümüş adı da beşir. dedim yunanistan'ın neresindensin gardaş? hoşgeldin, diye sarıldık yunana. neyse yemek filan yendi birer bira verdim bunlara dedim yavaştan başlayın ortamlar fena, sağlam kafayla çekilmez. sarhoş etmem lazım ki pavyonu gece kulübü diye yedirebileyim. sohbet muhabbet derken bizim yunan, kanka cigara yok mu ya dedi? olmaz mı ya yeter ki isteyin amk müptezelleri diye malı hazırladım. bunlar dayımla mevlana gibi dönmeye başladı cigarayı. plan süper işliyor birer kadehte viski dayadım arkasından. bir yandan hadi hadi viskileri çekin çıkalım diye acele ettiriyorum bir yandan da allahım inşallah ölmezler diye dua ediyorum. 15 dakika sonra kafalar oldu roket, tak diyorum kahkaha atıyorlar. bunlar bana nasıl teşekkür ediyor, olm mal harikaymış, ne kafası varmış zart zurt. dedim siz durun daha hatunlara gidicez o zaman görün.
    neyse bunları bindirdim arabaya, sanırım burada ki her istanbullunun bileceği bir mekana geldik.
    mekan cıvıl cıvıl. istanbulda ne kadar 40 yaş üstü alkolik varsa orada. tam aranan ortam. masamıza doğru yürüyoruz. oturduk, bir solist var allah günah yazmasın dilberay ondan daha güzel. hoşgeldiniz beyler diye selamladı bizi. dayım diyor ki vay bin solisti de mi tanıyorsun? gibtin mi lan doğru söyle? estağfurullah dayı dedim bize yakışmaz. garson geldi, dedim reyis bunların kafa roket sen masayı doldur.
    beş dakikada ne kadar ölüm riski taşıyan meze varsa masaya doldurdular. masada keyifler yerinde ben de kendi halimde eğleniyorum filan masaya bi döndüm, yunan cigaranın etkisiyle masada ne varsa silip süpürüyor. inşallah dedim zehirlenmez. bunlar deliler gibi eğleniyor tam istedikleri ortamı sağladım kendimle gurur duyuyorum, dayım işi alıcak neyse abi bizim yunan tuvalete gitti geldi, dayıma dönüp; erkan abi bir ishal olmuşum allah seni inandırsın zütten işedim. konslar şok. bizim beşir masaya oturdu ardından mekanın güvenlikleri patara kütere bizim yunana bir giriştiler, atatürk böyle zulmetmemiştir yunana. vurmayın herif yunan ülkeyi kötü tanıtıyorsunuz filan bağırıyorum ama kimse duymuyor. olay duruldu abi ne oldu dedim; amk çocuğu pisuvara sıçmış dediler. utançtan yerin dibine girdim, yunan gülüyor.
    tabi dayım o arada korkudan ayılmış. durumu, ortamı, rezaleti fark edince; ulan şerefsiz senin getireceğin mekanı gibiyim bu karılar ne lan
    diye bağırınca güvenlik bu kez dayıma girişti. ne olmuş lan karılara diyip
    dövüyorlar. dedim bari iyi dövün de beni dövecek gücü kalmasın aq
    neyse hesabı filan ödetip bizi attılar dışarı. dayım dayağı yiyince ayılmış, kafası yerinde ama yunan hala pert. ölümden ilk kez korktum. bindik arabaya kimse konuşmuyor. arada bir yunanın osuruk sesleri harici çıt yok. abi acil tuvalet bulun dedi bizim beşir. aha dedim sıçtık.
    arabayı durdurdum dedim in aşağı amk arabaya sıçma seni denize dökerim. bu kahkaha atayım derken zütü tutamıyor zart zurt bırakıyor.
    neyse bunu indirdik ayakta duramıyor dayaktan anası gibilmiş hala gülüyor. sapa bir köşeye çektim dedim şu bahçeye gir duvarın dibine sıç.
    dayım arabada kımıldamadan oturuyor, beni nasıl öldüreceğinin planlarını yapıyor bende arabaya yaslanmış beşir'in sıçmasını bekliyorum. 10 dakka 15 dakka derken beşir'den ses yok. dedim bakayım öldü mü bin. bahçeye yaklaştıkça osurma sesleri geliyor. iyi dedim ölmemiş. kafayı bi uzattım bu baya tuvalete oturur gibi oturmuş ama pantolon filan üzerinde. dünyam başıma yıkıldı. geri zekalının kafa nasıl gidikse donu filan sıyırmadan oturup sıçmaya başlamış. kanka hala var da sıçamıyorum diyor. dedim pantolon dolmuş, bi ayağa kalk yer açılsın. dayı dedim beşir böyle böyle yapmış. dayım dedi ki beşir kalkarken pantolonu çorabın içine sok dökülmesin. böyle sükunet olamaz.
    beşir kalktı pantolon çorabın içinde şıpıdık şıpıdık yürüyor. ceket meket ne bulduysam serdim koltuğa beşir'i oturttum. arabada bir koku var sanırsın beşir insan yemiş. polis filan çevirse kokudan 50 sene yeriz. bütün camlar açık, öğüre öğüre geldik eve.
    nihayetinde beşir işi dayıma verdi

    sistem33

    edit : okuyun ama şukulamayın rica ediyorum, en beğenilen entry'm olacak yoksa

  • evlenmekten değil, türk aile yapısından ve geleneklerden korkan kadındır. sonuç olarak korkmakta haklı kadındır.

  • --- spoiler ---
    filmde kullanılan en baskın simge yüzük. evlilikte kabullenmeyi ve bağlanmayı simgeleyen bu nesne filmin de merkezine oturuyor. üç karakterimiz var biri 1600 lerden, diğeri günümüze yakın bir zamanda ve sonuncusu ise uzak gelecekte. karakterimiz derken burada kastettiğim hem tom hem de isabel. bu ikiliyi üç hikayede de görebiliyoruz. ve üç hikayede de erkek karaterimizin aşık olduğu kadının hayatı sona ermek üzere.

    ilkin isabel'in vücudunu saran tümör kadının hayatını tehdit etmektedir. fountain'daki yani isabel'in yazdığı öyküdeki kraliçeyi de benzer bir kader beklemektedir. bu sefer tehdit bir engizitördür. engizitörün ispanya haritasını kanla kaplarkenki tiradını hatırlayın, vücudu saran tümör ve ispanya'yı ele geçirip kraliçeyi öldürmek niyetindeki engizitör arasındaki bağlantı gözünüzden kaçmayacaktır. engizitör haritayı kanlı elleri ile boyarken, "onun bir parçası daha elime geçti, yakında tamamı benim olacak" der. tıpkı tümör'ün vücudu ele geçirmesi gibi.

    konkistador kraliçeyi kurtarmak için engizitörü öldürmeyi hedefler. tom isabel'i kurtarmak için tümörü yok etmeyi. konkistador tam hedefine ulaşacakken, kraliçe tarafından engellenir. tom eğer isabel'i dinlemeyip son geceyi de laboratuvarda geçirmiş olsaydı, tümörün ilacını bulabilecekti. fakat iki öyküde de erkek karakter, kadın karakter tarafından engellenir. kadının hayatına kast eden unsur hayatta kalır. kraliçe konkistadoru çağırtır, isabel tom'u son gecesinde yanında kalmaya ikna eder.

    bu arada kraliçenin konkistador'a verdiği yüzüğü ve tom'un kaybolan yüzüğünü aklımızda tutalım.

    konkistador'un ve tom'un öyküsü tamamen paraleldir, tom geçmişte konkistador ise bir kurgu geçmişte aynı hikayeyi yaşar. ya da isabel kendi yaşadıklarını böyle metaforik bir şekilde hikaye etmiştir. hikayenin on ikinci bölümünü tamamlayamadan hayata veda eder. hikaye bitirilmek üzere tom'a geçmiştir.

    hikayenin "şimdi"si ise uzak gelecektedir. tom en son bıraktığımızda sevgili eşini kaybetmişti. ve hatırlarsanız, kaybettiği yüzüğünün yerine bir dövme yapmıştı. yüzük filmde ölümü kabullenmeyi simgeliyorsa, bu dövme, yani simgenin taklidi, tam zıttını yani yaşama sarılmayı ve ölümü reddetmeyi simgeler. tom için ölüm bir hastalıktır ve tedavisi vardır. tom aradığı tedaviyi bulur. ve çok uzun bir süre yaşar. küçük prens'i çağrıştıran küre içinde bir ağaç ile uzayda dolaşmaktadır.

    tom ara ara ağaçla konuşur, ona sarılır, buradaki sahneleri çoğu kişi ağacın isabel'i simgelediği yolunda yorumlamış. bana kalırsa ağaç isabel'in kendisidir. isabel'in tom'a anlattığı hikayeyi hatırlayalım. maya rehber ve babası hakkındaki, eşkiya çağrışımlı olan evet. filmin sonunda tom'un isabel'in mezarına bir tohum ektiğini görüyoruz. işte orası hikayenin sonu değil, başlangıcı sayılır.

    tom hayat ağacının sırrına vakıf olmuştur, kendisi ebedi yaşama kavuşmuştur. yanıbaşındaki ağaç isabel'in mezarında büyüyen ağaçtır ve bir şekilde isabel'in ruhu o ağacın içerisindedir. tom ara ara ağaçtan parçalar koparıp yemektedir, böylece ölümsüzlüğe kavuşur. nihai amacı ise bir hastalık olarak adlandırdığı ölümü tamamen oratadan kaldırmaktır; xibalba'nın, ölmek üzere olan bir yıldızın, küllerinden isabel'i tekrar dünyaya getirmek, tekrar yaşatmak. tom kürede geçirdiği yıllarda, ölümü reddetmenin simgesi olarak, parmağına çizdiğine benzer yüzlerce yüzük çizer koluna. böylece yıllar, yıllar, yıllar boyunca kendisi ve sevdiği kadın, uğruna ölümü yendiği kadın, bir başlarına uzayda ilerlerler.

    hedefe varmalarına az kalmıştır, ama isabel tom'a sürekli bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. filmin bilge karakteri kadındır. kadın ölümü kucaklamıştır, ondan korkmaz, onu kabul etmiştir; yüzük isabel'in parmağındadır. ve tom üçüncü kez başarısızlığa uğrar. sevgilisi ölür.

    bu son ölüm tom'un aydınlanmasını tamamlar. tom ölümle arasındaki savaşı bitirir ve ölen bir yıldızın tam kalbinde yaşamına son verirken, isabel'in öyküsünü de tamamlar. işte tam bu noktada yüzük ortaya çıkar ve tom yüzüğünü parmağına geçirir. kabullenmenin ve bağlılığın sembolü, ölümü kucaklamanın sembolüne dönüşür.

    kısıtlı kelimeler ve kısıtlı zamanla, yalnızca bir kere seyretme fırsatım olan bu muhteşem filmi kısaca böyle yorumladım. üzerine düşünürken, izlerken aldığımdan çok daha fazla zevk aldığım filmde, daha pek çok simge gönderme ve anlatım mevcut.

    son olarak, aranofsky doğu mistisizmine sarmış, moda olmuş tiki olmuş diyenler için, filmde maya ve budist mistisizminin kullanılmış olmasına şöyle bir yorum getirilebilir; filmin sonunda, tom ölümle barışı sağlar, budizimde de bizim bildiğimiz anlamda bir son, bir ölüm söz konusu değildir. ölüm bir başlangıçtır, ızdıraba açılan bir pencere değil. bu sebeple tom'un aydınlanmasının böyle bir fonda işlenmiş olması doğal ve hatta çok estetik.

    sonuç itibarı ile, anlatılacak, ya da sadece izlenilecek bir film değildir, üzerine düşünülecek, tadı zamanla vücudumuza yayılacak bir filmdir the fountain. tıpkı 2001 gibi, yerin dibine sokanlar tarafından bir süre sonra baş tacı edileceğinden şüphem yok.

    --- spoiler ---