hesabın var mı? giriş yap

  • las vegas için takım olayı 15 yıldır konuşuluyor ve 2025 yılında yeni tv anlaşmasıyla beraber lige eklenecek iki takımdan biri. diğeri seattle.

    lebron'un bu takımda pay sahibi olma gibi bir hayali olabilir ama aynı hayali paylaşan 876575754 kişi daha var ve bunların çoğu lebron'un yüz katı değere sahip kişiler veya kurumlar.

    yani öyle ben lebron'um falan orda çok sökecek bir şey değil. ki yedirmezler. ha payı olur yüzde iki-üç neyse, aynı zamanda şov olsun diye başkan falan da yaparlar ama o kurulacak takımın değeri zaten daha bismillah 6-7 milyar değerinde olacak. kimse lebron paşamın keyfi yerine gelsin diye o milyar dolarları, o karları bırakmaz.

    las vegas için bu arada amerikan futbol takımı muhabbeti de 50 yıldır yapılıyordu en sonunda raiders'ı şehre getirdiler. bana göre boktan bir franchise, gelmeden de öyleydi, hala öyle. bugün satılsa temiz 5 milyarı var. onun için de elli tane eski nfl oyuncusu, hof isimler anıldı sahip olacaklar diye. sonuç, elbette öyle bir şey olmadı.

  • tayyip erdoğan tarafından söylenmiştir. valla kusura bakmayın dostlar. adam bu sefer haklı.

    debit: "tayyip haklıdır" diyip debe'ye girdim. güzel bir sosyal deney oldu. demek ki bombalar bu işe yarıyor.

  • bazı önemli yazarlar, hayatlarını örtük olarak yazıya dökerler edebi şekilde tıpkı dostoyevski, bulgakov, sartre ve nihayetinde herman hesse gibi. işte bozkırkurdu’da bu türden önemli bir edebi klasiktir. bana göre hesse’nin en güçlü, en etkileyici kitabıdır.

    bir bakıma psikolojik bir romandır. 1. dünya savaşı sırasında kişisel sorunları nedeniyle bozulan ruh dünyası, sigmund freud ekolünden gelen meşhur jung’un öğrencisi lang tarafından tedavi edilmiştir. bu tedavi esnasından kullanılan psikanaliz yöntemi ve uygulamaları da bu eserin yaratılmasında etkin olmuştur. kendini hindistan gezileri sonrası doğu gizemciliğine kaptıran hesse’nin bu kitabında da bu gizemciliğin nüvelerine ulaşılabilir.

    klasik oğuz atay tutunamayanlar’da beni anlatmış klişesi, bu kitabı ilgiyle okuyan ve kendinden bir şeyler bulanlar için de geçerlidir. hatta oğuz atay’ın bir ölçüde bu kitaptan etkilendiğine inanıyorum. hesse’nin eserlerinde hem doğu gizemciliği, hem de yaşamının büyük kısmını alman militarizminden nefrete ederek isviçre’ye yerleşen ve hayatının geri kalan kısmını orda geçiren, zaman zaman sıla hasreti çeken bir yazarın ruh dünyası masaya yatırılır. bozkırkurdu rastgele seçilen bir imgelem değildir. yazarda önemli çağrışımlar yapar.

    bundan sonraki kısım spoiler içerir. kitabı okumayanların dikkatine!
    kitap harry haller namı diğer bozkırkurdu’nun bir dönem yaşantısını, ruh dünyasını çarpıcı bir üslupla bize aktarırır. bozkırkurdu herman hesse’nin kendisidir aslında. harry haller nietzsche’nin özdeyişlerini doğrular şekilde sınırsız ve korkunç acı çekme yeteneğine sahip bir başkahramadır. haller’in ruh hastalığı öyle güçsüz ve yetersiz kişilerde görülen şekilde değil, daha çok güçlü, aydın ve yetenekli kişilerde rastlanan türdendir. haller iç dünyası ve düşüncelerini notlarına döker. bu kişisel notlar da kitabın önemli bir kısmını oluşturur.

    şöyle der notların başında ve kendini şöyle tanımlar; “ amaçlarımdan hiçbirini paylaşmadığım, sevinçlerinden hiçbiri bana bir şey söylemeyen bir dünyanın ortasında bir bozkır kurdu ve sefil bir münzevi olmayacaktım da ne olacaktım. ne bir tiyatroda ne bir sinemada uzun süre oturmaya katlanabiliyorum; elime bir gazete ya da çağdaş bir kitap alıp okuduğum seyrek oluyor. tıklım tıklım trenler ve otellerde, bunaltıcı ve sırnaşık bir müziğin çaldığı hınca hınç kafeteryalarda, zarif ve lüks kentlerin barları ve varyetelerinde, dünyayı gezen sergilerde, geçit törenlerinde, bilgiye susamış kimseler için düzenlenen konferanslarda ve kocaman statlarda insanların aradığı nasıl bir haz, nasıl bir neşedir, aklım almıyor bir türlü. istesem ulaşabileceğim, benim dışımda binlerce kişinin ele geçirmek için itişip kakıştığı, uğraşıp didindiği bu neşe ve sevinçleri anlatmam ve paylaşmam olanaksız. ve doğrusu dünya haklıysa, kafelerdeki bu müzik, bu kitlesel eğlenmezler, az şeyle yetinen bu amerikalılaşmış insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman kaçık biriyim ben, o zaman sık sık kendime verdiğim bir isimle bir bozkırkurduyum ben, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden çıkıp gitmiş bir hayvan”

    haller bir gün gezinirken şehrin izbe bir sokağında, harabe bir duvarda şöyle bir duyuru görür: “sihirli tiyatro, herkes giremez, herkes için değil” ardından “yalnızca kaçıklar için!” harfleri gözünün önünden geçer ve bir ölçüde gerçeküstü olarak nitelendirebileceğimiz bir olaylar silsilesi başlar.

    yalnızlık sevenler için kitapta şöyle bir şey der haller: “yalnızlık bağımsızlıktır, yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim. soğuktu bu yalnızlık, orası öyle ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulade sessiz ve büyük. öğrenemediği tek şey, kendi kendisinden ve yaşamdan memnuniyet duymaktı. bir türlü üstesinden gelememişti. parası vardı, zengin sayılırdı ama burjuva değildi, çünkü ne bir aile yaşamı vardı ne de toplumsal bir hırsın sahibiydi. düpedüz yalnız ve acayip biriydi. bazen hasta bir münzevi bazen dahice yeteneklerle donatılmış normalin üstünde biriydi. goethe’nin faust’undan faust ve mephisto’nun ruhunu eşanlı taşıyan biri.

    şöyle der kendi için haller: “yıllar geçtikçe mesleğim, ailem, vatanım elimden çıkıp gitti, her türlü sosyal ilişkinin dışında aldım soluğu, kimse tarafından sevilmeyen, pek çok kişinin kuşkuyla baktığı, kamuoyu ahlakıyla sürekli ve amansız çatışma içinde tek başına biri oldum çıktım.”

    münzevi yolculuklarından birinde bir meyhanede bir kızla tanışır haller. o gece evine gitme kızın odasında kalır düşünde hayran olduğu goethe ile karşılaşır, derin bir sohbet eder onla. sonrasında gizemli kız ve arkadaşları ile dost olur ve gerçeküstü şeyler yaşamaya başlar, dans öğrenir ellili yaşlarında biri olarak. bu gizemli kızın adı hermine’dir hermann’dan mülhem. bir ölçüde hesse’nin ruhunun başka bir bölümüdür. hermine ve arkadaşları ile gizemli bir şekilde sosyalleşir.

    hermine yaşam konusunda müthiş bir tespit yapar haller için : “ yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç te senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yeyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir. zaman ve dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların elinde bulunacak her zaman, asıl insanların elinde ise hiçbir şey. yalnızca ölüm”

    bundan sonraki gizemli olayları da okuyucuya bırakalım…

  • izmir depreminde umke ekibi olarak denizli'den izmire geldik. deprem alanına gideceğiz ama ekip aceleyle çıktığı için yemek yiyemedik. yol üzerinde köfteci yusuf yazan yere girdik. şefim, bize en hızlı ne oluyorsa getiriver dedik. üzerimizde umke forması olduğu için yardım ekibinden olduğumuzu anladılar. bize getirdikleri köfteyi hızlıca yedik. hesabı istedik.
    sizler iyi ki buradasınız. bunlar, müesseseden diyerek tüm ısrarlarımıza rağmen para talep etmediler. ne yalan söyleyeyim, duygulandım. böylesine ince, temiz düşünen vatansever firmalara şahit oldukça duygulanıyorum.

    köfteleri lezzetli, yanında getirdikleri salata, meze, meşrubatı bitirmekte zorlandık. daha önce hiç gitmemiştim ama bundan sonra sürekli uğrayacağım.

  • --- spoiler ---

    10k yılında teknoloji niye primitif diyenler olmuş. kitapta bunların açıklaması var ama filmde açıklama zahmetinde bulunmamışlar maalesef. açıklayıcı olacağını düşündüğüm hususlar:

    - geçmişte makine ve yapay zekaya karşı verilip zafer alınmış büyük bir savaş var (matrix'in tersi gibi düşünün) bu zaferden sonra “düşünen makinalar yapmak” yasaklanıyor. yani bilgisayar falan yok.

    - bilgisayarların yaptığı hesaplama işlemlerini yapması için “mentat” denen mutant zihinli insanlar yetiştiriliyor, bir nevi yapay seleksiyon ile bu tarz insanlar evriliyor. gözü arkaya kayıp akını çıkaran vezir kılıklı adamlar bu mentatlar.

    - gezegenden gezegene atlamak için o dev boru tünelini kullanıyorlar. ama uzay zamanı büküp oraya portalı açmak için gereken hesabı yapan bilgisayar yine yok. bu yokluğu gideren ise filmde “uzay loncası” diye geçen organizasyonun elindeki “navigator/seyrüsefer” denen, evrilip insanlığından çıkmış mutant yaratıklar. bu psişik garabetler (filmde görmüyoruz) yolu açmak için “baharat” ile kafayı bulmak zorundalar. kendileri kafa çekip alemlere giderken insanları da alemden aleme taşıyorlar.

    - hal böyle olunca tüm evren tek bir kaynağa bağımlı kalıyor. kaynak tekliği siyasette çoğulculuğu bitirip mevcut bir kaynağı elde tutanın muktedir olduğu emperyal ve feodal düzene geri dönüyor. serbest ticaretle burjuvazi getiremezsin ticaret baharata bağlı. yeni teknoloji icat etme motivasyonu yok çünkü yassak. merhaba galaktik ortaçağ.

    - vaktinde kalkan teknolojisi icat edilmiş. bu kalkanlar hızlı cisimleri durduruyor ama yavaş cisimler içeri girebiliyor. bu nedenle ateşli silahlar artık savaşlarda kullanılmaz hale geliyor ve kılıç hançer yeniden cephanelere geri dönüyor, yakın dövüş teknikleri savaşları domine ediyor.

    - lazer silahları kalkanlarla temas edince nükleer patlama gerçekleştiği için lazer silahları da rafa kalkıyor.

    işbu sebeplerden ötürü uzayda game of thrones izliyoruz.

    --- spoiler ---

  • la daha benim maskem gelmedi hangi ara 90.000 haydutun salınması için işbirligi yaptınız da meclisten geçirdiniz. maske diyorum maske, hiç mi umrunuzda değiliz? vergi veren ve hapiste olmayan vatandaşı düşünen yok mu bu ülkede?