hesabın var mı? giriş yap

  • geçmişe bakmayın. bazı şeyleri boşvermeyi, görmemeyi öğrenin. bir şeyi ne kadar kurcalarsan, güzel de olsa sonunda elbet bir boktanlık, bir pişmanlık bulursun. o yüzden olaylar kişiler hakkında fazla düşünmeyin. "öyle olmuş", "demek ki böyle yapacağı varmış" deyin geçin. çünkü bazı durumlarda umursamaz ya da duygusuz olmak en güzel çözümdür.

  • alex'in attığı golde spiker "alex, alex, alex, alex, samba, samba, samba" şeklinde bağırdı.

    diğer memleketlerde de böyle midir acaba? o ülkeye göre yabancı olan bir futbolcu gol atınca spiker o futbolcunun yöresel dansını haykırır mı? dert oldu bana.

    ispanya'da nihat gol atınca spiker "halay, halay, halay" diye bağırıyor mu acaba? n'olur bağırsın. :(

  • zamane cocugudur.
    izlerken icimiz ciz eder biz abilerin, etmez mi?
    bizim zamanimizda kinder surprise azdi, pahaliydi, anne babalarimiz alamazdi oyle cok cok. ayda bir falan toplu ali$veri$te ogretmenler kooperatifine gidilecek, anne iyi zamaninda olacak da 1-2 tane alacak. ancak o zaman kinder surpriseimiz olurdu bizim.
    onun cikolatasini binbir torenle yerdik. kirmadan ikiye bolerdik once, sonra ufak ufak yalardik, buyuk bir parca kopartacaz da zort diye bitecek diye korkardik... bissuru bissuru olsa da bissuru yesek diye hayaller kurardik, gercekle$mezdi bu cocukca hayaller.
    kagidini bile ozenle yirtmadan cikarirdik. aliminyumdu ya, boyle duzle$tirir, defter arasina koyardik falan, biriktirirdik.
    $imdiki veletlere bakiyorum, zart diye yirtarak acip, huptedenek su gibi iciyorlar cikolatayi, onlar icin ozel degil, onlar icin luks degil, onlar icin degerli degil...
    bizim icin neydi o kinder surprise biliyonuz mu siz?
    bir gun birinin kafasina cakacam yerken, ne nereden geldigini anlayacak, ne neden oldugunu kerata...
    aglayasim geliyor.
    hislendirmeyin beni...

    (bkz: bastigin yerleri toprak diyerek gecme tani)

  • çift başlılıktan şikayet eden cumhurbaşkanının başbakanla birlikte düzenleyeceği miting.

    bu nasıl çift başlılık lan?

  • dünyanın en sikko deyişlerinden biridir.
    ulan zaten dünyada insan hayatının en değersiz olduğu ülkelerden birinde dünyaya gelmişsin. bedava alman gereken (çünkü deli gibi vergi veriyorsun) sağlık, eğitim gibi hizmetlerin hepsi mantar. üstüne üstlük yurtdışı çıkış harcı, deprem vergisi ve parasını çıkardıktan sonra bedava olacağı söylenmesine rağmen paralı kalan köprü geçişlerine kadar devlet eliyle soygunun diğer adı olan daha birçok gereksiz şey ödüyorsun. ondan sonra hıyarın biri çıkıyor ve "vatan borcu, namus borcudur" diye bir laf ediyor. bunu söylerken de kendi çocuğunu askerden yırttırabilmek için amerika'da okutuyor.
    arkadaşlar kimseye borcunuz falan yok. siz zaten vergilerinizle devlete yeteri kadar para kazandırıyorsunuz. dünyanın en pahalı benzinini ve en pahalı pasaportlarından birini kullanıyorsunuz. bir gün biri çıkar da "sen hala vatan borcunu ödemedin mi?" diye sorarsa, ona en okkalısından "hassssktir ulan" demek insani bir görevdir.

  • beethoven*, "doğumunda bana en çok sancı çektiren çocuğum." demiştir ilk ve tek operası fidelio için. 1803 yılında "vestas feuer" adında, librettosu emmanuel schikaneder*'e ait bir opera yazmaya koyulan beethoven*, kısa bir süre sonra bu projeden vazgeçmiş; 1804 yılının ocak ayında fransız jean nicolas bouilly'nin "léonore ou l'amor conjugal" adlı librettosu üzerinde çalışmaya başlamıştır ki bu metin daha önce pierre gaveaux'nun müziğiyle bir komik opera olarak bestelenmiş ve 1798 yılında paris'te temsili verilmiştir.

    librettosunun almanca versiyonu joseph von sohnleithner tarafından hazırlanan fidelio'nun prömiyeri, 20 kasım 1805'de theater an der wien'de "fidelio, oder die eheliche liebe" adıyla verilmiştir, bestecinin tiyatro yönetimi tarafından uygun görülen bu isme karşı çıkmasına rağmen. aldığı olumlu olumsuz karışık tepkilerin ardından, opera sadece üç temsilden sonra perdeden geri çekilmiştir. ertesi yıl 29 mart 1806'da operanın revize edilmiş ikinci versiyonu aynı tiyatroda sahnelenmeye başlamıştır. stephan von breuning adında yeni bir edebi danışmanın yardımıyla beethoven*, operayı üç perdeden ikiye indirmiş, eserin dramatik temposunu arttırmak için pek cok müzikal parçayı kısaltmış ve birinci perdedeki bazı parçaları yeniden düzenlemiştir. besteci, ayrıca eserin "leonore uvertürü no.2" olarak bilinen ilk uvertürünü tamamıyla gözden geçirmiş ve "leonore uvertürü no.3"ü bestelemiştir. her ne kadar bu ikinci tasarım daha büyük bir popüler başarı elde etmişse de, operanın diğer sahne ve tiyatrolardaki dolaşımı sınırlı kalmıştır. 1807 yılında beethoven*, opera için bir uvertür daha bestelemiştir. bu uvertür de "leonore uvertürü no.1" olarak bilinmektedir günümüzde.

    1813 yılının sonlarına doğru "wellingtonun zaferi" adlı orkestral eseriyle büyük başarı sağlayan beethoven*, saray tiyatrosunun da talebiyle fidelio'yu baştan aşağı tekrar gözden geçirmiş ve bunun için librettist georg friedrich treitschke ile birlikte çalışmıştır. operanın bu son halinin prömiyeri 23 mayıs 1814 tarihinde viyana'daki kaerntnertortheater'da verilmiştir.

    operanın konusu 18.yüzyılın ispanya'sında geçmektedir. özgürlük savaşçısı florestan, acımasız düşmanı don pizarro tarafından siyasi tutukluların bulunduğu bir hapishanenin karanlık bir hücresine hapsedilmiş, aç ve susuz bırakılmıştır. başbakanın hapishaneyi ziyaret edeceğini öğrenen don pizarro, florestan'ı bu ziyaretten önce öldürmeyi planlamakta ve baş gardiyan rocco'ya bunun için gerekli hazırlıkları yapması ve bir mezar kazması konusunda talimatlar vermektedir.

    kocası florestan'ın nerede olduğunu öğrenen leonore, son bir umutla genç gardiyan yardımcısı fidelio kimliği altında hapishaneye girmeyi başarmış ve kocasını kurtarmanın yollarını aramaktadır. yalnız ufak bir gönül sorunu vardır ortada. baş gardiyan rocco'nun kızı marzelline, gönlünü yeni işe başlamış bu yakışıklı "genç adam" fidelio'ya kaptırmış, marzelline'ye daha önceden aşık olan rocco'nun uşağı jaquino da fidelio'yu bu yüzden kıskanmaya başlamıştır. leonore, marzelline'nin ilgisine sessiz bir tepki vermeyi tercih etmiştir. kızının fidelio'ya karşı hisssettiği duyguların farkında olan rocco da, leonore'nin bu sessiz tepkisini aynen kızı gibi sessiz bir evet olarak algılamıştır.

    olayların işte bu şekilde düğümlendiği noktada, beethoven*, insan sesi için yazdığı en romantik ve en güzel dörtlülerden birisini, "mir ist so wunderbar" adlı quarteti sahneye taşımıştır "doğumu benim için en sancılı geçen çocuğum" dediği fidelio operasında:

    "mir ist so wunderbar"

    marzelline (für sich):
    mir ist so wunderbar,
    es engt das herz mir ein;
    er liebt mich, es ist klar,
    ich werde glücklich sein!

    leonore (für sich):
    wie gross ist die gefahr,
    wie schwach der hoffnung schein!
    sie liebt mich, es ist klar,
    o namenlose pein!

    rocco (für sich):
    sie liebt ihn, es ist klar,
    ja maedchen, er wird dein!
    ein gutes, junges paar,
    sie werden glücklich sein!

    jaquino (für sich):
    mir straeubt sich schon das haar,
    der vater willigt ein,
    mir wird so wunderbar,
    mir faellt kein mittel ein!

    marzelline:
    cok tuhaf hissediyorum kendimi,
    kalbim sıkışıyor;
    o seviyor beni belli ki,
    mutlu olacağım!

    leonore:
    tehlike ne kadar büyük,
    ve umudun ışığı ne kadar zayıf!
    beni seviyor belli ki,
    ah o isimsiz acı!

    rocco:
    kızım onu seviyor belli ki,
    evet canım, o senin olacak!
    iyi ve genç bir cift,
    mutlu olacaklar!

    jaquino:
    saçlarım diken diken,
    baba onay veriyor,
    çok tuhaf hissedeceğim kendimi,
    hiçbir çıkışım yok!

  • ankaragucu taraftari bjk macindan sonra sahaya girip futbolculara saldirdiginda adami adliyeden alip zafer pozu veren avukatlar, o herife sahip cikan kulup , bjk'li oyuncuya ceza veren tff...

    iste bunlar bugunku olayin sorumlulari.

  • annemdi. babamla olan evliliğinde en iyi şartlarda yaşamış, çok iyi bir geliri olan ama kumar tutkusu nedeniyle eve uğramayan kocası yüzünden bir dönem kuru ekmeği ıslatarak yemiş, kocasının iyi kazancına rağmen borç yüzünden elektrikleri kesik evde oturmuş, sonrasında üzerine yapılan evleri boşanırken geri vermiş, rulet ve poker masalarında bir servet bırakan, iflas eden bir kocadan sonra 3 genç kızla tek odada oturmuş, kilidi bile olmayan kapıyı iple bağlamış, geceleri korkuyla sabahlamış ve yoksulluğun dibine vurmuş bir kadın.

    lüksünü bir tarafa bırak, ihtiyaçlarını bile göz ardı ederek, çocuklarını okutmak için didinmiş, bir an önce kurtulmak için boşanırken nafaka bile istemeyecek kadar canından bezmiş, bir zamanlar yaşadığı ihtişamda gözü kalmamış, arkasına bakmamış, ikinci evliliğinde de gülmemiş, paraya pula, takılara, güzel kıyafetlere önem vermemiş, durumu iyiyken bile azıcık bir bükmeyle eğrilebilen çatallar kullanmış, gösterişi hiç sevmemiş, kitap okuyup bulmaca çözmek en büyük zevki olmuş, dedikodulardan, insanlardan uzak durmuş, evli çocuklarının yüklerini bile üzerinden atmamış, daima bir kale olmuş ve 10 yıl savaştığı kansere rağmen gülebilmiş ve kimseyi üzmeden, kimseye ağlamadan, yüzündeki hiç değişmeyen vakur ifadeyle hayata veda etmiş güzel kadın.