hesabın var mı? giriş yap

  • evet arkadaş, öylesine bir saptama işte. bana göre biraz mantıksız, başkasına göre de belki çok mantıklı.

    aga, şimdi bir ev düşünün, 800 tl kirası var aylık. oturuyorum ben bunda, sat dedim ev sahibine, 300.000 tl istiyor.

    hesap yapalım, 800*12 = 9600 tl/yıl.

    300.000/9600 = 31,25 sene ediyor.

    kredi alsam 330, 340 bin tl olacak , 5 sene de oradan.

    lan ben zaten 43 yaşındayım, kim sker 80 yaşında sahip olunan evi, hem ev de ömrününü doldurur 40 senede. zaten ölürüm o zamana kadar. he çocuklara falan kalacaksa da ben mi düşünecem onları, babam mı düşünmüş beni bugüne kadar? hayır.

  • korku, şüphe ve güvensizlik, insanların bütün hayatını şekillendiren, insanı her türlü akıl dışı komplo teorilerine sürükleyen, yeri geldiğinde koruyan, yeri geldiğinde icatlar bulduran, hayatının akışını da değiştiren ve yeri geldiğinde dış dünyadan soyutlaştıran olgulardır.
    ilişkilerde de bu hislerin tesir etkisi, genelde duyguları daha fazla ve yoğun olan kişiyedir. eğer kişinin geçmişinde içinden çıkılması zor deneyimler ve tecrübeler var ise, bu etki katlanarak büyür. tabi karşınızdaki kişinin yani partnerinizin negatif biri olması durumunda da bu hisleri yaşayacağınız için, bu sizin geçmişinizin arızalı olduğu anlamına da gelmez. bu konuları birbirinden ayrı tutmak gerekir.
    zira;
    ''kendinize depresyon ya da itibar kaybı teşhisi koymadan önce, çevrenizdekilerin aşağılık insanlar olmadıklarından emin olun !..'' demiş, william gibson.

    bir ilişkide de şüphe ve korku içerisinde iseniz, bu illaki sizin; duygusal yoksunluk şemanızda veya diğer şemalarda giderilmesi gereken arızalarınız olduğu anlamına gelmez. sadece yanlış bir kişiye denk gelmiş olabileceğinizi de bilin...

    kaybetme korkusu, ya hiç bir şey başaramayan ya da sürekli kazanmak isteyen bir insanın yaşadığı negatif olumsuzluktur. bu da kaybetme sendromuna sebep olur.
    esasen, hiç kaybetmemiş bir insanın, gerçekten kazanmanın ne olduğunu da bilemesi de zordur. kazanmayı sadece bir metaya dönüştürmek, onun dışındaki seçenekleri görmezden gelmek, anlamamak aslına bakılırsa kazanmak değildir. böyle durumlarda eline bir şey geçmeyen kişi genelde yıkılır, çünkü kaybetmeyi sonsuzluk sanır, halbuki kaybetmek başlangıçtır. buradaki sorun da aslında bakış açısıdır. günlük hayattaki hırslarınızı ve ihtiraslarınızı ilişkinize yorarsanız, kaybetme korkusunu orada da yaşarsınız.

    korku, şüphe ve güvensizlik hislerini yoğun olarak barındırmak, aynı şuna benzer;
    sizi, demir parmaklı bir pencerenin arkasından dünya’yı izlemeye sevk eden,
    ama aynı zamanda sizi o parmaklıklar arkasında da koruyan bir histir. buna rağmen sizi ürkütücü ve içerisinden çıkılamayacak paronayalara sevk eder.
    parmaklıklar arkasında izlediğiniz ama yaşayamadığınız bir dünyanın tercihiniz olması, sizi ne kadar mutlu edecekse, bu hisler ile yaşamakta sizi o kadar mutlu edecektir!
    demir parmaklıklar sizi bugüne kadar ne kadar koruduysa, bundan sonrada sizi ancak o kadar koruyabilecektir. güvensizlik ve şüphe sizi sadece hapseder.

    bu hisler, bir şeylerden uzaklaşarak korunma içgüdüsü olabilir ama bünyeyi korkulan duygulara karşı da en zayıf hale getiren duygulardır. bu hislere ne kadar kucak açarsanız, o kadar katlanarak büyür. bu korunma içgüdüsü, sevgiden ürperen, ondan uzaklaşmak için yerli yersiz bahaneler arayan kişilere dönüştürür bizi.

    bu hisler, ikili ilişkilerde ve günlük hayatta genelde aşağıdaki tanımlara sebep olmaktadır

    mutsuz olma hissi/korkusu
    olayların dışında kalma hissi/korkusu
    birini kaybetme korkusu
    sevgiliden ayrılma korkusu
    sevgilinin sizden ayrılma korkusu
    aldatılma korkusu
    kontrol edilme korkusu
    tehlikede olma korkusu
    başaramama korkusu vs…………. şeklinde uzar gider.

    tüm korkularımızın arkasında güvensizlik ve şüphecilik yatar. bu hisler esasen aileden gelen ve zamanla bu duygulara sahip çıkılması ile katlanarak büyüyen bir olumsuzluktur.
    herhangi bir olumsuzluk anında gösterilen genel refleks eğilimi ise direk olarak savunmaya geçmektir. çünkü böylece kaybetmek yerine uzaklaşma psikolojisi ile sağlam bir pozisyon aldığımızı düşünürüz! kontrolü sağlamak, bize güven verir sanırız.

    bunları yaparken aslında güçlü kalmak ve kendimizi daha güvende hissetmek isteriz. genel olarak algılanan ve yaşanılan hisler;

    güvenmek zayıflıktır
    şüphe sonuca vardırır
    sevmek zayıflıktır
    kaybetmek zayıflıktır
    kendini bırakmak zayıflıktır
    peşinden gitmek zayıflıktır
    derdini anlatmak zayıflıktır
    hislerini paylaşmak zayıflıktır diyerek;

    sevgini gizlersin
    kaybetmemek için, sahiplenmezsin
    kendini bırakmamak için sürekli olumsuz bahaneler bulursun
    peşinden gitmek yerine, köşende nefretle sebepler ararsın
    hislerini paylaşmaktan ve yaşamaktan bile korkarsın...

    çünkü, bahane bulmak ve onların arkasına sığınmak daha kolaydır. bünye zaten olumsuzluk ile yaşadığı için kendini orada daha huzurlu bile sandığımız olur!

    tüm bunları kontrolü elde tutmak için yaparız. halbuki bazı şeyler kontrollü yaşanmaz. karda ve buzda kontrollü yürümek size sadece tedbir aldırır ve küçük küçük adımlar ile hareket etmenizi sağlar, bu düşmeyeceğiniz anlamına gelmez. halbuki, karda ve buzda en çok zevki ve eğlenceyi kontrolsüzce kayarak yaşarız. bir tarafınızın kırılacak olsa bile bu riski almaya değeceğini bilirsiniz. güvensizlik ve şüphe; hem heyecanı öldürür, hem de ilişkilerdeki motivasyonu düşürür.

    kaybetme korkusu, insanın içine öfke, nefret ve kazanma hırsı ile çeşitli yanlışlar yaptırma seçeneklerini de ekler. kişi hayatın hiç bir noktasını ayırt edemez hale gelir. ne günlük hayatta, ne de özel hayatında bir ayırım yapamaz.
    kişi kaybedeceğini düşünmeye başladığı an, partnerine karşı elini güçlendirecek, içinde ki savunma mekanizmasını harekete geçirecek sebepler aramaya başlar. bunları bulduğunda yapacağı şey, genelde kontrolü ele aldığını düşünerek negatif yönde karar vermek olur. yani ilişkiyi bitirip gitmek isteyen kişi olduğunu düşünmek ona yine bir kazanma hissi yaşatır! ama asıl sebep kaybetme korkusudur. bunu destekleyen faktörler de güvensizlik ve şüpheciliktir.

    ilişkilerde kaybetme korkusu, güvensizlik ve şüphecilik aşağıdaki 4 durumda ön plana çıkar.

    aldatılma korkusu
    sevgiliyi kaybetme korkusu
    sevgilinin sebepsizce ayrılma korkusu
    kontrol sağlayarak ayrılma korkusu

    aldatılma korkusu genel itibari ile güvensizlik ile alakalıdır. geçmişten gelen deneyimler ve ebeveynlerin kişiye yeterince özgüven aşılamamasından kaynaklıdır. bunu yaşayan kişiler en sağlıklı ilişkileri bile berbat etmek için elinden geleni yapar.

    sevgiliyi kaybetme korkusu bu 4 seçenekten en makul olanıdır. tam olarak sevgili ile alakası yoktur. insan, bir olayda kontrol sahibi değilse genel olarak bir huzursuzluk ve endişe halinde olur. yukarıda da saydık, temel bir yönelim haline gelen bu fikri sevgiliye yorduğunuzda, içinden çıkamayacağınız bir dehşet durumu yaşıyorsunuz. ama size sadece bilinmez duygular ile bağlı olan bir kişiyi kaybetme korkusu normaldir. hatta bu ilişki içinde insana bir motivasyonda sağlar. ama bu hislere güvensizlik ve şüphe eşlik ederse anormalleşir. buradaki güvensizlik ve şüphe, ilişkinin gidişatı ile ortaya çıkar veya çıkmaz. alt yapısı ilişkilerdeki dinamiklerdir.

    sebepsizce ayrılma korkusu özgüven eksikliğini işaret eder. süreli olarak bazı şeyleri yanlış ve eksik yaptığınızı/yapıldığını düşünmenize sebep olan bir bilinç altı pozisyonudur. yani korkuyu tetikleyen faktörler aslında diğer kişilik özelliklerinizin oluşurken yarattığı tahribattan ileri gelmektedir. bunda da sürekli olarak güvensizlik ve şüphecilik vardır. ama bu sonradan başlayan bir güvensizlik ve şüphecilik değildir, kişinin ikili ilişkilere başlaması ile ortaya çıkar. yaşanılan hisleri kendine fazla görme, öz güven eksikliği ortaya bu duyguları çıkarır. sürekli olarak karşı tarafın gideceği kurgusu üzerine yoğunlaşır. kendisini unutur ve varsa yoksa karşı taraf vardır ve bir gün biri gidecek ise, o da karşı taraftır!
    bir nevi (bkz: eziklik psikolojisi) olarak baş gösterir. karşı tarafa, aşırı değer verme veya fazla değer gördüyse, değersizleştirme noktasına kadar da gidebilir.

    kontrol sağlayarak ayrılma korkusu kazanmak üzerine kurduğunuz bir inşaatın temelsizce çökmeden önceki halini koruyabileceğinizi düşündüren ve en yanlış seçenektir. yaşama ihtimaliniz olan mutluluğu, kazanma içgüdüsü ile kendi elleriniz ile yıkmak anlamına da gelir. bir panik, kriz ve yanlış anlaşılma halinde hızlıca karar vermenize neden olur. aşırı derecede güvensizlik içerir. yapılan ve söylenen her şeyin size kasıt yapıldığını düşünmenize sebep olur.
    kendince başa çıkılmayacak bir durumu engelleme çabasıdır. kontrolsüz kaybetme korkusundan başka bir şey değildir. korkularınız yüzünden, size değer veren insanları da görmenize engeldir. her an tetikte beklemenize sebep olur. negatif düşünceler bu noktada başlar. buradaki korkunun sebebi ise kontrolsüzlüğe olan tahammülsüzlüktür ve bu seçenekte güvensizlik ve şüphe ilişkiden bağımsız kişinin geçmişinden gelir. genelde aileden gelen bir güvensizlik temeline dayanır.

    güvensizlik ile ilgili bir psikolog tarafından yazılmış basit ve anlaşılır bir makaleyi de buraya ekleyelim, göz gezdirebilirsiniz.
    güvensizlik problemi

    yaşanılan bu üçlü kombinasyon hiç bir ilişkide mutlu olmanıza izin vermez. sürekli olarak kendinize negatif sebepler bularak uzaklaşma eğiliminde olmanıza yada yine aynı senaryoda kendinizi üzmenize neden olur.
    sürekli olarak, paronaya, endişe, huzursuzluk ve kaygı bozuklukları ile yaşamınızı sürdürmek zorunda değilsiniz. güvensizlik tüm bunları besler ve sizi koruduğunu sandığınız bu temel nitelikler, aslında sizin yaşamınıza engel olur ve sizi zayıflatır.

    deneyimlerimizin bize yaşattığı haz ve olumsuzlukları iyi ve kötü olarak adlandırmak yerine, tüm deneyimleri hayatın bir parçası olarak ele almak, insanın ilerlemesine ve gelişim sürecine büyük bir katkı sunacaktır.

    özünde bizim yok saydığımız her şey aslında şuan nasıl davrandığımızın kanıtıdır. yani tüm davranışlarımız aslında bizim yok saydığımız, inkar ettiğimiz elementlerden oluşur. biz bunun farkında olmasak bile, çevremizdeki insanlar bizi tarif ederken, bizim yok saydığımız davranış ve duyguları belirterek tarif edecektir.
    yani bizi biz eden şey korkularımız ve şuan ki davranışlarımızdır. farkında olmadan kazanmak yerine kaybettiğimizi de göz ardı etmemek lazım.

    birilerine güvenmek ve şüphe duymamak elbet yeri geldiğinde bize çok şey kaybettirebilir, ama aşırı derecede güvensizlik ve şüphe kesinlikle kaybettirir.

  • süper insandır. bende hiç öyle olmuyor, hemen zaten halihazırda dört gram kalan aklımı kaçırıyorum bonkörce. uyku felci falan olaylarını da bildiğim halde bende çalışmıyor, keriz gibi kanıyorum valla.

    bakınız, şu örnekte nasıl da keriz gibi kanmışım;

    http://sketchtoy.com/68539805

  • bu fotoğrafta asıl düşünülmesi gereken girdiği iki büyükşehir başkanlığı seçimini de kaybeden binali yıldırım'ın "akıllı şehirler ve belediyeler" kongresinde protokolde yeri olmadığı halde ikinci sırada bulunmasıdır.

    edit: iki farklı büyükşehirde toplam üç seçim.

  • dogru bir es secimi sonrasi tadindan yenmez nedenlerdir:

    - uyku sersemi ortalikta dolasip, kahvalti yapmaya vakit bulamadan hizla evden ciktiktan sonra cantaya her sey tamam mi diye bakarken, sevdicegin hazirlamis oldugu peynirli minik sandviclerin icinde " afiyet olsun:) " yazisini bulmak.

    - aksam eve biraz erken gelip, enfes yemeklerle süpriz yapmaya calisirken siz, onun da tesadüfen eve ciceklerle gelip, sizi öpücüklere bogmasi.

    - birlikte bilgisayarin basina oturup, gün agarana dek, nereye-nasil-ne ile tatil yapacaginizi özgürce planlamak, sonra hazir uyku da kacmisken, sabahin 6`sinda misir patlatip film izlemek.

    - esli davetlerde, evlilik hikayenizi merak edenlere, suratlar kipkirmizi hep ayni heyecanla ayni seyleri anlatip birbirine sevgiyle bakabilmek.

    - kavga edince öteki odaya gecip ayni evde azicik ayri duramayip, sarilip barisivermek.

    - ciddi bir rahatsizligi birlikte güle aglaya yenip zafer kutlamasinda zeytinyagli, kekikli, biberli zeytin yemek, sarap icmek.

    - gecenin bir yarisi kötü rüya gören esin kiyafetlerini giydirip sokaga cikmak, birlikte nefes almak.

    - siz evde yalniz kalamiyorsunuz diye harika bir yaz okulu firsatini tepen esin üzerine bir de "yasasin bir hafta ayri kalmayacagiz" cigliklari atarak size sarilip uyumasi.

    - istedigi yerine gelmedigi icin salonu pankartlarla doldurup eylem yapan esle kahkahalar esliginde uzlasabilmek.

    not: tabi önce cilgin, yaratici ve sevgi dolu bir es bulmak sarttir.

    edit: bana güzel dileklerini mesaj yolu ile ileten herkese cok tesekkür ederim. en begenilenler arasina girecegini tahmin etmeden öyle ic döker gibi yazivermistim oysa. darisi bekleyen ve isteyenlerin basina diyorum. daha fazlasini merak edenler icin: (bkz: #31925566)

  • zamanında 9 senelik ilişkisi bitmiş biri olarak söyleyebilirim.

    winter is coming

    benim ruhum değişti. başka biri oldum. resmen karakterime, kalbime, vicdanıma kış geldi. bir daha da asla eskisi gibi olamadım. yaşadığım tüm süreci yazıcam bi ara.

  • re (ra)

    simgeler: bennu (zümrüdüanka), dikilitaş, piramit, udjat (horus'un gözü), güneş, şahini boğa.
    tapınma merkezi: helipolis

    annu'nun (helipolis, günümüzdeki kahire yakınları) güneş tanrısı re, beşinci hanedan zamanında kalıcı bir tanrı oldu. bazı gelenekler onu insanların yaratıcısı durumuna getirdi ve mısırlılar kendilerine "re'nin sığırları" adını taktılar.
    re adının "yaratıcı güç" ya da "yaratıcı" anlamına geldiği düşünülür. mısır tarihinin çok eski devirlerinde, re, gökyüzünün yüceliğini simgeleyen şahin-tanrı horus ile beraber kişileştiriliyordu ve şahin başlı bir adam ya da sadece bir şahin olarak betimleniyordu. bu iki tanrının bileşimi, yani ra-hoor-khuit (ufukların horus'u olan re), güneş'in gücü'nün göstergesini oluşturuyordu.
    re, shu ve tefnut'un babası, nut ve geb'in büyük babası, osiris, seth, isis, ve nephthys'in büyük büyük babası, horus'un büyük büyük büyük babasıdır.
    mısırlılar, yeraltı dünyasına ve cennete giden suları geçmek için içinde re'nin bulunduğu bir kayık gerektiğine inanılırdı. gündüzün bu, "madjet" (güçlenmek) adında büyük bir kadırgadır ve doğudaki "manu" (güneşin doğuşu) dağının arkasından gelerek iki firavunincirinin arasından geçer. güneş batarken, re'nin kullandığı kayık, artık "semektet" (güçsüzleşmek) adında küçük bir mavnadır.
    kayığın başına gelecek olayları tanrıça ma'at belirler. yolculukları boyunca re'nin birçok eşi olur. birçok tanrı onunla beraber yolculuk eder ve ona kayığı yönetmesinde yardımcı olurlar; bu da yolculuğu başarılı kılar. thoth ve ma'at, dümende duran ve kayığın kaptanı görünümünde olan horus'un yanında dururlar. kayığın önünde ise, "abtu" ve "ant" adındaki iki yüö gösterici balık yüzer. deiğer yolcular şunlardır: geb, hu, sin(akıl) ve hike (büyü). gecelerin kayığın ön tarafında tanrı upuaut (yolların açıcısı) durur.
    bu yolculuk hiç de kolay değildir: canavarlar sürekli kayığa saldırırlar. örneğin, sebau, nak ve apep. içlerinden en güçlüsü olan apep, karanlığın kişiselleştirilmesidir ve re'nin doğudan yola çıkabilmesi için, her sabah onu yenmesi gerekmektedir. apep bir yılan ya da bir timsah olarak betimlenir. eğer apep, re ile olan dövüşünü yenerse, bir kasırga çıkar. eğer apep kayığı yutarsai güneş tutulur. apep hakkında "apep'i yakma kitabı" adında bir kitap yazılmıştır ve ona karşı savaşmak için gerekli olan büyüleri verir. bu büyüler, thebes'teki amon-re tapınağında her gün okunur.
    zamanla isis ve osiris daha gözde duruma geldiğinde, re, "re retjer-aa neb-pet" (re, yüce tanrı, cennetin lordu) adıyla korundu ve önceleri yalnız kendisi için; sonraları ise evrenin lordu amon-re'nin yarısı olarak tapınıldı.

  • yüzyılın rezilliği.
    fenerbahçe tarihinde kapkara bir leke olarak kalacaktır şu olay.

    oyun ilk durduğu anda takımı çekeceklerdi, onu bile beceremediler.
    çocukların artık galatasaraylı olmasını geçtim, bu gece binlerce çocuk takım değiştirdi, geçmiş olsun.

    şahsen mutlu değilim, ezeli rekabetin olmadığı yerde futbol kalitesi düşer, uzun vadede türk futboluna büyük zarar verir.
    tff bütün kurullarıyla birlikte istifa demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
    ali koç istifa demek bize düşmez, fenerbahçe'nin bu hallere düşmesini sindirebilen taraftarlara allah sabır versin.

  • sene 1996 dönemi. yaş 10. ana-oğul beraber yaşıyoruz annem de beşiktaş'ta beyaz gıda adında markette çalışıyor o zamanlar. sefilleri oynuyoruz desek yeridir sanırım.

    okullar kapandı yaz dönemi. herkese karne hediyeleri geliyor sanırsın noel akşamı birader. kimine bisiklet kimine krampon kimine marangozda özel yapım uçurtma.

    tabi annem beni hep yokluğu alıştırarak büyüttüğü için canım ne zaman bir şey istese param yok derdi bu duruma zamanla alışınca yanımda dondurmada yalasalar gıkımı çıkaramazdım.

    bir de o zamanlar mahalle kültürü var herkes herkesi tanır kim kimin çocuğu hangi dersleri zayıf bilirlerdi. bak bu hep ideal evlat ruşen amcanın oğlu sedat kavramı o zamanlar hortladı zaten.

    neyse efendim 8 kişilik arkadaş grubumuz var içlerinde bisikleti ve kramponu olmayan bir ben varım. zaten o dönemin zengin çocuğu kavramı da şu; bisikleti, saati, tv'ye takmalı atarisi ve kramponu olan çocuk. riçi riç gibi pezevenk.

    aradan iki gün geçti bizimkiler kireçburnuna bisiklet gezisine gittiler tabi ben piç gibi kalakaldım ortada. akşama döndü bunlar bu seferde maça gidiyorlar top sahasına adamlar 40 yıllık mahalle maçına kural koymuşlar kramponu olmayan gelmeyecekmiş. fifa hakemi kesildiler başımıza mına goduklarım.

    kemal diye çok samimi arkadaşım vardı babası buna krampon almış nike'ın. herif sattı beni giderken de sen gelmiyor musun diye dalga geçti resmen. ben de ezikliğe yatmamak için diyorum ki "yok oğlum evi temizlicem yemek yapıcam. annem yorgun aç açına geliyor işten." vah benim eziğim.

    he şunu da belirteyim daha okula bile başlamadan bizim ailede derli toplu olma eğitimi verilirdi. ondan bu düzen. bir de çalışan anne olunca kendi ihtiyacını gidermeye mecbur kalıyorsun şartlar zorluyor. kendi ayaklarımın üzerinde durma kabiliyetim o yoksulluktan miras şimdi.

    ben de isterdim top koşturup eve girince "annee yemek hazır mı annee su ver suu" demeyi, diyemedim ya la.

    her neyse bunlar maça gitti arkadaş döndüm evi cillop gibi sildim süpürdüm makarna ile hazır çorba da yaptım. sonra balkonda başladım ağlamaya. nasıl içerlendiysem artık. bizim komşumuz vardı hemen yan binada sürekli balkonda otururdu ayşe teyze. beni de torunundan ayırt etmezdi şimdi yukarıda allah var. arada cebime harçlık koyardı.

    benim ağlamaları mı duymuş sen git üstünü giyin zili çaldı fermuar aşağıya gel diye. elimden tuttuğu gibi ayakkabı dükkanına. dükkan sahibinede babası bunun hayırsızın teki oğlum anası çalışıyor gariban biraz indirim yaparsan ayakkabı alıcam dedi. adam da nur yüzlüydü nasıl olsun demez mi?

    lan öldüm öleceğim o an kalbim yuvadan çıkacak tabi krampon diye çoşkuyla bağırıverdim. dişlilerden lescon marka aldık. 3.5 milyon tl idi 3 taksit yaptırdı ayşe teyze parayı kendi ödedi.

    akşam oldu tabi bu ipneler maçtan topluca dönüyor. şortumun altına dizlerime kadar spor çorabını çekip pırıl pırıl göz kamaştıran kramponlarımı giymiş karşılarına dizilmiştim.

    herkesin gözü ayaklarımda kimisi altını kaldır oğlum uvv dişlere bak diye yalanıyor. o gün ellerinden topu alıp iki sektireyim dedim onda da kabileyetsizim ya yine rezil olduydum bayağa güldülerdi. ama içimin yağları erimiş varsın olsun o günden sonra mahalle maçlarının adamı olmuştum ya la.

    yalnız içimde ukte kalan bisiklet hikayesi vardır ki onu da başka zamana artık.

    4 yıl sonra gelen edit: ayşe teyze 2 yıl önce vefat etmiş. mekanı cennet olsun. annem dün tarabya'da kızını görmüş o söylemiş. içimde bir şeyler cız etti. hayat kısa kuşlar uçuyor.

  • 4 yaşından daha büyük değilim. diş hekimi annem, ben küçük olduğum için evimizin bir bölümünü muayenehane olarak kullanıyor. bir gün yaşlı bir dede geliyor. elma şekeri yanaklarından yaşlar akıyor, belli ki çok ağrısı var. annem hemen gerekenleri yapıyor, ağrısını dindiriyor. ama dedenin gözleri kurumak bir yana, barajlar dolduruyor. çocuk aklımla çözemiyorum n'oluyor, acaba o da diğer hastalar, çocuklar gibi korkudan mı ağlıyor. peki neden gözleri-yaşları yerde, anneme dualar mırıldanıyor? sonradan öğreniyorum tedavi bedelini ödemeye gücünün yetmediğini. ve hatırlıyorum, yine gözleri yerde, bana, sattığı elma şekerlerinden verdiğini. ve unutmuyorum, ertesi sabah, ertesi hafta, ve onun da ertesi haftalar, kahvaltıda o dedenin köyünden gelen kar beyaz yumurtalar yediğimizi.

    aradan bir sene kadar geçiyor. televizyon izliyoruz. dışarısı kar fırtına. kardan adam yapmak için havanın az biraz durulmasını beklerken biz, kapı çalınıyor. kapı açma heveslisi ben, uça koşa kapıyı açıyor şaşkınlıkla bakıyorum. "aa o dede", yanaklarından tanıyorum. ellerinde yine elma şekerleri, bembeyaz köy yumurtaları. ama bir şey daha var bu sefer; bir çok insanın ödeyemeyeceği, kimisinin de ödeyebileceği halde, dişlerini yaptırdıktan hemen sonra kayıplara karıştığı için ödeyemediği o parayı, ak dede, pembe yanak dede, elma şeker satan, köyünden gelen yumurtalardan torunlarına üç-beş arttıran dede, gece gündüz demeden çalışıp, belki biraz daha ağarıp, biraz daha kızarıp biriktirmiş, parayı anneme uzatıyor. gözleri hala annemin gözleriyle buluşamıyor. ağlayacak gibi oluyorum, boğazımda yumruk var, beceremiyorum. anneme bakıyorum, gözlerinde renkler, resimler, kelimeler; ha düştüler, ha düşecekler. "ama ben o parayı sana helal ettiğimi defalarca söylememiş miydim ah amcacım" diyen annem değil, annemin sesi bu değil.

    hala elma şekeri yerken bir tuhaf olurum.

  • sanırım bunun feriştahı bizim okulda yaşanmıştır. efenim olay şöyle oluyor;

    okul bahçesinde maç yapılıyor. yamulmuyorsam bir taraf lise 3 bir taraf lise 2. neyse bu lise 3 sınıfının kalesinde olayımızın kahramını kayahan bulunuyor. ne yazık ki o maçta kayahan efsane goller yiyor, maç farklı bitiyor. saha kenarında ki kızlar da başlarına geleceği bilmeden 'hop hop kayahan kova kayahan' diye tempo tutup gülüşüyorlar. hatta arada top kayahan cümlesi falan da geçiyor. maç sonu aşırı derece kızmış, sinire kesmiş kayahan abimiz gidiyor kızların önüne, indiriyor şortu. sallıyor malzemeyi alın lan buna gülün diyor.

    hala aklıma geldikçe kahkahalar atmama sebep veren bu olay sonucunda kayahan abimiz okuldan atılmıştı. güzel abimizdi vesselam. kızlara ne olduğu konusunda bir bilgim yok.

  • o da bir şey mi!

    fındık, incir ve kayısı üretiminde dünya 1.
    antep fıstığı üretiminde dünya 2.
    ceviz üretiminde dünya 4. süyüz.

    ama halkımız bunların tadını unuttu maalesef. sebebi, yanlış politikalar sonucu liranın değersizleşmesi ve sonucunda alım gücünün azalışı. hepsi ihracata gidiyor.

  • atatürk'ün emriyle, türk dil kurumu özellikle öz türkçe adları derleyip bunları kitapçıklar halinde muhtarlıklara ulaşacak biçimde tüm yurda dağıttı.

    sülale adı olanlar ya da kendi seçenler vs uygun olan isteklerini yazdırdı. isteyen de bu listelerde beğendiğini seçip soyadı olarak aldı.

    bu yüzden çoğumuzun adı arapça-farsça iken soyadlarımız çok büyük oranda türkçedir.

    yaşa atatürk!

    not: sözünü ettiğim kaynak kitap bu. öyküsü de tanıtım bülteninde kısaca açıklanmış. buraya da ekleyeyim.

    --- spoiler ---

    eserin kitap olarak ikinci basımı ise 1935 yılında, ulus-devlet inşası sürecinin en önemli merhalelerinden biri olan soyadı kanunu’nun kabul ve yürürlük tarihiyle örtüşen bir dönemde, dâhiliye vekâleti tarafından yapılmıştır.

    kitap vekâlet tarafından sadece basılmakla kalmamış, ayrıca kitaptan alınan isim listeleri dönemin dâhiliye vekili şükrü kaya’nın talimatıyla anadolu ajansı tarafından gazetelere gönderilerek neşredilmiş, nüfus müdürlüklerine dağıtılmış, 1936 yılında ise kısaltılıp türk adları başlığıyla jandarma genel komutanlığı eliyle üçüncü defa basılmış, bu yolla etkisi en uzak kasaba ve köylere kadar uzanmıştır.

    böylece, bugün türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının kullandığı pek çok soyadının kaynağı olarak belge niteliğinde, batılılaşma ve vatandaşların türk kimliğiyle yeniden tanımlanma sürecinin aynı zamanda ideolojik enstrümanlarından biri olan, kültür politikasının son derece değerli bir verimi ortaya çıkmıştır.

    --- spoiler ---