hesabın var mı? giriş yap

  • evet bu da oldu hem de mecliste..

    chp'li engin altay'ın “ millet aç, millet perişan. midesine sadece kuru ekmek giriyor.” sözleri üzerine a.k. partisi denizli milletvekili şahin tin “ o zaman aç değil demek” diye cevap verdi ve bu rezalet tutanaklara geçti. sinir sistemi sağlam olanların izlemesini öneririm sadece..

    gün geçmiyor ki midenizi bulandıracak, insanlığından utandıracak bir şey yaşanmasın..

    yaklaşık 15 sene önceye kadar; sektirmeden oruç tutan, her gece yatmadan şükreden dua eden, ara sıra da olsa namaza giden insandım. ama yıllar içinde öyle bir hale geldim ki bunca yapılan şeylere rağmen kimsenin belasını bulmadığı gördükçe resmen itikadım sarsıldı, geçtim oruç vs tutmayı artık dilek bile dilemiyorum. bildiğin koca bir nesil bunlar yüzünden dinden imandan soğudu, allah'la bile arasına mesafe girdi..

    hala daha; allah sizi kahretsin demekten başka da elden gelen bir şey yok ne yazık ki..

  • bence filmin adını "autumn'u bulabilmek için summer kaltağıyla geçen 500 gün" olarak değiştirmeliler. dengesiz kevaşe ya, hasta etti beni. lütfen herkes izlesin bu filmi ve uzak dursun böyle karılardan, bilinçlenelim.

  • toplu taşıma araçlarını kullanan biz faniler için genel toplamda çok yararlıdır.evet, a noktasından b noktasına daha hızlı gidersiniz.üstelik turşu kavanozuna tıkışır gibi binmek zorunda olduğunuz ,şeridinde üç otobüse bedel phileasların ola ki cam kenarına yapışma şansına erişirseniz, yanınızdan geçen süper lüks araçlara çeşitli el hareketleri bile yapabilirsiniz.ve hatta tanesine 1.2 milyon dolar ödeyip 150 tane alarak üreticisine hayal bile edemeyeceği bir parayı kazandırırken 'ulan bunları biz niye üretmiyoruz ki' diye sormayan bir insansanız acayip mutlu olursunuz.

    rakamları okuyunca dudağım uçukladı.
    dönen rant'a bakar mısınız?

    mercedes gibi bir firma bunun muadili denebilecek bir aracı bunun yarısına satıyor.ama sen hayır ben hollandadan alacağım demekte ısrar ediyorsun(yalnızca bir kez açan lale soğanlarının da hollanda dan alındığını hatırlayalım).

    eğer amaç insanları gidecekleri yere otobüs kullandırarak daha hızlı ulaştırmaksa, inanın çok çok daha ucuz yolları bulunur.o yolları da, kendisine metrobüs hakkında sorular soran gazeteciye 'biz senin gibi 150 mühendis çalıştırıyoruz' diyen iett genel müdürü çok iyi bilir.hadi o cahil diyelim, o mühendisler ona öğretirler.

    istanbul büyükşehir belediyesinin mevcut yönetiminin acilen cevap vermesi gereken ama asla cevap vermeyeceğini bildiğimiz etik sorular var.

    ben metrobüs tartışması çerçevesinde herkese birşey sormak isterim.ibb son 2 yılda aralarında metrobüs araçlarının da olduğu çok ciddi bir alım yaptı.kendi tanıtım duyurularında bu rakamı 700 küsür olarak açıkladılar, ki bu rakama phileaslar dahil değil bildiğim kadarıyla.şimdi soru şu,siz paris ya da londra belediye başkanı olsanız, ve şehirinize bu çapta bir araç alımı yapmak durumunda olsanız, yüz milyonlarca dolar/euro ödeyeceğiniz firmaya şunu demez misiniz; 'bak arkadaş ben senden şu miktarda alım yapacağım ve bu araçların benim memlektimde yetişmiş, şehirin gereksinimlerini ve kimyasını çok iyi bilen mimarları, mühendisleri, tasarımcıları tarafından şehirimize uygun olarak tasarlanmış, bu şehirin sembolü olacak şu tasarımlardan olmasını istiyorum'.hadi diyelim ki tasarlayamadın, 'şehirime uygun bir tasarım yapmanızı istiyorum'.

    rantı falan bir kenara bırakalım şimdilik.hoş, bırakmasak ne olacak?ben bunun cevabını merak ediyorum arkadaş.ve bunun cevabını da, insanlara ıslak mendil dağıtmayı ciddi bir hizmet olarak duyuran iett genel müdürlüğünün ya da çalışmalarını övmek için tasarruf rakamları yerine, harcama rakamları açıklayan belediye başkanlığının değil, bizzat başbakanın vermesi gerekir ki, kendisinin, mitinglerini, toplantılarını gece gündüz demeden, olumsuz koşullarda takip eden gazetecileri aşağılamak, aynı görüşte olmadığı vatandaşları alenen tefe koymak, yalan yanlış isnadlarla muhalefete giydirmek gibi çok önemli işleri var.

    son sözüm sana istanbullu arkadaş,eğer sen sana söylendiği gibi, istanbulun iki yakasını birbirine bağlayan ve yarı fiyatına yapılabilecek bu işi asrın projesi diye duyuran bu zihniyete eyvallah diyorsan, daha dur arkadaşım!sana daha neler müstehak, o belaların muhteviyatını, onları başına saracak yöneticiler bile bilmiyor henüz.yakında hep beraber öğreneceğiz!

    edit:bu entry yi zamanın ötesine savuran gençler,sizleri pistlerde de görmek isteriz.sana paranı çalıyorlar diyorum, sen 'olsun, onlar bizim partili' diyorsun.o zaman oo yeah

    edit2:imlâ

  • azalarak bitmesini dilediğim izlerken utandığım reklam serileridir.

    komik desen komik değil oyunculuk var desen alakası yok. şu reklamları çeken adam biz ne yapıyoruz diye kendine sormadı mi acaba?

  • tarihteki en büyük ekonomik balon.

    işin ciddiyetini ve çılgınlığın boyutunu daha iyi ifade edebilmek için o dönemde yaşayan ve konuyu araştıran munting isimli yazarın hazırladığı nadir bulunan bir adet viceroy cinsi lale soğanı fiyatı ile ( 2500 florin) neler alınabileceğinin listesini paylaşıyorum :

    4 ton buğday 448 florin
    8 ton çavdar 558 florin
    4 besili öküz 480 florin
    8 besili domuz 240 florin
    12 besili koyun 120 florin
    2 büyük fıçı şarap 70 florin
    4 fıçı bira 32 florin
    2 fıçı tereyağı 192 florin
    yarım ton peynir 120 florin
    bir yatak 100 florin
    bir takım elbise 80 florin
    gümüş bir fincan 60 florin
    toplam : 2500 florin

    kaynak: olağanüstü kitlesel yanılgılar ve kalabalıkların çılgınlığı charles mackay 1841

  • "sahnede eğer bir silah varsa mutlaka patlar." bunu hepimiz biliyoruz.

    gülse birsel de bunu o kadar göstere göstere, gözümüze soka soka yapıyor ki, bir sonraki sahnede ne olacağını anlamak hiç de zor olmuyor.. hatta ne olacağını çözdüğümüz için devamını izlemesi ziyadesiyle sıkıcı geliyor.

    misal;
    orçun, eylem'e içirmeyi düşündüğü kızları coşturduğu söylenen içkiyi cebinden çıkarıyor, eylem'e sesleniyor. birden annesi gelince, o elinde dursa bile görünmeyecek küçücük şişeyi panikle baharatların arasına atıveriyor. (ki cebine geri koyması daha kolay bir hamle olabilirken)

    hee bu demek oluyor ki, onu oradan alamayacak ve annesi onu yemeklere koyacak.

    peki yanıldık mı? hayır? aynen düşündüğümüz gibi de oldu.

    bu kadar mı? tabi ki değil..

    emir hasta yatıyor. rıza'nın deniz'e hediye ettiği orkideden oldukça rahatsız. çiçeğin ortamki oksijeni aldığını ve bu yüzden rahat nefes alamadığını söylüyor. çaktırmadan, deniz görmeden çiçeği terasa koymak için hızlıca çiçeği kapıp terasa çıkıyor. çiçeği masanın üzerine koyuyor. sonra da ne alakaysa çiçeği sulamaya kalkıyor. (çiçeği koy içeri gir, çiçek sulamak da neyin nesi) derken deniz'in sesi duyuluyor. panik yapan emir elindeki suyu nereye koyacağını bilemezken su yere dökülüyor ve koşarak içeri giriyor.

    hee, yere su döküldüğüne göre biri bu suya basıp düşecek.

    bi'şeyler bi'şeyler oluyor, diş ağrısı çeken bora terasa çıkıyor. "heh! suya basıp, kayıp düşecek kişi de geldi" diyoruz hepimiz.

    neden bora? çünkü tüm uğraşlara rağmen dişi çekilemedi, ayağı kayıp düşsün ki, diş kendiliğinden çıksın.

    eee yanıldık mı, hayır!

    çünkü gülse birsel, bir sonraki sahnede ne olacağını şıp diye çözmemizi sağlayacak basit oyunlar kurguluyor. ve bu da bildiğimiz, sevdiğimiz gülse birsel'e hiç yakışmıyor. kendisinden daha yaratıcı kurgular bekleyen bizleri hayal kırıklığına uğratıyor.

    şahsen ben uğruyorum.

  • pala gibi senelerce dağlarda yaşayan bir adamın, polat tarafından -evet tarafından- akvaryumdan japon balığı yakalar gibi yakalanması.

    ölmeden birkaç saniye önce bile "göğsümden sık da vuruşmuş olalım" diyebilecek bir adamı, acaba çok sevildi diye mi öldürdüler, yoksa polat'ı izleyiciye daha güçlü göstermek mi istediler, yoksa gerçekten planlanan süresi bu kadar mıydı pala'nın bilemiyorum.

    pala ile çakır'ın en azından cerrahpaşalıların karşılaştığı, restleştiği, kapıştığı sahneler güzel olmaz mıydı?

    abuzer, pala, cerrahpaşalı halit'i bir odaya kapatsınlar, saatlerce konuşsunlar,

    doğu bey ve aslan amcayı bir odaya kapatsınlar saatlerce derin devlet konuşsunlar,

    karahanlı ve konseyi saatlerce ortadoğu, amerika, türkiye ile ilgili konuşsunlar,

    elif, ömer baba ve nazife anneyi de bir odaya kapatsınlar, bir daha da açmasınlar ne halleri varsa görsünler.

  • hiçbir işe yaramayan, yaptığı bir tane elle tutulur eseri bulunmayan, ağzı bozuk bir mahalle karısı edasıyla konuşan, tüm bu vasıfsızlıklarıyla beraber, beğeni ve kalite yetisinden yoksun türk halkı tarafından şımartılan bomboş bir insandır efenim kendisi. sokaktaki mendil satıcısının ardından "mendilimi ver denyo" diye seslenebilecek kadar kaliteli biridir. kendi milyonlarını sayarken, arkamdan konuştular diyerek garsonları işten attırabilecek toplumsal vicdana sahip biridir.(gerçi tepki toplayınca yeniden işe aldırmış diye duydum.)

    olduğun yeri, senin gibi olan birçokları gibi haketmiyorsun. hatta daha da öteye gideyim, sen orta sınıfın altında biri olarak hayatını idame ettirmesi gereken biriyken, gerine gerine en gözde mekanlarda boy gösterebilecek, en güzel yerlerde tatil yapabilecek paraları kazanıyorsun. insanımız düşünmekten kaçtıkça, insanımız kendini geliştirmek gibi bir dürtüye sahip olmadıkça, insanımız kendine dayatılan tüm bu saçmalıkları reddedebilecek seviyeye erişemediği sürece, siz ve sizin gibiler işte sanatçı diye ortalarda dolanıyorsunuz, dolanacaksınız.

    git bebek'te üç beş tur at sevgili demet akalın. bi'de sinema yap. vasfın o kadar çünkü.

  • + tuvalet?
    - kumun ustunde efendim...
    + oyun?
    - bir yumak verin kafi...
    + capkinlik?
    - gecen sene kisir edildim...
    + referanslar?
    - buyrun, uc adet; her evde en sevilen varliktim...
    + en son isinden ayrilma sebebi?
    - en cok beni seviyordu ev sahipleri, digerlerine haksizlik oldugunu hissettim; bir evin tek hayvani olmak istedim...
    + tamam, bugun baslayabilirsin...
    - ben size uc gun sonra donsem... baska yerlerden de teklif var da, o bakimdan...

  • türkiye de olmaması biraz olsun içimize su serpmiştir.
    bu arada o kadar hızlı sıçılıyor mu yahu? biz iki saat ıkınıyoruz wc de. *