hesabın var mı? giriş yap

  • içine kapanık biri olmasının ve çevresiyle neden konuşmadığının nedeni zaten çok açık. çevresinde dünya görüşü olan bir tane insan olmadığını bilmesidir. etrafında böyle yobaz, cahil cühela takımı varken ne yapacaktı çocuk? tabii ki, telefonla daha farklı dünyaların içinde kendisine bir hayat kurmaya çalışacaktı. olaydan sonra durumunu çok iyi anladık demiş bir de, ulan anladıysan bütün ekşi s*ksin beni.

    ''ben bu cemaatin 25 yıldır içindeyim. kaldığı yerde hiçbir sorun yoktu.'' sorunun zaten ne olduğunu anlayacak zihniyete sahip olmamanız en büyük sorun.

  • atatürk'ü tutma noktasına gelmişmiş. kötü bir şey gibi söylüyor bunu.
    sen tutma atatürk'ü ahmet altan, sen o kodeste otur başka bi şeyi tut. umarım çürürsün içerde.

  • ömür boyu yüreğinize takılan büyük yumru.
    ne yapsan geçer, ne yapsan hatırlamazsın, sırrı yok..
    o’nun olmadığını bilerek yaşamanın rengi ruhsarı yok…

    yapma derdim..bu kadar hızlı kullanma, "bir yanım böyle ölmek istiyor" derdin hep…

    o gece kavga ettik , meydandaki fırının önünde.. bas bas bağırdım sana. gençtim, hatta hala içim çocuk, “gözüm görmesin seni dedim”. o kadar emindim ki ertesi gün göreceğimden…doğumgünümdü, kıyamazdın..
    gençtim, o kadar fevriydim ki…pişman olmanın ne demek olmadığını bilmiyordum henüz.
    o kadar emindim ki…sinirle uzaklaştım yanından, son defa kokunu bile duymadan, sarılmadan…

    ertesi sabah şarkı söyleyerek uyandım barış.
    kapının önünde seni ya da çiçeğini göreceğim diye oyalandım, nazlandım.
    ölüm soğukmuş, ölüme nazlanılmıyormuş.
    neşeyle atladım merdivenleri, hep buluştuğumuz yere gidecektim ve sen orada bana sürpriz yapacaktın hesapta…yokuşu inerken biri geldi nefes nefese koşarak..“ duydun mu? ” “barış yoğun bakımda…” ben o anki bakışımı bir daha bakabilir miyim barış?
    nasıl arabaya bindim.. nasıl hastaneye geldim…

    eve gidince babana anlatmışsın beni. “görmek istemiyor beni” demişsin. göstermediler seni bana. son bir defa tutturmadılar ellerinden. diyemedim..bilemezdim..diyemedim…
    cenazeni, toprağını bile elleyemedim..bilemedim..böyle olacağını bilemedim…görmeyeceğimi bilemedim..

    hışımla çıkmışsın evden. motora atladığın gibi edremit e gitmişsin. dövme yaptırmışsın.
    sol göğsünün üzerine bir kalp. içine de adımı yazdırmışsın..bilemedim..bir hışımla dönmüşsün. tam da “barış yoğun bakımda” dedikleri yerde savrulmuş motor. paramparça olmuş. bilerek mi yaptın? bir yanın hep gitmek isterdi..hep gitmek. bilerek mi gittin..
    hastanede ailenden uzak bir köşeye çökmüşken duydum annenin feryadını. yanmaz mı, o yürek yanmaz mı?..benden bilmez mi, haksız mı..

    senden sonra doğumgünlerimi kutlayabilir miyim ben barış?
    sevinebilir miyim doğduğuma?
    affet beni..bilemedim..
    adımı karıştırıp tenine, gideceğini bilemedim…
    son bir defa “seviyorum” diyemedim…

    edit: 8 sene önce yasanmıştır ve tamamen gerçektir..keske olmasaydi ama gercek.

  • herkes gibi olmak; hiçbir farkının olmaması demektir. bu hep kötülenir aslında. oysa güzel de bir tarafı var bence.

    eminim çoğumuz yaşamımızın bir döneminde, özellikle de ergenlikte, çok özel olduğumuzu, kimsenin bizi anlamadığını, dünyanın tüm yükünü omuzlarımızda taşıdığımızı düşünmüşüzdür. ergenlik biter ve yetişkinlik başlar. aslında bizden çok vardır. hiç özel değilizdir. kurduğumuz büyük hayallerin bir kısmının hiç gerçekleşmeyeceğini fark ederiz. sabah 8 ile akşam 6 arasında çalışacak, yaşımız geldiğinde evlenecek, çocuk sahibi olacak ve önümüzdeki 30 yıl boyunca da aynı şeyleri her gün yapmayı sürdüreceğiz büyük olasılıkla. bazen bazı insanların gözünü korkuyor bu düşünce. benim hep korkuttu nedense.

    eh, ergenlikteyken özel bir insan olduğumu düşünürdüm ben de. ilk yetişkinlik yıllarımda bu düşüncenin aslında ne kadar yanlış olduğunu fark etmemle bir hayal kırıklığı yaşadım. 60 kişilik sınıfta ders dinlediğim bir gün "beni bu insanlardan ayıran nedir?" diye sordum kendime. sonra bunu gittiğim başka derslerde, kahve içtiğim mekanlarda, devrim'de otururken yineledim. resim çiziyor olmam bir fark yaratabilirdi; ama 10-15 metre ötemde oturup gitar çalan arkadaş dünyaya o anda benden daha fazla katkı yaptığı için onun en azından o an için daha özel olduğuna karar verdim. özel değildim. bunu kabullenmiştim. herkes gibi olmadığımı da biliyordum; çünkü cins bir insandım ve bundan hoşlanmıyordum. yıllarca dışarıda kaldığımı hissettim. insan kendi kendini nasıl dışlar ki? yeni tanıştığınız ya da pek iyi tanımadığınız insanlarla sohbet ederken gerilirseniz, her sohbetinizi siyasi ya da bilimsel tartışmaya çevirirseniz, popüler kültürü beyniniz hiç ama hiç öğrenmezse ister istemez sohbet dışında kalıyorsunuz. özel değildim. bunu kabullenebilirdim; ama sıkıcı ve cins olmak zorunda mıydım? her sohbeti bilimsel bir dayanağa oturtmaya çalışmazsam yaşam daha kolay olabilirdi aslında.

    üstelik anlatmak istediklerim bunlar bile değildi. türkiye'de kaldığım 3 hafta boyunca kendimi gözlemledim. yine. yurtdışında yaşamak ders öğrenmek, türkiye'ye dönmekse öğrendiklerimden sınava girmek gibi. kendimi bazı açılardan daha olgun bulmak sevindiriciydi. arkadaşlarımın yaşamlarından biraz çıkmış olmaksa yüreğimi acıttı. aileme, arkadaşlarıma baktım. her gün işe gidiyorlar. akşam dönüyorlar. gitmeden önce tekdüze gelen şeylerin aslında o kadar da kötü olmadığını düşündüm. arkadaşlarımla oturup sohbet ettim. onların dertlerini dinledim. kendiminkileri paylaştım bir miktar. herkesin kendince bir sürü sorunu olduğunu, inişler ve çıkışlar yaşadıklarını gördüm. son 1 yılda öylesine tek başımaydım ki insan olmanın anlamını yitirmişim sanki. herkes gibi olmakmış. kalabalıklar içinde biri olmak ya da herkes nereye gidiyorsa oraya koşmak değil bu. herkes gibi olmak; ölümlü olmak demek. gülümsediğin günlerin yanı sıra ağladığın günlerinin de olması demek. yalnızlık çekenin tek sen olmaması demek. ilk ayrılanın sen olmadığı gibi, son ayrılanın da sen olmayacağı demek. senin de özlemen demek. annenin ölmesinden senin de korkuyor olman demek. koca bir sınıfta "acaba özel miyim?" diye düşünen, ama bunu hiç dile getirmeyen bir sürü insandan biri olmak demek. farklı bir yol izleyen yalnızca sen değilsin demek. sıkıcı olduğunu düşünen ve bu yüzden konuşmaktan çekinen de yalnızca sen değilsin demek. bunları bilmek insanı rahatlatıyor.

    çok tuhaf ama, insanlar herkes gibi hissettiklerinde bundan hoşlanmazlarken ben herkes gibi olduğumu hissettiğimde huzurlu hissediyorum. herkes gibi olmaktan farklı şeyler anlıyoruz belki de, kim bilir.

  • acayip bir atmosfere sahip olan terk edilmiş köy.

    bozdağ eteklerinde, çam ağaçlarıyla kaplı yollardan geçilerek ulaşılan, yemyeşil bir vadiye kurulmuş köy. 30 yıldır ise göç vere vere hayalet köye dönüşmüş.

    köyün yolu yakınlardaki baraj inşaatı sebebiyle çakıl, toz kaplı. ödemiş'ten sonra mesafe kısa olsa da biraz vakit alıyor ulaşmak.

    köyde yaşayan 5-6 kişi kalmış. bunlardan birine rastladım köyde dolaşırken. yaşlıca bir teyze. geceleri çok tenha oluyor buralar, korkuyorum dedi. diyemedim ki gündüzü zaten fazlasıyla tenha teyzecim.

    evlerin çoğu bakımsızlık ve yalnızlıktan yıkık, viran. ama hala çok güzeller. taş-ahşap karışımı doğal, geleneksel mimarileri ile güzel bir manzaraya sahip.

    yolu ödemiş tarafına düşen olursa, çıkıp gezmelerini tavsiye edebilirim. ilginç bir deneyim olacağına eminim.

  • kiracılara hayırlı olsun. vergiyi de öderler artık.

    edit: hakikatten çok mal var piyasada. “taban'a yayılacak” dendiğinde kastedilen taban sizsiniz çocuğum, ev sahipleri değil. bu kadar da salak olamazsınız ya.

  • özel isimle sözlük nicki alınmasının yasaklanması gerektiğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

    rahmetli fransız oyuncu marie trintignant hakkında bir şeyler okumak isteyenler, başlığı açtığında ekseriyetle saçma sapan bir sözlükçü ve 70 bin dolar hakkında yazılanları görecek.