hesabın var mı? giriş yap

  • rezil lob city devrinin kapandığı chris paul takasından 2 sezon sonra batı'nın en büyük şampiyonluk adayı olmayı başaran takım. biraz da bu sürece bakalım.

    2011'deki chris paul takasıyla başlayan lob city devri asla beklenenleri veremedi. bu tayfanın sac ayakları olan chris paul ve blake griffin'in sakatlık müptelası olması ve özellikle griffin'in bir türlü beklenen düzeye ulaşamaması bu yapılanmayı hep topal bıraktı. 6 sene boyunca playoff gördülerse de bu süre zarfında konferans finali dahi göremeden elendiler. ve 14 haziran 2017'de jerry west'i yönetime getirdiler. jerry west ise 2011'de yarattığı golden state warriors yapılanmasından sonra yeni bir vizyon ortaya koymaya hazırdı.

    28 haziran 2017: takımın bir türlü istenilen eşiği atlayamamasından rahatsız olan süperyıldız chris paul'u montrezl harrell, lou williams, sam dekker, kyle wiltjer, patrick beverley, darrun hilliard, deandre liggins ve 2018 1.tur hakkı karşılığında houston rockets'a yolladılar.

    6 temmuz 2017: houston rockets'tan aldıkları 1.tur hakkını jamal crawford ve diamond stone'la beraber atlanta hawks'a yollayıp üçlü takas sonucu denver'dan sign and trade ile bir türlü beklenilen eşiği atlayamayan danilo gallinari'yi kadrolarına kattılar.

    29 ocak 2018: los angeles clippers'ı bugün olduğu yere getiren gün. yazın 5 yıllık maksimum kontrat verdikleri ancak habire sakatlanıp eski fırtına gibi haline dönme sinyallerini vermeyen blake griffin'i, willie reed ve brice johnson'la beraber detroit pistons'a yolladılar. karşılığında ise boban marjanovic, tobias harris, avery bradley, 2018 1.tur hakkı ve 2019 2.tur hakkı aldılar.

    7 şubat 2018: lou williams ile 3 yıl 24 milyon dolarlık bir uzatma imzaladılar. son sezonu olan 2020-2021 sezonu 1.5 milyon dolar garantiliydi, yani clippers 2020'de 1.5 milyon dolar verdikten sonra lou williams'ı serbest bırakma hakkına sahipti.

    2017-2018 sezonu sonunda 42-40'lık derecelerine rağmen batı 10.su oldular ve playoffa kalamadılar.

    21 haziran 2018: playoffa kalamadıkları bir sezonun ardından detroit'ten gelen 12.sıra hakkı ile miles bridges'ı, kendi haklarıyla ise 13.sıradan jerome robinson'ı seçtiler ve ekim 2017'de sakatlanmadan önce draft sıralamalarından 1.sıradan seçilmesine kesin gözüyle bakılan michael porter jr'ı 2 defa atladılar. aynı gece miles bridges'ı 2 2.tur hakkı ile beraber charlotte hornets'e takasladılar ve 11.sıradan seçilen shai gilgeous alexander'ı aldılar. bu draftten sonraki sezon olan 2018-2019 sezonunda shai gilgeous alexander en iyi 2.çaylak beşi'ne seçilirken michael porter jr forma giyemedi.

    29 haziran 2018: yönetimden maksimum kontrat isteyen deandre jordan opsiyonunu kullanmayarak serbest kaldı. böylece lob city döneminden kimse kalmadı. kendisine kontrat verilmemesinin ne kadar doğru bir karar olduğunu deandre jordan'ı deli gibi isteyen, hatta 2015'te uğruna savaşa giren dallas mavericks'in sadece 7 ay sonra kristaps porzingis takası için şutlaması ispatlayacaktı.

    6 şubat 2019: blake griffin takası ile aldıkları ve all-star düzeyinde oynayan tobias harris'i boban marjanovic ve mike scott ile beraber philadelphia 76'ers'a yolladılar. karşılığında ise landry shamet, wilson chandler, mike muscala, 2020 1.tur hakkı, 2021 1.tur hakkı (miami heat'in) ve detroit pistons'ın 2021 ve 2023 2.tur haklarını aldılar.

    7 şubat 2019: gene blake griffin takasında aldıkları avery bradley'i jamychal green ve garrett temple karşılığında memphis grizzlies'e yolladılar. bu hamle ile 2019 yazına hazırlandıklarını iyice gösterdiler.

    7 şubat 2019: los angeles lakers'ı müthiş bir şekilde kerizleyerek philadelphia'dan gelen mike muscala'yı yollayıp karşılığında ivica zubac'ı ve michael beasley'i aldılar.

    2018-2019 sezonu sonunda tobias harris'in de takasla gönderilmesiyle gene playoff dışı kalması beklenen takım beklenmedik bir biçimde sezonu 48-34'lük derece ile bitirdi ve 8.sıradan playoffa kaldı. daha da ilginci ise ilk turdan eşleştikleri ve kendilerini süpürmesi beklenen golden state warriors'a karşı 2 galibiyet almayı başardılar.

    30 haziran 2019: geçirdikleri acayip sezonun ardından patrick beverley ile 3 yıl 40 milyon dolarlık bir kontrat yaparak takımda tuttular.

    2 temmuz 2019: gösterdiği müthiş performanstan dolayı lou williams'ın kontratını tamamen garantili hale getirdiler. 2020-2021 sezonunda da lou williams'ın clippers'la sözleşmesinin devam edeceği kesinleşti.

    ve dün 5 temmuz 2019: kawhi leonard'ı serbest piyasadan 4 yıl 142 milyon dolarlık bir kontratla kadroya kattılar, üzerine shai gilgeous alexander, danilo gallinari, 2022 1.tur hakkı, 2023 1.tur hakkı (korumalı), 2024 1.tur hakkı, 2026 1.tur hakkı, 2021 1.tur hakkı (miami heat'in) ve 2023 ve 2025 1.tur değişme hakkı vererek oklahoma city'den paul george'u kadroya kattılar.

    son olarak bugün 6 temmuz 2019: kelepire kaptıkları ivica zubac'ı 4 yıl 28 milyon dolarlık bir uzatma ile kadroda tuttular. beverley ve williams'tan sonra bir güven verici hamle daha yapmış oldular.

    sadece 2 sezon boyunca doğru planlamayla, doğru takaslarla ve oyunculara verilen sadakat ve gösterlien değerle bir nba takımının nereden nereye gelebileceğini yansıttı los angeles clippers. kimsenin yüzüne bakmadığı montrezl harrell bugün ligin en iyi 6.adamlarından biri, lou williams artık all-star kadar saygı görüyor, patrick beverley gibi düz bir gard artık her takımın isteyeceği çok önemli bir parça. lakers'ın 5 kuruş değer vermediği ivica zubac aslanlar gibi bir pivot oldu, philadelphia'nın 8. veya 9.oyuncusu olacak olan landry shamet gene önemli bir parça oldu. bu iskeletin üzerine 2 tane de süperyıldız ekleyerek en baba takımlardan biri oldular an itibariyle.

    ne diyeyim, şapka çıkarmak lazım.

    edit: shai gilgeous alexander takasını düzelttim, tersten yazmışım. @juvares'e teşekkürler.

  • yerli malı diyorsunuz da bizim çocukluğumuz yerli malı haftaları ile geçti.

    türkiye'de bizim nesillerde, ister köyde olsun ister şehirde, yerli malının önemini bilmeden büyüyen bir tane çocuk bulamazsınız.

    bilin bakalım bu uygulamayı kim kaldırdı ? güya milli eğitimi ab seviyesine getireceklerdi.

    şimdi yırtınıyorlar yerli ve milli diye.

    israil protestosu başka konu ama bunu yerli malına bağlayacak en son kişi bunlar.

  • adı milliyetçi hareket partisi olan, en önemli kuruluş ilkesi milliyetçilik olan parti'nin, ülkemizin araplar tarafından istila etmesine sessiz kalması hatta mültecilerden yana taraf olması durumudur. hayırdır milliyetçi hareket partisi ummetci hareket partisi oldu da haberimiz mi yok?

  • içinde un ve şeker olan her şeyi hayatımdan fırlatıp attıktan sonra elde ettiğim başarıdır.

    bu kararımın öncesinde, bitmek tükenmek bilmeyen bir kilo mücadelem ve bu mücadeleme rağmen kurtulamadığım bir göbeğim vardı.

    göbek derken, normal bir göbekten değil, belimin etrafını 360 derece sarmış olan bir otomobil lastiğinden bahsediyorum..

    ve bu hiçbir işe yaramayan kilo mücadelemde sabahları, yulaf ezmesi ile süt veya 3 haşlanmış yumurta ile iki dilim kepekli ekmek yiyordum..

    öğlenleri, ev yemeği türünden bir yemek ya da etli veya tavuklu bir salata ile iki dilim kepek ekmeği yiyordum..

    akşamları ise yine öğlen yemeğindeki gibi bir yemek ve yine iki dilim epek ekmeği yiyordum fakat, kendimi sürekli aç hissediyordum.

    dolayısıyla, bir taraftan bu yemek düzeni ile zayıflama savaşı verirken, diğer taraftan da sürekli birşey yeme isteğime hakim olmaya çalışıyordum ama çoğunlukla olamıyordum.

    düşünün, sabah sekizde üç haşlanmış yumurta ile iki dilim kepek ekmeği yemişsin, saat 11.00 olduğunda tsunami gibi bir açlık hissi geliyor üstüne üstüne ve sonra, öğleni zor ederek saat 12.00 gibi öğle yemeğini yiyorsun ama bu defa da yemek sonrasında feci bir tatlı isteği başlıyor..

    direniyorsun, yemiyorsun, ama sonunda yiyorsun.

    yemekle de bitmiyordu yaşadığım sıkıntılar çünkü, her yemekten sonra üzerime çöken uyku isteği yüzünden, yaşayan bir ölü gibi hissediyordum kendimi.

    sonunda öyle bir hale geliyor ki insan, yemişim diyetini diyor ve sabahları poğaça, açma, börek, öğlen ve akşamları ise doyana kadar yemek devri başlıyor.

    yedikçe şişiyorsun, şiştikçe yiyorsun ve her gün biraz daha çirkinleştiğini gördüğün halde, hiçbir şey yapamıyorsun.

    tam olarak böyle bir durumdayken, sordum kendi kendime, beni en çok krize sokan şeyler ne diye..

    bu sorunun cevabını, yıllardır biliyordum aslında ama, cevap işime gelmediği için, sormuyordum kendi kendime.

    sonunda sordum ve cevabı da kabul ettim.

    sorunun cevabı, şeker ve undu.

    bu iki beladan kurtulamazsam, bedenimi sarmış olan yağlardan kurtulmanın hiçbir yolu yok dedim kendi kendime çünkü, her ikisinin içine neler ekleniyorsa, uyuşturucu gibi müptelası olmuştum, şeklerli ve unlu olan her şeyin.

    bu kararımın sonrasında, yemek düzenimi sil baştan değiştirdim.

    sabahları iki büyük kapya biberi dilim dilim kesiyorum, bunun içine de 4 adet küçük salatalık doğruyorum ve bunlarla birlikte, iki dilim beyaz peynir yiyorum,
    üstelik en sevdiğim türü olan yağlı ezine türünden.

    tabii ki, ekmeksiz olarak.

    veya, tereyağı ile 3 yumurtalı bir omlet yapıyorum ve mevsim yeşillikleri eşliğinde yiyorum, baş düşmanım olarak kabul ettiğim ekmeği, aklıma bile getirmeden.

    öğlenleri ise et, balık, tavuk veya hindi yiyorum, yanında domatessiz (hormonlu ve şeklerli olması nedeniyle) zeytinyağı, limonu, sirkesi, maydanozu bol olan bir yeşil salata ile, yine ekmeksiz olarak.

    akşamları da yine, öğlen menümdeki seçeneklerden birini tercih ediyorum, ekmeği hiç düşünmeden.

    sonuç ?

    öğün aralarında yaşadığım acıkma krizleri bitti, acıkma krizlerinin arkasından gelen tatlı krizleri gitti, tatlı yedikten sonra gelen uyku isteği, göz kapaklarımı terk etti.

    çünkü, unlu ürünler şeker isteğini, şekerli ürünler acıkma isteğini, bu ikisi de uyku isteğini tetikliyor.

    dolayısıyla, un ve şeker adlı endüstriyel zehirlerden kurtulduğunuzda, bedeniniz de sağlıksız, çirkin görüntüsünden kurtuluyor.

    ve bu kurtuluşla birlikte, bir türlü veremediğiniz kilolar gidiyor çünkü, bedeniniz kendisi için gerekli olan besinleri aldığında, başka birşey istemiyor, sizi deli etmiyor.

    sonrasında ise, başlıyor bedeninizdeki yağlar yanmaya..

    bir bakıyorsunuz, 55 günde 117 kilodan 97 kiloya düşmüşsünüz..

    üstelik, spor yapmadan, günlük hayatınıza aynen devam ederek..

    şimdiki hedefim, 85 kiloya inmek ve o kiloda kalmak.

    önce 90 kiloya ineceğim ve sonra spora giderek, son 5 kiloyu da spor eşliğinde vereceğim.

    sonrasında ise, un ve şeker adlı iki hayat düşmanını bir daha aklıma bile getirmeyeceğim çünkü, bu ikisinin var olduğu bedenlerde, sağlık ve güzellik olmaz, olsa da kalıcı olmaz, olmuyor.

    yaşadım, biliyorum.

    olmuyor, olmaz, olamaz.

    edit :

    bu entry tarihinden 21 gün sonrası (bugün) itibarıyla, 85 kiloya inebilme hedefime adım adım ilerliyorum.

    ve bu süreçte, şaşırtıcı olaylar olmaya devam ediyor.

    mesela, on beş dakika yürüsem basınçtan patlayacakmış hissi veren ayaklarım halen aynı ama yürüdüğüm mesafeler aynı değil.

    aynı değil de ne kadar derseniz vereceğim örneği izmirliler bilir, pasaport iskelesinden inciraltı'ndaki arabalı vapur iskelesine kadar hızlı tempo olarak gidiyorum ve dönüyorum ki, bu yürüme, 3 saat civarı sürüyor.

    bu mesafeyi istanbul diline çevirirsek, kadıköy'den fenerbahçe'ye kadar gidiş geliş gibi düşünün.

    devam edelim..

    mesela, kollarımın üzerindeki kahverengi geniş lekeler..

    herkes yaşlılıktan diyordu sanki 70 yaşındaymışım gibi ama yaşım aynı, lekelerin hepsi gitti.

    mesela, cildimdeki kuruluğun gitmesi ki bu, yüzümde inanılmaz boyuttaydı.

    mesela, bacaklarımda olan şişlik ki bu ödemden başka birşey değildi, onlar da komple gitti.

    mesela, tatlıya ve unlu mamüllere karşı olan olağanüstü ilgim..

    bakın azaldı demiyorum, komple bitti.

    bu arada;

    paylaştığım bu süreç sonrasında çok sayıda yazar arkadaştan mesaj aldım, vaktimin elverdiğince tek tek cevapladım, aynı başarıyı kendilerinin de elde edebileceğini söyledim ve buna, kesinlikle inanıyorum.

    bir de paylaştığım bu süreçle ilgili yazılan entrylerin bazılarına cevaplarım olacak..

    yalandır diyenler var..

    güldüm geçtim..

    çok sağlıksız, çok zararlı diyen var..

    hayatımda hiç olmadığım kadar dinç ve güçlü hissediyorum kendimi.

    inanılmaz diyenler var..

    evet ama inanılmaz olanları da hep inananlar başarır ve bu herkes için geçerli, bana özel değil.

    bu ketojenik diyet, haberi yok diyenler var..

    ben diyet yapmıyorum, yeme içme alışkanlıklarımı sonsuza kadar değiştirerek, içinde un ve şeker olan herşeyi hayatımdan çıkarttım.

    siz bunu isterseniz ketojenik diyet olarak adlandırın, isterseniz daha yaratıcı adlar bulun fakat işin gerçeği bu.

    un ve şeker, sağlığın baş düşmanıdır ve bu düşmanların bedeninize girmesini engellediğinizde, bunların neden olduğu yıkıcı savaşlar da sona eriyor bedeninizde ki ben bunu, bizzat kendi bedenimde gözlemliyorum.

    şişmanları aşağılıyor diyenler var..

    vallahi kimse kusura bakmasın ama bir insan için iki şey çok kötüdür. 1- pişmanlık 2- şişmanlık

    bende birincisi hiç olmadı ama ikincisi yüzünden hayatım her yönden hiç olmadığı kadar zorlaştı.

    yani düşünün..

    benim şu an itibarıyla verdiğim kilo 25 ve bu iki adet dolu aygaz tüpü artı, bir kilo demek.

    madem öyle, bir kilo ağırlığı boynunuza asın, sağ ve sol elinize de birer dolu aygaz tüpü alın ve öyle gezin gece gündüz, ne diyeyim..

    ve buna rağmen şişmanlık iyi birşey diyen varsa, ben de allah akıl fikir versin diyorum.

    bu arada birkaç detay vermek istiyorum, yediklerimle ilgili olarak..

    salatam sadece ıceberg ve maydanozdan oluşuyor ve bir orta boy iceberg marulun içinde iki demet maydanoz doğruyorum çünkü, maydanoz vücuttaki ödemi atmaya yardımcı olması, "tok tutması" ve diğer birçok faydası nedeniyle, hayatınızda daima var olması gereken bir mucize.

    salatamın içine domates koymamanın nedeni, yediklerimizin domates değil, domates görünümlü kimyasal toplar olması ve içinde şeker de bulunması.

    salatamın zeytinyağı ile birlikte olmazsa olmazları ise, hem limon, hem sirke.

    her salataya bir limon ve yarım kahve fincanı kadar sirke ekliyorum.

    çok önemli bir diğer detay da günde asgari 3 litre su içiyorum ki bu, hayat sigortam resmen.

    bu miktarın 1.5 litresini "sade" olarak eve geldiğimde yatana kadar, 1.5 litresini ise "içine bir limon sıkarak" gün boyunca içiyorum.

    sabahları aç karnına bir nescafe içiyorum, bağırsak çalışmasını gerçekten hızlandırıyor.

    kahvaltı sonrasında ise bir fincan yeşil çay içiyorum, bu da metabolizmayı koşturuyor.

    evet, diyeceklerim şimdilik bu kadar..

    gelişmelerle ilgili olarak, ileride tekrar bilgi vereceğim.

  • muazzez ersoy'un kendisine ithafen seslendirdigi parcadan bir kisim..

    ...
    sakın bir söz söyleme,
    yüzüme bakma sakın
    sesini duyan olur...

  • cevabi belli olan sorudur. 15 yildir tek bir siyasi rakibinin karsina cikmaya cesaret edemeyenler simdi de cesaret edemeyecektir.

    bunun yerine, patronlara santaj yaparak ele gecirdikleri medya'da karsilarina 3-4 tosuncuk alip ellerine de soracaklari sorulari vereceklerdir.

  • ağır suç. cezası da ağır olmalı ama hiç ceza alan duymadım. oysa biliyoruz ki yaygın.

    babanız maliye bakanıdır, şu tarihte mısır ithalatında verginin katlanacağını biliyorsunuz ve binlerce ton mısır ithal ediyorsunuz, sonra mısır ithalat vergisi artıyor. siz daha ucuz maliyetle ithal ettiniz, rakipleriniz daha pahalı. kazancınız milyonlarca lira. ama size bir şey olmuyor. hiç bir müfettiş, maliyeci, savcı bu işlemde şaibe göremiyor. üstelik anneniz de rabbiyle telepati yoluyla direk iletişime geçebiliyor. tanıdık geldi mi size?
    gavur bunu ağır suç sayıyor, cezası da itibar kaybı da muazzam.
    gavurun karısı örtülü değil diye ahlaksız bizim bakanın garısı örtülü deyü namıslı ha. yuh!

  • şu hayatta cevabını en çok merak ettiğim şeylerden biri de bu. diğeri de kitapların önsözünün birileri tarafından okunup okunmadığı. ben, kitabın sahibinin de, editörün de, yayıncının da okumadığını düşünüyorum.

    peki neden övgü bekliyor çayı şekersiz içenler. ne yapmamızı istiyorlar. madalya mı takalım, ayağa kalkıp alkışlayalım mı, torpil mi patlatalım, kızkaçıran mı yakalım, çatapat mı gömelim ne yapalım istiyorlar. böyle bir vakur duruşlar, poz kesmeler, takdir beklemeler falan. gerçekten çok sinir bozucu. hayır 2 tane küp şeker harcamadık diye memleket mi kalkındı. peki benim şeker pancarı üreten köylüm ne yapacak, nasıl geçimini sağlayacak. üç beş tane entel mutlu olacak diye köylümüzü yedirmeyiz arkadaş. şekerli çay içmiyorsanız gidin dağda yaşayın.

  • oglum bir kahveden de insan tespiti yapmayin artik. nedir ya, 4 liralik 300ml sividan bahsediyoruz. milletin isi gucu yok sabahtan aksama kadar milletin yedigine ictigine, giyinimine bakip "haci bu soyle bir kiz, su boyle bir erkek" hayat bu mu simdi? birak starbucks icen tikky, kahve dunyasi icen kezban.

    ne rahatsiz milletiz ya biz.