hesabın var mı? giriş yap

  • türkiye cumhuriyeti’nin eski sağlık bakanı prof. dr. recep akdağ'ın, “keneden korunmak için pantolon paçalarını çoraba sokun” buluşudur şüphesiz.

  • 1 dakikadan fazla konuşan herkese katılıyor. en sevdiği şey fikir onaylamak.

    - artık beşiktaş'ın bu takım olma sorununu aşması lazım şansal.

    - % 100.

    - sorun sadece guti değil.

    - kesin.

    - benzer sorunlar gassarayda da var.

    - sana % 1500 katılıyorum hocam.

    şansal abi, bari katılırken verdiğin oranlara dikkat et, gözünü seveyim. bir de sürekli "hanki" diyorsun abi "hangi" olacak o. bir de yaptığın her yorumdan sonra soru soracakken "bilmem katılır mısın" diye başlıyorsun, gerek yok. bir de markus'a çok takılıyorsun abi, adam alman adam sağı solu belli olmaz, her yorumuna, her soruna "ya natürlih" diye cevap vere vere dağ gibi adam eridi gitti.

  • amk şöyle ilanlarda eşşek kadar "kargo bedava" yazmıyorlar mı, ifrit oluyorum.

    30 bin lira verip bisiklet alıyorum, kargo bedava diyon hacı ya. vereyim 200 lira daha sus.

  • günümüz türkiyesindeki kızların atasıdır. kültürel donanımı ve maddi gücü yoktur ama hep en iyisini arar. iyisini bulsa bile daha iyisi vardır mantığında hareket eder. kendince en iyisini bulunca da kompleks yapıp partnerine eziyet etmeye başlar. hacerler sıkıntılı tiplerdir. size selam verdiği an ortamdan uzaklaşın.

  • filmi izlemedim ancak seri katil hakkında birkaç kelam etmek istiyorum.
    rodney alcala, 1943 doğumlu ve john berger&john burger takma isimlerini kullanıyor cinayetlerini işlemeden önce. bu ibne babası bunu terkettikten sonra ailesiyle birlikte los angeles'a yerleşiyor yani babasız büyüyor. zaten seri katiller bizim uzman psikologlar tarafından l koltuğa uzatılıp geçmişlerine inilmeye çalışıldığında geçmiş yaşantısında muhakkak bir aile travması olduğu gerçeğine varıyor, neyse. rodney orduya giriyor, yazıcı yapıyorlar bunu sonrasında ordudan kaçıyor. ordunun psikolojları bunun hakkında çalışma yapınca ağır rdm olduğu anlaşılıyor şaka şaka asosyal kişilik bozukluğu teşhisi koyuyorlar. sonrasında üniversiteye giriyor ve üniversite okuduğu dönemlerde 8 yaşındaki bir çocuğa tecavüz suçlaması ile polis denetimine giriyor. zaten bu olaydan kaçmayı başardıktan sonra john berger ismini kullanmaya başlıyor.
    cinayetlerine gelecek olursak, 1977'de jill barcomb adlı bir kızı öldürerek ilk cinayetini gerçekleştiriyor. sonrasında;
    1977 georgia wixted
    1977 charlotte lamb
    1977 jill parenteau
    1977 pamela jean lambson
    1977 christine ruth thornton ( cesedi 1982 yılına kadar bulunamadı ve öldürüldüğünde 6 aylık hamile olduğu otopsi sonucunda belli oldu)
    1979 robin samsoe (12 yaşında). bunların yanında yamulmuyorsam 2 cinayetten de şüphelenildi ancak yeterli kanıt bulunamadığından suçu ispat edilemedi.
    bu ibne 1979'da yakalandı, 1980 yılında ölüm cezasına çarptırıldı (bunu duyunca oh diyorsunuz ama durun bitmedi) 1984 yılında üst mahkeme kararı bozdu. daha sonrasında ölüm cezası aldı (oh) ve 21 temmuz 2021 yılında öldü. son olarak bu ibne hakkında birkaç enteresan bilgi verdikten sonra entrymi tamamlamak istiyorum.
    - hapse giderken yerlerin kaygan olmasından dolayı kayıt düştü, yaralandı ve bunun için kaliforniya eyaletine dava açtı.
    - hapishanedeyken ona istediği şekilde az yağlı yemek sunulmadığı için kaliforniya eyaletine yine dava açtı (yüzsüz piç)
    - son olarak iddialara göre iq'su 160.

  • eskiler öyle derler... haksız da sayılmazlar hani...

    edit: erkeğin huyu yokluktan varlığa geçince; kadının huyu varlıktan yokluğa düşünce belli olur.

    şunu da ekleyelim;
    “seni iki şey anlatır.
    hiçbir şeyin yokken gösterdiğin sabır,
    her şeyin varken sergilediğin tavır…”

  • türkiye'de devrin, alışkanlıkların, utanma duygusunun ne kadar değiştiğini gösteren saat.

    80'lerin başında elimde tereyağlı ekmek ile sokağa kaçmaya çalıştığım çocukluk yıllarımda annem bana "oğlum, öyle dışarı çıkılmaz, onu alamayanlar var, hem diğer çocukların da canı çekebilir" şeklinde uyarılarda bulunurdu.

    şimdi iste gösteriş, sonradan görmelik ve yüzsüzlük prim yapıyor.

  • simyacılar önceleri, simya altını ile yaşam iksirini elde etmenin peşindeydiler. bu çabalarının sonucunda, bazı ampirik sonuçlar da elde ediyorlardı; ancak önceleri bunlar kendileri için pek önemli değildi. yüzyıllar geçtikçe “ölümsüzlük” düşleri azalıyor, ampirik sonuçlar daha fazla önem kazanıyor ve simya altını, sadece ölümsüzlük iksirini elde etmek için ihtiyaç duyulan bir madde olmanın ötesine geçiyordu. bilim ilerledikçe, simyanın gizemli yanları terk ediliyor ve sonunda, modern bilimin ortaya çıkışıyla simya, “eskiye ait öyküler” olarak tarihe karışıyordu.

    eski doğu kozmolojisinde maddenin, çeşitli oranlarda birleştirilmiş hava, su toprak, ateş ve uzay gibi beş elementten oluştuğu ve madde dünyasının sıcak ve soğuk, yaş ve kuru, pozitif ve negatif, dişi ve erkek gibi karşıt kuvvetlerin etkisinde olduğu kabul edilirdi. makrokozmos ile mikrokozmos arasında bir etkileşim olduğu inancına bağlı olarak, gezegenlerle metaller arasında bir ilişki olduğu kabul edilirdi. buna göre, gümüş, ayın etkisiyle, altın maden filizi güneşin etkisiyle oluşmuş; bakır, venüs’ ün etkisiyle döllenmiş; demir mars, kurşun da satürn tarafından yaratılmıştı. insanın ilk işlediği demirin, “gökten gelen” meteoritler olması ve bunların göğün kutsallığına ait olduğunun kabul edilmesi de, bu inançları destekliyordu.

    ayrıca, madenlerin dünyanın yaratılışı sırasında yaratıldıklarına değil de, yataklarında doğal biçimde büyümekte olduğuna inanılır ve madenler birer “embriyon” olarak görülürdü. eski doğu’ da, ceninin mitlerde ve büyüde önemli bir yeri vardı. vaktinden önce doğmuş olan bu “embriyonlar”ın, yani toprağın altındaki madenlerin tamamının, yeteri kadar beklenilmesi durumunda altına dönüşeceğine inanılırdı. kökeni mezopotamya’ da olan bu inanışlarda, insanın yaşamını önemli derecede etkileyen bir buluşun, tarımın büyük bir etkisi olsa gerek. toprağa ekilen tohumun büyümesi ve ürün vermesi süreçlerini gözlemleyen ve bunu bilimsel olarak açıklayamayan insanın, buna çeşitli anlamlar yüklemesi kaçınılmazdı. madenler de, tohumların ekildiği toprağın altında bulunuyordu ve aynı toprak, pekala bu madenleri de büyütebiliyordi.

    “simya” (alchemy, alchimie) kelimesinin kökeninin, arapça bir kelime olan ‘el-kimya’ya dayandığı, arapça’ya ise çin’den girdiği düşünülür. izlerine ilk olarak mezopotamya’ nın eski uygarlıklarında rastlanan simya, eski çin, hint, mısır, yunan, islam ve ortaçağ ile rönesans avrupası’ nın kültürlerinde önemli izler bırakmıştır.

    çağlar boyunca, simyanın izine rastlanılan tüm kültürlerde, simyanın, çin’ de taoculuk, hindistan’ da yoga ve tantracılık gibi, o kültürün gizemci gelenekleriyle ilişki içinde olduğu görülür. bunun yanında, doğu’ da simya, çileci ve tefekkürcü bir teknik olarak da karşımıza çıkar. bu kültürlerdeki eski simya metinlerinde, simyacının erdemleri vurgulanır. buna göre, simyacı sağlıklı, onurlu, sabırlı, namuslu olmalıdır; zeki ve alim olmalı, hem çalışmalı hem düşünmeli, hem dua etmelidir.

    çin’ de simyanın temel hedefi, ölümsüzlük iksirini keşfetmekti. çin’ de taocular, bireyin ölümsüzlüğüne inanıyorlardı. bu inançları doğrultusunda, özel beden hareketleri gibi uygulamaları teşvik ettikleri gibi, ilaç da kullanıyorlardı. bu ilaçların içinde, altının özel etkilerinin olduğu mineraller bulunuyordu.

    doğası nedeniyle kesinlikle bozulmaması, simyacı tarafından beslenme diyetine eklendiğinde ölümsüzlüğü getirmesi, beyaz saçları siyahlaştırması, düşen dişleri yeniden çıkarması, ihtiyarları gençleştirmesi, eski çin’ de, altının sağlayacağına inanılan yararlardan bazılarıydı. benzer inanışlara, eski doğu’ nun çeşitli kültürlerinde de rastlanır.

    hint simyası da çin simyası gibi büyüye ve dine bağlıydı. hint mistizmi, insanoğlunun kendi merkezinde yeniden inşası üzerine temellenmişti. bazı çileci ve yogiler, ömrü uzatmak amacıyla bazı simya reçeteleri hazırlayıp bunları kullanıyorlardı. marco polo, bu reçetelerden şu şekilde söz ediyordu : “çok ilginç bir içecek içiyorlar; bu içeceği bir karışık kükürt ve cıvayı karıştırtarak elde ediyorlar ve bunu ayda iki kez içiyorlar. bu içeceğin onlara uzun bir ömür verdiğini ve bunu çocukluklarından beri içtiklerini söylüyorlar.”

    hint simyasının bir ön kimya olmadığı, ampirik tekniklerle pek ilgilenmediği ortadadır. ancak, simyanın dindışı, pragmatik yanıyla, hint tıp biliminde karşılaşırız. hint tıbbında, hastaları iyileştirmek için çeşitli madeni ve mineral ilaçların kullanıldığı biliniyor. tabi ki, bu dönemlerde, tıp uygulamalarının henüz büyüden ayrılmadığını da hatırlatmak gerekir.

    hint simyasının kökenleri konusunda, tarihçiler arasında çeşitli görüş ayrılıkları bulunmaktadır. kimi tarihçiler, simyanın hindistan’ a kadar araplar tarafından getirildiğini savunurken, kimileri de bu görüşe karşı çıkmaktadır. hint simyası, arap simyasından etkilenmiş olsa da, insan yaşamını sonsuza kadar uzatabilme ve dönüşüm gibi inançlar, hindistan’ da, arap simyacılarından önce de bulunuyordu.

    arap dünyasında da, pek çok bilim insanı simya ile ilgilenmişti. bunların başında, “kıymetli taşlar hakkında sayısız bilgiler kitabı” adlı bir kitabı olan el-biruni ve “şifa ve kanun” adlı kitabında, metalleri ve mineralleri sınıflandırarak, meydana geliş şekillerini tanımlayan ibni sina geliyordu.

    arap simyasının içeriği, antik çağ simya bilgilerine dayanıyordu. arap simyacılar içinde, çalışmalarına 8.yüzyılın sonlarında başlayan cabir bin hayan ön plana çıkar. cabir bin hayyan’ a göre, metallerin birbirinden farklı olması, dişi ve erkek unsurlar ya da çinlilerin ‘yin ve yang’ı gibi etki unsurları olan cıva ve kükürt oranına ve birleşme sırasında gökten gelen etkilere bağlıydı.

    arap simyacılar arasında ilgi çekici bir isim de, batıda “rhazes” olarak tanınan el-razi’ydi. akılcı düşünen bir kişi olarak tanınan el-razi, arap simyasının, kimya bilimine dönüşmesi sürecini başlatmıştı. simyanın mistik tarafının büyük bir kısmını redderek simyacıların, deneylerle elde ettikleri sonuçlar üzerinde duran el-razi; ‘sırların kitabı’ ve ‘sırların ve sırların sırlarının kitabı’ adlı eserlerinde, pek çok kimya işlemini, açık bir şekilde tanımlamıştı.

    aynı zamanda başarılı bir hekim ve tıp yazarı da olan el-razi, alışılmışın dışında felsefi görüşlere sahipti. siyasi ve sosyal eşitliğe inanıyordu. dini eleştirerek, insanların, dini liderler tarafından zorla kabul ettirilen bir düzene ihtiyaçları olmadığını savunuyordu. hippokrates, öklides gibi bilim insanlarının, dini liderlerden daha önemli olduklarını düşünüyordu. mucizelere inanmıyordu; bu konuda, ‘peygamberlerin hileleri’başlıklı bir kitap dahi yazmıştı.

    avrupa’ da 13. yüzyılda, el-razi’ nin çevirileriyle, eski yunan ve bizans’ tan sonra, simya yeniden doğdu. batı simyasında, doğu’da görülen mistik öğeler azalıyor, değersiz metallerin altına dönüştürülmesi amacı, nispeten ön plana çıkıyordu. buna karşın, maden filizlerinin büyümesi, metallerin dönüştürülmesi gibi geleneksel simya ilkelerinin rönesans boyunca, hatta 18.yüzyılda bile sorgulanmadığı; newton’ un bile, sonuçlarını yayınlamasa da, bazı simya deneyleri yaptığını görüyoruz.

    bu dönemde, simya çalışmaları bir yandan ölümsüzlük iksiri, diğer yandan metallerin altına dönüştürülmesi yönünde ilerlerken, önemli bir alanın gelişmesine yardım ediyordu : daha önce, eski hint toplumunda çeşitli uygulamalarının olduğu ve önemi daha sonraki yıllarda daha da çok anlaşılacak, kimyasal maddelerle tedaviyi inceleyen ‘iyatrokimya’.

    ölümsüzlük ve sonraları zenginlik düşleri; modern bilim, simya tekniklerini çürütene kadar devam etti. avrupa’ da, modern kimyanın ortaya çıkışıyla, gizemli dünyayla beraber simya, tarihe karıştı.

    *

  • köpeğe doğru koşmaktır. hatta arkadaşım kendisine doğru koşan köpeğe efsane bir tokat atmıştı. o günden sonra da ne zaman birbirlerini görseler yollarını değiştiriyorlardı. ciddiyim.