hesabın var mı? giriş yap

  • cok boktan bir olaydir.
    universite arkadasimin evlerine hafta sonu munasebetiyle gittim. arkadastan cok annesine benziyorum. yani yanyana gorseniz benim annem sanirsiniz. ailecek beni cok sevdiler, sohbet, muhabbet. babasi zaten bana hayretler icinde bakiyor, gozlerine inanamiyor. neyse efendim ertesi gun pazar ve evin en kalabalik oldugu gun. kahvalti sonrasi kahvelerle beraber sigaralarimizi iciyoruz. o sirada arkadasimin evli olan ablasi ve kocasi geliyor. simdi evde ben, arkadasim, annesi, babasi, iki tane ablasi, enistesi ve kedileri var. oturduklari ev kira. bir muddet sonra ev sahibi ve karisi tesrif ediyor. gunun ilk sigarasi bagirsaklarimi haraketlendiriyor. (bkz: durduramiyoruz efendim)
    tuvalete gidiyorum. afedersiniz siciyorum. sifonu cekip klozeti izliyorum. su seviyesinin yukselmesine paralel benim gozler aciliyor. su yukseliyor, gozler portluyor. gozler portlerken su yukseliyor. neyse ki klozet tasmiyor ama ortada bok var. kufur ediyorum. ev kalabalik bok varmis gibi herkes evde. bakiniyorum care yok. arkadasima sesleniyorum. yanima geliyor ve boka bakarak gulmeye basliyor. acil biseyler yapmam lazim napalim diyorum. arkadasim annemi cagiralim diyor olmaz diye karsi cikiyorum. ugrasiyoruz gitmiyor. en son annesi geliyor sorun nedir diye. arkadasim anlatiyor. kadin seviniyor. ev sahibine sikayet ediyor tuvalet tikaniyor halletmek gerek diye. o sirada ev sahibi yanimiza geliyor. butun ev hakli banyoda benim boka bakarak yorum yapiyor. sifonu cekiyorlar bok gitmiyor. millet nasa yada csi da calisir ciddiyetiyle durumu degerlendiriyorlar. hic dusunen yok bu kizin psikolojisi ne hale gelir diye. abi ayip ya.
    tek basina halledenleri sansli insanlar sayiyorum.

  • yaptığım ve yapmalara doyamayıp yıllar sonra tekrar hazırlandığım vaka.

    insan hayatı bir tane.
    oysa istekler, beğeniler akışkan.
    saksı değilim ben!
    ömrümüz olursa ve 70 yaşa kadar yaşama olasılığından bahsediyorsak, istemediğin o masada tek 1 dakika bile oturma!
    gönlünde ne varsa onu yap!

  • annemin kankası olan ayten teyze oğlu nişanlıyken müstakbel gelininin annesinin evde çocuk bakmasına kafayı takmıştı. müstakbel gelinin annesi ücret karşılığı, yarım günlüğüne 6-7 yaşlarındaki çocuğa kendi evinde bakıcılık ediyormuş. bunu da ek gelir olsun diye yapıyormuş. ayten teyze "vay efendim benim dünürüm nasıl çocuk bakar" diye kafayı takmış bi kere. sonunda ayten teyze oğlunun başının etini yiyerek "nişanlına söyle annen kaç para alıyorsa çocuk bakmak için, biz kendi maaşımızdan ona veririz de" diye beyin yıkama yapıyor. oğlan da nişanlısına bu cümleyi kurunca kız da küçük görüldüğünü anlayıp düğüne günler kala nişanı atıyor. ayrıca kızcağızın ilk küçük görülmesi değilmiş. birikmişlik varmış. her neyse ayten teyzenin oğlu şu an başka bi kızla evlendi. yeni kızın babası iflas ettiği için kız yıllardır babasının borcunu ödüyormüş. ayten teyzenin yıllar önce küçük gördüğü ailenin borcu harcı yoktu. ayağını yorganına göre uzatan bi aileydi. biraz ilahi adalet oldu sanki bu durum. *

  • küçük işletmelerin geliri aylık ortalama kazancı 10-20 bin tl aralığındadır. bunlar harbiden küçük olanlar tabi. normal küçüklükte olanlar 30-50 bin tl arası kazanır.

    türkiye'de eğitim, diploma vs. para kazandırmaz. dünyanın hiçbir yerinde maaşlı çalışan zengin olamaz bu ayrı bir konu ama türkiye'de maaşlı çalışarak orta sınıfa bile gelinemiyor şu an.

    onun dışında emekli olmak falan geçelim. emeklilik yaşı 65. bugün emekli olana kadar yaşayacak mıyız o bile meçhul. verdikleri maaş ise 3 kuruş. sen 3-5 bin tl maaş alıp 2.5-3 bin tl de emekli maaşı aldığın da ne olacak?

    adam kazancının fazlasını biriktirse emekli maaşı olarak alacağın paranın 2 katını faizle alır. en kötü parasını altına falan koysa siz emekli olduktan sonra 40 sene boyunca alacağınız maaşın kat kat fazlasını cebine koymuş olur adam.

    kendimizi avutmaya gerek yok. türkiye'de bir bakkal bile profesörden de doktordan da fazla kazanır.

    siz de kendinize güveniyorsanız yaparsınız bu işleri. güvenmiyorsanız da yapacak bir şey yok. ben bu işi yapamam diyorsan paranla nasıl yatırım yapacağını araştırırsın. maaşlı çalışırsın ama paranla risk alırsın.

    aksi takdirde avrupa'da çocuğun biriktirdiği harçlık kadar maaş alırsın.

    bugün almanya'da bir çocuğa günlük 10 euro harçlık verseler ve çocuk bunu 30 gün biriktirse 300 euro yapıyor. tl karşılığı 4800 tl.

    yani almanya'da bir velet harçlıkları ile sizi işe alıp çalıştırabilir. durum bu.

  • geçenlerde hakkında şöyle bir paylaşıma denk gelmemle beni fazlasıyla güldürmüş olan, leyla ile mecnun'un vazgeçilmez karakteri.

    + adın ne?
    - erdal.
    + anlamı ne?
    - cennetten yeryüzüne düşen ilk bakkal tanesi.

  • savaş sebebi olan eylem değildir. savaş sebebi olan eylem türkiye askerlerinin suriye sınırını suriye'den izin almaksızın geçmesidir.

  • baba tarafımdan kürdüm. anne tarafımdan yörük türkmen.

    babamda dahil ailecek bu vatan ve bayrak için kanımızı canımızı veriririz. maddi durumum elverdiği bedellı askerlıge yasım ve param yettıgı halde babam tarafından gecen sene askere sırf vatan gorevıdır dıye yollandım. baba tarafımda ataturkten mebusluk almış, madalya almış, kurtuluş savasında aşiretiyle beraber savasmış buyuklerımız var.

    evet kanımda kurtluk var ve ben bu topraklarda buyudum bu bayrak altında dogdum bu bayrak altında olecegım.

  • bu işler göründüğünden daha yaygın. sevmişler birbirlerini. türbanlı filan diye kimseyi üzmeye gerek yok. herkes aynı değil. çoğu insan da aile ve çevresini seçme şansına sahip değil.

  • “ - senin kollarından birini koparacağım pollyanna!!!
    - olsun. bir tane daha var. :))”

    yukarıdaki diyalog ile özetlenebilecek kavramdır. toksik iyimserlik olarak da çevrilebilir türkçeye.

    psikolojiden bihaber kişisel gelişimcilerin “olumlu düşün, olumlu olsun” dayatmalarını bilirsiniz. “evren’e pozitif enerji gönder!” çat, “kötüyü çağırma!” çut. insanların kafasına vura vura onları mutlu etmeye çalışırlar. çevrenizde “senden daha kötülerini yaşayanlar var, şükret biraz!” diyen öğütçü tipler vardır mesela. esasında fayda sağlamaktan çok sizi daha büyük karamsarlıklara sevk ettiklerini bilmezler. veya günümüz sosyal medyasını ele alalım. herrrrrkes mutlu. hepsi güne sabah sporlarını yaparak başlamış, kahvelerine krema değil serotonin katılmış adeta, başaracaklarına inandıkları için her şeyi başarmışlar falan. hayır, bunların çoğu sahte mutluluklar. ve siz tüm bunlar yüzünden içinizdeki olumsuz duyguları bastırmak, güçlü görünmek zorunda değilsiniz. onlar gibi mutlu olamadığınız için zayıf hiç değilsiniz.

    psikolojide duygular iyi veya kötü diye bir ayrıma tabi tutulmazlar. hepsinin bizim için bir işlevi vardır. sağlıklı olan onların farkında olmaktır. mutluluk kadar üzüntüyü, öfkeyi, tiksintiyi vs. kabullenmek, size anlatmaya çalıştığı şeyleri fark etmek gereklidir. duyguları bastırmak, yok saymak, olmadığınız bir ruh halini yansıtmaya çalışmak ise depresyon başta olmak üzere birçok psikolojik rahatsızlığa davetiye çıkarmak demektir. çünkü siz yok saydığınızda o duygu yok olmaz. içinizde bir yerlerde kalır, siz bastırdıkça üstüne eklenir ve giderek büyür. ve bir gün çok daha güçlenmiş bir şekilde açığa çıkar.

    holokost mağduru bir psikiyatrist olan viktor frankl’ın geliştirdiği trajik iyimserlik diye bir kavram var. acının, kaybın, üzüntünün vs. farkında olmak ve onları kabullenip içselleştirerek anlamlı hale getirmek olarak açıklayabiliriz bu kavramı. toksik iyimserlikten ayrıldıkları nokta tam da acıya karşı aldıkları tavırda yatıyor. toksik iyimserlik acıyı yok sayıp etrafından dolaşmaya çalışırken trajik iyimserlik acının tam ortasından geçiyor. ve ondan öğrendiklerini kişinin benlik gelişiminde bir araç olarak kullanıyor. ölmek üzere olan bir insanın yanında durup elini tutan kişi örneğinin temelinde bu anlayış yatıyor. kurtaramasa dahi onun son nefesinde yalnız kalmamasını sağlamak, acısını görmek ve bunu paylaşmak, sonra da o acıyı kendi öğretisinin bir parçası yapıp yoluna devam etmek yaşanan travmayı daha anlamlı hale getiriyor. beraberinde de acıya rağmen umudu sürdürme çabasını kuvvetlendiriyor.

    sonuç olarak acıya, üzüntüye, kayıplara karşı dayanıklı olmanın yolu bunlardan kaçmak, bunları inkar etmek ve sürekli olumlu şeylere odaklanmaktan geçmiyor. tam aksine, olumsuzluğu bilmek, kabullenmek ve onunla yüzleşip dersini alarak yoluna devam etmekten geçiyor. bunun için de önce duygularınıza kulak vermelisiniz. üzüntünüzü, korkunuzu, endişenizi hissetmek için kendinize izin verin, size anlatacakları çok şey var.