hesabın var mı? giriş yap

  • teorik durumda bahsedildiği üzere, haber iletiminde herhangi bir hata/gitmeme ihtimalinin varlığında mutabakatla ilgili %100 emin olmak mümkün değil. ama pratikte mümkün.

    askeri protokoller farklılık gösterebilir ama hemen hemen eminim ki özü birçok durumda bilgisayar bilimlerinin alanına giren çözümlerinkiyle aynıdır. networking özelinde en yaygın çözümlerden biri three way handshake, veya üç yollu elsıkışma; özü şu:
    - 2 sefer karşılıklı olarak "alındı" yollamak, bunun başarılı mutabakat için yeterli olduğunu karşılıklı olarak varsaymak
    - bir zamanaşımı (timeout) içinde gönderilen ve alınan alındıların sayısında herhangi bir tarafta bir eksiklik varsa iletişimi belli bir noktadan yeniden başlatmak.

    böylelikle pratikteki iletim hata oranınız %100'e çok yakın değilse, yani tamamen "çevrimdışı" değilseniz, çok fazla olmayan tekrardan sonra başarılı mutabakatı pratikte garantileyebiliyorsunuz. tekrarlı olasılık hesabı üsteller üzerinden şekillendiğinden, birçok durumda teorik olarak bile örneğin "azami 100 tekrarda mutabakatın başarısız olma olasılığı kafama yıldırım düşüp beni öldürme olasılığından daha düşük" diyebilecek konuma geçebiliyorsunuz.

    good 'nuf...

  • defne samyeli'nin (46) acun'un (50) kaynanası olması hadisesi. deren talu'nun da (defne samyeli 2.0) üvey babası cem yılmaz (45) oluyor. aile ağacı büyüyor, büyük şehir çalışıyor.

    ozan güven'i de alın oyuna. yazık çocuk dışarıda kalmasın.

  • koyu bir fenerbahçe taraftarıyım.
    galatasaray’dan da beşiktaş’tan da zerre hazzetmiyorum.
    aga be... bu tineri ne olur çekmeyin.
    biz ki konu avrupa olunca, galatasaray karşısında önümüzü ilikliyor arkamızı dönmeden geri geri odadan çıkıyoruz.
    siz kimsiniz olm ??

  • bu ülkede bedava sik dağıtsan aynısını görürsün.

    edit: sonlara doğru bir çalışan hala plastik çatal vermeye çalışıyor. sal gitsin olm arkadaki amca parçalanmış baklava parçalarını bile eliyle toplayıp ağzına atmaya çalışıyor.

  • miyazaki'nin filmlerinde çok güçlü bir ruh leitmotifi var. öyle ki, filmlerin can alıcı sahnelerini ruh'tan ayrı şekilde yorumlayamıyoruz. örneğin gökteki kale'de madenlerde yaşayan pom'un, sheeta'nın kolyesinin esrarını fark ettiği sahnede güçlü bir animizmle karşılaşıyoruz. animizm insan dışındaki fenomenlerde de ruh'un bulunduğunu, bu sebeple de bütün nesnelerin bilince sahip olduğunu söyler. pom da yeraltında yaşaması ile taşların fısıldaması arasında bağ kurmuyor mu? işte bu animizmin bir örneği. gökteki kale'ye karşılık prenses mononoke ise tamamıyla animistik filmdir.

    imdi, miyazaki'nin filmlerinden çıkartılması gereken ilk ders şudur: her nesnenin ruh'u olduğu için, bütün nesnelere saygı duyulmalıdır. filmlerdeki karakterleri iyi ve kötü olarak ayırırsak, iyilerin bütün nesnelere saygılı, kötülerin ise saygısızca davrandığını görebiliriz.

    ruh'u kabul etmenin sonuçları vardır. çünkü ruh bütün metafizik kuramlarının temelidir. ruh yoksa metafizik de yoktur. antik yunan'ın en maddeci filozofları olan tabiat filozofları bile ruh'u inkâr etmemişler; ruh'un, kabul ettikleri arkhe'nin bir formu olduğunu iddia etmişlerdir. meselâ demokritos'u ele alalım. o, bütün doğanın temeline madde olan atomu yerleştiriyor. düşüncelerin ve duyguların oluşumunu bile atomlara bağlıyor, bunların atomların vücuda akışının ürünleri olduklarını iddia ediyor. gelgelelim böylesi maddeci bir filozof ruh'u inkâr etmiyor. ruh'un, küre biçiminde olan kusursuz atomların ürünü olduğunu söylüyor. evet, demokritos'ta ruh kavramı alabildiğine maddîdir, ama en nihayetine vardır. yine materyalist olan sammos'lu hippon, arkhe'nin su olduğunu kabul ediyor. ona göre ruh, yaratıcı gücü olan bir çeşit suymuş. en koyu maddecilerin bile ruh'u kabul etmelerindeki sebep, hareketi salt maddeyle izah edememeleridir. antik çağlarda yaşamış ve eserleri günümüze kadar ulaşabilmiş filozofların kosmogonia'larında en maddeci olanlarının dâhi olağanüstülüğe başvurduklarını görmemizin sebebi budur.

    maddecilerin yapamadığını (veya yapmadığını) anaksagoras yapıyor ve ruh'u ilk defa maddeden ayrı olarak ele alıyor. artık felsefeye düalizm hâkim olmaya başlıyor. bir tarafta saf madde, diğer tarafta ise nous'a sahip bir ruh. nous, yani akıl artık maddeyi yöneten hâkim güç konumunda oluyor. işte, sokrates'in anaksagoras'ı tabiat filozoflarından daha akıllı görmesinin sebebi yaptığı bu ayırımdır. dikkât edin, sokrates ethik'in kurucusudur. ethik, maddeyi yöneten ruh kuramının tabiî sonucudur; çünkü temelde "madde nasıl yönetilmelidir" sorusuna yanıt aramaktır.

    miyazaki'nin filmlerinde de ethik oldukça önemli bir yer tutar. ruh'u önemseyen iyi karakterlerin maddeyi "iyilik" için kullanmaya çalıştıklarını, ruh'u umursamayan kötü karakterlerin ise egoistçe arzularına kavuşmak, bir başka ifadeyle "kötülük" için kullandıklarını görürüz. demek ki miyazaki filmlerinden çıkarmamız gereken ikinci ders şudur: insanlar maddeyi, bir başka ifadeyle "gücü", ortak iyilik için kullanmalıdırlar. meselâ gökteki kale'deki olağanüstü güce sahip olan bir robotun, doğa'yı korumak için elinden geleni yapması bunu temsil etmektedir.

    son olarak bir şeyden daha bahsedip yazıyı daha fazla uzatmamak istiyorum. miyazaki'nin, iyi ve kötü karakterlerin yanı sıra devletin de yer aldığı filmlerinde bir şey fark ettim. kötü karakterlerin hemen hepsi iyiliği bulabiliyor. ama devlet yetkilisi olanlar bulamıyor. bunun sebebi, kötü de olsalar insanların içindeki kalp tüm heyecanıyla çarpıyor. duygular hâkim olmaya devam ediyor. kalp çarpmaya devam ettiği için iyiliği bir kez tattı mı bırakmak istemiyor. meselâ dola'yı dönüştüren güç tanıklık ettiği aşk'tı, aşk ise iyilerin iyisidir. ama muska devlet yetkilisiydi, duygularını bir köşeye itmiş ve olaylara yalnızca aklın penceresiyle bakıyordu. kalbini söndürmüştü. dolayısıyla iyiliği hiçbir zaman tadamadı, dolayısıyla dönüşemedi. tam da burada, hint felsefesinde (veya doğu felsefesinde) oldukça önemli bir yere sahip olan güneş ve ay, yani kalp ve akıl metaforunu anımsamak ufuk açıcı olabilir. nasıl ki ay, ışığını güneş'ten alıyorsa; akıl da ışığını kalp'ten almalıdır.

  • kullanılması gereken izdiham.

    at ışidın üstüne helikopterle 1 ton baklava, aç sınır kapısını, sal bu görgüsüzleri üstlerine.

    bak nasıl yok oluyor ışid

  • eylül - lige çok iyi başladık, bu sene kesin şampiyonuz

    ekim - avrupa'da en az yarı final görürüz,

    kasım - türkiye kupası bizim için gereksiz, ligde fikstür avantajımız var.

    aralık - devre arasında kesin bir sol bek almalıyız yoksa şampiyonluk zora girer.

    ocak - ikinci torbadan çek bir kolay takım, finale koşalım.

    şubat - takım revire döndü, bu kadar şansızlık olmaz. beşiktaş kanseri rerörörö.

    mart - lig bizim için önemli değil, avrupa'da üst turlar için uğraşmalıyız.

    nisan - bu takımdan zaten avrupa'da başarı beklemek hayaldi, futbolcuların birçoğu yollanmalı.

    mayıs - dünya futbolu için çok fazla şerefliyiz ama hala daha önümüzdeki sezon için ümidimiz var.

  • kisinin kaygisini, endiselerini kontrol edemesi. en kucuk seylerin, onemsiz insanlarin tum gunu, tum haftayi, tum hayati mahvedecek guce ulasmasi. olaylar arasinda olmayan ya da cok ince olan baglari gorup, gereksiz zincir reaksiyonlari ile ruhu, akli, bedeni mahvetmek. kisinin hayatin uzerine tonlarca agirliginda bir filin oturmasi..