hesabın var mı? giriş yap

  • elimiz bos gelmeyelim diye aldigimiz aslinda bes para etmeyecek urunler. ilk aklima gelen konya sekeri, bu kadar sacma sapan birsey olamaz. ureticisi bile hala nasil batmadik diye sasiriyordur. bir digeri afyon kaymagi, meshur diye fabrikasyona donmusler zerre kaymaga benzemiyor. peki ya o hosmerim tatlisi nedir allah askina..

  • bu kız büyüyünce manyak taş olucak. harry potter and the philosopher's stone filminde hermione granger'ı oynadı. yazar j. k. rowling açıkça söylemiş hayalindeki hermione'nin bu kadar güzel olmadığını. henüz 11 yaşında, 90 doğumlu yani.

  • çocuk tiyatrosu, dolayısıyla da pedagoji okumuş alelade bir insan olarak ne abartılması ne de yerilmesi gerektiğini düşündüğüm çocuktur. abartılmasın zira soyut işlemler dönemine girip girmediğini bilmiyoruz. ve lütfen yerilmesin çünkü henüz çocuktur.

    genel olarak çocuklar bu yaşlarda ilgilerini çeken konularda bilgi depolamaya meyillidirler. bütün dinozorları tanıyan, yaşadıkları dönemleri, fiziksel özelliklerini ezbere sayan çocukları düşünün, ya da eski mısır, vampirler, teknoloji hatta illuminati gibi konularda gece gündüz "araştırma" yapanları. bunun bir sebebi meraksa diğeri de yaşıtları ya da övgü almak istediği yetişkinler arasında bir şeyin uzmanı olarak kimlik kazanmak olur genelde. çocuk beyninin kümülatif bilgiyi depolama kapasitesini de unutmayın. neredeyse bir gecede on kıta istiklal marşı ezberlemişizdir hepimiz. ilerleyen yaşlarda hem konvansiyonel eğitimin yükü hem de ergenliğin kendine özgü öncelikleri nedeniyle bu savant benzeri eğilim gittikçe silikleşir ve sosyal hayatta çok yönlü iletişim kurmalarına katkı sağlayan "genel kültür"e yönelirler.

    şimdi başa döner ve bu çocuğumuzun soyut kavramları anlayabilme yetisini sorgularsak okuduğunu iddia ettiği kitaplardaki fikirleri birbirlerine ne derecede eklemleyebildiği, ne kadarınınsa bunlar üzerine olan tartışmalardan, hatta yetişkinlerin açıklamalarından kaynaklanan ikincil özetler olduğu bir soru işareti olacaktır. çocuğun zeka gelişiminin yaşıtlarına göre ileri olduğunu kabul edersek de yine felsefe okumalarına temel teşkil etmesi gereken tarih, siyaset, sosyoloji gibi alanlarda bilgi birikiminin olup olmadığı sorgulanmalıdır. videodaki çıkarımları bana ilk ihtimalin daha yüksek olduğunu gösterdi açıkçası. belli ki platon'un gerçek adı, felsefi akımların özet tanımları gibi bilgi parçacıklarına erişebileceği bir çevrede yaşıyor ve bunları tekrar ettiğinde bir ödül mekanizması işliyor. tıpkı videoda "çak" yapan yetişkin gibi.

    son olarak, -maalesef- ben de bu tür hasletlerin övüldüğü bir ailede yetiştim. annem 11 yaşında sofi'nin dünyası'nı okuyup bitirmemle övünürdü. ki gerçekten bitirmiştim ama kurgusal olay örgüsü dışındaki felsefe derslerini okurken aslında pek bir yere oturtamadığımı, haliyle keyif falan da almadığımı çok net hatırlıyorum. aklımda felsefe okulları, filozoflar, temel ontolojik sorular gibi parçacıklar olduğundan sorulduğunda birkaç cümle ediyordum ve bu kadarı bile deli gibi övülmeme sebep oluyordu. sonradan sonraya bunun ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim ve gerçekten sevdiğim kitapları okumaya başladım. demek istediğim, bir çocuk bu yaşta pür kuramsal bilgiye maruz kalmadan da yaşama dair sorunlar üzerine düşünebilir. roald dahl, j.k rowling okumakta ya da iyi çocuk filmleri, tiyatro oyunları izlemekte bir beis yok. bunların birçoğunda temel etik kavramlar, sebep-sonuç ilişkisi, farklı bakış açılarını sorgulayarak kendi sonuçlarına varma gibi düşünsel pratikler zaten bulunur ve hikayeleştirme-özdeşleşme-duygusal bağ kurma yoluyla daha kalıcı bir kavrayış düzeyi yakalanır.

    spinoza okumasın demiyorum, yine okusun fakat umarım ailesi çocukluğun en büyük ve geri döndürülemez hazinesi olan sınırsız ve kuralsız merak ile hayal gücüne de yatırım yapmaları gerektiğini biliyordur. zira ömür boyu ciltlerce felsefe tarihi okunabilir ama özgür bırakılmış merak olmadan yeni fikirlere ulaşmak imkansıza yakındır.

  • " islâm öncesi arap geleneğidir " denilmiş.

    türklerin bir kültürü geleneği yok zaten, her şeyimiz arap geleneği değil mi?

    o yüzden millet bu geleneği dinî bir şey, vacip falan sanıyor.

    ölen kişinin ardından helva yapılıp taziyede ikram edilmesi geleneği kadim bir türk geleneğidir. eski türkçede " süçig " yahut " çövenç " şeklinde ifade edilen helvanın yapımına herkes katkıda bulunur, böylece ölen kişinin ruhuna dostluklarını ilettiklerine inanırlardı.

    hatta anadolu'nun çoğu yerinde olduğu gibi benim anneannem bile hâlâ bu taziye helvasına " yuğ aşı " demektedir.
    " yağlaş " diyenler de vardır.

    türkler, doğaya gösterdikleri saygı ve duydukları hayranlığı da bu gelenek ile göstermektedirler aynı zamanda.

    su, un ve ateşin biraraya gelmesiyle elde edilen bu tatlının geride kalanlara dirilik ve güç verdiğine inanılır idi.

    ayrıca ölen kişinin ardından tutulan yasın, merhumun mensup olduğu boyda ayrıştırıcı değil; birleştirici bir hâl aldığını da sembolize etmektedir bu gelenek.
    yani ölenin ardından topluca helva yemek ona bir saygısızlık değil; büyük bir saygıdır!

    hele hele bir arap geleneği hiç değildir!

  • son zamanlarda üzerine ciddi ciddi kafa yormaya başladığım bir şey bu. çünkü özellikle orta sınıf ailelerin görece idealist çocuklarının hayat boyu bunaltısının sebeplerinden biri de buymuş gibi geliyor. çok uzun bir entry olacak, baştan uyarayım.

    aslında bir başlangıcı yok bu durumun, sadece "destekleyici" bile görünebilen ailenin çocukların iyi bir kariyer edinmesinde "engelleyici" olabileceğini iddia ediyorum. geçtiğimiz haftasonu odtü'deki sinirbilim gününde turgut hocanın konferansını dinlerken ve kendisinden çok etkilenmiş bir vaziyette arkadaşlarla birlikte hocanın biyografisini incelerken, 5 yaşında babası tarafından kendisine evde laboratuar kurulduğundan bahsettiği bir röportajla karşılaştık. küçükken babası sırf okuma alışkanlığı kazansın diye kütüphanede çalıştırmaya başlamış kendisini, öyle ki kazandığı parayı aslında babası kendi veriyormuş. çocuk çalıştım sanarken onun tek amacı çocuğun kitaplarla iç içe olmasını sağlamakmış. harvard üniversitesi bu adam için limitleri gökyüzünde olan türk gibi bir şeyler söylüyor artık. vesaire vesaire. bu sadece bir örnek. burada okuyanlara bir soru sormak istiyorum, o da şu: siz 5 yaşındayken aileniz ne yapıyordu? siz 10 yaşındayken aileniz iyi bir kariyeriniz olması için ne yapıyordu? size ne gibi yatırımlar yapıldı?

    kendi adıma söyleyeyim, okumayı 3.5 yaşımda sökmüş, evde ne var ne yok okuyor haldeydim ve bir süre sonra ailem tarafından "çok okumak depresyon yapıyor, kafasını gömüyor kaldırmıyor bunlardan" denilerek okumam yasaklanmıştı. bizim ailelerimizde "çok okumak", "gariplik"tir, farklı olandır. bu sadece bir örnek. devamı var.

    mezun aşamasında olduğum için ben de dahil olmak üzere etrafımda tez yazan arkadaşlarımı görüyorum. herkes sabah okula gidiyor, gündüzleri akşam okuldan/işten eve geldiği zaman tezin yazımına devam etmeyi düşünüyor filan. ama akşamları eve gelince çöken yorgunluk ve ardından gelen "erteleme" hissiyatına hepiniz de aşinasınızdır.

    burada bir ara verelim. hangimizin anne/babası işten geldiği zaman ufak tefek işlerini hallettikten sonra televizyon başına geçmek yerine dinlenmek için kitap ya da gazete okuyordu? çok azımızın. bu şekilde olanların çoğunlukta olduğunu varsayıyorum biraz da türk kültürüne bakarak. peki anne/babadan bu şekilde "öğrenmiş" bir çocuğun akşam eve geldiği zaman dinlenmek için bir şeyler okuyabilmesini bekleyebilir misiniz? yoksa dinlenmek, survivor seyretmek anlamına gelmeye mi başlar?

    sosyal öğrenme kuramı, insan "öğrendiği"dir, insan "aynaladığı"dır derken tam olarak bunu kastediyor. o yüzden eleştirdiğimiz anne-babalar gibi oluyoruz. çünkü öğrendiğimiz şey bu, bunun aksi sadece bir "çaba"dır ve çaba, yorucudur. çaba, beynin en sevmediği şeylerden biridir; beyin şemaları ve kestirme yolları sever, öğrenilmişliğe kaçar.

    genel bir eleştiri vardır mesela evlenen çiftlerle alakalı. evlenmeden önce hepsi elli farklı hobisi olan ilginç şeyler yapan insanlarken evlendikten sonra bir anda teyze-amca gibi olurlar. bunun nedeni evlilik cüzdanının lanetinden mi geliyor, hayır. biz "evde" olmayı, "evli" olmayı, ailelerimizden bu şekilde öğrendik, bu kadar basit. öğrenme faktörünü burada hiçbir şekilde yadsıyamazsınız.

    kariyer konusuna geri dönelim.

    çok sevdiğim ancak ne yazık ki kimin yaptığını unuttuğum bir araştırmada çocukların iyi bir kariyer edinebilmesi için en az 3 nesildir üniversite mezunu olmak gerektiği sonucu çıkıyordu. bu kadar katıldığım bir araştırma olmamıştır sanırım. çok zeki bir insansınız ve türkiye'nin en iyi okulu denilen bir okuluna da gittiniz diyelim. her şey harika gitti ve yurtdışına çıkıp orada devam etme kararı aldınız. toefl sınavına gireceksiniz. bu sene 580 lira diye biliyorum. toefl sınavına girmek, orta-sınıf bir türk ailesi için sıradan bir şey değil. bu o "bildikleri" sınavlardan değil çünkü. buradaki baskıyı hissedebiliyor musunuz? bu, bir "o sınava girme" baskısı değil. bu "tamam oğlum o parayı veririz" olarak sonuçlanan bir şey de olabilir ama bu sizin etrafınızda olmayan bir şey. siz ailede yeni bir şey oluşturursunuz ve etrafı ona ikna edersiniz, onun için destek istersiniz. bu sizin ailenizin "normal"i değil hiçbir şekilde.

    ama, bu tarz küçük şeylerin bile ailesinin "normal"i haline gelmiş insanlar en iyi noktalara gelirken, biz "asistanları" olur ve kendimizi onlardan zorla ayırmaya çalışırız.

    çok mu karamsarım? belki. bunların hiçbiri için ailelerimizi suçlamıyorum, burası önemli. ama ailelerle alakalı bu gerçekliği de kolektif toplumun koruyucu melekliğini yapmak uğruna inkar edemem. çünkü gençlik olarak gerçek ve ciddi bir sorun yaşadığımızı düşünüyorum.

    bu sorun nedir? yukarıda da dediğim gibi, sürekli öğrenmelere karşı bir "çaba" göstererek kafamızda kurduğumuz "ideal" yaşama ulaşmaya çalışmamız. bu ideale (çoğunlukla) ulaşamadıkça da ebeveynlerimizleşmemiz. "gençken böyle değildim, sonradan böyle oldum"larımız.

    bir topluluğun bir yerlere hayatlarının doğal akışı içerisinde gelirken (zaten onlardan bu bekleniyor), bazen (daha zeki, daha çalışkan olmamıza rağmen) onlara ulaşmak için çok daha fazla uğraşmamızın gerekmesi. bazen bunun nedeninin de hiçbir şekilde bireysel faktörlerden kaynaklanmaması, sadece onları ileri itmiş olan gücün, bizim etrafımızda yeterince olmaması.

    tekrar tekrar söylemek istediğim, sadece çabalarında inatçı olanların, gerçekten isteyenlerin idealledikleri ev ve kariyer yaşamına büyük çabalar sonucunda ulaşacakları. çünkü bir noktadan sonra toplumsal öğrenmeler yüzünden insanların ailelerine döneceği.

    uzun uzun konuşulup eleştirilebilir şeyler yazdım ama aramaya inanıp bulamadığım bir başlıktı bu.

  • fellini filmi tadında görüntüler...

    taksiciler istanbul'un en büyük sorunu...
    çoğu çakal...
    kimi nasıl tokatlarız derdinde...
    belli ki taksici sorunu ülkeyi yönetenlerin de gündeminde..
    polise "taksicileri zıplatın" talimatı gelmiş..
    the marmara önünde trafik polisleri uygulama yapıyor..
    müşteri almayan, beğenmeyen taksicilerin taksileri artık trafikten men ediliyor..
    yok artık öyle "üç kuruşa beş köfte"
    direkt trafikten men..
    sonrası taksicilerin zıplaması..
    belgesel tadında görüntüler..

    edit: bazı arkadaşlar uygulama yolcu filan demiş..
    taksicinin yalan söylediği 1 km öteden belli oluyor...
    eskiden yolcu almayan taksiyi polis ceza yazıp gönderiyordu..
    --- spoiler ---
    kısa mesafe yolcu almadığı tespit edilen taksiciler için 2.265 tl idari para cezası kesilmektedir.
    --- spoiler ---

    şimdi işler değişti...
    yolcu almayan taksi direkt bağlanıyor..
    yeni olan bu...
    do you understand...

    edit: bugün rabbim verdikçe veriyor..
    taksicilerden sonra minibüsçüler de ceza manyağı yapılmış...
    (bkz: kadıköy'de minibüsçülerin zıplatılması)

  • kurtulu$ sava$i'nda hamile haliyle cepheye giden kadin buyuk kahraman, eyleme hamile giden ve ugradigi saldiri sonucu bebegini kaybeden kadin "ne bicim anne".

    sava$ta ermeniler bizim kadinlarimizin karnindaki bebekleri kiliclarinin ucunda sallandirmi$ hikayeleri anlatmak on puan, polis hamile kadini tekmeleyince "o da orada olmasaydi".

    hrant dink'in oldurulmesi tabi cok kotu bir $ey, ama o da neden oyle seyler yaziyordu?

    taciz edilmek tabi cok ayip bi$ey, ama gecenin o saatinde orda ne i$in var?

    kadina $iddet ne de tu kaka bi olay, ama kari koca arasina girilmez tabi.

    boyle bir olay i$te.

  • şahsımın bu şirketlerde ortaklığı yoksa ben hiçbir şey bilmiyorum. 3-5 tane müteahhit rahat etsin diye 85 milyon köle gibi çalışıyoruz.

  • tüm yararlarını geçtim de, başka bi' özelliği daha var;

    günde ortalama 100 gramı, geceleyin 20 çürük yumurta gücünde osurtuyor. yemin ederim şu soğukta pencereyi sonuna kadar açmak zorunda kaldım, yorganın altına soktuğum saç kurutma makinesiyle ısınıyorum.

    gözlerim yaşlı...

  • 2 sene önce istanbul-stockholm arasıydı benimki. uçuş boyunca en korktuğum an tuvalette işimi hallettikten sonra sifona benzeyen bir şeye basmam sonrası kopan gürültüydü. o kadar derinden, o kadar dehşet vericiydi ki "uçağı düşür düğmesine mi bastım lan!!!?" diye sırtımdan kıçımın arasına doğru anında bir ter süzülmüştü. gürültünün sürdüğü o 5,6 saniye içerisinde national geographic'deki "uçak kazası raporu" programının bizim uçağın düşüşünü konu alan bölümünü bile kafamda canlandırmıştım. hem bok yoluna gidecek, hem de uçağı benim düşürdüğüm ortaya çıkınca "dünyanın en gerzek uçak yolcusu" olarak anılacaktım. sesler kesildiğinde yanlış bir şey yapmadığımı anlayıp, 40 yıllık uçak yolcusu gibi gözüm kapalı sifona basabildiğim için övündüm kendimle. tuvaletten çıkıp koltuğuma doğru yürürken de herkesin suratına "işte bu iş böyle yapılır. tuvaleti yaptıysan sifonu çekecen abi." gibisinden bakarak gururlu bir tavır takındım.