hesabın var mı? giriş yap

  • hasankeyf yeni yüzüyle misafirlerini mi bekliyor!!??
    ya insan şu haberi yaparken biraz utanır be!
    ne yüzsüz, ne arsız, ne ar damarı çatlamış insanlarsınız...
    güzelim hasankeyfi yok ettiniz bir de yeni yüzü mü diyorsunuz?
    şeytansınız şeytan!

  • bu konuyla ilgili öyle yorumlar yapılıyor ki,
    - sonuçta o akademisyen, bir sürü makale zart zurt, problem yani soyadı değişikliği
    - sonuçta isim yapmış avukat, zorluk çekicek..., gibi gibi, uzatmaya gerek yok.

    ne akademisyenim, ne de isim yapmış avukat. sadece şunu diyorum: benim kimliğim neden 26 yaşında değişip başka bir şey olmak zorunda? ("zorunda" kelimesinin altını çizerim.) buna itiraz etmek için neden birtakım zorunlu ve mantıklı sebepler üretmek zorundayım ki millete haklı olduğumu kanıtliyim? sadece adımın ve soyadımın değişmesini istemiyorum çünkü ben ona alıştım, ben "o"yum. dileyen değiştirir, dileyen kendininkinin sonuna kocasınınkini ekletir, dileyen apaynı halde bırakır. aksini iddia edenin yaptığı apaçık faşistliktir.

    sevgi, saygı, aile olmak gibi zırvalamalara gidilmesin lütfen. o zaman yeni kural çıkarıyorum: isminin sonuna kocasının ismini ekleme kuralı. mesela hayriye'ysen, kocan da kamil'se bundan sonra adın hayriyekamil. soyadın da gül olsun kocanınki de hayrettinoglu. oldun hayriyekamil gül hayrettinoğlu. aksini iddia ediyosan aile olma kavramını anlayamamışsın demektir canım benim. o zaman evlenmeseydin. oldu mu şekerim? feministlik yapma bana.

    bu arada zannedersem artık mümkün bu sadece kendi soyadını kullanabilmesi mevzusu. ancak büssürü bürokrasisi var.

    edit: hızımı alamıyorum. kocasının soyadı ile babasının soyadını kullanması arasındaki fark şudur: kıza babasının soyadı doğduğu andan itibaren verilmiştir. kız da o soyadı kimlik olarak bellemiştir. değiştirilmesine zorlanması faşistliktir. kocasının soyadı doğumdan itibaren verilebilecek bir soyad olsaydı, o zaman derdin "babasınınkini alıcana kocasınınkini alsın, ne fark edecek ikisi de erkek neticede, feminist havaların kime" diye. illa her şeyi defaultta erkeğin kadına üstünlüğüne karşı bir başkaldırı olarak algılamaya pek meraklısınız.

  • bütün giritliler yalancıdır..

    burda gözden kaçırılan ve yıllarca matematikçilere yanlış hesaplamalar yaptıran küçük bir püf noktası vardır ve o da şudur:

    -"bütün giritliler yalancıdır" önermesinin tersi
    -"bütün giritliler doğrucudur" değildir. doğrusu
    -"en az bir giritli vardır ki, doğrucudur" olması gerekmektedir

    her kelimesinin tersinin en az bir cümlesi olduğunun keşfinden sonra matematikdeki bu tıkanıklık aşılmış, ve aslında epimenides paradoksunun gerçekte bir paradoks olmadığı ortaya çıkmıştır.

    bu bilgi ışığında değerlendirdiğimizde, "bütün giritliler yalancıdır" önermesi yanlışsa, "en az bir giritli doğru söyler" önermesi doğrudurya şundadır ya bunda. bunlardan birinin epimenides olması mümkün olduğundan, paradoks ortadan kalkar.

  • bir afrika ülkesi olan türkiye'de gerçekleşen olay.

    bir insanın bu görüntülere normal demesi için süzme beyinsiz olması lazım. lan yeter artık, madem çok seviyorsunuz alın evinize kendi organlarınızı keserek yedirin can dostlarınıza.

  • geçen gün mezarlıktan geçerken bir mezar taşı gördüm aynen şöyle yazıyordu; "biz de gezerdik siz gibi siz de geleceksiniz biz gibi..." ulan adam ölmüş hala laf sokuyor...

  • bu tür filmler için ortak bir ifade bulmak zor bana kalırsa. çünkü nispeten bıçak sırtı bir senaryoyla yola çıkıyor ve tez/antitez münazarasına uygun bir dramatik yapı kuruyor. haliyle filme ilgi gösteren (ya da herhangi bir sanat yapıtına) izleyici filmi vurabileceği yeri arıyor bilgi birikimi ölçüsünde. mesela bu filme de ''sistem eleştirisi'' filmi deyip bunu beceremediği kanaati üzerinden giydiriyor. kendi çapında haklı elbet sosyal eleştirmen ama yine bir sürü gerçeği atlıyor. ben o gerçeklerden bahsetmek isterim kendimce.

    öncelikle soru şu; bir filmin sistem eleştirisi filmi olmak için ne yapması gerek? tüm berrak dimağların bilebileceği üzere bunun en popüler örneği fight club denen garabet film (garabeti iyi anlamda kullanıyorum). bu film neredeyse her sistem karşıtı film için bir referans mektubu gibi. oysa hileli ve eleştirdiği şeylerin ona sağladığı olanaklarla küstahça bir sözdelikle izleyicisinin algısıyla tenis topu gibi oynayan bir film fight club. ama konumuz bu değil

    bu mesele üstünden yürüyünce sistem karşıtı filmin bir şeyleri yakıp yıkmasını, devlete ve kurumlara yönelik yıkıcı faaliyetlerini gözü kara, sakınımsız bir pervasızlıkla gözümüze sokmasın istiyoruz ki büyük pastoral kaçış senfonimizle 30 katlı ofis pencerelerimizden deniz manzaralı o havayı soluyalım.

    yok öyle kararlı şeyler diyor film işte. sizlerin ve benim beyaz yakalı, orta ya da orta üstsınıfa öykünen devrimci, kentsoylu varlığımızın ilk fırsatta yurt dışına kaçmaya yönelen, bayram seyran birleştirip uzun resmi tatillere sokuşturduğumuz dünya fetihlerimizin sözde 'her şeye sıfırdan başla'' mottosuna orta parmağı çekiyor bir güzel. sohbetlerde araya sıkıştırılan bilgi ve görgünün soylu tartımını ortaya koyan ingilizce (ya da başka herhagi bir dilde) sözcüklerin yabancılığına nah yapıyor kocaman. tek bir anında politik bir söyleme, söyleve koyulmuyor. noam chomsky diyalogları bile bu anlama gelmiyor bence.

    aydınlatın beni sistem eleştirisi nedir? mesela baba k mart'ı mı yakmalıydı çocuklarıyla? bomba mı koymalıydılar büyükbabanın evine?

    elimize geçen her fırsatta organik tarım, permakültür mitlerine sokulup, organik hayvan boku menşeili kavalımız, ekolojik ev konumlandırmalı dinlencelerimiz, biyobölgesel organizasyon stratejilerimizi güzelleyip, marka kot, ayakkabılarımız üstümüze çekip, son model akıllı telefonlarımızın yapabildiklerine hayranlık duyup kahvelerimizi yudumluyoruz. böyle filmleri de görünce ''oo hocam film müthiş bir sistem eleştirisi olabilecekken, kendi tuzağına düşüyor. en nihayetinde kapitalizme teslim oluyor'' tarzı beylik cümlelerinizi esirgemiyorsunuz. afferin size.

    ben sistem eleştirisi diye okuduğunuz bu filmi bir kaçış filmi olarak okudum. sistemden, nimetlerinden mümkün olduğunca uzak ama elbet yaşamın sürdürülebilirliği için milyon yıldır miras kalan bazı şaşmaz geleneklerin de öyle ya da böyle sürdüğü bir hayat var orada. en nihayetinde o çok özendiğiniz permakültür eğitimleri için 3000 tllere varan paralar isteniyor haberiniz ola.

    yani filmin her şeyden ama her şeyden kendini soyutlaması mümkün değil. sadece kendine has bir teori ve yaşam pratiği koyuyor ortaya. bak bu mümkündür, hepimiz bunu yapmalıyız gibi bir sinemasal ifadesi yok kesinlikle filmin. akraba olduğu filmlerin izleğini kendi ifadesiyle yorumluyor. büyük laflar etmiyor hiçbir yerinde. öyle görünüyormuş gibi yapsa da.

    kaldı ki aile denen çekirdek yapı zaten sistem denen şeyin cansuyu. yani yönetmenin (aynı zamanda senaryo yazarı) sözde sistem eleştirisine soyunurken sistemin belkemiği aileye güzelleme yapması için gerizekalı falan olması gerek kanımca. evet dokundurmalar, göndermeler var ki olmaması söz konusu olamaz. ama film bak ben müthiş bir sistem eleştirisi yapacağım tarzı bir tonal yaklaşıma sahip değil.

    filmi, ailesi olan, aile kurmuş bir adamın ailesine yaptıkları, bırakmak istedikleri ve elbet bunları yaparken kurduğu dünya, bu dünyanın gerçeklerle, düzenle, sistemle olan ilişkisi bağlamından bakmak, okumak daha doğru geliyor bana.

    nihayetinde anlatılan tüm hikayelerde kahramanlar ne tür özelliklere sahip olurlarsa olsunlar ustaca kurgulanmış bir manipülasyana soyunurlar onları yaratanlar tarafından. tabi bunu biraz hollywood eksenli söylüyorum.

    demek istediğim şu özellikle süper kahraman filmleriyle müthiş bir popcon kültür yaratıp iki saatlik eğlenme arzusunun tulumbası işlevini gören bir sinema geleneği fight club, into the wild gibi filmlerde daha sinsi bir yönteme başvuruyor.

    modern insanın, (orta sınıf, burjuvaji, işçi vs fark etmeksizin) önüne atılan bütün kahramanlar onu harekete geçirmek yerine izlemenin tehlikesiz pasifliğini uyandıran bir tür yatıştıcı görevi görüyorlar*. kendi aczini görüp, aciziyetini kabul eden insan kendini değersiz hissettikçe gerçekle arasına, gerçeğin hatırlatabileceği uyarıcıları yatıştıran, öteleyen başka bir düzlem örüyor. böylelikle perde ya da televizyonda gördüğü kahramanlar ve hikayeleri onları harekete geçirmek yerine tehlikesiz pasifliğin aczini kabul eden bireyler haline getiriyor. böylelikle gördüğü şeyden 2 saatliğine geçici keyif alan modern hayvan harekete geçmek yerine film ya da kitapların onlar için yaptığı şeylere bağımlılık duyuyor.

    al sana modern insanın tragedyası.

    işte bu film de tam da neredeyse ortak bir ağızla ''sistem eleştirisi yapmak istiyor, ama yapamıyor'' diyen tüm insanın kendine yönelik sayıklamasını ortaya çıkarıyor.

    evet dostum film sistem eleştirisi yapmak istiyor ama yapamıyor, sen de tüm o masa başı boklukları terk edip gübre, bok püsür ve bolca romantizm dolu taşra pastoralliğine gitmek istiyor ama gitmiyorsun. o halde sorun ne?

    spoilerrrrrrrrrrrrrr

    film üstüne başka şeyler yazmak istiyodum aslında (belki başka bir entryde. çünkü film de bir sürü mite gönderme var). özellikle ilk sahneyle açılan mitik bir anlam var. erginlemeye yönelik o sahnenin mitin temel özellikleri taşıdığı aşikar. bu ritüeller çocukluğu uğurlamaktan ziyade kovmak anlamına gelir. yani aslında çocuk- erkek olmaya zorlanır. psikolojik olarak ve elbet fiziksel olarak bu sınavı vermek zorundadır. aslında filmin anahtarı daha ilk sahnede eğer doğru okuyabilirseniz. nihayetinde yetişkinliğe, erkekliğe zorlanan çocuk serüvenin çağrısına kulak verir ve yolculuğa çıkar. çember çocuğun hikayesiyle tamamlanır. arada kalan her şey doğaya ve serüvene dönük çağrının karşılanması için olagelir. ha keze ailenin hep birlikte serüvene koyulması ve nihayetinde yaşanan hem fiziki hem ruhsal değişimle mesajın alınarak geriye dönüş yoluna koyulması.

    spoilerrrrrrrrrrrrrrrrr

    dip not: filmin tüm oyuncu kadrosu nefis ama orada o mahmur ve üzgün gözlerle bakan nai denen pislik (bkz: charlie shotwell) harika oynamışsın. bayıldım sana.

    edit: imla

  • abd'de böyle eski kafa amerikalılar vardı. biz türkçe konuştuğumuzda bizi uyarır "burada ingilizce konuşacaksınız burası amerika!" derlerdi. demeye cesaret edemeyenler de garson aracılığıyla bize uyarı yollarlardı (bkz: arby's/@ssg). normalde varlığından haberimizin bile olmadığı bu insanlar bir anda gözümüzde cahil, ayrımcı ihtiyarlara dönüşürlerdi. aklımızda öyle yer ederlerdi. ama abd'deki fark oranın cahilinin baya yaşlı olmasıydı. biz ise türkiye'de o cahil ihtiylarların gençliğine denk geldik şansımıza. neyse iki üç kuşak sonra biterler herhalde.

  • karin tokluguna kolelik yapacagina ac serbest gezmeyi tercih eder. isveren yani gotveren de o 1100 tl yi gotune sokabilir sahsi fikrim.