ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
stannis baratheon
27 nisan 2016 bursa patlaması
-
26 nisan 2016 amerika konsolosluğu türkiye uyarısı'ndan 1 gün sonra gerçekleşmiştir . mit açıklamayı türkçe'ye çeviremeden patlama oldu ya lan .
debe edit : (bkz: 23 nisan 2016 devrim yılmaz'a yardım kampanyası)
yılmaz erdoğan
-
senaryosunu yazdığı dizide bütün kadınları ilk görüşte kendisine aşık olacak şekilde yazmasından, büyük edebi laflar edip sanatçı triplerine girmesine rağmen vücudunu kullanarak para kazanan , lise mezunu tüm yüz estetik , platin saçlı, kendinden 20 -25 yaş küçük bir kadınla ilişki yaşamasından ve kendisini eleştiren herkese tehditvari yaklaşmasından anlaşılacağı üzere. güzel bir pakedin içine girmiş egolu , sığ bir kişilik taşıyordur.
5 haziran 2015 hdp diyarbakır mitingindeki patlama
-
şu an orada yaralı insanlar varken hâlâ "kaçak elektirik" espirisi yapabilecek kadar vicdan yoksunu kisiler var. hayatın boyunca hiç mi bi' başkası için ağlamadınız lan, nasıl bu kadar kötü olabiliyorsunuz?
taso sektörünün çöküş sebebi
-
sözlükteki yeni üniversite mezunlarını göreceğiniz başlıktır.
ilk tasoların üzerinde sevimli kahramanlar vardı. tasolar üçe ayrılırdı. normal, süper ve mega diye. kalınlarından dolayı bu isimleri alıyordu. hatta değer olarak 1, 2 ve 5 değerleri biçilirdi. mega olan ayrıca pembeydi.
sporcu kartlarından arta kalan vakitlerde oynanırdı. çevreye yapılan yeni binaların mermerli duvarlarında oynamak gerekirdi başka düz yer yoktu.
çöküş sebebi ise beybileyd kuşağıdır. yok kenarı bilmem neli tasolar yapıldı. kimsenin aşina olmadığı karakterlerle süslendi.
digimon'la duffy duck bir olabilir mi amk?
stevie ray vaughan
-
amerikalı, texas'lı unlu blues gitaristi, texas blues akımının kurucusu, muthis gitar dehası, 91'de gecirdii sanssız bir ucak kazasıyla hayatını kaybetti, texas'ta kahraman gibi anılır adı...en iyi albumleri, texas flood bide double trouble'dır...jimi hendrix'in efsanewi little wing'ine yaptıı muhtesem otesi cover'la bu sarkıyı bi kere daha klasiklestiren guzel insan...
müslüm gürses
-
müslüm gürses'i nerede sevdim ben biliyor musunuz?
bir gün ona şaka yapılmıştı. müslüm baba'nın orkestrasına darbukadan hiç anlamayan bir adam oturtmuşlardı (sözde asıl darbukacısının eşi doğum yapmış). neyse işte müslüm gürses hazırlandı, şarkı çalıyor falan..ama darbukacı tam anlamıyla içine ediyor şarkının..müslüm gürses baktı böyle 1-2 falan olmuyor..durdurdu..inanılmaz sakin bir şekilde problemin neden kaynaklandığını sordu darbukacıya... sonra tekrar denediler, tabii yine olmadı falan..müslüm gürses yine çok sakindi. hatta ona darbukayı öğretmeye çalıştı kendi yanına gidip, ne yapacağını anlatmaya çalıştı falan..“çok basit bak yapabilirsin” falan dedi, cesaretlendirmeye çalıştı adamı. ne bilsin adamın ona şaka yaptığını… sonra tekrar..sonra tekrar.. darbukacı her seferinde şarkıyı katlediyor... bu durum uzun bir süre devam etti fakat baba en ufak bir kelime etmedi, hiç de sinirlenmedi. hatta en sonunda şakayı planlayan program sunucusu ayaklandı ve yalandan baya kızdı darbukacıya "beyefendi yapamıyorsanız gidin" falan dedi, ortalığı biraz karıştırmak istedi. darbukacı da "tamam o zaman ben gidiyorum" falan dedi kalktı ama orada baba devreye tekrardan girip "darbukacı gidemeeeeeeeezzz" dedi, yine destek çıktı adama ve bu durumu orkestranın içinde eritebileceklerini falan söyledi.
hani bu şakayı planlayanlara göre normalde müslüm baba'nın zıvanadan çıkması ve olayların komik bir hal alması planlanıyordu ama o kadar naif ve ince bir adam vardı ki karşılarında, umdukları gibi olmadı.
ben işte ilk kez orada çok sevdim onu. inanın o şakayı bi bülent ersoy'a veya muazzez abacı'ya veya bi ibrahim tatlıses'e falan yapsaydınız, verecekleri tepki çok başka olurdu. elleri ayakları falan titrerdi. bağırır çağırırlardı adama..belki iki dakikada kovarlardı. tam da şakacıların arzuladığı şeyler gerçekleşirdi.
düşünmeden hızla kalp kıran, empati yoksunu insanları sevmem ben. müslüm gürses öyle değildi ve yine her zamanki gibi iyiler önce gitti.
bazen isyan ediyorum bu sıralamaya. ruhun şad olsun baba.
not: bu arada ilgili şaka şuradan izlenebilir.
edit: link yenilendi. uyarısı için @scarletletter'e teşekkürler.
edit2: link bir daha yenilendi (niye sürekli kaldırıyorsunuz ulan müslüm gürses şakasını internetten). @rahatsizadam'a teşekkürler.
haluk bilginer'in hiç efsane bir rolde oynamaması
-
(bkz: ihsan yıldırım)
madem debeye girdik pek az kisinin bildigi birseyi aciklayayim bu dizi * ile ilgili.
bu dizi orjinal karakterlere sahip degildir.
dizi jefferson ailesinin turk versiyonudur.
o dizide jef jefferson vardir o da kuru temizleme isi yapar ve dukkanlari vardir. burda ayni sey ihsan yildirimda vardir.
o dizide jef jeffersan siyahi, kisa boylu, zayiftir; komsusu beyaz, sisman, uzun boylu arkadasi ile kapisirlar hep. burda da ihsan yildirim, yunan asilli kilolu uzun boylu komsusu ile kapisir.
ilkokul ikide iken izlerdim jefforsan ailesini.
aklimda kalmis dizi.
dizide haluk bilginer efsane oyunculuk gostermistir. en az jef jefferson kadar ustaca oynamistir. hatta jeffersonun oglu, tatli hayattaki basarin(emre altug) siyahi versiyonudur.
ornek: https://m.youtube.com/watch?v=blw2mgzmefm
bi de debecilere gelen ricalar:
(bkz: sehit kutuphaneleri)(bkz: minik ilaydaya yardim kampanyasi)
bitersek hep beraber biteceğiz
-
bu bir itiraftır ahali.
askere gideceklere öğütler
-
asi ve atarlı bir oğlu olduğunu bilen annemden gelen öğüt:
- aman oğlum, komutanların kızıp da bana söverse sakın ola bi'şey deme; onlar ordaaa ben burda!
(bkz: anne tipi realizm)
sayısal loto'da 1 2 3 4 5 6'nın çıkması
-
insanin sayisal loto'nun ne kadar gereksiz bir $ey oldugunu idrak etmesini saglayan bir olasiliktir. zira o hafta sayisalda cikan rakamlarla 1 2 3 4 5 6'nin cikmasi arasinda olasilik farki yoktur. 1 2 3 4 5 6'nin "imkansizligi" bizim aslinda sayisal'dan para kazanmanin imkansizligini idrak etme $eklimizdir.
tebrikler. (bkz: sayisal bolum bitti sozel bolume geciniz)
hatırladıkça iç burkan garibanlık anıları
-
kimileri akabinde hoş bir anıya dönüşen garibanlık durumlarıdır.
marmara'nın henüz kirlenmemiş ve yazın rahatça girilip yüzülebildiği zamanlarda, yaz tatilinde aileye rica minnet yalvarılıp o zamanlar daha anlamsızca kalabalıklaşmamış çınarcıkta, ben yaşlarda oğulları olan yakınlarımızın yazlığına bir haftalığına gitmek için izin koparılır.
cebe, gidiş dönüş yol parasından az hallice üç kuruş konulur ve yola çıkılır.
plan basittir: evin sahibi aile istanbul'a dönecek, biz de 15 yaşlarında üç velet bir hafta evde kalacağızdır.
en başta her şey güzel gider.
evde büyükler olmadığı için, yapıp bıraktıkları yemekler acele biter, cepten harcanan para ise, dönüş için ayrılan kısmı dahil olmak üzere üçüncü günde tükenir.
dördüncü gün, parasızlık ve açlıkla yüzyüze gelinir.
arka taraftaki tepelere meyve toplamaya gidilir. bir köylü halimize acıyıp bir de koskoca kabak verir bize. biz kabağa bakarız, kabak bize bakar. tamam, kabak tatlısı yapılabilir en nihayetinde, ama aç karnına adamı allah bilir ne eder o kabak tatlısı.
elde kabak, poşette meyveler tepelerden dönerken, aşırı hızlı giden bir kamyona takılır gözüm.
elimden sadece "yemek" diye bağırmak gelir. bağırmamla birlikte o koca kamyon, yolun ortasında eğleşen bir tavuk sürüsünün içine dalar. tavuklar sağa sola kaçışır, kamyon fren yapar, ortalık toz duman olur, ardından yolun ortasında yatan o beyaz tavuğu görürüz.
koşa koşa gideriz yanına. biz oraya varana kadar tavukların sahibi de yola çıkar. adamın hafif bir tiksinti ile baktığı tavuğa biz de bakarız, durup dururken "helal eder misin?" derim. adam, evet şeklinde kafasını sallar.
tavuğu hemen oracıkta kesip, tüylerini denizde yıkaya yıkaya ayıklarız. akşama ziyafet olur bize.
ertesi gün, aklıma arkadaşımın babasının sandalı gelir. sabah erkenden balığa çıkarız. amaç, sabahtan o gün bize yetecek kadar istavrit tutup yemeği garantilemektir.
istavrit tutmanın ne kadar bereketli olabileceğini o gün orada çarşaf gibi denizin ortasındaki sandalda sap gibi ayakta durup çapari sallarken öğrendim ben.
akşama doğru iki kova ve bir büyük leğeni tepeleme doldurmuş dönerken, fazlasını komşulara mı versek diye tartıştığımızı hatırlıyorum.
sahile varıp sandalı çektiğimizde ise, yan siteden bir hanım, tüm parasızlığımızı ve açlığımızı unutturacak o inanılmaz soruyu sordu bize: kaç para istavrit evladım?
o anda beynimizde çakan şimşekleri tahayyül dahi edemezdiniz...
elime geçen, o bildiğiniz eskiden lokantalarda filan bulunan plastik ekmek sepetini doldurup, 5 lira deyiverdim. balıklar hala canlıydı. (yetmişli yıllarda milyon filan da yoktu)
ilk satışımızı o hanıma yaptık böylece.
ertesi gün, ve arkasından bir sürü ertesi gün, sabahın köründe balığa çıkıyorduk. normal çapari 7 iğneli olur. biz üçer çapariyi birleştirip 21 iğneli yapmıştık gelen balığa yetişebilmek için. akşama kendimiz için bir kısmını ayırıp kalanını en yaratıcı yöntemlerle satıyorduk.
sitelerde misafir gelen evlerin kapılarını çalıyorduk. kimse canlı balığa hayır demiyordu.
ceplerimizde tomar tomar para ile gezer olmuştuk. çınarcık'ta dondurma ısmarlamadığımız kız kalmamıştı.
benim bir haftalık tatilim istavrit sayesinde neredeyse bir ay süren vur patlasın, çal oynasın bir tatil oldu bu sayede.
dönüşte, babasının sandalı olan arkadaşımın on vitesli sarı peugeot yarış bisikletini dahi satın aldım. hayallerimin bisikleti idi.
eve de, kartal'dan selamiçeşme'ye kadar bisikletle gittim tabi. yarış bisikletiydi hem de.