hesabın var mı? giriş yap

  • "10 yaşında filandım, bir çocuk markasının erkek reyonundan şort veya tişört aldı annem, daha doğrusu ben seçtim, o da itiraz etmedi. dünyalar benim oldu! içinde kendimi en rahat hissettiğim giysilerimdi. saçlarımı, amerikan tıraşı kestirince de kendimi çok beğenmiştim. o halimle bir akrabamızın düğününde kızlar tuvaletine girecektim, orada çalışan biri, “oraya giremezsin! erkeklere girmen gerekiyor” demişti de ne kadar mutlu olmuştum..." demiş oyuncu. hele o son cümleyi okuyunca içim cız etti. 10 yaşında dahi o çocuk kalbi bundan dolayı pır pır ediyorsa, kararına kulp takanlara bok yemek düşer.

  • kullanırken dikkat edilmesi gereken bitkidir.

    gerçekten uyku problemlerini çözmekte, biraz mayıştırsa da, düzene girmenizi sağlamaktadır. moral bozukluğu ve bitkinlik halinden uzaklaştırmaktadır. kimi antidepresanlardan daha etkili bileşimler içeren bir bitki olduğu için, orta dereceliye kadar depresyonların tedavisinde de etkin biçimde kullanılmakta, fakat tüm depresyon ilaçlarının aksine neredeyse hiç bir yan etkisi bulunmamaktadır.

    sigarayı bırakma dönemindeki stress ve adet öncesi sendromundaki gerginliği azaltmak için de yaygın olarak kullanılmaktadır. hatta, bu sırf bende olmuş olabilir ama, sigarayı da ister istemez azaltmanıza sebep olabilmektedir.

    fakat bu bitkiyi kullanırken, diğer antidepresanları kullanırken olduğu gibi alkolden uzak durulması gerekmektedir. tütsülenmiş veya turşusu yapılmış yiyecek - içeceklerden kullanmamak, ve bazı ilaçlardan uzak durmak gerekmektedir. bu ilaçlar, soğuk algınlığı ilaçları ile, amfetaminler, narkotikler, triptofan ve tirosindir. tabi ki, etkili bir antidepresan olduğu için de, başka antidepresanlarla beraber kullanmamak gereklidir.

    aynı zamanda güneşe karşı hassasiyeti arttırdığı için beyaz tenli ve güneşe karşı hassas insanların kullanırken dikkatli olması gerekmektedir. mesela gündüz vakti alınmamalı, güneşe çok çıkmamalı,
    gerektiğinde de güneşe karşı koruyucular kullanılmalıdır.

    hap gibi kapsülleri de piyasada bulunduğu gibi, daha ucuz ve benim tercihim olan çayı da rahatlıkla bulunabilir. poşet çayları tüm aktarlarda bulunur. ayrıca gerçekten oldukça ucuz ve reçetesiz bir çözümdür.

    bunların haricinde, vücutta herhangi bir maddenin birikmesine sebep olmadığı için uzun süreli kullanıma da uygundur.

  • elbette en uzun kosuysa ortadunya'da devrim, o, onun en guzel yuz metresini kostu.

    bilimum gereksiz youtuber ve rapci icin binlerce entry girilmisken, duvarlari yikmak icin yaradana siginip kendini feda eden bu kahramanlar kahramani, isimsiz sehit uruk hai kardesimizin eksi sozlukte bir basliginin bile olmamasi ayibina artik daha fazla dayanamiyorum. mazlumlarin ofkesi, ezilen halklarin cigligi, azim, zafer ve inancin ete kemige burunmus hali olan, kimsenin adini bile bilmedigi bu koca yurekli uruk hai'nin, elinde tuttugu devrim mesalesiyle yoldaslarinin arasindan siyrilip gelerek, dehsete kapilmis cakma kahraman ve isbirlikci halk dusmanlarinin saskin bakislari altinda, fasizmin tetikcilerine, oklarina ve mizraklarina ragmen, gericiligin bogrune adeta bir yildirim gibi saplanmistir. herkes merak ediyor," o yikilmaz denen surlari, sauron'un iradesinin bile yikamadigi duvarlari, nasil oldu da boyle sadece bir mesaleyle tuzla buz ettin be cocuk?" diye soruyor. bilmezler ki o duvarlari yerlebir eden patlama, ezilen orklarin, asagilanan uruk hailerin, magaralara surgun edilmis balroglarin ve soyu kirilmis ejderhalarin devrimci ofkesinin ta kendisiydi; o duvar, duvariniz viz gelirdi ona viz.

    ne zaman hatirlasam tuylerim urperir, gozlerim dolar, yumraklarimi sikar uzaklara bakarim. ilk o firladi kalabaligin ortasindan. en hizlisiydi hepsinin arasinda. aciyorsam sana anam avradim olsun. ama ask olsun sana cocuk. ask olsun aglattin hepimizi...

    duzenin cennetinde yerin yok suphesiz. hicbir zaman orada burada heykellerini de goremeyecegiz. adini anan bile olmayacak belki. fakat senin yerin en kutsal mabette, yani ezilenlerin kalplerinin derinliklerinde olacaktir.

  • "âmâların kendi dünyaları vardır, kendine has dünyaları. siz bilmezsiniz. bu dünyayı görsem nolur, görmesem nolur...o bir pencere. sen bakıp geçtin ablacım, ben bakmadan geçtim."

    6 aylıkken cehalet sonucu gözlerini kaybeden sivaslı turan dedenin müthiş sabır ve tevekkül öyküsünün bizleri hüngür şakır ağlattığı program olmuştur bu akşam.

    acaba gözleri gerçekten görmeyen kim?

  • mitoloji yazmak dünyanın en eğlenceli işlerinden biridir. eski tanrılar, yeni tanrılar, kahramanlar, kapılar, boyutlar, titanlar, özel güçler, tılsımlı nesneler, semboller, yıldızlar, gezegenler yazdıkça yazasınız gelir. bir de bu güçler arasındaki bağlantılar, titanlar ile insanların savaşları, geçmişe dönmek, boyut değiştirmek gibi kavramları eklemeye başladığınızda aldığınız keyif nirvana'ya ulaşır.

    ancak her güzel şeyin tabi ki bir sonu var. mitoloji yazarken yaşadığınız keyfin bittiği nokta da bunları tutarlı bir şekilde bir araya getirmeye çalıştığınız yerdir. önce kronoloji yapmanız gerekir. örneğin olayın başlangıcından on bin yıl öncesine bir çizik atar buradan itibaren yaradılış, titanlar, insanlar diye düzenleye düzenleye günümüze kadar gelirsiniz. bu da baya ter dökülen bir iştir çünkü eklemek istediğiniz her sembol ve kavram burada ayağınıza dolaşmaya başlar.

    atiye de anadolu mitolojisini ve sembollerinden yola çıkan bir dizi. bu nedenle başarılı olup olmayacağını belirleyecek en önemli unsur ürettiği mitolojiyi nasıl kullandığı. şimdi bu alanda dizi neler yapmış bir bakalım.

    --- spoiler ---

    öncelikle şunu söylemem gerekiyor ki dizi, kullandığı kavramlar konusunda biraz kopuk. her şey bir sembolle başlıyor ve bu sembolün daha sonra kadın ve erkeğin birleşmesi gibi bir konuyu temsil ettiğini öğreniyoruz. ancak sembollerin biraz gizlenmesi lazım normalde. mesela serdar'ın yüzüğünde aynı sembol olduğunu atiye söyleyene kadar fark edemiyorsunuz. bu güzel bir kullanım noktası. ancak bu sembolü kırmızı boyayla defalarca duvarlara çizdikleri için o gizem havası kayboluyor zamanla.

    bir de aradaki kavramlar arasında çok bir bağlantı yok. sembol doğurganlığı temsil ediyor diyelim. bir de paralel evrenleri ve zamanın durağan olduğunu anlatmak için kısa bir şekilde kuantum fiziğinden bahsedilmiş. ancak sadece bahsedilmiş. yani kuantum fiziğinin adı geçiyor ama gerisi gelmiyor. mitoloji yazımında şöyle bir rahatlık var aslında; atış tamamen serbest. adem ve havva'yı uzaylılar tarafından genetik olarak üretilmiş denekler yapıp üzerine kabala inancı mı eklemek istiyorsunuz. yapabilirsiniz. ancak tutarlı olduğunuz sürece. burada tutarlılık bir araya getirdiğiniz kavramların gerçek hayatta da uyumlu olmasını gerektirmiyor. bunları kendi evreniniz için eğip bükebilirsiniz ancak büktüğünüz noktaların tıpkı bir puzzle gibi bir araya gelmesi gerekiyor. atiye'de ise bu maalesef olmuyor.

    bu problemin ana kaynağı da dizinin bu çabaya hiç girmemesi. mesela bir yerde anadolu'nun manyetik alanından bahsediliyor. deşilecek çok güzel bir konu bu aslında. oradan dünyanın manyetik alanına, atom altı rezonansa, diğer gezegenlerin dünyadaki manyetizmayı nasıl etkilediğine, daha sonra güneş patlamalarına değinebilirsiniz. bundan sonra da güneşin hayat veren gücüne, venüs ve mars'a son olarak da doğum kavramının mistik boyutuna getirebilirsiniz konuyu. bunun bire bir hikayeyi değiştirmesine de gerek yok. amaç başlattığınız sembolü bir şekilde finaldeki konuya bağlamak sadece. böylece sembolleriniz ana temanızı destekler ve işleyen bir dizi evreni kurmuş olursunuz. dizinin ikinci sezonunda ise erhan "hmm evet manyetizma." deyip aldığı kitabı yerine bırakıyor. bu kaynak da burada kurumuş oluyor.

    bu örnek, dizinin gizemli havası için fazla bilimsel olabilir. çünkü "yıldızlı kadın" gibi bir kavramın olduğu hikayede sicim teorisinden falan bahsetmek istememiş olabilirler. bu da anlaşılabilir bir durum. ancak eğer bilimsel alan bırakılacaksa anadolu mistisizmi konusuna daha fazla yaklaşmaları gerekirdi. bu var mıydı diye soracak olursanız maalesef bu kısım da yok.

    mesela dizi çok güzel bir doğu batı sentezi olabilirmiş. istanbul'da yaşayan (bana göre pek başarılı olmayan ancak belli ki eşin dostun pohpohladığı) post-modern bir ressam, mistik bir işaret sonucu anadolu'ya gider ve oradaki sırları öğrenmeye çalışır. başlarda realist hayat görüşü nedeniyle bunlara inanmaz ancak gördüğü şeyler sonucu sırların gerçek olduğunu anlar.

    hatırlarsanız dizinin birinci sezonu da böyle gidiyordu. ortada gerçeküstü bir sır vardı ve atiye istese de istemese de bu sırrın merkezindeydi. o inanmaz hali ve yaşadığı şeylerle fikrinin adım adım değişmesini izleyebiliyordunuz. ancak sorun şurada ki atiye gerçekten çok az şey görüyor ve gördüğü şeyler bir türlü bir araya gelmiyor. mesela bu sezon kendisine yol gösterecek annesi, teyzesi ve anneannesi olmak üzere üç tane rehberi var. normalde rehberler biraz da sürükleyicilik katmak için gizemli konuşurlar. bu kabul. ancak bu kullanımın bir sınırı var. önce şuraya git buraya git demeleri ana karakter görevini tamamladığında da ne olduğunu açıklamaları lazım.

    çünkü izleyicinin keyifle hatırlayacağı detaylar böyle rehberler bulunduğunda ortaya çıkar aslında. bu bölümleri, dizilerde pastanın üstüne çikolata sosunu eklediğiniz yerler olarak görebilirsiniz. ancak burada finale gelene kadar kimse doğru düzgün bir şey anlatmıyor. işte kapadokya'ya git oradan urfa'ya geç oradan istanbul'a git. mistik rehber mi, otobüs firmasında biletçi mi belli değil.

    bir de anadolu bu gibi konularda çok zengin aslında. mesela bu entry'i yazarken merak ettim ve birkaç arkadaşıma etraflarından duydukları anlatıları, hikayeleri ve efsaneleri sordum. öğrendiklerim şunlar; köyün dışında yaşayan büyüleri çözen bir kadın (ki kendisi tarife göre meral çetinkaya'nın bu dizideki haline benziyor), sırtı sıvazlanınca mendile dönüşen kara bir koyun, köyün ortasındaki çamlarda yaşayan cinler, türbelerden çıkan ermişler. ki ben bunları yaklaşık 15 dakika içinde elimde telefon evde otururken buldum. gerçekten bir konya'ya ya da erzurum'a gitseniz bunlardan daha ilginç binlerce şey öğrenebilirsiniz. tabi bunları alıp 5. sınıf cinli film yapacak haliniz yok ancak bunlarla birlikte diziye çok daha ilginç bir doku eklenebilirmiş. burada bana göre büyük bir fırsat kaçırılmış.

    bir de çok tartışmalı olan oyunculuklara bakalım. dizide rolüne yakışan dört oyuncu var. bunlardan ilk ikisi metin akdülger ve melisa şenolsun. metin akdülger'i daha öncesinde şahsiyet'de izlemiştim. kendisi genelde internet dizileri üzerinden ilerliyor. sanırım bu platformdaki rolleri daha özgür olabilmek için tercih ediyor. bu da ileride daha geniş perdeden bir oyuncu olmasını sağlayacaktır.

    melisa şenolsun'u da ilk defa bu dizide izledim. oynadığı diğer rollerle karşılaştırma imkanım yok ancak belli bir stereotipi başarıyla canlandırdığını söyleyebilirim. nedir bu stereotip? ailesi zengin, yurt dışında okumuş, ekonomik olarak riskli bir alanda eğitim almış (sinema, oyunculuk, moda tasarım gibi işsiz kalma olasılığınızın yüksek olduğu alanlar), yeteneği ya da emeği ile değil de aile dostları sayesinde iş hayatında başarılı olmuş, sevgili dışında konuşacak çok bir şeyi olmayan bir profil var. bu kızlardan biriyle tanıştıysanız hepsiyle tanışmış gibi olursunuz, o kadar birbirlerine benzerler. belki melisa şenolsun'un hayatında da böyle insanlar vardır ancak kamera kayıt dedikten sonra gerçek hayatta sürekli kurduğunuz bir cümleyi okumak bile zordur. bu yüzden ben kendisini bu karakteri izleyiciye aktarmak konusunda başarılı buldum diyebilirim.

    başarılı bulduğum diğer iki oyuncu da tim seyfi ve meral çetinkaya. meral çetinkaya'nın bu dizide yaptığı muazzam bir iş aslında. burada kostüm ya da imaj çalışmasından bahsetmiyorum. normalde bir oyuncu sahneye hazırlanırken "ben burada ne yapıyorum? bunu neden yapıyorum? karakterimin ne hissetmesi gerekiyor? nasıl tepki veriyorum? neden bu tepkiyi veriyorum?" gibi sorular sorar. (ya da teoride sorması gerekir en azından) bunlar yönetmenle aralarında konuşup karar verdikleri konulardır. ancak senaryonun bu sorulara genel bir cevabı yok aslında. varsa da bize aktarılmıyor. bu nedenle meral çetinkaya'nın yaptığı çok zor bir iş. mesela nemrut'un tepesinde taşları birbirine vurup daha sonra can veriyordu birinci sezonda. yönetmene bu taşların anlamı ne peki, karakter neden böyle davranıyor dese ortada net bir cevap yok. bu yüzden olmayan bir şeyin tepkisini verip heyecanını yaşayabildiği için kendisinin tebrik edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

    tim seyfi ise yine meral çetinkaya gibi çok zor bir işin altından kalkmış. mesela türkiye'de neden fantastik dizi yapılmıyor diye soruluyor ya, sebeplerinden biri bu dizilerde oynayacak oyuncu bulamayacak olmanız. çünkü meral çetinkaya'dan bahsederken söylediğimiz gibi oyuncunun konuştuğu konuya inanıyor olması lazım. bu nedenle üçüncü sayfa haberleri gibi konuların işlendiği dizileri çekmek daha kolay. oyuncu da telefonuna baktığında, gazete okuduğunda ya da haberleri izlediğinde sürekli tecavüz, cinayet, adam kaçırma, dolandırıcılık gibi şeyler görüyor. bu nedenle oyuncunun böyle şeylere ikna edilmesine gerek kalmıyor. ancak serdar karakteri bir takım karanlık güçler için çalışan (hadi bunu bir şekilde kotarırlar) ve ölen eşini geri getirmek için paralel evrenlere (?) açılan kapıyı kullanan bir adam. bir oyuncuyu buna ikna edip ondan düzgün bir oyun alma ihtimaliniz çok düşük. ancak tim seyfi bir şekilde sakin, tehditkar, kontrollü, soğuk ve aynı zamanda acıları olan bir adamı canlandırmayı başarmış.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak dizinin sürekli kötü yönlerinden konuşmuş gibi olduk ama bunun nedeni dizinin işlediği konunun çok fazla potansiyele sahip olması. özellikle ilk sezon sürükleyici olunca insan ikinci sezonda konuların daha da derinleşmesini bekliyor. ben de ikinci sezonu fantastik pek çok noktanın kurgulanıp bir araya getirileceği, sembollerin anlamlarının araştırılacağı ve açıklanacağı bir hikaye olur diye hayal etmiştim. ancak sanırım beklentiyi biraz fazla yükselttim.

    yine de diğer netflix dizisi olan hakan muhafız'a göre oyunculuklarda gelişme olduğunu söyleyebiliriz. bu da bir işaret. çünkü fantastik yapımlara yeni başladık sayılır bu yüzden her alanda başarılı bir iş ortaya çıksaydı baya şaşırtıcı olurdu aslında. ancak adım adım gelişmeyi görmek de ilerisi için umut verici bir durum diyebiliriz.