hesabın var mı? giriş yap

  • hiç unutmuyorum, bir keresinde "aşık olduğum adamın evine yakın bi otel tuttum, orda kaldım, o gece bissürü şarkı yazdım o otel odasında..." demişti.
    kendisi güzel, kafası güzel, yüreği güzel kadındır.
    damardır, ağırdır, zordur.

    rahat bırakın lan bu kadını! ne diyosa doğrudur, türkiye'nin en güzel kadınıdır.

  • avusturya alpleri'nde buzullar arasında 5.200 yıl öncesinden kalma donmuş bir ceset mışıl mışıl uyuyormuş. 1991 yılında bulunan bu donmuş cesede "alp çobanı" ismi vermişler. alp çobanı, donduğu için hemen hemen hiç bozulmamış halde günümüze kadar gelebilmiş olması özelliği yanında bize, ta o günlerden çok kıymetli bir bilgiyi de taşımıştır. alp çobanı'nın hiç sakal ve bıyığı yokmuş. yani 5.200 yıl önce alp dağlarında bile insanlar tıraş oluyorlarmış...

    arkeologlar da benzer bilgileri eski tarihlerden günümüze getirmişlerdir. mağara duvarlarındaki resimlerde tıraş için keskinleştirilmiş çakmaktaşının, deniz kabuklularının, çeşitli kemiklerin sakal kesmek için kullanıldığını öğreniyoruz.

    tarih öncesinde yaşayan erkek belki temiz, bakımlı ve şık durmak için değil; kesilmediğinde 150cm kadar uzadığından hareket kabiliyetini zorlaştırdığı için bunu yaptığını düşünebiliriz. ama bu ihtiyaçtan kaynaklansa da sakalı kesme ihtiyacı o insanları, bir "tıraş aletini" bulmaya, kullanmaya sevk etmiştir. işte tıraş bıçağının icadının ana nedeni de budur; doğada rahat edebilecek bir hareket kabiliyeti için gerekenin sağlanması...

    doğada gezgin yaşamaktan yerleşik yaşama geçip, insanlar arasında da sosyal, kültürel, ekonomik birikimler oluşunca; tıraş olayı da bundan nasibini, hem alet konusunda hem de tıraş olma konusunda almıştır. mısırlılar, m.ö. 4. yüzyılda sakal kesmek için altın ve bakırdan yapılmış aletler kullanmışlardır. roma'da ise sadece özgür vatandaşlar tıraş olabilme hakkına sahiptir... m.s. 14. yüzyılda, günümüzde kullanılan usturanın ilk örnekleri yapılır. tabi bu usturalar zamanımızdaki gibi olmadığından, o dönemde bu aletler ile kanlı ve acılı tıraşların olduğunu düşünebiliriz.

    amerika kıta'sı keşfedilir. bu kıta'da kurulan devletin başını avrupa'nın en acar insanları oluştursa da o başka bir devlettir. herkes farklı milliyetten de olsa "amerikalı" olarak kendisini ifade eder. işte bu devletin içinden bir kişi 20. yüzyılın başlarında, 1901 yılında iki taraflı tıraş bıçağını yapar. ancak pek fazla satamaz bu aleti. birinci dünya savaşı yıllarına kadar sadece 168 tıraş bıçağı ve bunların kullanılabileceği 51 makine satabilir. bu kişinin ismi king camp gilette (jilet) olup daha sonra dünyanın kullandığı tıraş bıçağına asıl ismini de o verecektir. ancak bir şeye ihtiyacı vardır; pazara... işte o pazar da savaş ile gelir. abd hükumeti, ordusunun ihtiyacı olarak belirleyip, birinci dünya savaşı başlarında bu firmaya 3,5 milyon tıraş bıçağı sipariş eder. gilette'nin omuzlarına "altın kuş" konmuştur. tıraş bıçağı da bu sayede bir sektör haline gelir. bu sektörün başını da tabi ki gilette çeker. ne demişler; "erken yola çıkan yol alır"...

    o sıralarda bir firma, savaşlar ve askerler için kılıç imal etmektedir. birinci dünya savaşında ateşli silahlar çok kullanılır olmuş, kılıç da pek talep edilen silah olmaktan çıkmıştır. gilette'nin vurduğu voliyi görünce, o kılıç firması da tıraş bıçağı üretimine geçer. bugün hala tıraş bıçağı üreten bu firmanın amblemi çapraz iki kılıçtan oluşur. ismi de, wilkinson'dur. günümüzde, tıraş bıçağında, dünya pazarının %66'sını gilette; %20'sini wilkinson elinde bulundurmaktadır.

    1950'li yıllarda elektrikli tıraş makineleri yaşama girmiştir.

    şimdi düşünüyorum da; eğer wilkinson firması, gilette firmasından önce bu işe girişse ve abd hükumeti de 3.5 milyon tıraş bıçağı siparişini gilette yerine wilkinson'a verse idi; tıraş bıçağının ismi de belki "jilet" değil "vilkinson" olacaktı. biz de bakkala gidip; "iki vilkinson rica ediyorum, iki bıçaklı" diyecektik...

  • bunun gibi öyküsü olan ve korku sinemasında kendine yer edinmeyi başaran filmleri seviyorum. özellikle yönetmeninin ilk uzun metrajlı filmi olması ve direktörün kendi kişisel beğenilerinden izler görmemiz, aynı zamanda kendi korku sineması perspektifini yarattığı eserle bizlere aktarması, yeni algıları keşfetmemiz açısından müthiş bir şey.

    filmin tam anlamıyla bir "korku" filmi olması beni mutlu eden ikinci özelliği. izlediğimiz bu film "melez" bir film değil. birden fazla türe ait bir film olarak üretilmemiş. korku sineması seven kitle genellikle bu tür klasik korkuları sever. ben de bu kitlenin bir parçası olduğumdan, filmin bu eski korku klasiklerini anımsatan yapısını çok beğendim.

    gelelim oyunculuklara. başrolde izlediğimiz ve doğal olarak filmi tek başına sürükleyen oyuncu sosie bacon hem yeteneği ile hem de tanınmamış yüzüyle rolünde oldukça başarılı. kendisi ünlü aktör kevin bacon un kızıymış. sesini ve mimiklerini olabildiğince doğal tonda kullanan oyuncudan, yönetmen parker finn dört dörtlük performans almış. zaten bu, filmin başarılı bir yapım olmasındaki ana etmenlerden biri.

    yardımcı oyuncuları incelediğimizde, maalesef başrol ile aynı şeyleri söylememiz mümkün değil. ana karakterin nişanlısı, polis, psikolog ve hemen hemen tüm yardımcı oyuncular vasatın epey bir altında kalıyor. bu oyuncuların çiğ performansı, baya bir gözlerimi kanattı. özellikle başrolün kız kardeşini oynayan ablamızın yapaylığı, filmi izlerken sinirden tüylerimi diken diken etti. oyuncu kadrosu seçilirken belli ki buraya çok özen gösterilmemiş. muhtemelen filmin düşük bütçeli bir yapım olmasından kaynaklı. yine de ne olursa olsun, insan en azından vasat performanslar bekliyor. bunun tek istisnası, hapishane sahnesinde tutukluyu oynayan siyahi abimiz. yaklaşık 5 dakika süren bu sahnede oyuncu, mükemmele yakın oynamış.

    filmin senaryosu yönetmen tarafından yazılmış. senaryoyu incelediğimizde, filmin korku sinemasının çok sevilenleri ile akrabalığı bulunduğunu görüyoruz. film, 2014 tarihli it follows un kız kardeşi. 2002 tarihli the ring filminin de teyzesinin kızı. insanlara birbirinden zincirleme biçimde geçen bir tür lanetin söz konusu olduğu film, korku sinemasında çok sevilen bir konudan besleniyor ve bunu izleyiciye çarpıcı görsellerle aktarabiliyor. yönetmen senaryo matematiğini oluştururken, filmde geçen diyalogları izleyiciye bir bir göstermiş. filmde hiç açık kapı bırakılmaması ve filmin sonunun, en başıyla uyumlu biçimde bağlanması beni ayrıca mutlu etti.

    filmdeki müzik ve ses kullanımına da ayrıca değinmek gerekir. filmin sinir bozuculuk katsayısını yükselten ses kurgusu, bu bütçedeki bir film için ileri seviyede yapılmış. filmin başarılı olmasındaki en önemli etkenlerden biri de şüphesiz, teknik detaylarda (ses, ışık ve efekt) filmin kendisinden bekleneni fazlasıyla vermesi olarak nitelenebilir. ayrıca filmde yer alan müziklerin de oldukça başarılı olduğunu belirtmeliyim.

    son olarak bu film, korku janrında çığır açan ve ilerde başyapıt olarak addedilecek bir film tabii ki değil. ancak yönetmeninin ilk uzun metraj filmi olması, klasik korku sinemasına kendince bir değer katması, görece uzun süresine rağmen seyirciyi sıkmadan ve hiç tempo düşürmeden kendini izletmesi ile oldukça başarılı bir korku filmi olduğunu söyleyebilirim. özellikle tür sinemasını sevenlerin mutlaka izlemesi gereken smile "keşke sinemalara bu türden korku filmleri daha çok gelse" dedirtecek kadar kaliteli bir yapım.

  • akıllarda soru işareti yaratan bir açıklamadır..

    eğer bu saldırı malum şahsa yapılsaydı, o kalabalığı yarabilmek için kalabalığın üstüne yaylım ateşi açılacağını hepimiz biliyoruz.. kimden mi bahsediyorum, tabii ki "esad"

  • oturdukları yerden kasıt nedir? ayağa kalkıp bütün gün elimizde bilgisayar yürüyelim mi napalım amk ya?

  • çok güzel ve mutlu bir video. imrendim doğrusu, çok tatlı tepki vermiş.
    benim babam istediğim üniversiteyi ve bölümü kazandığımda bile “boğaziçini neden kazanmadın” demişti.

  • çakı attık, meşale attık, kapıyı kırıp attık, direği söküp attık, bir büyük rakı attık, üstüne sabri'yi saldık, melo çükületosuyla gol attı, sneijder ile iki tarafa selam verdirdik. ne dedin de ayının zoruna gitti söyle bağıralım.

  • kendisini cani gonulden tebrik ediyorum turkiye gibi bir ulkede rezil olmayi basardi kendileri.

  • öncelikle (bkz: #31432431)

    profilini kimler gezmiş gör uygulaması değil, şaka hiç değil. evet, hangi tarihte kimi aramışsınız çatır çatır saklamışlar. neyse ki bunu yaparken o listeyi silme imkanı sağlamış düşünceli arkadaşlar. benim arama listemin baskaları tarafından görüldüğünü düşünmek bile istemiyorum. kırılmadık kemiğim kalmazdı herhalde.

    edit: gizlilik ayarları -> hareketler dökümünü kullan-> soldaki menüde fotoğraflar, yorumlar, beğenmeler kısmında "daha fazla"ya basarak daha çok secenek getiriyoruz ve onların arasında en altta "ara" sekmesini tıkladığınızda bu verilere ulaşabiliyorsunuz.

  • afedersiniz elifi görse mertek sanacak dilden anlamaz cehl-i mürekkeb sahiplerinin yeni iddiası.

    bir halk şiirini başlıkta tartışılan bağlama uygun hale getirerek şöyle seslenmek istiyorum:

    dağda bayırda gezen bir yörük,
    kimi tımarlı sipahi kimi bir bölük,
    bir elife dili dönmeyen hödük,
    şehristana gelir lisan beğenmez.