hesabın var mı? giriş yap

  • yüzüğü atma kardeş, bozdur.

    değil türkiye, dünya gerçekleriyle uyuşmayan bir söz. şımarıklık.

  • "tamamen başarısızlığa uğramak" anlamına gelen ingilizce ifade; amerikan versiyonu "go over like a lead balloon" şeklindedir. kullanımına örnek vermek gerekirse şöyle bir cümle sallayabiliriz: "i’m sure his plan will go down like a lead balloon." ("i’m sure his plan will completely fail" ile aşağı yukarı aynı anlama gelir bu cümle.)

    bu ifadenin kullanımına dair bilinmesi gereken en önemli detay, ifade içerisindeki "lead" kelimesinin "öncülük etmek" anlamına gelen ve aşağı yukarı "lıid" şeklinde telaffuz edilen fiil değil, "kurşun"** anlamına gelen ve "led" şeklinde telaffuz edilen isim olduğudur. yani söz öbeğindeki "lead baloon", kurşundan yapılma bir balonu ifade etmektedir. kurşundan yapılma balonun havada uçamayacağı ve çakılacağı da malumunuzdur. ifadeye anlamını veren de bu fiziksel gerçekliktir. kurşundan balon yapıp uçurmaya çalışırsanız balon çakılır ve tamamen başarısızlığa uğrarsınız.

    1920'lerde bulunmuş olsa da ifadenin kullanımı ingilizce'de ikinci dünya savaşı'ndan sonra yaygınlaşmıştır (hala çok yaygın olduğu söylenemez ya neyse). açık bir şekilde belli olmasa da, en popüler kullanımını efsane grup led zeppelin'in isminde bulmuştur bu ifade.

    led zeppelin kurulmadan önce, jimmy page isimli müzik efsanesi, jeff beck, keith moon ve john entwistle gibi efsane isimlerle bir süpergrup* kurmaya çalışmıştır; bir nevi dünya karması, gerçek olamayacak kadar güzel denilebilecek bir fikir. nitekim gerçek olmadı da; grup hiçbir zaman oluşmadı. yine de page, beck ve moon mayıs 1966'da bir araya gelip beck's bolero diye yaklaşık 3 dakikalık bir kayıt yapmıştır. bu üç kişi dışında kayıtta piyanist nicky hopkins ve büyük müzisyen john paul jones da vardır. bu çabalar aslında birkaç yıl sonra led zeppelin olarak doğacak olan efsane grubun doğum sancılarıdır; dört baba müzisyenden* iki baba* bir araya gelmiştir bile.

    the yardbirds temmuz 1968'de bedfordshire'da son gösterilerini düzenlemiş fakat sözleşmeleri gereği iskandinavya'da vermeleri gereken hala birkaç konser vardır. ancak grup* artık dağılmış gibidir ve the yardbirds elemanlarından keith relf ve jim mccarty'nin önerisi üzerine jimmy page ve chris dreja, the yardbirds ismini kullanarak iskandinavya turnesi için eksik kadroları tamamlayalım derken -uzatmayayım- denkleme john bonham ve ropert plant de girer. böylece led zeppelin'in efsane dörtlüsü bir araya ilk kez gelmiş olur. dörtlünün bir arada ilk çalışları londra, gerrard street'te bir kayıt stüdyosunun altındaki odada gerçekleşir. ilk olarak, jimmy page, the yardbirds'ün de cover'lamış olduğu bir jump blues parçası olan train kept a-rollin''i çalalım der, zira bu parça 1968 led zeppelin iskandinavya turnesinde çalınacaktır (aslında ortada fiilen olsa da resmi olarak led zeppelin yok, the yardbirds var). o anı, büyük insan john paul jones şu cümlelerle anlatır: "as soon as i heard john bonham play i knew this was going to be great ... we locked together as a team immediately."

    muhteşem dörtlümüz, the yardbirds'ün iskandinavya görevini yerine getirmek için londra'dan ayrılmadan önce p. j. proby'nin three week hero isimli albümünün kayıtlarına katılır. söz konusu albümdeki jim's blues isimli parça led zeppelin dörtlüsünün bir arada çaldığı ilk kayıttır (daha önce bahsettiklerim sadece canlı provalardır, kayıt söz konusu değildir. bir de "robert plant ne yaptı, vokal yok bir şey yok" diye merak eden olursa, kendisi bu kayıtta armonika çalmıştır, vokal yapacak değil, zira albüm p. j. proby'nin, dolayısıyla vokalleri de o yapıyor).

    grubumuz iskandinavya turunu, the new yardbirds ismiyle tamamlamıştır. led zeppelin ismiyle yapmış olmasalar da danimarka ve isveç'i kapsayan bu iskandinavya turu grubun ilk turnesidir* aynı zamanda. turne 7 eylül 1968'de danimarka'nın gladsaxe bölgesindeki ilk konserle başlar, 17 eylül 1968'de isveç'in malmö kentindeki son konserle biter; toplamda 9 konser verilmiştir. aynı ayın* ilerleyen günlerinde grup ilk albümlerinin kayıtlarına başlamıştır. albümün kayıtları ve miksajı dokuz günde tamamlanmış, giderleri jimmy page tarafından karşılanmıştır. albümün tamamlanmasının ardından, o zaman dağılmış olan the yardbirds'ün ritim gitaristi ve basçısı chris dreja bir cease and desist mektubu yayınlayarak the new yardbirds isminin kullanım izninin sadece iskandinavya turnesi için verildiğini belirtir ve grubu isim değiştirmek zorunda bırakır.

    nasıl bir isim bulalım derlerken, keith moon ve john entwistle'ın, jeff beck ve jimmy page'den oluşacak bir süpergrubun felaketle sonuçlanacağına dair ifadeleri akla gelir. bu "felaketle sonuçlanma" kısmını belirtirken büyük ihtimalle keith moon'un "go down like a lead balloon" ifadesini kullandığı söylenir (bu ifadeyi, john entwistle kötü geçen sahne gösterileri için kullanırmış, keith moon da arkadaşından kapmıştır). bunun üzerine grup*, menajerleri peter grant'in tavsiyesi üzerine "lead" kelimesindeki "a" harfini düşürür; böylece kelimenin "led" yerine "lıid" şeklinde bağlam/anlam açısından yanlış telaffuz edilme ihtimali bertaraf edilmiş olur. "balloon" kelimesi yerine de jimmy page'in aklına "aynı anda hem ağırlığı hem hafifliği, hem tutuşabilirliği hem zarafeti" getiren ve yine bir çeşit balon sayılabilecek "zeppelin" kelimesinde karar kılınmıştır. zeppelin kelimesinde karar kılınmasında 1937 hindenburg faciasının da payı var muhtemelen. zira kazayı anlatan radyocu/gazeteci herbert morrison'ın meşhur "oh, the humanity" sözüyle birlikte kazanın video görüntüsü 50 ve 60'larda ingiliz sinemalarında gösterilirmiş ve page muhakkak görmüş ve etkilenmiştir. zaten grubun ilk albümünün page tarafından seçilen kapağında da hindenburg faciasının bir fotoğrafı bulunmaktadır.

    böylece müzik tarihine damgasını vuracak olan efsane bir grup isimsizlikten the yardbirds'e, the yardbirds'ten the new yardbirds'e, oradan da led zeppelin'e varan isim macerasını tamamlamış olur.

    --
    "a supergroup with page and beck would go down like a lead balloon."

  • 2019' haziran ayında bozcaada gibi ufacık bir yerde, 31 yaşında dalyan gibi bir arkadaşımızı 8 kişi döverek öldürdüler. sabahına tüm ada karakolun önüne gelerek deyim yerindeyse ayağa kalktı. linç edilerek öldürülmesi an be an güvenlik kameralarında gözüküyordu. üstelik yerde hareketsiz kalmış ve ölmüş bedene vurdukları izleyenleri dehşete düşürdü. gazeteler, televizyonlar yazdı. davalara ölen arkadaşımızın ailesi, arkadaşları, belediye başkanı, adadaki tüm siyasi partilerin temsilcileri eksiksiz katıldı.

    peki sonuç ne oldu biliyor musunuz? 8 kişiden biri 1 sene, 2'si 2 sene yattı ve çıktılar. mahkeme görüntülere rağmen, yerde cansız bedene vurulmaya devam edildiğini gördüğü halde sanıklara "kasten adam öldürme" yerine "yaralama kastı ile öldürme" suçundan ceza verdi. biri 7 buçuk sene, 2'si 9 sene, diğer tutuksuz sanıklar ise 5 sene ceza aldı. mevcut 5 yıllık af, 2 yıllık denetim süresi, iyi hal indirimi, tahrik, yatılan süre vs derken hepsi dışarda hayatının baharında arkadaşımız ise toprağın altında. dışarda olanların bazıları ise hala gazetecileri, mağdur yakınlarını tehdit etmeye devam ediyor.

    velhasıl, çok geçmiş olsun arkadaşım. yaşıyor olmanıza bile sevindim. açacağınız davadan umarım bir sonuç elde edersin ancak mevcut yasalarla yanlarına kar kalacağına eminim. burası türkiye.

    link

    link2

  • kaldırımda kendi halinde takılan kedi bir arabanın altında ezilmesin diye tüm bunlar.*

    mini bir travma sonrasında yapmaya başladım ben bu hareketi; eşek sıpası yanından geçerken bir anda fırladı yola. arabanın şoförü o anda hayatının frenini yapmasaydı kedi aldığı darbeden ölecekti, ben de kederinden.

    siz de kaldırımda yürürken sakin sakin takılan bir kedi gördüğünüzde hafif yavaşlayın derim. bok yoluna gitmesin hayvancıklar.

    oh be bi tek ben değilmişim editi: oh be bi tek ben değilmişim.

  • tarihimiz fazla abartılıyor.

    hiçbir dönemimizde moğollar kadar güçlü değildik, hiçbir zaman roma imparatorluğu kadar dünyaya yön vermedik, hiçbir liderimiz büyük iskender kadar büyük bir savaş dehası değildi, hiçbir zaman ingilizler kadar kültür aşılayamadık uzaklara, hiçbir devletimiz pers imparatorluğu kadar önemli değildi, sinan’ın yaptıkları hiçbir zaman da vinci imzalı italyan yapıları kadar özel olmadı, hiçbir zaman mısır piramitleri gibi ölümsüz eserlerimiz yoktu ve hiçbir zaman yunan mitolojisi kadar derin bir mitolojiye sahip olmadık...

  • kötü bir dönem geçirmiş ve sevilen kişiden ayrılmış bir şekilde ailemi ziyaret etmek üzre uçağa bindim. duygular tavan. tek yapmak istediğim kulaklığımı takıp müzik dinleyerek uyumak. fakat koltuğuma oturur oturmaz başladım ağlamaya. zaten ağlak bir insanım ama insanların içinde genelde ağlamam. tutamadım kendimi, iki gözüm iki çeşme ağlıyorum. yalnız hıçkırık yok, damla damla gözyaşlarım süzülüyor. ama nasıl, dur durak bilmiyor. ben bir tane siliyorum, ardından iki tane daha geliyor. önce yolcular soruyor ne var diye, bir şey yok diyorum. sorular arttıkça hostesler olaya dahil oluyor. ne var diyorlar, bir şey yok diyorum ama damlalar aksini söylüyor. uçağın bir bölümü durmuş beni izliyor artık ve yolcular aralarında konuşmaya başliyor, neden ağladığıma dair teori üretiyorlar. bu arada yer görevlileri de olaya dahil oluyor. iyiyim diyorum, kimse inanmıyor. uçak bir türlü kalkmiyor, herkes ağlamama yoğunlaşmış şekilde bana bakıyor. yanımdaki norveçli kadın yolcu, uçuş boyunca elimi tutabilirsin diyor. iyiyim, teşekkür ederim diyorum. o da inanmıyor. sonradan hollandalı olduğunu öğrendiğim bir adam yanıma gelip bir paket cips uzattıyor. "iyi gelir ye," diyor. durumun saçmalığına gülümseyip cipsi kabul edip uçuşa hazır olduğumuzun sinyalini verince herkes alkışlıyor ve gözler üzerimden çekiliyor.

    sorunlarımı cipsle aşmama yardımcı olan hollandalı amcaya "büyüksün" diyorum.

  • pardon filmindeki replik geldi aklıma.

    “beni adamdan sayıp alacak örgüte zaten ben girmem!” diyordu ibrahim.

    ben de bizim versiyonu yapayım:

    “beni adamdan sayıp evlenecek kadınla zaten ben evlenmem!”

  • kendi karısının başına bardak koyup ateş eden şiddet bağımlısı biridir yılmaz güney. 1974'te ülkemin bir hakimini öldürerek zaten katil olmuştur. çocuk katilliği meselesi tartışılsa dahi katil olduğu tartışmaya kapalı bir gerçektir.

  • galatasaray başkanını bir fener yöneticisinin taklidini yaparken hiç gördünüz mü?

    görmediniz ve asla göremeyeceksiniz.

  • şehzade mustafa'nın katlini bu kadar dramatize eden de, normalde ortaasyadan beridir türk hakanlarının kanı kutsal sayılıp dökülmezken, güçlü mustafa'yı bir türlü alt edemeyen, boğazına ilmiği geçiremeyen cellatların, balta kullanmasıdır ve hakan kanının dökülmesidir...

    bu olaydan sonra aslında osmanlı'nın asıl çöküşü başlar... o da artık osmanlı savaş gücü olarak yeniçerilere tamamen bağlı kalmak zorunda kalmıştır, türkmenler-yörükler yani sipahilerin kanuni'ye itimadı devam etse de onun yerine gelen oğlu selim'e pek itimad etmemişlerdir. anadolu halkları, şehzade mustafa'nın şokunu üzerinden atamamış, osmanlı hanedanlığına sırt dönmeye başlamıştır...

    bunun ilk ve belki de en büyük örneği de 2. viyana kuşatmasında, türkmenler ve yeniçeriler arasındaki anlaşmazlıklarda görülür...

    vefatı, osmanlı'nın yavaş yavaş sonu olmuştur...