hesabın var mı? giriş yap

  • muhteşem bir doğa olayı.

    - kimsin lan sen?

    - sen kimsin lan?

    - kimsin olm?

    - sen kimsin lan sen kimsin? (bu noktada yunzuk ve depik vurmaya başlıyorlar birbirlerine)

    *
    kavgalarda en çok sevdiğim şey bu kısım. ama bir sorun var: fazla kültürel bir döngü bu. yani bizim memleketimiz dışındaki kavgalarda bu havayı yakalamak mümkün değil. bir londra seyahatim sırasında ingiliz'in biriyle birbirimize girdik. "who are you?" diyorum "i am richard" diyor, "who are you, who are you?" diyorum "i am richard, i am english, 79 years old" diyor, hiç bir tat alamadım, fiske vurasım gelmedi adama. desene sen de bana "who are you?" diye şöyle güzel bir güleşelim, türk tokadının tadına bak, sülüman diye bayıltayım seni.

  • çok az çocuk sevmemin nedeni olan çocuktur.

    iki yaşlarında ve yanında bir yetişkin olan çocuk yolda gidiyor ve yol üzerinde de kendini temizleyen sevimli bir kedi var. çocuk tekme savura savura yürümeye başladı. yanındaki kadın da "aa bak kedi" diyor ama çocuğun tepkisi aynı.

    o çocuk potansiyel bir kötü insan benim için. hiç öyle "aman da aman çocuk bıcı bıcı" diyerek sevimlileştiremeyeceğim. mimlendi benim için ve kötü bir insan olduğunda asla şaşırtmayacak beni.

    kaç tane aile uyardım böyle durumlarda. tepkileri de hep biricik çocuklarını savunmak oldu. onların çocukları çok iyi, onların çocukları kötü olmaz. uzaydan gelirler hep kötüler.

    aileler nasıl böyle bir şeye dikkat etmezler anlamıyorum. şayet o kadın çocuğu kenarda durdurup "aa yapma bak böyle sevilir" diyerek örnek olsa o çocuk da bunu öğrenebilirdi. bir sevgi ve güven gelişebilirdi hayvana karşı.

    ama yok, insan ne ki yavrusu ne olsun!

    edit: çocuk yetiştirmek bir sanat. yıllar sonra o çocuk kötü birisi olduğunda ailesinin "ya biz nerde hata yaptık?" sorusunun o bir parçacık cevabı işte burada yatıyor. o kadın tarihi bir fırsatı kaçırdın gitti. o çocuk o yetişkinin yönlendirmesini görmedi bilmedi. o kedi onun için tekme atılacak ve uzak tutulacak bir hayvan. o kedinin de bir yaşam hakkı olacağını idrak edemeyecek belki.

    herkes çocuk sahibi olamamalı. ehliyete bağlanmalı bu iş. bir çocuğun düzgün yetişmesine kendini adayamıyorsan yapmayacaksın. "öyle böyle büyür" demeyeceksin. merhamet yoksunu ve ileride toplumun defosu olacak bir varlık büyütüyorsun haberin yok.

    bir elçi olarak debit: (bkz: öğretmen kumru konak'a yardım kampanyası)

  • sapıklık mıdır bilemedim, göreceli bir sapıklık diyelim. her taksiye binişte farklı kimliklere bürünmek ve şöförle bu doğrultuda konuşmak. farklı meslekler, farklı öğrencilikler, farklı hayatlar, farklı dertler. şiddetle tavsiye ediyorum.

  • sahaflık etiğini bilen, müşterisine sahip çıkan site.

    akademik bir çalışma için belli konuda kitapları topluyordum. eledim, inceledim, kitapların tamamını almak için minimum (2) kargoya bölecek şekilde ayarladım. ilk sahafın kargosu hemen geldi. ikinci sahaf (x sahaf diyelim) mesaj attı: falanca kitap yok. yine de gönderelim mi?

    kitabın eksik olması kötü çünkü tematik bir sipariş veriyorum. sonradan o kitabı tek başına sipariş etmek zor. üstelik bu kitabın yokluğu nedeniyle kargo ücretsiz olmaktan çıkacakmış, kargo ücreti de ödemem gerekecekmiş. ya da aynı fiyata başka bir kitap alacakmışım.

    x sahaf'a, aldığım şeyin elma, armut olmadığını, kitap olduğunu (aynen bu şekilde) ifade ettim. cevap gelmedi.

    bunun üzerine nadirkitap yetkilisine ulaştım. hemen döndüler. sahaf adına özür dilediler. eksik kalan kitabımı başka bir sahaftan (y sahaf diyelim) bulmuşlar. onu da ücretsiz elime ulaştıracaklarını söylediler.

    üstelik, üstüne para verecek oldular. kitap, y sahafta x sahaftakinden daha ucuzmuş. aradaki farkı iade edebiliriz dediler.

    teşekkür ettim. gerek yok dedim. donanımhaber ölücüsü değiliz. o paraya o kitapları alacaktım ve almış oldum.

  • sinema ve dizi dünyası cidden vites arttırdı. sanırım içinde bulunduğumuz dönemden öncesinde çoğunlukla salonlarda satılan biletlere mahkumdular ama şuan online platformlara artan büyük taleple birlikte artık çok çok büyük projelere onay vermeye başladılar. bu da iyi bir şey çünkü neredeyse iki senelik bir zaman diliminde yüzüklerin efendisi'nden dune'a kadar bir yığın dev saga'yı ekranlarda göreceğiz.

    foundation da bilimkurgu için böyle bir seri. ancak halihazırda hayran kitlesi olan anlatıları uyarlamak çok kolay bir iş değil çünkü çıta zaten yüksek bir yere kurulmuş vaziyette. mesela yüzüklerin efendisi dizisi yapacaksanız, kusura bakmayın tolkien'e layık bir iş çıkarmanız lazım. ortalama bir işin bile kurtarma ihtimali yok. şimdi isaac asimov gibi bilimkurguyu diyaloglar ve felsefi ikilemlerle bütünleştirerek çok başka noktalara taşıyan bir yazarın tarzına uyum sağlayabilmişler mi bir bakalım.

    --- spoiler ---

    diziye başlamadan önce bi kısa asimov'un tarzından bahsedelim. şimdi bilimkurguda bir temel bilimkurgu var ki bunlar bildiğimiz teknolojilerin ilerletilmiş halidir. mesela biz voyager'ı güneş sisteminin dışına çıkarabiliyoruz ama bu yaklaşık 40 yıl sürüyor ve aracın içinde herhangi bir canlı yok. bu tür bilimkurgularda da her şey fiziğin daha teorik ve ileri halinde planlanıyor ve atıyorum uzak yıldızlara insanları gönderebiliyorsunuz artık. ancak işte warp motoru var, uzay zamanı şöyle büküyorum, insanları araçlarda bu şekilde hayatta tutuyorum, insanlar uyuyorsa onların yerine işleri yürüten robotların beyinleri pozitronik yapıdadır ve şu ilkelerle çalışır diye uzun uzun açıklıyorsunuz. ikinci tür bilimkurgunın ise ne kadar bilimkurgu olduğu bile tartışmalı. çünkü "bilim" ile yapacaklarınızı o kadar abartıyorsunuz ki bunlar büyü müdür fizik midir çok anlaşılmıyor.

    bu dizinin ilk iki bölümde işlediği temel günah da bu aslında. asimov yazım tarzı gereği kendisini sınırlar ve herşeyin nasıl işlediğini en ince ayrıntısına kadar açıklar. örneğin ben, robot kitabında robotlar ile kurduğu problemler o kadar gerçekçidir ki iş robotlardan çıkıp temel mantık problemlerine döner. bu tarzı sevip sevmemenizden bağımsız olarak (çünkü herkesin aradığı şey farklıdır) temel bilimkurgu olan bir şeyi alıp fantastik alana çekerseniz ruhunu katletmiş olursunuz. bu diziyi yazan senaristlerin tam olarak yaptığı da budur.

    zaten dizinin ne kadar üşenilerek yazıldığını kurulum aşamasında da fark edebilirsiniz. mesela bu proje yanlış hatırlamıyorsam 8 sezon olarak tasarlanmış. (ki bence fazla iyimser bir tahmin) bu da demektir ki ilk sezondaki 10 bölümün tamamını kuruluma ayrımanız gerekiyor. mesela yaptığı berbat final ile akıllarda kalmasına rağmen game of thrones'un ilk sezonu yazım tekniği açısından mükemmele yakındır. size karakterleri tanıtır, westeros'u anlatır, insanların ne kadar acımasız olacağını sezdirir. belki bu sezon size sıkıcı gelecektir ama dizinin burada asıl yaptığı şey bir kayayı tepeye doğru taşımaktır. ilk sezonun sekizinci bölümde eddard stark'ın başının kesilmesiyle de o taşı tepeden yuvarlamaya başlar.

    foundation'ın ise hiç böyle zahmetlere girme derdi yok. istiyorlar ki olayların fitili daha tanımadığımız insanlar tarafından ateşlensin ama kimlerin arasında sürtüşme olduğunu bilmeden yani aradaki o politik çekişmeyi inşa etmeden bunu yapamazsınız. ha derseniz ki zaten insanlar kitapları okumuştur ama eğer senaristler de böyle düşündüyse bu kendilerinin tembelliğini tesciller sadece. çünkü sizin yapmanız gereken işi tamamen başkasının sırtına yüklemektir bu. ayrıca uyarlama yapılıyorsa her yapım birbirinden bağımsız şekilde değerlendirilmelidir. yoksa kitabı güzel diye hobbit üçlemesini de beğeniyor olmamız gerekirdi.

    ayrıca kitap, yazın alanındaydı. siz artık görsel bir düzlemdesiniz. bu nedenle atmosfer çalışmasına hem anlatımla hem de çekimlerle tekrar başlamanız gerekiyor. bu kısımda şimdi hakkını verelim cgi gerçekten çok kaliteli. ki ben yeşil perdeden çok hoşlanmayan biriyim normalde ve burada hiç rahatsız etmedi beni görüntüler. rahatsız olduğum kısım ise bunu anlatımla desteklenmemesi. mesela dünyaya bir sütun ile bağlı dışarıdan gelen insanların giriş çıkış yaptığı bir uzay istasyonu var. atmosfer kurmak için bunun nasıl çalıştığını neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğundan bahsetmeniz gerekiyor. hadi diyelim bu detay. koskoca galaksiye yayılan imparatorluk var. bunun içinde yüzlerce farklı halk, binlerce etkili grup olması lazım ki o politik çalkantıyı biz hissedebilelim. peki bu var mı? tabi ki yok. onun yerine imparatorluk ölçeğinden baktığınızda toz kadar önemi olmayan ve neden birbirlerine düşmanlık besledikleri üzerine derin bir açıklama yapılmayan iki halkın çekişmesi var. yani öyle bir şey yapayım ki elimdeki bütçenin hakkını veremeyeyim diye kendinizi zorlasanız bu kadar yüzeysel bir şey çıkaramazsınız ortaya. bu açıdan da yapımcıları tebrik etmek lazım.

    bir de karakterlere ve oyunculuklara bakalım. böyle bir projeye başlarken no-name isimler tercih etmek mantıklıydı eskiden çünkü yani insanların hayatının neredeyse 10 senesi falan burada geçecek. o yüzden bütçe ve sözleşmeler sıkıntı çıkarıyordu. ancak devir değişti. artık büyük dramalar sezonda 10 bölüm yayınlıyor ve hazırlık falan olsa da oyunculara daha büyük özgürlük sağlayabiliyorlar. bir de dizi sektörü gelişmeye devam ediyor. artık anthony hopkins gibi büyük oyuncuları bile dizilerde izleyebiliyoruz. bu dizinin cast'ı ise gerçekten çok zayıf kalmış. ilaç hakkı için benim de çok sevdiğim ve başarılı bulduğum jared harris ve yine bilindik bir isim olan lee pace (kendisini pushing daisies'ten beri takip ederiz) var. geri kalan oyuncular ve karakterler o kadar silik ki iki bölümde aynı karakteri farklı oyuncuya oynatsanız aradaki farkı anlayamazsınız. bu durumdan tabi oyuncular da sorumlu ama yine senaristlerin de hatası var. çünkü yazılan diyaloglar o kadar jenerik ve kasıntı ki diyalogun nereye gideceğini ilk söylenen replikten çıkarabiliyorsunuz. sahnenin geri kalanı da can sıkıntısı haline geliyor haliyle.

    --- spoiler ---

    tabi erken yargılamamak lazım ama ilk iki bölüm hiç umut vermedi diyebilirim. bu durum da açıkçası biraz beni üzdü çünkü dizi bir de hafta hafta yayınlanacakmış. game of thrones'tan beridir yeni bölüm düşse de izlesem diye beklediğim bir şey çıkmadı. o nedenle kaçan bir fırsat olarak gördüm bunu. gerçi bir umut yine de sezon sonuna kadar toparlarlar diye umuyorum. onu da birinci sezon finalinde konuşuruz artık.

  • aktroller gerçekten gerizekalı.cumhurbaşkanı 2002'den beri donunuza kadar soydu sizi.ona hesap sorun yemiyor dimi.resmen cumhurbaşkanının geyşaları,kumalarısınız...

  • masalsı öğeleri gerçekçi karakterler arasında, gerçekçi bir ortam içinde sunan edebiyat akımı.
    böyle diyince tam anlaşılmasa da gabriel garcia marquez ve jorge luis borges diyince şıp diye anlaşılıyor.

    bu akımın modern yüzyıllarda yaşamasına rağmen, dinin günlük hayatta ve ilişkilerde önemli yer kapladığı kültürlerde ya da çok eski ve köklü medeniyetlerin yaşadığı topraklarda, onların torunları olarak yaşama durumunda ortaya çıktığı öne sürülüyor. bu sebeple güney amerika'da ve ortadoğu'da bu akım oldukça kuvvetli imiş.

  • bir hukumet veya sirketce cikarilmis ve gelecekte belirlenmis bir tarihte para arti faizin toplam miktarini geri odeme sozu veren faiz getirili belge.