hesabın var mı? giriş yap

  • budur. halk en azından aldığı ürünün üstünde nasıl duracağını görür. hayal değil, gerçek...

  • 24 bardak çayın 228 lira tutması dışında ciddi bi problem göremediğim hesap. kim içti lan o kadar çayı ?

  • açılın ben tezimde bu konuyu çalışıyorum.

    konu ile ilgili literatürde en çok kabul gören açıklamalar şöyle:

    batıda akademiye bakış açısı ile türkiye'de akademiye bakış açısı çok farklı. batıda biraz daha "knowledge is power" anlayışı var ve iktidar pozisyonlarını tabii ki erkeklerin kadınlara bırakma ihtimali daha düşük.

    türkiye'de durum farklı. bilgi ve iktidar çok ilişkili değil ve asıl güç kaynağı para. para getiren işler ise akademide değil sahada. bu nedenle de erkekler daha çok para getiren sahadaki işlere yönelerek akademiyi kadınlara bırakabiliyorlar.

    bir de kadın için uygun meslek olması açısından öğretmenliğin devamı niteliğinde görülmesi açıklaması da var literatürde.

    ayrıca oranlar kafanızı karıştırmasın. eşitlik öğretim görevlisi, okutman (şimdi onlar da öğretim görevlisi oldular), araştırma görevlisi gibi basamağın en altlarında var. ancak yardımcı doçentlikten profesörlük kadrosuna yükseldikçe kadın akademisyen sayısı erkek akademisyen sayısının neredeyse yarısına düşüyor. hatta şimdi baktım yarısının da altında. https://istatistik.yok.gov.tr/ adresinde özet öğretim elemanı sayılarından kontrol edebilirsiniz.

    bu iki şekilde yorumlanıyor. birincisi şu andaki kadın araştırma görevlilerinin yükselmesi ile gelecekte bizi gerçek bir eşitlik bekliyor olabilir, ikincisi de unvanda yükseldikçe onların da sayılarının azalma riski var. yani bu durumda mevcut durum aynen devam eder.

    bir de bu sayısal eşitliği asla yönetim kadrolarında göremiyoruz. en son ocak ayı gibi rakamsal bir kontrol yaptığımda türkiye'de sadece 3 tane kadın rektör vardı yanlış hatırlamıyorsam. (2015'te 13 tane idi diye hatırlıyorum). gittikçe durum kötüleşiyor yani.

    o nedenle yüzdesel eşitlik türkiye'de akademi için yanıltıcı bir eşitlik diyorum ve gidiyorum.

    edit: imla

  • nezahat onbaşı vardı mesela.. annesi öldüğü için 9 yaşından itibaren alay komutanı olan babasının görev aldığı cephelerde yer aldı.. asker yetişti ve bir çok savaşta yer aldı.. neden biliyor musun ? bayrağı ve toprak bütünlüğü için, bağımsızlığını sağlayabilmek için.. kendi ülkende duracaktın, savaşacaktın o zaman.. madem milli marşın senin için bu kadar önemli, savaşacaktın.. iki mermi sesiyle kaçmayacaktın topraklarından.. halide edib adıvar gibi, şerife bacı gibi savaşıp kahraman olarak anılacaktın yüzyıllar sonra bile.. yok öyle iki mermi sesi duyunca topraklarını satmak.. bak biz de milli mücadele veriyoruz ülkeyi size bırakmamak için.. avucunuzu yalarsınız yani.. yakında hepiniz gideceksiniz..

  • - seni kim gönderdi buraya evladım?
    - idris bey efendim
    - idris bey denmez oğlum, idris yüzbaşım diyeceksin, bana da efendim deme
    - peki abi

  • her okurun kendine mahsus bir dünyası vardır. benim de öyle. şu yazarı çok severim, bu yazarı sevmem, diğer yazarı abartılmış bulurum falan filan. bilindik mesele…

    bir roman ve öykü yazarı olarak sıklıkla raymond carver ismiyle karşılaşırım. raymond carver okudun mu?, raymond carver muhteşem değil mi? eğer öykü yazıyorsan referans noktan carver olmalı, gibi…

    evet, raymond carver okudum, carver’ı severim, gün olur carver’ın sadeliğine imrenirim fakat raymond carver’ı ilk okuduğum andan bugüne, hakkındaki görüşüm bir dirhem değişmedi. amerikalı yazarı kişisel sınıflandırmamı baz alırsak “sanatçı yazar”dan ziyade hep bir “zanaatkâr yazar” olarak gördüm. bir ıkea zanaatkârlığı bu… küçümsediğim için söylemiyorum, ikea ürünleri gibi yalın, basit, bu özellikleriyle takdire şayan, gelin görün ki kalıcı değil. kalıcılıktan kastım, bir okur olarak hoffmann, poe, çehov, kafka, borchert, buzzati, yourcenar, borges, cortazar, jackson, salinger, vonnegut ve daha birçok yazarın kısa öyküleri bende ikinci, üçüncü kez okuma isteği uyandırsa da carver aklımda yer etmiyor, tutunmuyor. salinger'ın öykülerini zevkle okuyup carver'a mesafeli bir sevgi beslemek garip değil mi? bence de öyle ama öyle işte...

    carver seri üretim yapan bir fabrikanın bandında önünden geçen ürünler arasında tuhaf, tekinsiz, soluk bulduğu şeyi hemen tespit ederek çekip çıkaracak gözlere sahip usta işçileri andırıyor bana. evet usta… gerçekten de gündelik hayatta, özellikle amerikan orta sınıfının sakin hayatındaki tekinsizlikleri, eksiklikleri, yalanları, ikiyüzlülükleri en basit tabirle durgun suya düşmüş damlanın yarattığı dalgalanmayı hiç kelime israfına girişmeden, ustalıkla okura yansıtıyor. ve bunu cheever’ın yüzücü’sünde kullandığı metaforik seçenekleri es geçerek, gerçeği gerçekle, belki daha cüretkar, daha emek isteyen bir metotla yapıyor. görsel efekt, ses efekti, fon müziği eklenmemiş ham görüntüyle beyaz perdeye çıkmak misali… işte tam da bu yüzden bırakın okurları, birçok yazarın bir dönem abartıya kaçarak carver’ı yaşayan en iyi yazar olarak mimlemesi doğal. marcel duchamp’ın sergi için diğerleri tuvalleri önünde ter akıtırken pisuvarı ters döndürüp ismini çeşme koyması gibi dâhiyane, özgün ve pratik bir seçim. tek farkı devrimsel olmaması. aynı zamanda yazarın bu nadir bulunur özelliği, postmodern dünyanın çeperinde kısılıp kalmış, kendinden menkul bir eser yaratmakta güçlük çeken yazarlara ve yazar adaylarına ilham, daha doğru tabirle bir dayanak noktası oluyor. dikkat ederseniz, metnin içeriğini değil tekniği, hayal gücünü değil çalışmayı salık verenlerin ağzından düşmez carver. çünkü umut veriyor. bu adam bu denli basit şeyleri basit bir dille anlatıp meşhur olduysa, o halde ben de yapabilirim diyenlere rastlamak mümkün. bu yüzden semih gümüş’ün evinin gizli bir odasında raymond carver için hazırlanmış, atölyesinden öğrencileriyle muhtelif zamanlarda ayinler yapılıp şirke koşulan bir sunak mevcut:p seçkin bir zevkin nesnesi oluyor carver, jazz gibi, video art gibi, performans sanatı gibi… adam röportajlarında derin anlamlar, metaforlar peşinde koşmadığını söylese bile nato kafa nato mermer, orada burada üçüncü kez okuyunca carver öykülerindeki alt metni kavradım’cılar türüyor. gerçi hak vermemek elde değil, o kadar çok övülüyor ki sıradan okur carver okuduğunda "eee bu adamın nesini çok beğeniyorlar?" sorusuna bir cevap arıyor, bulamıyor, okuyor, okuyor, okuyor ve kendince, hayali bir alt metin üretiyor. halbuki carver direkt gösteren bir adam... dikkat et anlatıyor demiyorum, gösteriyor. sen poe'nun çalınan mektup öyküsündeki polisler gibi gözünün önündekileri değil, gözünün göremediği yerleri deşmeye meraklı olduğundan, bahis konusu öykünün sonundaki gibi büyük bir arayıştan sonra aradığın şeyin gözünün önünde çıkmasıyla irkiliyorsun:)

    ayrıca adım kadar eminim, herkes raymond carver okusa bugün onu allayıp pullayanlar kendilerini toplumdan farklı hissetmek için başka bir yazarın üstüne çullanıp carver için “eh yani” diyecek. mesela son yıllarda maurice blanchot - clarice lispector gibi isimleri sıklıkla duyma sebebimiz bu. seçkin okur kitlesi yeni mabut ve mabudeler peşinde:)

    sözün kısası, raymond carver’ın okunması ve bilinmesi gereken, hatta birçok noktada örnek alınması elzem bir yazar olduğunu düşünmekle birlikte, şayet başıma bir iş gelmeyecekse, kişisel dünyamda ve yaratım faaliyetimde önemli bir yer tutmadığını belirtir, uzar giderim.

  • bu görüntüler olaydan öncedir sonradır bilemem. ama bu kadın nedense bana hiçbir zaman samimi gelmedi. he ahmet kural da en az onun kadar samimiyetsiz, o ayrı.
    bu sebeple ilişkilerinden haberdar olunca tencere kapak diye düşünmüştüm. sonra böyle bir olayla günlerce gündemi meşgul ettiler.
    şimdi sıla’nın darp raporu almak için kendi kendine zarar vermesi ile alakalı görüntüler görsem hiç şaşırmam. aynı şekilde ahmet kural’ın sıla’yı darp ettiği görüntüleri görsem “vay anasını, bak yapmış demek ki adam” da demem.
    kocaman bir ülkenin gündemini böyle insanların şekillendirdiğini görmek üzüyor sadece. ne diyeyim, yazık vallahi hepimize.

  • onunla yemeğe gidin ve bütün yemek boyunca garsonlara olan davranışlarını izleyin. eğer garsonlara bir insan olarak değilde hizmetçileri gözüyle bakıp, biraz sakin olmasını söylediğinizde "ne demek canım onların görevi bu" cevabını alıyorsanız o zaman o erkek insan olarak çiğdir işe yaramaz hem de kalitesizdir. direkt çöp.