hesabın var mı? giriş yap

  • ateşli bir köy çocuğu, şehrin en büyük marketinde işe başvurur. dünyanın bu en büyük alışveriş merkezinde her şey satılmaktadır. patron sorar:

    - daha önce hiç satıcılık yaptın mı?
    - evet, köyümde bu işi yaptım.

    patronun gözü çocuğu tutar:

    - iyi, yarın başlıyorsun o halde.

    ertesi gün akşam olur ve patron çocuğu karşısına alır:

    - evet, bugün kaç satış yaptın?
    - bir.
    - ne, bir mi? diğerleri 20-30 satış yaptılar, nasıl bir? kaç dolar tuttu peki?
    - 320.334 dolar.

    patron şaşırır ve sorar:

    - nasıl becerdin bunu?
    - adama başta küçük boy bir olta, sonra orta boy ve sonra da büyük boy bir olta sattım. nerede balık tutacağını sordum. kıyıda deyince bir tekneye ihtiyacı olduğunu söyledim. tekne bölümüne indik ve çift motorlu, yelkenli, lüks bir yat sattım. vosvosuyla bunu çekemeyeceğini söyleyince son model 4x4 bir jeep sattım.

    patron kendinden geçer:

    - ne diyorsun, bütün bunları sadece küçük bir olta almaya gelen adama mı sattın?

    genç çocuk cevap verir:

    - yoo, aslında karısı için bir tane orkid istemişti. ben de ona şöyle dedim:

    - hafta sonun mahvolmuş, sen en iyisi balığa git.

  • bi sakatlık yaşamamasını umduğum atlama. ki kendi dediğine göre " yoğk "

    toprakta yavaşlatıp, ters perendeler atarak durdu ehheh. ben en çok adam dan dun giderken " la yavaş oğlum nidiğon lağn " diyen kişiye güldüm. lan ne etmesi mi var, adam düşüyo işte patates çuvalı gibi.

  • eli ayağı titremiş sinirden yazamamış gurban olduğum akjdshajkfh.

    dur başlığını engelliyim ahahahaha.

    son olarak laikçi ne amk?

  • insanının zihniyetiyle, binalarıyla koskoca bir gecekondu olan şehir. yani bir şehir 30 yılda hiç mi 1 adım ilerlemez gerçekten inanılmaz.

    izmirli'yim. 20 yıl izmir'de yaşadım, yaklaşık 20 yıldır da ankara'da yaşıyorum. yurtiçi/yurtdışı çok yer gezdim gördüm ancak bu kadar abartılmış bir şehir daha önce görmedim. izmir'i kötü yapan şey suriyeliler istanbullular vs de değil. şehre baştan aşağı gecekondu zihniyeti sirayet etmiş durumda. başka bir şehirde yaşayıp ara ara izmir'e gelince yozlaşmayı, şehrin iliklerine kadar işlemiş varoşluğu çok net gözlemleyebiliyorsunuz.

    merkez ilçelerden bahsedecek olursak. dışardan gelerek izmir'in güzel yüzünü görüp hayran olanların uğradıkları ortam büyük oranda güneyinden kuzeyine sahil şerididir. güneyde narlıdere'den başla, kuzeyde mavişehir'e kadar sahil şeridinde mekanlar da, havası da, insanı da süperdir izmir'in. kolay kolay bozulmaz buradaki semtler. en nezih yerlerinin de bir göztepeli olarak karşıyaka-bostanlı-mavişehir hattı olduğunu da belirterek hakkını vermek lazım.

    ancak denizden içeri 1 km girdiğinizde büyük oranda karşılaşacağınız şey brezilya'nın favela'sıdır. abartmıyorum bir çok mahallede akşamları sokağa çıkmaya korkarsınız. karabağlar'ı, uzundere'si, limontepe'si, buca'nın bir çok mahallesi, eşrefpaşa'sı, kale'si, basmane'si, tepecik'i, kahramanlar'ın bir kısmı, bayraklı'nın arka mahalleleri, doğançay'ı, kuruçay'ı, toros'u, levent'i, yeşildere'si, ballıkuyu'su varoşlarını say say bitmez. izmir koskoca bir varoştan oluşuyor. bu mahallelerin çoğunu yeni gelenler bilmez. 2 saat dolaştır kaçarak uzaklaşır izmir'den.

    eskiden izmir'in en güzel yanlarından biri yazlık mekanlarıydı. kuzeyde dikili, çandarlı, foça'dan başlayıp güneyde çeşme, karaburun hattına uzanan tüm sahil şeridi izmirliler'in yazlık mekanıydı bir zamanlar. merkezden taş çatlasın 1 saate insanlar mis gibi akdeniz havasına atıyordu kendini. şimdi 1 saatte şehirden çıkmak mümkün değil. hadi bir şekilde attın kendini bir sahil şeridine, zaten eskisi gibi bir yazlık alma şansın yok ama eskiden sezonluk yazlık kiralardık. bak 15 günlük, aylık değil sezonluk kiralardık, mayıs başı eylül sonuna kadar. şimdi deniz görmeyen, denizden esen meltemin ulaşmadığı o 30/40 yıllık yıkık yazlıklara aylık 150 200 bin çekiyorlar. acayip.

    tekrar gelelim şehir merkezine. rastgele bir mahalleye zoom yaptım. görsel şu: görsel
    izmir'in en eski mahallelerinden yeşilyurt-akevler arası hatta daha çok eski adıyla arapderesi. alınmasınlar ama eskinin çingene mahallesi. bizim çocukluğumuzda burada pet şişe toplayanlar, değil gecekondu çadırda yaşardı burada. gitmeye korkardık. sonradan şehrin göbeğinde gecekondu mahallesi oldu. şimdi burada 100 metrelik "düz" tek bir sokak bulamazsınız. çünkü 30 yıldır bütün belediyeciler oy için gecekondulara tapu dağıtmıştır. sokaklar leş gibidir muhtemelen. şimdi google kamerası ile sokaklarında gezdim her gecekonduyu yıkan apartman kondurmuş. 3 metre genişlikte yol zik zak yapa yapa ilerliyor binalardan. sokaklar ağzına kadar araba dolu, muhtemelen hiçbir binanın otoparkı yok. inanılır gibi değil şehir planlaması vs hak getire. siz de rastgele bir çok mahalleye aynısını yapabilirsiniz, deneyin farklı bir şeyle karşılaşmayacaksınız.

    gelelim insanına. ailem dahil türkiye'nin en yobaz insanları burada yaşıyor olabilir. atatürkçü geçinen cahiller ordusu resmen. bütün şehrin atatürk'le ilgili okuduğu tek yazılı kaynak yılmaz özdil yazıları muhtemelen. standart bir konyalı'dan zerre farkı yok insanlarının. biri chp'ye küfrediyor, diğeri aynı bakış açısı ile akp'ye. aynı mantıkla oy kullanıyorlar vs.

    hepsinin yanında bu kadar varoş bir şehir yakın gelecekte meydana gelecek bir depremde ne hale gelecek tahayyül edemiyorum. 3 sene önce, 2020'de merkez üssü izmir bile olmayan sisam adası'ndaki 6.6lık ve sadece 16 saniye süren deprem, merkez üssünden 50 km ötede 17 bina yıkıp 117 can aldı. merkez üssü izmir olup da 7 civarında deprem olması halinde, maalesef izmir'in hatay'dan daha kötü hale geleceğini düşünüyorum.

    izmir, parası olan için sahil şeridi ve yazlık mekanları ile "şimdilik" yaşanabilir durumda. suri, afgan vs göçüyle şehirdeki güvenliğin ortadan kalkması ile o cazibesini de kısa zamanda kaybedeceğini düşünüyorum. ayrıca şehirde korkunç bir pahalılık var. eskiden istanbul>ankara>izmir derdim. şimdi izmir=istanbul>ankara olmuş.

    şimdi yine birileri çıkıp "beğenmiyorsan gelme" şeklinde sığ bir şekilde eleştirecek. 7 göbek izmirli biri olarak, anamın babamın olduğu, bütün şehirde anılarımın olduğu yere kimseden izin alıp gelmeyeceğim elbette. gençlik anılarımın olduğu her sokağı skip atmışsınız, bira içtiğimiz her köşe başını suriyelilere peşkeş çekmişsiniz. geçmişin hatrına az bile yazdım ya neyse.

  • emekliye neden çalışan bakıyor anlamadım. emekli kişisi çalıştığı zaman maaşından prim kesilmiyor muydu? bu kesilen prim belli bir süre sonra emekliye verilmek üzere kesildi. yani baş edemiyorsak bu sistemi zorunlu olmaktan çıkaralım. çünkü bildiğim kadarıyla kesilen sigorta primi zorunlu.

  • her sporun efsaneleri var. mesela basketbol deyince akla michael jordan, futbol deyince maradona gibi isimler akla gelir. formula 1’de bu sayı diğer sporlara göre daha az. çünkü her sene grid’e çıkan pilot sayısı sınırlı. örneğin 20 tane pilot desek ortalama, bu sayı yedekleriyle falan toparlarsanız iki tane nba takımı etmiyor. ancak ben bu durumun bir dezavantaj olduğunu düşünmüyorum. hatta efsaneler konusunda formula 1 daha avantajlı çünkü yaşanan en ufak bir olay bile yıllar sonra hatırlanabiliyor. (bkz: 2010 istanbul gp, mark webber – sebastian vettel kazası) ayrıca pilot sayısı az olduğu için insanlar efsaneler ile daha yoğun bir şekilde bağ kurabiliyor. özellikle ayrton senna gibi dramatik isimler ile.

    bir formula 1 izleyicisi olarak senna’nın yeri benim için de ayrı. işlerin daha mekanik ilerlediği yıllarda gösterdiği pilotluk yeteneği, birincilik hariç her şeyi yenilgi saymasına rağmen pist dışında takındığı mütevazi tavırları ve ’91 brezilya gp'deki efsane zaferi ile aklıma kazınan bir isim. bir de '94 imola var maalesef. senna da ayrton'un kariyerini bizlere aktaran müthiş bir yapım. şimdi asif kapadia yönetimindeki bu belgesel ayrton senna’nın kariyeri hakkında neler söylemiş bir bakalım.

    --- spoiler ---

    senna’nın karakteri ve f1 kariyerini tek cümle ile tanımlamak gerekirse ben kesinlikle "duygu yüklü.” derdim. f1 konusunda şu nokta doğru, basketbol ya da futbol gibi sporlara göre pilotlar genelde gelir seviyesi düşük ailelerden gelmiyorlar. o yüzden hikayeleri de yokluktan gelen yetenek kalıbına pek uymuyor. senna’nın ailesi de görece zengin. ancak bu ayrton’u daha az brezilyalı yapmaz. bu nedenle senna f1’e geldiğinde brezilya’nın tüm ruhunu da beraberinde getiriyor.

    belgeselin burada çok mantıklı bir tercihi var. f1 fanları bir araya geldiğinde genelde işin mühendislik kısmı hakkında konuşmayı sever. tam bir sözelci olan ben bile lastik ısısından ne bileyim aerodinamik detaylardan bahsedilmesini severim. ancak belgesel bu tür detayları genelde dışarıda tutmuş. çünkü çok fazla mekanik bilgi, insani olan tarafı gölgeleyecekti. örneğin altıncı viteste takılı kaldığı '91 interlagos’ta yaşadığı sıkıntıların teknik detaylarla anlatılması zaferini daha yukarılara çıkarabilirdi. çünkü gösterdiği çabanın tam olarak ne üzerine olduğunu görürdü insanlar. yine de bu bilgiler, belgesele farklı bir ton ekleyeceğinden ve bu yön anlatının genel dengesini bozacağından bu bölüm üzerinde çok detaylı bir şekilde durmamışlar.

    peki hangi kısma öncelik vermişler diye soracak olursanız bir insan olarak ayrton senna’ya yoğunlaşmışlar diyebiliriz. bu da tüm f1 hayranları için alt tarafı bir vites kutusundan daha değerlidir tabi ki. öncelikle senna’nın yarış tutkusu ve aile ilişkileriyle başlamışlar. burada altını çizip drama peşinde koşmuyorlar ancak senna’nın ailesi motor sporlarının geçici bir heves olduğunu düşünüyor ve ayrton’un aile işinde çalışmasını istiyor normalde. bunu da belgeselde çok yalın bir bölümle aktarıyorlar. açılış jeneriğinde anne ve babası röportaj verirken yarışçı olmasını çok da desteklemediklerini söylüyorlar. burada ayrton’un yüz ifadesinden aile arasında yaşanan o gerginliği çok rahat bir şekilde anlayabiliyoruz. bu da belgesele müthiş bir derinlik katıyor.

    belgeselin geneli de bu mantıkla devam ediyor. senna’nın kariyerini tanımlayan nokta atışı anlara şahit oluyoruz hep. ’84 monaco’da yağmur altında rakiplerini bir bir geçip ikinci sıraya çıkması, ‘85’de portekiz’i kazanarak yağmurlu pistte ne kadar başarılı olduğunu göstermesi ve alain prost’la yaşadığı rekabet gibi.

    senna hakkında konuşurken prost’tan bahsetmemek de olmaz tabi ki. belgeselde de aynı takımda yarışmaya başlamadan önce prost’u ve onun yarış stilini tanıtıyorlar. senna, mclaren’a geçtikten sonra da tıpkı anne babasıyla olan röportaj gibi prost ile arasındaki huzursuzluk da görülebiliyor. yine de prost’un senna’ya burada biraz daha olgun bir bakışı var. ancak bu duruş ayrton 88’de dünya şampiyonluğunu kazanınca değişiyor haliyle. ve gerginlik, kıyasıya bir rekabete dönüşüyor. bu rekabet pistte kalsa yine bir derece ancak jean-marie balestre’nin olaya dahil olması işin rengini değiştiriyor. çünkü balestre o dönemde fia başkanı ve prost ile yakın bir ilişkisi var. 89 yılında japonya grand prix’de yaşananlar ise hem belgeselin hem de senna’nın kariyerindeki en kritik noktalardan biri. çünkü prost’un burada ne yapmaya çalıştığı çok açık. ayrıca aracın kırılan burnuna rağmen senna’nın pite dönüp yarışı kazanması anlatı olarak da çok değerli.

    yalnız bu belgeseli izleyen insanların prost’a nefret kustuklarını fark ettim. hatta konuştuğum birkaç arkadaşım prost’un o kadar da efsane olmadığını söylediler. ancak ben durumun böyle olduğunu düşünmüyorum. çünkü biz bu belgeselde prost’un kariyerine sadece senna’yla yakın olduğu dönemde şahit oluyoruz. gerçek prost ise bundan çok daha fazlası. bir pilot her zaman rekabetçi olmayabilir ancak f1 gibi bir organizasyonda (biri tartışmalı da olsa) dört şampiyonluk kazanmak kolay bir iş değil. belgesel de prost’un üzerine çok gitmiyor zaten. onu da hırslarına yenik düşen biri olarak gösteriyor ki bence bu durum insan olmanın normal bir hali. esip gürlediğiniz takıma yeni gelen genç bir pilot tarafından geçilmek, onun şampiyon olmasını izlemek herkesin olgunlukla karşılayacağı durumlar değil. ayrıca ufak bir yarış dışı kalma ile şampiyonluğunu garantileyeceğini bilen birçok insanın aynı şeyi yapacağı da ortada. bu nedenle prost’a burada kızılması anlaşılabilir. ancak belgesel olarak bakarsak insan profilini yansıtmak konusunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. ayrıca dünya şampiyonluğu gibi bir unvanın olduğu yerde böyle şeylerin yaşanması da kaçınılmaz. bu nedenle yarışın doğası bu diyebiliriz.

    prost konusunda söylediğimiz gibi belgesel insan doğasını aktarmak konusunda çok başarılı. örneğin brezilya’da kazanmak ayrton için çok önemliydi. dağılan meşhur vites kutusuna rağmen bunu başardığında harcadığı fiziksel çaba ve yaşadığı yoğun duygular nedeniyle senna’nın arabadan çıkamaması ancak izleyicileri mutlu etmek için kupayı güçlükle kaldırması onun nasıl müthiş bir insan olduğunun da özeti gibi.

    belgeselin birçok konuyu tempolu bir şekilde aktardığından bahsetmiştik. zaten bir f1 pilotunun hayatı da ancak bu şekilde anlatılabilir ancak bu durum ’94 imola için geçerli değil. çünkü bu yarış f1 için acı bir kayıp. bu nedenle anlatının bu kısmında daha düşük tempolu ve biraz da detaylı şekilde ilerlemişler. senna’nın kazasına neyin sebep olduğu hala tartışılıyor. belgeselin buna mutlak bir cevap vermek gibi bir amacı yok. ancak yine de williams aracının yaşadığı denge problemlerinden burada bahsedilmiş. daha sonra ise canımızı acıtan yarışa geçilmiş.

    ben belgeselin bu kısmından gerçekten çok etkilendim. normalde hangi yarış anlatılacaksa önce ekranda tarih ve yarışın adı yazılıyor. senna’nın kariyerini okuduysanız bunları da heyecanla bekliyorsunuz ancak '94 imola yazısını görünce beni bir hüzün kapladı. yarışın nasıl başlayacağını biliyorum, işlerin nasıl gelişeceğini biliyorum ve her şeyin nasıl biteceğini de biliyorum. yine de senna şikana doğru giderken işlerin farklı gelişmesini istedim. ancak yine değişen bir şey olmadı. hızla duvara doğru giden bir araç, aynı helikopter görüntüleri ve aynı çırpınan sağlık görevlileri vardı. ve sarı kask aracın içinde öylece duruyordu.

    bu andan sonra belgesel ayrton’un brezilya’da düzenlenen cenazesi ile devam etti. ben bu olaylar yaşandığında iki yaşındaydım. yani dünyadan haberim yoktu ama bu belgesel bana sevdiğim sporun efsanelerinden birine bir ekran başından da olsa veda etme şansı vermiş oldu. sırf bu nedenle bile girişilen çabanın çok değerli olduğunu düşünüyorum.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak senna’nın, her formula 1 sever için çok önemli bir belgesel olduğunu söyleyebilirim. sinema açısından bakarsak da merkeze aldığı insanın ruhunu anlayabilmiş kişiler tarafından yapıldığı ortada. çünkü belgesel sizi şaşırtmıyor ayrton senna’yla tanışsanız oturup konuşsanız muhtemelen burada anlatılandan çok farklı bir insan olduğunu sanmıyorum. bu nedenle önce bu belgeseli yapan insanlara teşekkür etmek lazım, sonra da bu sporu insanların kalbine yerleştiren en önemli insanlardan biri olan ayrton senna’ya. tutkusunu bizimle paylaşıp girdiği her yarışı unutulmaz kıldığı için.

  • - pardon hanfendi memalik sokak neresi aca..
    - hı?
    - pardon beyfendi.. saçlarınız.. yani.. nebileyim
    - ne beyfendisi? neler saçmalıyorsunuz?
    - hass.. pardon hanfendi.. yani, gögüsleriniz.. yok gib..
    - ne diyorsun hayvann!
    - memalik

  • konya geneli sandık sonuçlarını veriyorum,

    akp %62
    mhp %17
    sp %8
    chp %5

    sayın ysk, iptal edebilir misiniz lütfen çünkü saat 19:00 değil henüz.