hesabın var mı? giriş yap

  • beni ziyadesiyle mutlu eden naif bir olay. mesela parçalara bakıyorum birinin ismi emme manifoldu diğerinin ismi endüksiyon bobini ne bileyim eksantrik mil var triger kayışı var, acayip güzel isimler, insan olduğu halde böyle güzel isme sahip olamayan canlılar var şu hayatta şaşırmamak elde değil, böyle bir gerçek varken motor parçalarının ismindeki bu tatlılık gerçekten tebessüm ettiriyor. evet.

  • filmlerinden tadımlık alıntılar:

    "kapıda durup iki yaşlı insanın birlikteliğine baktım. ayrılmaları gereken gizemli noktaya yavaş yavaş yaklaşmalarına. şerefi ve tevazuyu gördüm. ve bir an için, sevginin her şeyi kapladığını fark ettim. hatta ölümü bile."
    (bkz: ansikte mot ansikte)

    "yaz gecesinin üç tane gülüşü vardır. ilki, gece yarısından şafağa kadar sürer; âşıklar kalplerini ve bedenlerini birleştirdiğinde. bak, ufukta çok yumuşak bir gülümseme var; hepsini görebilmek için çok sessiz ve dikkatli olmalısın."
    (...)
    şimdi de yaz gecesinin ikinci gülücüğü geliyor. soytarılar... aptallar...
    - ...ve adam olmayacaklar için!
    - o zaman bize gülüyor olmalı.
    (...)
    (bkz: sommarnattens leende)

    "yaz gecesi üçüncü kez güldü. üzgün ve mahzunlar için, uykusuz ve kayıp ruhlar için, korkanlar ve yalnızlar için güldü. ama aptallar kahvelerini mutfakta içecekler."
    (bkz: sommarnattens leende)

    "daha kötü durumda olan insanların diğerlerinden daha az şikayet ettiklerini fark ettin mi? en sonunda kabullenip susmuşlar. oysa onların da diğerleri gibi gözleri, elleri ve hisleri var. hem cellatları hem de kurbanları barındıran ne geniş bir ordu!"
    (bkz: en passion)

    "çatıda titreyen dumanı görüyor musun? sanki korkutulmuş gibi ama dışarı çıkınca içinde kıvrım kıvrım akacağı gökyüzü onun olacak. ama o bunu bilmiyor. bu yüzden çatının altına sinip titriyor. bu insanların yaptığıyla aynı. fırtınadaki bir dal gibi titriyor insanlar; bildiğinden korkmuş, bilmediğinden korkmuş."
    (bkz: jungfrukällan)

    "hayal dünyası yoksul olanlar diğerlerinden daha iyi yalancıdır."
    (bkz: scener ur ett aktenskap)

    "sen ve ben birbirimizi çok şımartmıştık. hava geçirmez bir varoluşun içindeydi. her şey kusursuzdu. tek çatlak yoktu. oksijensizlikten öldük."
    (bkz: scener ur ett aktenskap)

    "birbirlerinden nefret eden bir karı-kocadan daha korkunç bir şey olabilir mi?"
    (bkz: scener ur ett aktenskap)

    - iki insan hayat boyu birlikte olabilir mi?
    - nereden geldiğini bilmediğim saçma bir anlaşma. evlilik beş yıllık olmalı ya da senelik yenilenmeli.
    (bkz: scener ur ett aktenskap)

    "insan aynı dili konuşuyorsa, nerede olduğu fark etmez."
    (bkz: scener ur ett aktenskap)

    "evet, aşk için kapasitem var sanırım ama her şey içime kapanıp kalmış. bu hayat tüm yeteneklerimi baskı altında tutuyor."
    (bkz: scener ur ett aktenskap)

    "gazeteler korku, tehdit ve söylentilerle dolu. hükümet etkisiz görünüyor. aşırılık yanlısı güçler arasında kanlı bir çatışma kaçınılmaz görünüyor. bütün bunlara rağmen insanlar işlerine gidiyor. yağmur hiç kesilmiyor. ve korku, kaldırım taşları üstünden yükselen buhar gibi yükseliyor. keskin bir koku gibi hissediliyor. herkes bir tür sinir gazı gibi içine çekiyor. yavaş yavaş işleyen zehir kendini sadece hızlı ya da yavaş atan nabız ya da mide bulantısı olarak gösteriyor."
    (bkz: the serpent's egg)

    "belki boyutsuz manada aynı kişiyizdir. belki de birbirimizin içerisinden akıp gidiyoruzdur. boyutsuzca ve ihtişamla birbirimizin içinden akıyoruzdur."
    (bkz: fanny och alexander)

    "her şey olabilir, her şey mümkün ve olası. zaman ve mekân yok aslında. gerçekliğin nahif tezgâhında, hayaller şekilleniyor yeni yeni motiflerle."
    (bkz: fanny och alexander)

    "bir keresinde bana sürekli maske değiştirdiğini ve nihayetinde kim olduğunu bilemez bir hale geldiğini söylemiştin. benim tek bir maskem var, o da bedenime çakılıdır."
    (bkz: fanny och alexander)

    "görüyorsun karin, insan büyülü bir çember çiziyor çevresine ve kendi gizli oyunlarına uymayan her şeyi bu çemberin dışında bırakıyor. yaşam bu çemberi aştığı zaman, oyunlar küçük, karanlık ve gülünç oluyor. o zaman kişi yeni çemberler çiziyor kendine ve yeni bir sığınak kuruyor."
    (bkz: sasom i en spegel)

    "birdenbire öyle korktum ki! kapı açıldı, ama tanrı yalnızca bir örümcekti. üzerime doğru geldi ve onun yüzünü gördüm. korkunç, öfkeli bir yüz. üzerime tırmandı ve içime girmeye çalıştı, ama ben korudum kendimi. hep gözlerini gördüm onun. soğuk ve durgundular. içime giremeyince hemen göğsüme ve yüzüme, sonra da duvara tırmandı. tanrıyı gördüm ben."
    (bkz: sasom i en spegel)

    "benim gibi insanlar, ruhu hiç düşünmemişlerdir. o zaman ruh yaramazlık etmeye başlar ve sen ümitsizsindir."
    (bkz: aus dem leben der marionetten)

    "bu hep aynı üzücü hikaye. beden, kendisine bir engel olur. sonra ruh. kısa zamanda umutlar, hayaller ve tavizler karmaşasındasındır. tanrım, çok kuramsalım."
    (bkz: aus dem leben der marionetten)

    "bu kadar karmaşık bir şekilde konuştuğum için beni affet, ama bunlar aniden vurdu beni. tanrı yoksa bu bir fark yaratır mı? hayat anlaşılır olurdu. ne rahatlama. ama ölüm de hayatın kaybolması demek olurdu. vücudun ve ruhun çözülmesi. acımasızlık, yalnızlık ve korku... hepsi doğrudan ve şeffaf olurdu. acı çekmek anlaşılmazdır, bu yüzden açıklanması gerekmez. yaratıcı yok. hayatı devam ettiren yok. bir tasarım yok... tanrım... neden beni bıraktın?"
    (bkz: nattvardsgasterna)

    "isa çarmıha gerildiğinde ve işkence içinde asılıyken, 'tanrım! tanrım!' diye bağırdı. 'neden beni terk ettin?' bağırabildiği kadar yüksek sesle. cennetteki tanrının onu terk ettiğini sandı. anlattığı her şeyin yalan olduğuna inandı. ölmesinden hemen önce isa şüpheyle doluydu. bu kesinlikle onun en büyük sınavı olmuştur. tanrının sessizliği."
    (bkz: nattvardsgasterna)

    agnes: benden korkuyor musun şimdi?
    anna: hayır, kesinlikle hayır.
    agnes: ben ölüyüm, görüyorsun. sorun şu ki uyuyamıyorum. sizleri bırakamıyorum. çok yorgunum. bana kimse yardım etmeyecek mi?
    anna: bu bir rüya, agnes.
    agnes: hayır, rüya değil. belki sizin için öyle, ama benim için değil.
    (bkz: viskningar och rop)

    "bu hayatta birine verilebilecek en güzel hediye bana verildi. bir hediye ki birden çok ismi var: beraberlik, arkadaşlık, ilgi, sevgi."
    (bkz: viskningar och rop)

    "bana yazacak bir şeyler verin. insan sevmekte hürdür. bu zavallı halimi kabullenmek istemiyorum ama şimdi yalnızlık güzel ve iyi. insan hayatında çeşitli davranışlar dener ve hepsini anlamsız bulur. üzerimde öylesine büyük kuvvetler var ki yani bizi ürperten, titreten kuvvetler var demek istiyorum… ruhların ve anıların arasında ihtiyatlı davranmak gerekiyor... tüm bu konuşmalar, yalnızlığı düşünmek hiç akıllıca değil…gerçekten faydasız bu… bana yazacak bir şeyler verin."
    (bkz: tystnaden)

    edit: güncelleme

  • bir futbolcuyu, ülkenin kurtarıcısıymışcasına pohpohlarsan böyle olur işte. şuanda hiçbir eleştiriye tahammül edemeyen bir arda turan var. bunun oyuncuyla alakası yok, milletle alakası var.

    arda turan'ın yedek oturduğu mevkide ivan rakitic oynuyor. rakitic'e de hırvatistan'da siyaset yorumlatırsan, onu şarkı yarışmasına çıkarırsan, ekonomi konusunda fikirlerini sorarsan, oynadığı takımı "rakitic'li barcelona" diye telaffuz edersen, attığı her golde milli bayram ilan edersen o da kendisini nizam-ül mülk zanneder.

    bundan sonra kariyerinde seri bir düşüş yaşayacaktır ne yazık ki arda.

  • sık sık yaptığım eylem. aha lan bunun fiyatı iyiymiş deyip, yeni sekmede falan açıp, uzun süre açık bırakıyorum sekmeyi ama sonra kapatıyorum. arada bir şımarıp pahalı arabalara da bakıyorum. öyle işte.

    ekleme: araba aldım, hala bakıyorum.

  • japonya'nın "öteki"si.

    bugünkü adıyla hokkaido, ainu'ların, milattan önce başlayan, güneyden gelen istilalar sonucunda yoğunlaştığı yerdi ve ainu dilinde bu topraklar ezo olarak anılır, halka da genel olarak ezochi denirdi, kabaca "ezolu" gibi bir şey. ainular kendisine "ainu" demezmiş pek anladığımız kadarıyla...

    japonlar bugün artık japonların bile kabul ettiği gibi, sanılanın aksine "pür bir ırk" değildir. ainular da bugünkü japon milletinin atalarından biridir. esasen, japon adalarına ilk göçlerin, buralarda bolca bulunan istiridyelerde inci arayan inci avcıları olduğu söyleniyor. bilindiği gibi, başta çin olmak üzere inci kıymetli bir takı... zamanla, kıtlık, hastalık, nüfus artışı gibi sebeplerle çin'den ve kore'den (zaten japon adalarına gelen bütün göçler, başka bölgelerden de olsa aradaki kore'den geçerek geliyor denebilir) yeni göç dalgaları, ainuları kuzeye ittikçe itmiş, en sonunda ainu'lar hokkaido'da toplanmış. yüzyıllar boyunca burada yaşadıkları biliniyor.

    tokugawa döneminde ezo, adeta bir dış ülke gibi algılanıyor. insanların kafasında ainular "kutsal japon" topraklarına, güneş tanrıçası amaterasu'nun topraklarına dahil değiller. japonlara göre bu göçmen kavim "barbar, pis, incelikten uzak". 7. yy.'dan itibaren budizme geçen japonya, haliyle et yenmeyen, hatta dericilik, avlanma, av kuşu yetiştirme gibi "ölüm"le ilgilenen herkesin pis sayılıp kastdışına itildiği bir toplum. haliyle, avlanan ve et tüketen ainular onların gözünde en pis, en saflıktan uzak insanlardan... lakin, onları böyle kötülerken, tıpkı amerikalıların kızılderililere yaptığı gibi, incik boncuk, mutfak eşyası, sırlı çömlek kaplar ve bir kaç parça kılıç, kalkan vs. karşılığında bu insanların avladığı balık, karides gibi ürünleri, yüzdükleri postları, az miktarda altın ve diğer doğal kaynakları almayı hiç ihmal etmemişler. çıkaranlar "pis" ama, iş ticarete gelince sorun yok tabii. (budizme göre et yemiyorlar ama evet, deniz mahsulü tüketiyorlar. japonya'daki budizm algısının hint ya da çin budizminden son derece farklı olduğunu daha önce de belirtmiştim.)

    ainular fiziksel açıdan da japonlardan farklı olan bir etnik grup. saç, sakal ve bilumum vücut tüyleri japonlardan çok daha fazla, ki bu durum, japonlarca onların "hayvansılıklarının bir işareti" olarak yorumlanmış. ayrıca, yeraltına kazdıkları mağaramsı inlerde yaşamaları da, iklimle değil, yine onların hayvansı içgüdülerinin esirleri olmalarıyla bir tutulmuş.

    1600'lerden itibaren bir uç beyliği olan matsumae'nin güdümünde olan ainuların asimilasyonu 1830'lardan itibaren devlet politikası haline gelmiş. tokugawa şogunluğunca yollanan fermanlarda "onların yeme düzenini pirinçle değiştirmeye çalışın. sizin için çalışmayı kabul ederlerse onları pirinçle ödüllendirin. ainular kendi topraklarında kutsal japoncamızı konuşmasınlar ("yabancı topraklarda japonca konuşulması dili kirletiyor" mantığı var burada), ama eğer şogunluğumuzun toprakları içerisinde iseler, konuşabilirler. lakin siz yöneticiler, sakın ha ainu dilini konuşayım demeyin! eğer bir ainu, kendi geleneklerini bırakıp bizim geleneklerimizin yolunu tutmak isterse onu yıkayın, saçlarını kesin, yüzünü traş edin, ona bizim giyeceklerimizden sağlayın ve yiyecek temin edin" şeklinde emirler var.

    görüldüğü gibi, ainular kirli, ainular barbar, ainular pis. lakin japonlar için faydalı ürünler sağladıkları için tamamen yok edilmemişler, sadece boyun eğdirilmişler. öyle ya, japonlar budizm sebebiyle avlanamıyorsa, bu işi yapacak günah keçileri lazım.

    bir de tabii bazı adetleri japonlara tuhaf ve kirli geliyor. örneğin kadınlardaki bıyık şeklinde dövme. görülen bıyıklar, zannedildiği gibi kadınların bıyıklı olduğu anlamına gelmiyor, onlar dövme. neden bıyıkları çekici bulmuş olabilirler? bu kabilenin fiziksel güce dayalı bir yaşam tarzı var. bilindiği gibi bıyık, kesinlikle bir "erkeklik sembolü". göçebe kültürlerde ne vardır? iş dağılımı. zorlu coğrafyalarda, kadını "ev hanımı" yapacak, çalıştırmayacak lükse kimse sahip değildir (zaten o yüzden, binyıllardır kadını eve kapamak bir "zenginlik sembolü" olduğu için erkeklerce prestijli bulunur ya!) haliyle, güçlü, iş yapan kadınlar bu kültürlerde övülür. (benzerini anadolu kültüründe de bulabilirsiniz, eskiden evde kalan kızlar en çıtı pıtı, narin olanlarmış "tarlada iş yapamaz bu" diye...) fiziksel güç de erkeklikle eşleştirildiği için, bir erkeklik sembolü olan bıyık, kadınlarca bir "nişane" gibi taşınmış. benim teorim bu yönde.

    lakin dövme, japon kültürü içinde kesinlikle aşağılanan bir unsur, çünkü dövmeyi kastdışılar (parya - japonca adıyla hisabetsu burakumin), mafya üyesi suçlular ve ainu gibi "barbar"lar taşıyor. yani japon halkının kafasında "dövme=istenmeyen insan". nitekim imparator meiji, devrimden sonra ainuların dövme geleneğini yasaklıyor! japon kültüründe kirli olan her şey, diğer kültürlerde de kirli olmak zorunda!

    sonra, baştanrı ayı meselesi. tanrıçaları-tanrıları deniz, güneş, pirinç gibi şeyler olan japon mitolojisinde, herhangi bir hayvana tapılmaz. tapılan tek bitki olmayan yaratık, ejderlerdir ki, malum zaten onlar da mitolojik birer yaratıklar, onların gözünde hayvan değiller. haliyle, "kişinin tanrısı kendisine benzer" düsturuyla, ayıya ve daha bir çok hayvana tapan şamanistik ainular da kesin hayvan! oysa bu ayı ritüelinin ayrı bir amacı var. arkeologlar, bu bölgede soğuktan korunmak için ayı postunun çok değerli olduğunu söylüyorlar. fakat, bölgede ayı sayısı kısıtlı olduğu için, ainular onu tanrılaştırarak, bir nevi avlanmasının önüne geçmişler, soyunun tükenmesini önlemişler. sadece yılın belli bir günü ayı avlayan ainular, böylece hem fiziksel güçlerini kanıtlamış (bildiğiniz gibi, göçebe topluluklarda fiziksel gücü kanıtlamak için illa bir yarış vardır, kimisi için atla, kimisi için ayıyla) oluyorlar, hem bu avlayanın "gücü" onu sıcak tutacak ayı postuyla ödüllendirilmiş oluyor, hem de ayının kökü kurutulmuyor. nitekim bu ayıyı baştanrı edinme yoluna 15.-16. yy.'dan sonra geçilmiş, yani, japonya ile sürekli ticari temas kurup, onlara post satmaya başlandıktan sonra... haliyle, ayıların ilk anda fazlaca avlanılıp, sonra ayıların azaldığı görülünce, kökünü kurutmamak için böyle bir yola gidildiği açıklaması çok anlamlı, taşlar yerine oturuyor. (bu insanları bu noktada iyice kızılderiliye benzetiyorum, "beyaz adam" ya da "sarı adam" gibi doğanın kökünü kurutmayı değil, birlikte yaşamayı geliştirmişler. ama nedir, onlar "barbar", diğerleri "çok gelişmiş". peh.)

    ne yazık ki bu halk günden güne azalmış, bazıları genetik olarak yaşasa da kimlik olarak japonlaşmış. meiji döneminde, tarımsal ürünü arttırmaya önem verildiği için, bir çoğu tarım arazisine yerleştirilmiş, zorunlu eğitim ile de asimile edilmiş. hala ainu gibi yaşayanlar, neredeyse kızılderililer gibi göstermelik sayıda kalmış, mostralık olmuşlar.

    kuril ainuları 1940'lar civarında rus ve japonlar tarafından tamamen yok edilmişler. sakhalin ainuları ise hala hayatta, lakin sayıları sadece binlerle ifade edilebiliyor. bu halk, japonya'nın en kuzey ucu hokkaido'da yaşadığı için, bildiğiniz rus ve japon imparatorlukları arasında tampon bölge olmuşlar...

    japon adalarının bilinen ilk sahipleri olan ainuların durumu böyle... korelilerle birlikte, japonya'nın yaptığı bir diğer soykırım-asimilasyonun mağduru olarak...

    koreliler için (bkz: #29738202)

  • final kağıdına yazdığım cümle. 18 aldım, 3 gundur evden cikamiyorum. buradan profesöre sesleniyorum su egolari bi kenara birakalim. bütünlemede diyelim 40 olmadı 35 oldu o da olumlu. ılk vizede aldığım 39'u yedirtmem ben kimseye. pazartesi görüşecegiz.

  • burada ortaya koyduğu iş kadar, sözlük görünümünün değişmesi hakkında söyledikleri de ne kadar vizyonsuz olduğunu ortaya koyuyor. şükür ki sözlüğü eskisi gibi düzenli kullanmıyorum ve bu şahsın yönettiği sitede mesai harcar gibi zaman geçiren insanlara samimiyetle üzülüyorum.

    misal sözlük ile ilgili gelen eleştiriye twitter, facebook gibi yüz milyonlarca kişinin kullandığı siteleri örnek göstermesi açıkça komik. birinin bu sitelerin ekşi'nin dengi olmadığını kendisine anlatabilmesi gerekiyor. etin ne, budun ne diye sorarlar adama? kendini, reelde dengin olmayani alanında dünya devleri ile eşitlemek tam da bizim topluma ait kolpa. bu siteleri senegalli de kullanıyor, kansaslı da, johanesburg'lu da, paris'li de... haliyle ortalama kullanıcı profili dediğin şey ortalama dünya insanına dönüşüyor. halbuki senin kullanıcı sayın yönetilemez değil, beklentileri öğrenilebilir ve yazarlar için, yazarların tercihleri ile, onların kullanımını kolaylaştıracak bir dizayn yapılabilir. ama nerdeeee.. tabi bir türkiye toplumu yöneticisi gibi o, dizayn'ın nasıl olması gerektiğine karar merci olarak, kafasına göre değiştirme yetkisini kendisinde ve kendi gibi burayı yöneten dar klik'te görecek. sözde gelen tepkileri geri bildirim kabul edip, kafasına estiğinde yapacağı bir sonraki değişimde de canı isterse kullanacak. istemezse, kusura bakmayın. size üzerini biraz kazıyınca altından "deal with it" manası çıkacak bi entry döşenecek. bunları yaparken de, değişime direnç normal ya, feedback, sürekli değişim, not alıyoruz gibi iyi yönetici taklidi yapan insanların sıkça kullandığı kelimeleri kullanacak tabii ki.

    halbuki konu çok basit. okuyucuya sunduğun tasarım'a istersen kedi resmini koy, ister reklam al, istersen dürüm koy ama yazarına kendini iyi hissettirecek şekilde istediği görünümde yazabilme imkanını tabii ki her zaman sun. bir de "gece görüşü var" deyişi var ki, maho ağanın "bu mahsülün üçte ikisi benimse, üçte biri sizin kıçınızdan çıkiii.." deyişi gibi, alternatif de sunmuş vizyoner yöneticimiz. biz beğenmemişiz ama.

    değişime tepki gösteren insanlara "değişime direnç göstermek insanın doğasında var." captan obvious'luğuna hiç girmeyeyim o kadar uzatmayayım. eğer sözlük yazarlarının muhafazakarlık sebepleri siz iseniz efendi gibi şuraya yazarlara özgü, eskiden sık kullanılan görünümlerden 20-30 tane koyarsınız. biz de niyetinizin sarihliğini anlarız. eskiden var olan bir özelliği (istediğim skin ile kullanma işte) ortadan kaldırıp, sonra da abuk bi dizayn dayatıp, "değişime direniyorlar" demek de komik işte, değişim değil ki kardeşim bu, bir şeyi dayatıyorsun. marka'n ile o marka'yı var eden, yaşatan kitlenin alanını daraltmanın manası nedir? senin kullanıcının o marka ile gönül bağı kurmasını kolaylaştırman gerekirken, neredeyse kavga ediyorsun. e şimdi bu komik değil mi?

    tamamından kendisi sorumludur diyemem ama bundan yıllar önce sözlükler söz konusu olduğunda ekşi ve diğerleri vardı. burası marka değerine o kadar güvendi, ve bahsettiği gibi yeniliğe, değişime o kadar kapalıydı. asıl sorun çokça başka yerdeydi aslında. kendi hedefleri ile kendini var eden kullanıcılarının taleplerini özdeşleştirmekte o kadar beceriksizdi ki, bugün ekşi sözlük'ün herhangi bir sözlük'ten geçmişten gelen gönüllerdeki karizması hariç hiçbir farkı yok. ve felaket kötü yönetiliyor. kendisine tüm emekleri için teşekkür ederim.