hesabın var mı? giriş yap

  • tam adı karl friedrich christian ludwig freiherr drais von sauerbronn. alman mucit. bisikletin mucidi olarak da bilinir. 2017 yılında almanya'da düzenlenen bisikletin icadının 200. yılı kutlamalarında da ismi bolca zikredilmişti. aslında kendisi değeri tam olarak anlaşılamamış almanya'nın en önemli mucitlerinden birisi.

    karl von drais 29 nisan 1785'te soylu biri olarak karlsruhe'de dünyaya geldi. babası önemli bir bürokrattı. karl okul yıllarını doğduğu kent olan karlsruhe'de geçirdi. amcası orman işleriyle ilgileniyordu. ve bu amaçla pforzheim şehrinde özel bir ormancılık okulu açmıştı. ormancılık karl'ın da ilgisini çekiyordu. okulunu bitirdikten sonra pforzheim'a amcasının yanına gitti. ve ormancılık üzerine eğitim aldı. amacı orman müdürlüğü'nde işe başlamaktı. ancak bütün kadrolar doluydu. o yüzden beklemesi gerekecekti. o da fırsat bu fırsat diyerek bekleme süresini başka dallarda da eğitim alarak değerlendirmek istedi. ve 1803-1805 yıllarını heidelberg ruprecht karls üniversitesinde matematik, fizik ve mimarlık okuyarak geçirdi. aldığı bu iki yıllık eğitim kendisine yeni bir ufuk açtı. ve zaten içinde var olan mucitlik yeteneğinin ön plana çıkmasına neden oldu. adeta içindeki ateş harlandı.

    2 yıllık eğitiminin sonunda orman müdürlüğü'nden de nihayet iyi bir haber gelmişti. artık baden orman müdürlüğü'nde öğretmen olarak göreve başlayabilirdi. bu iş kendisi için bulunmaz bir nimetti. bir yandan insanlara bir şeyler öğretecek bir yandan da boş zamanlarını yeni icatlar peşinde koşarak değerlendirebilecekti. karl mutluydu. yıllar bu şekilde akıp gidiyordu. taki babasından bir haber alana dek.

    karl babasına aşırı derecede bağlıydı. bunda henüz 14 yaşındayken annesi barones von kantenthal'i kaybetmiş olmasının etkisi oldukça büyüktü. hayatta tutunacak tek dalı babasıydı. başı ne zaman sıkışsa babasına giderdi. babası da kendisinden yardımlarını hiçbir zaman esirgemezdi. 1811 yılına geldiğimizde ise karl'ın babası çok önemli bir göreve atandı. artık mannheim kentinde yüksek yargıçlık yapacaktı. babasından bu haberi alan karl hem çok sevinmiş hem de kendi geleceği ile ilgili endişelenmeye başlamıştı. hem babasından ayrılmak istemiyor hem de orman müdürlüğünde bir kariyer yapmak istiyordu. iyice düşünüp taşındıktan sonra işinden ayrılıp babasıyla beraber mannheim'ın yolunu tutmaya karar verdi. bu kararı vermesinde, orman müdürlüğü'ndeki görevini aktif olarak bırakmasına rağmen kendisine bir miktar maaş verilerek kadroda tutulacak olması en büyük etkendi. mesleğinden tamamen ayrılmayacaktı. üstelik artık bütün gününü yeni icatlar yapmak için ayırabilecekti. bundan iyisi şam'da kayısıydı.

    boş vakitlerinin ilk meyvelerini yavaş yavaş toplamaya başlayan karl ilk icatlarını yapmakta da fazla gecikmiyordu. ilk önce 1812 yılında nota yazım makinesini icat etti. onu 1814 yılında bir kölenin aracın arkasına oturarak kas gücünü kullandığı, önünde ise sahibinin oturduğu ve bir dümen yardımıyla araca yön verdiği bir taşıt izledi. ancak bu taşıt çok kullanışsızdı. o yüzden hiç benimsenmedi. ve unutuldu gitti. yine bu dönemde et pişirme makinesi ve odunu tasarruflu yakan bir ocak geliştirdi. ancak yaptığı bu ilk icatlar beklediği ilgiyi bir türlü görmedi. ancak yılmadı. çalışmalarına devam etti. 1815 yılına geldiğimizde ise dünyayı doğal bir felaket beklemekteydi. tabiki karl von drais bu doğal felaketin kendisinin ileride bisikleti icat eden kişi olarak anılmasını sağlayacak bir süreci başlatacağından habersizdi.

    17 nisan 1815 tarihinde endonezya'daki tambora yanardağı müthiş bir gürültüyle patladı. patlama o kadar kuvvetliydi ki patlamanın sesi 2 bin 600 km uzaklıktan bile duyuldu. patlama sonucunda atmosfere hızlı bir toz ve sülfür enjeksiyonu oldu. ve bu durum küresel ölçekte bir soğumaya yol açtı. tarımsal faaliyetler etkilendi. ve bir kıtlık baş gösterdi. tüm dünya gibi almanya'da bu kıtlıktan nasibini alacaktı. insanlar kendilerini besleyemedikleri gibi atlarını da besleyemiyorlardı. hatta aç kalmamak için atlarını kesip yiyenler bile vardı. işte bu noktada karl'ın aklına atsız bir araç üretmek fikri gelmişti...

    hemen kolları sıvadı. ve "koşu makinesi" adı verilen bir araç üretti. bu araç her ne kadar bisiklete benzese de önemli bir eksikliği vardı. aracın pedalları yoktu. o yüzden de bu araca modern anlamda bisiklet denilemezdi. insanlar bu aracı ancak ayakları yerde bir şekilde kullanabilirlerdi.( makineyi temsili olarak anlatan bir video: https://m.youtube.com/watch?v=w9euy5rg2eu) ancak karl bu yeni icadından oldukça umutluydu. son hazırlıklarını yaptı. ve nihayet koşu makinesi'ni 12 haziran 1817 tarihinde büyük bir gösteriyle görücüye çıkardı. tanıtım için mannheim kentini seçmişti. tanıtımın başrolünde ise kendisi vardı. aracının üzerine çıktı. ve mannheim- schwetzing arasında tam 14 km yol aldı. bu oldukça başarılı bir performanstı. tanıtım kendisinin beklediğinden bile iyi geçmişti. halk bu tanıtıma büyük bir ilgi göstermişti. koşu makinesi tutmuştu. koşu makinesi'nin fiyatı da insanları oldukça etkilemişti. koşu makinesi at yerine geçen bir araçtı. ancak bir atın neredeyse yüzde biri fiyatına satılacaktı. 22 kg ağırlığındaki bu makine çok geçmeden sadece almanya'da değil, avrupa'nın çeşitli ülkelerinde de ilgi çeken bir araç haline gelmişti. avrupa basını koşu makinesi'yle ilgili haberler yayınlıyordu. almanya'da ise "büyük dük carl" bu başarıyı ödüllendirmekte fazla gecikmedi..

    o zamanlar almanya'da patentle ilgili bir yasa yoktu. ayrıca karl von drais halen orman müdürlüğü'nde kadrolu bir elemandı. bu yüzden de ticari bir gelir etmesi yasaktı. ancak bu yasak arkadan dolanarak da olsa bertaraf edildi. kendisine 10 yıllık maaşı tutarında bir ikramiye verildi. ayrıca her ne kadar üniversitede görevlendirilmese de bir onur ödülü olarak mekanik profesörlüğü ünvanına da layık görüldü.

    icadının gördüğü ilgi nedeniyle karl von drais'in özgüveni oldukça artmıştı. ve bu başarısını bir avrupa turnesi düzenleyerek taçlandırmaya karar verdi. ancak ne yazık ki avrupa turnesinin büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacağından henüz habersizdi.

    drais'in avrupa seyahatindeki ilk durağı paris oldu. gazetelere makaleler yazıyor ve aracının tanıtımını yapıyordu. ancak fransa almanya'dan daha farklıydı. her ne kadar bu aleti beğenenler çıksa da fransa halkının çoğunluğu koşu makinesini oldukça gülünç bulmuştu. fransa halkı bu makineyi işlerinde kullanmayı asla düşünmedi. koşu makinesi fransa halkı için eğlenceden başka bir anlam ifade etmiyordu. morali oldukça bozulan drais'in bir sonraki durağı ingiltere olacaktı. orada daha iyi anlaşılacağını ümit ediyordu.

    ancak ingiltere'den de gelen tepkiler hiç iyi değildi. hatta fransa'dan bile kötüydü. bu pedalsız bisikletle insanlar resmen dalga geçiyordu. karl von drais bir mucitti. ancak ticari zekası oldukça düşüktü. ticaretten hiç anlamıyordu. yeni icatı avrupa'da bir türlü tutmamıştı. bu oldukça moral bozucuydu. üzerine bir de londra'da denis johnson adlı bir araba tamircisinden sağlam bir kazık yemişti. denis johnson oldukça uyanık bir işadamıydı. koşu makinesi'nde bir gelecek görmüştü. hemen bir tane satın almış ve patent başvurusu yapmıştı. daha sonra aleti geliştirmiş ve 300 adet üreterek "yaya at arabası" adıyla piyasaya sürmüştü. krallık çevresinde oldukça ilgi gören bu "yaya at arabası" denis johnson'un servetine servet katmıştı. hatta johnson hızını alamamış " yaya at arabası" için bir binicilik okulu bile kurmuştu. ingiltere'de de umduğunu bulamayan ve üstüne bir de kazık yiyen karl von drais'in başına gelenler ise daha başlangıçtı. ve kendisini yeni bir şok daha bekliyordu.

    avrupa'da görücüye çıkan koşu makinesi italya, fransa, ingiltere ve hatta amerika'da bile yasaklanmıştı. sadece parklarda kullanılmasına izin veriliyordu. çünkü böylesi bir aletin parklar dışında yolu bozuk olan yerlerde kullanılmasının insanlar açısından tehlike arz edeceğine hükmedilmişti. kısacası koşu makinesi artık yasaktı. sadece gülüp eğlenmek için parklarda kullanılabilirdi. sonuçta karl von drais'in avrupa seyahati şok üstüne şok, felaket üstüne felaketle sonuçlanmıştı. ama ne yazık ki bundan sonra kötü haberler hayatından hiç eksik olmayacaktı.

    karl von drais avrupa'dan hayalleri yıkılmış bir şekilde almanya'ya geri dönmüştü. bütün hevesi kırılmıştı. 1822 yılına geldiğimizde ise kendisini daha başka olumsuz haberler bekliyordu. babası yüksek yargıçtı. önemli davalara bakıyordu. bunların arasında siyasi davalar da vardı. siyasi davalar ise çok fazla düşman demekti. babasının davaları yüzünden drais'e de birtakım tehditler gelmeye başlamıştı. aldığı bu tehditlerden oldukça sıkılan ve korkan drais çareyi brezilya'ya sürgüne gitmekte buldu. hayatının beş yılını brezilya'da kadastro memurluğu yaparak geçirdi. babası rahatsızlanınca 1827 yılında tekrar almanya'ya dönmek zorunda kaldı.

    almanya'ya dönüşünde ise boş durmadı. önce klavyesi olan ilk daktiloyu icat etti. ardından 16 işaretten oluşan stenografi makinasını yaptı. hatta trenini kaçıran insanları bile düşündü. onların trenlerini yakalayabilmelerini sağlayan, kas gücüne dayalı bir vagon bile icat etti. adından esinlenilerek bu alete "drezin" denilecekti.

    1830 yılına geldiğimizde ise drais'in babası öldü. bu drais'in hayatının en zor zamanıydı. en iyi arkadaşını, yoldaşını ve koruyucusunu kaybetmişti. kendisine babasından miras olarak yalnızca mal mülk değil, aynı zamanda azımsanmayacak sayıda da düşman kalmıştı. bu durum zaten yalnız bir insan olan drais'in iyice içine kapanmasına yol açtı. ve yıllar böylece geçip gitti. ancak kara bulutlar kendisini bir türlü terk etmek bilmiyordu.

    1848 yılına geldiğimizde ise avrupa'nın birçok ülkesinde önemli ayaklanmalar ve devrimler olmuştu. işçi sınıfı bilinçlenmişti. insanlar artık daha fazla özgürlük talep ediyor ve taleplerini nihayete erdirmekte de başarılı oluyorlardı. birçok ülkede anayasalar değişmişti. ancak bu devrim sürecinden çok da etkilenmeyen bir ülke vardı. orası da karl von drais'in vatandaşı olduğu almanya'ydı. o sıralar almanya diğer avrupa ülkelerinden daha farklı bir profil çiziyordu. daha köylü bir toplumdu. ekonomide ağırlık hala küçük esnaflar üzerindeydi. sanayileşme tam olarak yerleşmemişti. bu da işçi sınıfı ve burjavizinin çok da gelişememesine neden olmuştu. o yüzden avrupa'yı kasıp kavuran bu özgürlük dalgasından en az etkilenen ülkelerden birisi de almanya olacaktı. beklenen devrim orada bir türlü gerçekleşmedi.

    bu ortamda özgürlük diye haykıran isimlerden birisi de karl von drais'ti. kraliyet yanlılarının karşısındaki cephede saf tutmuştu. bu uğurda soyluluğu reddetmiş ve baron ünvanından vazgeçmişti. insanlık için doğru yerde durmuştu. ama bu duruş kendisi için yine yanlış ata oynamaktan başka bir şey değildi. ve bu mücadelenin kraliyetçilerin mutlak bir zaferiyle sonuçlanması da kendisi için sonun başlangıcı oldu. bir zamanlar ödüller alan bu mucid bir anda istenmeyen adam ilan edildi. kendisine yüklü borçlar çıkartıldı. bütün malına mülküne el konuldu. hatta daha da ileriye gidildi. ve kendisi deli ilan edildi. akıl hastanesine kapatılmaktan ise son anda kurtuldu.

    bugün bisikletin mucidi kabul edilen karl von drais hayatının son yıllarını büyük bir acı ve sefalet içersinde geçirdi. ve 10 aralık 1851 tarihinde, 66 yaşındayken karlsruhe'de hayata gözlerini yumdu. geriye icatları kaldı. bugün mannheim müzesinde asılı tek bir portresi var. bisiklette pedal sistemi ise ölümünden tam 10 yıl sonra kullanılmaya başlandı.

  • hasta:bitti mi?
    ameliyata giren ve ayıldıktan sonra bir sorun olup olmadıgını anlamak icin basınızda bekleyen doktorlar: evet bitti.
    hasta: saat kac? (ameliyata girmeden önce ameliyatın 11 gibi bitecegini hesaplamıstır)
    d: 10.30
    h: yalan söylüyorsunuz bitmemis daha

    (evet ben yaptım)

  • zengin bedevi, çölde devesi ile giderken, az ileride “su, su" diye inleyen birini görünce, hemen devesinden atlar ve ona kana kana su içirir. ardından da karnını doyurur.

    bedevinin yardım ettiği kişi kendine geldikten hemen sonra, zengin bedeviyi etkisiz hale getirerek, bedevinin neyi var neyi yok, hepsini alır.
    sonrada bedevinin devesine binerek oradan uzaklaşmaya başlar.

    soyulan bedevi hırsızın arkasından defalarca, “sakın bunu kimseye anlatma" diye bağırır.
    hırsız bedevi önce aldırış etmez buna ama uzaklaştıkça kafasına dert olur ve geri döner. soyduğu bedevinin yanına gelerek ona sorar;
    “neden kimseye anlatma" diyorsun. kumların üstünde oturan soyulan adam şöyle der;
    eğer bu yaptığını anlatırsan, bundan sonra çölde gerçekten aç ve susuz kalanlara hiç kimse yardım etmez.

    not: alıntı.

  • arkadaşla, çalıştığı yerdeki işçi iddiaya girerler.

    işçi: ben bu ineğin bokunu yerim abi
    arkadaş: hadi be... yiyemezsin
    i: yerim
    a: yiyemezsin
    i: hadi o zaan 4 paket sigarasına, var mısın?
    a: varım

    işçi dışkıyı yer. sonrasında;

    i: insanınkini de yerim. var mısın iddiaya?
    a: oofff... yokum ya yokum lanet olsun

    bana bunu anlattıktan sonra, ekledi;

    - hayır bi de bu adam yemek seçiyor ya. onu yemem bunu yemem... bok seçmiyor yemek seçiyor

  • 20 ocak - 20 şubat arası kutlanır, bu seneki geçiş 17–24 ocak arasında yapılıyor ve festivaller 25 ocak günü kutlanıyor. genelde yoğun kutlamalar 25 ocak - 4 şubat arası yapılıyor. tayvan’da bir hafta, çin’de ise 3 haftaya kadar kutlamalar uzayabilir. bu sene 25 ocak itibariyle “domuz yılı” bitti, “fare yılına” girildi. çin’de kırmızı renk “bol şans” anlamına geliyor, bu nedenle her yerde kırmızı yuvarlak toplar asılır.

    yıllar çin astrolojisinde olan 12 hayvan ile seçiliyor. bu hayvanlar; “fare, öküz, kaplan, tavşan, ejderha, yılan, at, keçi, maymun, horoz, köpek ve domuz”. bu hayvanların nasıl seçildiğine dair hikayeler ve hangi yılda hangi hayvan seçileceğine dair bir takvim var.
    kaynak
    kaynak-2

    çin yeni yılı tabuları;
    -herhangi bir seramiğin veya camın kırılması yasak. (diyelim ki istemeden bir şey kırıldı, hemen kırmızı bir kağıtla toplanarak barış ve güvenlikle ilgili sözcüklerin mırıldanılmalı)
    -temizlik yapmak, herhangi bir yeri, bir şeyi süpürmek, çöp atmak yasak.(bunları yaparsanız iyi şansı da süpürüp atmış ve uzaklaştırmış olduğunuz inancı yaygın)
    -makas, bıçak ve benzeri keskin objeleri kullanmak yasak. (bu aletler, başarı ve sağlığın engelleyicileri olarak biliniyor)
    -tüm festivaller bitene kadar saç kestirmek yasak.(zaten tüm kuaför ve berberler de kapalı)
    -kavga etmek ve ağlamak yasak.
    -eşinin ailesini ziyaret etmek yasak.(bu yasak özellikle erkekler için geçerli. bu dönemde eşlerinin ailelerini ziyaret etmek demek evliliklerinde problem olduğunu göstergesi sayılıyor ve tüm aileye kötü şans getirildiğine inanılıyor)
    -herhangi bir borca girmek yasak.
    -ilaç almak hatta doktora görünmek, herhangi bir operasyon geçirmek yasak.
    -yeni yıl dileklerini yatarken birine iletmek yasak.(yoksa o kişinin tüm yılı yatağa bağlı olarak geçireceği inancı bulunuyor)

    kaynak-3

  • en iyi "şeytan" tasvirlerinden birine sahip dizidir.

    --- spoiler ---

    frank underwood bu dizide şeytanı oynamaktadır. para yerine gücü sahiplenmekte ve elindeki güç algısı ile herşeyi manipüle etmektedir. güç algısı diyorum çünkü çoğu zaman elinde bir güç olmamakta ve blöf yapmaktadır. genelde her kötü karaktere bir şeytan tanımlaması yapılabilir ancak frank gerçekten şeytan'ın dini kitaplarıdaki birebir karşılığıdır. örneğin islamiyet'teki karşılığına şuradan bakabilirsiniz. şeytan'ın tüm niteliklerini taşımaktadır.

    şeytan'la işbirliği yapanların hepsi sonunda bertaraf olmaktadir. çünkü şeytan sadece kendine hizmet eder. ancak yine de iyi güçler tarafından hepsine bu iş birliğinden vaz geçmesi için birer fırsat verilmektedir.

    örneğin; zoe kariyerinde yükselmek için şeytanla iş birliği yapıp, önündeki bir çok iyi insanı ezerek bunu başarmıştır. ancak şeytanın gücü tatlı olduğu için ünlü bir gazeteci olmasına rağmen şeytandan vaz geçememiştir. hatta bu ilişkiyi çözen çevresindeki iyi insanlar ona şeytanın gerçek güzünü gösterip, bu ilişkiden vaz geçirmeye çalışmışlar. bir süre bu ilişkiyi bitirmeye niyetlenmişse de sonra tekrar anlaşma yapmaya teşebbüs etmiş ve bunu hayatıyla ödemiştir.

    diğer bir örnek de russo; russo başına gelenlerle frank'in şeytan olduğunu görmüş buna rağmen şeytanın gücünden bir pay alma ve vali olma sevdasıyla onunla anlaşmıştır. kız arkadaşı her ne kadar onu doğru yola çekmeye çalışmışsa da sonu ölüm olmuştur.

    diğer karakterlerin şeytan ile ilişkilerine değinecek olursak;

    raymond tusk şeytanla iş birliği yapmış sonunda statüsünü kaybetmiştir.

    rachel posner şeytanla iş birliği yapmış özgürlüğünü kaybetmiştir.

    claire en uzun ilişkiye sahip biri olarak insanlığını kaybetmiştir.

    doug stamper bu işbirliğiyle insanlığını kaybetmiştir.

    xander feng şeytanla işbirliği yaparak hayatını kaybetmiştir (idam).

    vasquez koltuğunu sağlamlaştırmak için iş birliği yapmış, sonunda kariyerini kaybetmiştir.

    remy danton işler sapa sarınca şeytan ile anlaşmaya çalışmış kariyerini kaybetmiştir.

    başkan şeytanı tek danışmanı haline getirmiş, eline bir fırsat geçmesine rağmen yine şeytanın manüpülasyonuna kurban gidip herşeyini kaybetmiştir.

    örnekler daha ufak karakterlerle çoğaltılabilir.

    kısacası şeytanla iş birliği yapan herkes kaybetmektedir. claire, doug, meechum gibi şeytan'a kul olanlar ise insanlıklarını kaybetmektedir. en büyük kaybı şeytan'ın şeytan olduğunu bilip, buna rağmen onunla örtak olanlar yaşamış ve hayatlarını kaybetmişlerdir (zoe, russo, xander). çünkü şeytan hiç bir zaman paylaşmaz ve maskesini düşürenleri, bir zayıflık yaratabilecekleri yaşatmaz.

    peki burada denilebilir ki raymond tusk da şeytan sayılmaz mı? frank'in rakibi ve her türlü kirli işi yapmaya meğilli bir adam. bunun cevabını da frank ile tusk'ın son yüzleşmesinde görüyoruz. frank opera binasında tusk'a son bir anlaşma vaadinde bulunuyor ve kendisinin başkan olacağını, paylaşabileceklerini söylüyor. yani şeytanla bir ortaklık sunuyor. orada yaptığı "sen bir iş adamısın bu mevzuya duygularını karıştırma" konuşması frank ile tusk arasındaki farkı ortaya koyuyor. tusk duygularına ve intikam isteğine yenik düşüyor. bu tamamen insani bir zayıflık. yani dizi şeytan olabilecek diğer karakterleri de frank'le yüzleştirip onların şeytan olmadığını, sadece zaafları olan güç sahibi insanlar olduğunu bize hatırlatıyor. burada şeytan'ın yani frank'in kararlarını hiç bir zaman duygularıyla vermediği, düşmanı veya kendisini kazıklayanla hemen bir iş birliği kurabilecek olması da insan olmadığına bir başka gösterge.

    dizide şeytan'ın yani frank'in en büyük gücü ilüzyon kabiliyeti. olayları manipüle edip bir güç algısı yaratmakta ve insanları da bu manipülasyon kabiliyetiyle ikna etmektedir.

    en çok ikna ettiği ise biz izleyicileriz. şeytan dizi boyunca bize konuşmakta. aksiyonları ile ilgili biz bilgiler vermekte ve bizle muhabbet ederek bizi de işin ortağı yapmaktadır. nasıl ki insan kendisini şeffaf bir şekilde yargılayamassa, frank bizi ortak yaptıktan sonra dizideki olayları dışarıdan bir gözle yargılayamaz hale geliyoruz. frank bize hep ufak bilgiler veriyor ve olayların nasıl geliştiğini görüp etkileniyoruz. ancak çok nadiren bunun çok kötü birşey olduğunu yargılıyoruz. çünkü frank bizi aksiyonlarının ortağı yapmış oluyor. o güç ilüzyonunu bize de yaşatıyor.

    ancak bazı durumlar farklı. ölümlerde bizimle konuşmuyor hiç. örneğin russo'nun ölüm sürecinde dizi bizi frank'ten uzaklaştırdı. direk dışlandık. birden ara sokakta buluştular. frank russo'yu öldürdü ve bizimle hiç konuşmadı. bizi cinayete ortak yapmadı. uzaktan seyirci bıraktı.

    bunun bir benzerini zoe'de daha göstererek yaptı. zoe'i öldürdükten sonra neredeyse bir bölüm boyunca bizimle konuşmayı kesti. sonra bölümün sonunda "seni unuttuğumu sandın değil mi?" diyerek bizle biraz sohbet etti zoe'nin ölümünün bir zorunluluk olduğunu söyleyerek normalleştirmeye çalıştı. zaten öncesinde zoe'yi şeytanla işbirliği yapmakla sık sık yargıladığı için "başına geleni haketti" algısı yarattı. ama açık açık bizi o işe ortak etmediğini söyledi.

    bir diğer manüplasyon yöntemi de; dizi diğer karakterleri devamlı yargılarken frank'i hiç bir zaman yargılamıyor. mesela başkan'ı zayıf ve maniplasyona açık olmakla, tusk'i yolsuzluk yapıyor olmakla, zoe'i beleşçilikle, russo'yu alkolik olmakla, claire'i zaman zaman duygularına yenik düşmekle vs gibi diğer tüm karakterleri yargılıyor ve "bunu haketti" hissiyatı oluştururken. frank'i yaptığı tüm şeytanlıklara rağmen bir kere bile yargılamıyor.

    dizide gazeteci hammerschmidt, lucas goldwin, janine skorsky gibi iyi güçler de var ancak zayıf, güçsüz ve kabiliyetsiz olarak, insanı zaaflarına yeni düşen karakterler olarak tanımlanıyorlar.

    şeytan en büyük gücü eline geçirdiğine göre, bundan sonraki süreçte şu ana kadar hep yenilen iyiliğin daha güçlü ve kararlı bir şekilde şeytanla savaşacağı bir süreç başlayacağını umuyorum. ama unutmayalım; biz bu dizide hep şeytan'ın yanında, kötülüğün ortağıyız. şeytan kabiliyetleriyle bizi etkilemeye devam edecek.
    --- spoiler ---

    zamanında biraz hızlıca yazdığım ve oldukça ilgi gören şu entry'deki yazı bozukluklarını ve imlaları gördükçe gözüm acıyor :)
    benzeri bir yazıyı westworld için de yazdım. merak edenler için ilgili entry şurda.

    edit: sevgili diplomats güzel bir "yasak elma" detayı paylaşmış; "dikkat ederseniz frank underwood ve claire her sabah kahvaltıda elma yiyorlar. hatta 4. sezon 11. bölüm sonunda tom kahvaltıya katıldığında da elma var."

  • yıllardır neden yapılmadığını ben de merak ediyorum. imam atamaktan daha anlamlı ve verimli olacağı kesin.

  • nasihat team gelmeden yazayım dedim gelmişler bile. çiftlikten alacak ortamı yok okula giderken çantasına koymalik alıyor belki adam. adamın neden o sütü aldığı sorgulanana kadar bunların neden böyle bir sut sattığını sorgulasak daha başarılı oluruz herhalde.

  • semtimizde sürekli tavuk döner sipariş ettiğim bi dönerci var. kurumsal da bi marka öyle küçük değil. ben bunlardan en ucuz yiyecek olan hatay usülü tavuk döner sipariş ediyorum devamlı. fakirlikten değil lezzetini seviyorum. yanında içecek de almıyorum evde çay var.

    bugün arkadaş geldi dedik hatay usülü yiyelim, sipariş etmek için telefonu çıkarttım arıyorum arıyorum meşgul çalıyor. diğer hatlarını aradım o da aynı. arkadaşa dedim bi de senden arasana. arkadaş arayınca direkt çaldı açtılar telefonu. ben birkaç kez daha denedim sürekli meşgul.

    neyse sipariş geldi. paketçi elemana "aradıkça meşgul çalıyor kardeşim hayırdır" dedim. "benden duymuş olma sürekli ucuz sipariş verenleri engelliyorlar abi senin ev de yakın değil zaten" dedi şaşıp kaldım cevap veremedim.

    bankalar kredi kartı vermek için peşinde koşsun sen git kötü dönercinin kara listesine gir amk hayata bak.

  • “ey kahraman türk kadını! sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”

    diyen bir adamın ülkesinde yaşanmıştır.